HDP’ye açılacak olası bir kapatma davasında belki de en az hasarı alacak siyasi hareket HDP olacaktır. Kapatma davasının sonucunda ne milletvekilleri hakkında bir yaptırım uygulanabilecek ne de partinin malvarlığına dokunulabilecektir. Bilakis partisi kapatılmış bir siyasi hareketin mağduriyetinden kaynaklı ivme ile daha yüksek oy oranlı bir partiyle yoluna devam edecektir.
Gerek 1961 gerekse 1982 Anayasası, siyasi partileri demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları olarak nitelemiş olsa da Türkiye’deki siyasi parti kapatma olaylarının epeyce bir süre bu “vazgeçilmezlik” özelliğini baltaladığını söyleyebiliriz. Öyle ki, siyasi partilerin kapatılmasıyla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarının neredeyse tek başına Türkiye’den gelen davalarla şekillenmesini istihza ile karışık belirtip duruyoruz.
Bununla birlikte siyasi partilerin kapatılması olgusu aslında uzunca bir süredir gündemimizden çıkmıştı. Son yıllarda zaman zaman Kürt siyaseti hareketinin bazı partilerinin kapatılmasıyla ilgili cılız gündemleri saymazsak Anayasa Mahkemesi’nin parti kapatma davası sonucunda yaptırım uyguladığı son parti AK Parti oldu. Mahkemenin 2008 yılında verdiği tartışmalı karar sonucu bir iktidar partisi kapatılmaktan kıl payı kurtuldu ve kapatma yaptırımına alternatif olarak partiye yapılan son yıl hazine yardımının yarısından yoksun bırakılmasına karar verildi. Türkiye’de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan son parti ise 2003 yılında kapatılan Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) oldu.
MHP’nin Elindeki Başvuru İmkanı
Son günlerde ise bilhassa Cumhur İttifakı’nın bileşeni olan MHP’nin artık partinin mütemmim cüzü haline gelen ısrarlı talebi ve gündemde tutmasıyla Halkların Demokratik Partisi (HDP) hakkında açılabilecek olası bir kapatma davasını konuşuyoruz. Kamuoyu bu konuyla o kadar ilgili ki neredeyse siyasi partilerin ve ittifakların iç ilişkilerini etkileyebilecek bir hale geldi. Hâlbuki olası bir kapatma davası sürecinin siyasi sonuçları bir tarafa hukuken çok fazla bir etkisi olmayacak. Şimdi bunun sebeplerini ele alalım.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 69. maddesine göre siyasi partilerin kapatılmasını karara bağlama yetkisi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın açacağı dava üzerine Anayasa Mahkemesi’ndedir. Anayasa Mahkemesi’nin bir siyasi partinin kapatılması davasına bakabilmesi için öncelikle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından bu konuda açılmış bir dava olması gerekmektedir.
1982 Anayasası döneminde Türkiye’de şimdiye kadar açılan bütün kapatma davalarında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı bu yetkisini re’sen kullanmıştır. Ancak kapatma davası açma bakımından her ne kadar Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın tekel niteliğinde bir yetkisi olsa da Siyasi Partiler Kanunu’nun 100. maddesinde onu bu konuda harekete geçirebilecek ve çoğunlukla gözden kaçan bir madde vardır. Buna göre;
Anayasada yazılı nedenlerle Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bir siyasî partinin kapatılması davasının açılması;
a) Re’sen,
b) Bakanlar Kurulu kararı üzerine Adalet Bakanının istemiyle,
c) Bir siyasî partinin istemi üzerine, olur.
Ancak, bir siyasi partinin Cumhuriyet Başsavcılığından dava açılmasını isteyebilmesi için, bu partinin son milletvekili genel seçimlerine katılmış olması, Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunması, ilk büyük kongresini yapmış olması, partinin merkez karar ve yönetim kurulunun üye tamsayısının salt çoğunluğunun oyu ile dava açılmasının istenmesi yolunda karar alınmış bulunması ve istemin parti adına parti genel başkanı tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak yapılmış olması gerekir.
Bu maddeyi okuduğumuz vakit zihnimizde ilk canlanan Devlet Bahçeli’nin sözleri olmalı. Zira kendisi yakın zamandaki çeşitli açıklamalarında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın harekete geçmemesi durumunda MHP olarak üzerlerine düşeni yapacakları hususunu ısrarla vurguladı. Öyle zannediyorum ki bundan kastı Siyasi Partiler Kanunu’nun 100. maddesinin verdiği yetkiyi kullanarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından HDP’nin kapatılması noktasında istemde bulunmak.
Pekâlâ, bir an için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın re’sen veya MHP’nin istemi üzerine HDP hakkında kapatma davası açtığını düşünelim. Acaba HDP burada nasıl bir tavır takınacaktır. Aslında bunu şimdiden az çok kestirebilmek mümkün. Kuvvetle muhtemel kendiliğinden kapanma kararı alacaktır. İlk başta absürd bir iddia gibi gelen bu ihtimalin hukuki bir gerekçesi var, aslında kanundaki bir açık da diyebiliriz. Siyasi Partiler Kanunu’nun ilk halinde şöyle bir hüküm yer almaktaydı:
Bir siyasi partinin kapatılması için dava açıldıktan sonra o partinin yetkili organı tarafından verilen kapatma kararı, Anayasa Mahkemesinde açılmış bulunan kapatma davasının yürütülmesine ve kapatma kararı verilmesi halinde doğacak hukuki sonuçlara hükmedilmesine engel değildir.
HDP Kendini Kapatırsa
108. maddede yer alan bu hüküm, bir siyasi parti hakkında derdest olan bir kapatma davası sürerken partinin kendiliğinden kapanma kararı alarak hakkındaki davayı ve davanın sonucunda çıkacak kapatma kararının olası sonuçlarını konusuz bırakıp düşürmesini engelliyordu. Ancak mezkûr 108. madde Anayasa Mahkemesi tarafından 2010 yılında iptal edildi. Bu iptal kararıyla birlikte artık bir siyasi partiyi kapatmak neredeyse imkânsız hale geldi. Zira hakkında kapatma davası açılan bir siyasi parti artık Siyasi Partiler Kanunu’nun 109. maddesi hükümlerince Büyük Kongresi’ni toplayıp kendiliğinden kapanma kararı alabilir. Böylece AYM önündeki dava düşeceği için kapatılmanın olası sonuçlarından da kurtulur.
Nedir bu sonuçlar? Örneğin; kapatılmasına beyan veya faaliyetleriyle sebep olan kurucuları dâhil üyelerine beş yıl süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi olamama yasağından kaçınmış olurlar. Keza parti mallarının devlet hazinesine geçmesi yaptırımından da kaçınmış olurlar. Nitekim Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hakkında kapatma davası açılan Demokratik Halk Partisi, dava devam ederken olağanüstü büyük kongresinde kapanma kararı almış ve 108. madde de artık yürürlükte olmadığı için AYM, kapatma davası hakkında düşme kararı vermiştir.
Bültenimize Üye Olabilirsiniz
Aynı yolu HDP’nin de takip edeceğini söylemek için kâhin olmaya gerek yoktur. Kürt siyasi hareketine mensup çizgide olan siyasi partilerin daha önce de defalarca kapatıldıklarında yedekte tuttukları partiye hızlıca geçiş yaptıkları düşünüldüğünde bu ihtimal daha da kuvvetlenmektedir. Üstelik HDP’den istifa edecek en az 20 milletvekilinin yeni partiye geçmesiyle olası bir baskın seçime girmeye de hak kazanmış olacaklardır. Yine muhtemeldir ki Cumhur İttifakı’nın bir partinin seçime katılabilmesi için alternatif koşullardan biri olan mecliste grubu bulunma şartını kanundan kaldırmak istemesinin arka planında yatan sebeplerden biri de budur.
Ezcümle, HDP’ye açılacak olası bir kapatma davasında belki de en az hasarı alacak siyasi hareket HDP olacaktır. Kapatma davasının sonucunda ne milletvekilleri hakkında bir yaptırım uygulanabilecek ne de partinin malvarlığına dokunulabilecektir. Bilakis partisi kapatılmış bir siyasi hareketin mağduriyetinden kaynaklı ivme ile daha yüksek oy oranlı bir partiyle yoluna devam edecektir.