Hekim-Hasta İlişkisinin Dönüşümü
Hekim-hasta ilişkisi birçok sosyokültürel ve ekonomik etmen ile uygulanan sağlık politikalarından etkilenmektedir. Tüm dünya genelinde bu değişimin son yıllarda hissedilir bir şekilde arttığını söylemek mümkündür. Bu değişim ülkemizde geri döndürülemez bir noktayı henüz geçmemiştir. Oluşturulacak politikalarla mevcut fotoğrafın olumlu bir duruma evrilmesi zor ama imkânsız değildir.
İnsanların tarih sahnesine çıktığı dönemden bugüne sağlıklı olma hali, insanlar ve toplumların gündemindeki en önemli konulardan bir tanesi olmuştur. İlk insanların sağlıkları ile ilgili bilgileri, doğa ile mücadeleleri esnasında deneme-yanılma yöntemleri ile elde ettikleri tecrübelere bağlıydı. Doğaüstü güçleri olduğuna inanılan büyücüler, şifacılar, şamanlar, rahipler uzun bir dönem boyunca elde ettikleri tecrübeleri kullanarak insanlar arasında kendilerine kutsiyet atfedilen farklı bir konum elde ettiler.
Tarihsel süreçte hekimliğin öncülü olduğu düşünülen bu yapıların hekimliğe evrilip içinde bulundukları toplumlarda sağlık otoritesi olmaları yüzlerce yıllık süreçlerden geçerek günümüzdeki halini almıştır. Hekim ile hasta arasındaki ilişki, bu süre boyunca bilgi ve otorite açısından hekimler lehine asimetrik bir karakterde seyretmiştir. Günümüzde ise bu paternalistik ilişki modeli, hastanın periferden daha merkeze doğru geldiği bir nevi karşılıklı işbirliği modeline doğru evrilmektedir. Bu dönüşüm, sosyokültürel ve ekonomik özelliklerine bağlı olarak toplumdan topluma, ülkeden ülkeye farklı özellikler göstermektedir. Yazımızda bu dönüşümün nedenlerini ve sonuçlarını irdelemeye çalışacağız.
Ailenin Hekiminden Sistemin Doktoruna
Nitelikli bir sağlık hizmetinin en önemli belirleyicilerinden bir tanesi, hekim ile hasta ilişkisidir. Neoliberalizm rüzgârlarının sağlık sistemi üzerinde esmeye başladığı yıllara kadar hekimler insani anlamda aileden biri gibi görülen ve karşılıklı ilişkinin sağlık açısından garantörü pozisyonundaydı. Hekime bakış, bir tıp otoritesi olması dışında güven temelinde oluşan bir bakış açısıydı. Piyasanın iyiden iyiye tüm alanlarda olduğu gibi sağlık alanında da tahakkümünü kurduğu son yarım asırda hekim-hasta ilişkisinin de bu değişimden payına düşeni almaması düşünülemezdi.
Tıptaki uygulamaların ciddi bir teknolojik altyapı ile güçlenmesi, kanıta dayalı tıp uygulamaları ve kılavuzların insanı adeta unutturduğu ve sistemin tamamen hastalıklara odaklandığı günümüz tıp anlayışına piyasalaşma olgusu eklemlendiğinde, insani bağlamdaki ilişkinin daha çok sistemsel ve algoritmik bir forma dönüştüğü açıkça izlenmektedir. Bunlara ek olarak hekim ile hasta ilişkisi birçok sosyokültürel ve ekonomik etmen ile uygulanan sağlık politikalarından da etkilenmektedir. Tüm dünya genelinde bu değişimin son yıllarda hissedilir bir şekilde arttığını söylemek mümkündür. Bu değişim ülkemizde geri döndürülemez bir noktayı henüz geçmemiştir. Oluşturulacak politikalarla mevcut fotoğrafın olumlu bir duruma evrilmesi zor ama imkânsız değildir.
Son 50 yılda neoliberal politikaların yaşamın tüm alanlarında kendine yer bulması, kırsaldan şehirlere göç ve çarpık kentleşmenin artması, iletişim teknolojilerinin yaşamın her alanına sirayet etmesi, hastaların sağlık sistemlerinde birer tüketiciye dönüşmesi gibi birçok neden, toplumun farklı katmanlarında yeni bir sosyopolitik ve ekonomik yapı ile beraber norm dışı davranış kalıplarını ortaya çıkarmıştır. Göç ile gelenlerin önemli bir kısmının şehrin çeperlerinde kendine yaşam olanağı bulmaya çalışması, şehir yaşamına ait kültürel sermayeleri kısıtlı olan bu grupların zihinlerinde seçkin olarak kodladıkları hekimlere karşı davranışları, popülist politika ile eylem ve söylemlerin etkisi ile de sorunlu bir davranış kalıbına evrilmiştir.
Bu duruma katkı sunan bir diğer olgu ise hem ülkemiz özelinde hem de dünyadaki diğer gelişmiş ülkelerde toplumların yapısının artık çok kültürlü bir hale dönüşmesidir. Ülkelerin kendi içindeki farklı bölgelerde ve farklı ülkeler arasında geçişkenliklerin arttığı, mülteci olgusunun artık yaşamın bir parçası olduğu, dezavantajlı grupların birey olarak sistemde yer bulmakta zorlanıp kendilerini ifade etmekte güçlük yaşadıkları ve aynı ülke içindeki insanların bile neredeyse birbirini anlamadığı günümüzde, sağlık sistemleri ile hasta-hekim ilişkisi de bu gruplar nezdinde derin bir şekilde negatif olarak etkilenmektedir.
Bilgiye Erişimde Eşitliğin Uzmanlığa Tahakkümü
Hekimliğin tarihsel gelişimine bakıldığında mesleğin uygulayıcıları için en önemli yerleşik düşüncelerden biri, toplumun geri kalanının bilmediklerini biliyor olmanın getirdiği özgüvendir. Bu durumun hastaların bilgiye ulaşımını kolaylaştıran günümüz teknolojileri ile değişiyor olmasının ortaya çıkardığı durum, sağlık profesyonellerinin birtakım kırmızı çizgilerini de aşındıracak gibi durmaktadır.
İnsanlar ve toplumların giderek çevrimiçi hale geldiği, özellikle hastaların birer e-hastaya dönüştüğü günümüzde, gelişmiş toplumlarda hasta ve hekimlerin geleneksel ilişkileri de teknolojinin ortaya çıkardığı ivme ile değişip dönüşüyor. Bu dönüşüm ile beraber dikkat çeken en önemli olgu, hekimler ile hastaların dijital okuryazarlıklarının artmaya başlaması ve hasta-hekim ilişkisinin merkezine dijital dünyanın üçüncü bir bileşen olarak dahil olmasıdır. Bu durum aynı zamanda kendi bünyesinde ciddi birtakım sorunları barındırmaktadır.
Tıbbi ve teknik bilgi altyapısının tıp bilimi gibi en üst seviyede olduğu bir alanda dijital mecralar yoluyla elde edilen bilgilerin işlenip yorumlanması elbette ki belirli bir dijital okuryazarlık ve sağlık okuryazarlığı seviyesinin yanında bu konulara aşinalığı da gerektirecektir. Bu teknolojileri kullanan insanların hekimliğin bilgi ve tecrübe düzeyine ulaşma şansı olmasa da gelinen noktada bu teknolojiler sayesinde elde edilen kazanımların hekim-hasta ilişkisini olumlu etkilemekle kalmayıp sağlık sisteminden memnuniyet düzeylerini de birtakım sağlık politikaları ile beraber uygulandığında artırması beklenmelidir. Tedavi süreçlerinin hastalarla beraber yürütüldüğü ve hastaların karar mekanizmalarına dahil oldukları durumlarda başarılı olma ihtimalinin artacağı açıktır. Bu süreç, hekimin hastaya yardımcı olduğu kadar hastanın da hekimine yardımcı olacağı bir işbirliği sürecidir. Bu işbirliğinin başarılı olmasındaki ana etmen ise başta sağlık okuryazarlığı ve dijital okuryazarlığın hasta tarafında belirli bir seviyede olması gerekliliğidir.
Bu kadar fazla bilginin dolaşımda olduğu ve adeta bir infodeminin yaşandığı günümüzde sağlık okuryazarlığı ve dijital okuryazarlık seviyelerinin yüksekliği adeta bir elek işlevi görmektedir. Gelişmiş toplumlarda bilgiden kaynaklanan bu gücün hekim ve sağlık sistemi ile işbirliği açısından olumlu sonuç doğurduğu, ancak gelişmemiş toplumlarda bu durumun hasta ile hekim arasında çatışmaya dönüşebildiği gözlenmektedir. Ülkemiz özelinde ise sağlık okuryazarlığı ve dijital okuryazarlık seviyelerinin istenen seviyelerin çok uzağında olduğu bilinmekle beraber sağlıkla ilgili çevrimiçi durumun yetersiz yorumlanması, hastaların genellikle eş, dost, akraba vs. gibi çevrelerin eksik tecrübe ve bilgilerinden yararlanması sonrasında hastalıkları ile ilgili süreçleri yönlendirmeye çalışması, hekim ve hasta arasındaki ilişkiyi geleneksel yapısından koparıp işbirliği yerine çatışmaya dönüştürmektedir.
Halbuki hastaların sağlık sisteminin işleyişini tam olarak anlaması ve ona göre davranması, hastalıklarına yönelik ilgilerinin temel sağlık okuryazarlığı ve dijital okuryazarlık düzeyinde olması hekim-hasta ilişkisini olumlu etkileyecek en önemli faktörlerden bir tanesidir.
Teşhis ve tedavi alanında hemen her gün yeni araç ve bilgilerin literatüre çok hızlı biçimde eklendiği günümüzde, sağlık sistemleri ve klasik hekimlik anlayışlarının mekanikleşip hastalık odaklı hale geldiği tıp eğitiminden başlayarak dönüştürülmesi kaçınılmaz bir durum olarak karşımızda durmaktadır.
Dijital Dönüşüm ve Yeniden İnşa
Hastalar ile ilgili onlarca verinin ayna anda işlenebildiği sistemlerin yaşamımıza girdiği günümüzde, hekimliğin hızlı dönüşüm yaşadığı ve bu dönüşüme ek olarak hastaların kendi sağlıkları ile ilgili bilgilere doğru şekilde ulaşabilecekleri bir sistemi kurmak, sağlık politikalarının en temel gündemlerinden bir tanesi olmalıdır. Bu kadar hızlı veri akışı ve analiz ihtiyacının olduğu günümüzde, hekimlerin aşırı çalışma ve hasta yoğunluğu ile beraber bu durumun üstesinden gelme şansları maalesef bulunmamaktadır. Bu durum, hasta-hekim ilişkisindeki trajik kırılma nedenlerinden birini oluşturmaktadır.
Hasta yoğunluğu ve bekleme sürelerinin uzunluğu ile hekimden randevu alma zorluğu günümüzde birçok ülkede temel bir sorun halini almıştır. Ülkemizde ise hekimlerimizin daha profesyonel bir yaklaşım yerine halen amatör bir ruh ile hizmet vermesi, muayene sürelerinin kısaltılması gibi durumlar soruna nicelik açısından bir nebze çözüm getirmiş olsa da sağlık sisteminden aşırı beklentiye girmiş yeni bir hasta profili ve sistemin aşırı kullanılması, medikolegal sorunların hasta ve legal temsilcilerinin gündeminde daha fazla yer bulması ve buna karşılık defansif hekimliğin ortaya çıkması, nitelikli sağlık hizmeti almanın önündeki en büyük engel olarak durmakta ve sonuç olarak hasta ile hekimin birbirine yabancılaşmasına ve ilişkinin temelinden sarsılmasına yol açmaktadır.
Son 20 yıla kadar hastaların sağlıkla ilgili herhangi bir problemlerini öğrenmek için mutlak suretle bir sağlık kuruluşu ve hekime ulaşmaları gerekiyordu. Ancak günümüzde ve gelecekte gelişecek yapay zekâ temelli teknolojik gelişmeler sayesinde kişiselleştirilmiş tıp uygulamaları yaygınlaşırken, birtakım sağlık problemlerinde ise (muhtemelen daha sonraki yıllarda birçoğunda) hastaların kendi kendilerine tanı koyabilecekleri ve belki de tedavi uygulayabilecekleri gelişmeler yaşanabilecek ve bu durum hasta-hekim ilişkisini kökten değişime uğratacaktır. Bu bağlamda yüzlerce yıldan bu yana toplumda bilgileri nedeniyle otorite konumunda olan ve hastaları ile ilişkileri paternalistik bir karakterde seyreden hekimlerin yeni gelişen bu duruma hızlı adapte olmaları ve alacakları eğitimin tıp fakültelerinde bu temele oturtulması, ilişkinin sağlıklı yürümesi açısından önem arz edecektir.
Sağlık sistemlerini ve altyapılarını bu temelde hazırlayan ülkelerin bu geçişi sorunsuz atlatacağı ve hasta-hekim ilişkisinin partnerlik temelinde işbirliğine dönüşmesi için daha avantajlı durumda olacakları açıktır. Hekimlerin yeni gelişecek bu duruma uyum sağlamaları ve sağlık sistemlerinin buna paralel olarak geliştirilmesi, sorunların daha kolay aşılmasına yol açacağı gibi verilen sağlık hizmetlerinin kalitesini de artıracaktır.
Yukarıda saydığımız gerçekler ışığında hastaların sadece rahatsızlıklarının değil aynı zamanda sosyokültürel ve ekonomik profillerinin de sağlık sistemi tarafından dikkate alındığı, ilköğretimden başlayarak toplumdaki sağlık okuryazarlığı ve dijital okuryazarlığın artırıldığı, tıp eğitiminden başlayarak tüm meslek yaşamları boyunca hekimlerin bu toplumsal gerçeklikleri dikkate aldığı ve hastalarına bu doğrultuda yaklaştıkları bir ilişkinin merkezde olduğu bir sağlık ve eğitim sistemi sil baştan yeniden inşa edilmelidir.