Helalleşme Çağrısı
Siyaset-üstü bir dil ve çerçevede sunulmasına karşın oldukça gerçekçi bir siyasi bağlama yaslanan helalleşme çağrısı -şimdiki haliyle- birçok imkân ve risk barındırıyor. Mevcut riskler giderildiğinde Kılıçdaroğlu’nun ve muhalefetin lehine pozitif sonuçlar üretebileceği gibi riskler giderilmediğinde zamanla vasatlaşarak anlamsızlaşabilir.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Eylül ayından beri ivme değiştiren siyasi performansının son etkili hamlesi “helalleşme” çağrısı oldu. Kılıçdaroğlu, 6 Kasım’da Karar TV’de start verdiği helalleşme gündemini, 13 Kasım’da paylaştığı kısa videoyla sürdürdü ve 16 Kasım’da CHP Grup toplantısında yaptığı konuşmayla biraz daha somutlaştırdı. Bu açıklamalarda, Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin iktidardan ve iktidar değişimi gerekliliğinden daha önemli tarihsel sorunlarının olduğunu, toplumun iyileşmeye ve helalleşmeye ihtiyaç duyduğunu, -bir kısmı CHP’den de kaynaklanan- toplumsal yaraları sarmak üzere helalleşme yolculuğuna çıkacağını ifade etti. Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet tarihi boyunca toplumsal hafızada yer almış belli başlı mağduriyetleri anarak kuşatıcı bir helalleşme çerçevesi çizdi.
Kasım ayı boyunca iktidardan muhalefete birçok kesimin canlı bir şekilde tartıştığı bu hamle ile Kılıçdaroğlu, Eylül ayından beri başlattığı gündem inisiyatifini bir üst düzeye çıkardı. Kılıçdaroğlu son birkaç aydır görünürleşen siyasal performansıyla iktidarın değişeceği algısını güçlendirmeye ağırlık verirken, bu hamle ile kurucu bir siyasi çerçeve çizmeye yöneldi.
Çağrının Siyasi Bağlamı
Helalleşme çağrısı, Kılıçdaroğlu tarafından siyaset-üstü bir dil ve çerçevede sunulmasına karşın oldukça gerçekçi bir siyasi hesaba yaslanıyor. Kılıçdaroğlu gerek kendi adaylığı gerekse muhalefetin iktidar değişimini gerçekleştirme hedefi için muhafazakâr ve Kürt seçmenin desteğine ve CHP başta olmak üzere muhalefet tabanının rövanşist eğilimlerle bu destekleri sabote etme riskini engellemeye ihtiyaç duyuyor. Helalleşme, bu ihtiyacı gidermeye aday görünüyor. Dolayısıyla, gündelik siyasi hesapları aşmaya yönelik retoriğe rağmen helalleşme çağrısının hem Kılıçdaroğlu’nun hem de muhalefetin siyasi hedeflerine hizmet etme ihtimali yüksek görünüyor.
Burada siyasi hesap ile normatif/ahlaki duruş arasındaki ilişkiye dair bir parantez açabiliriz. Bir siyasi hamlenin siyasi aktör veya partiye hizmet etmesi, normatif değerini azaltmaz. Her siyasi inisiyatif bir liderin veya hareketin planlarına hizmet ettiği ölçüde benimsenir. Bu çerçevede, siyaset(çiler)i niyet düzeyinde normatif/ahlaki bir teste tabi tutmak apolitik bir tutumdur. Maharet, normatif ilke ile aktör veya parti çıkarını eklemleyecek bir siyaset geliştirebilmektir. Bu da -sanıldığının aksine- her zaman mümkün olmaz. Siyasi liderlerin (ve partilerin) tercihi ve siyasi mahareti kadar nesnel koşulların da uygun olması gerekir.
AK Parti ve Erdoğan, kendi maslahatlarıyla toplumun maslahatını örtüştürebildiği için yakın zamana kadar başarılı oldu. Siyasetin doğasını göz ardı edenler o dönemlerde Erdoğan’ı samimiyet testine tabi tutarak boşa vakit harcadılar. Bugün de Kılıçdaroğlu, benzer bir samimiyet testine tabi tutuluyor. Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısı üzerinden şahsı, partisi veya Millet İttifakı adına pozitif bir sonuç alma ihtimali, çağrının siyasal bağlamını ve olası yansımalarını zayıflatmıyor. Dolayısıyla, Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısını -muhtemel- Cumhurbaşkanı adaylığına veya CHP’nin/muhalefetin önümüzdeki seçimlerdeki başarısına hizmet etme potansiyeli üzerinden mahkûm etmek yersizdir. Ancak, helalleşme çağrısının bu siyasi hesapları içerdiğini göz ardı ederek çağrıya siyaset-üstü normatif bir değer atfetmek de aldatıcı, apolitik bir retoriğe savrulmak olur.
İmkanlar
Çağrının tetiklediği tartışmalar, Kılıçdaroğlu’nun hem reelpolitik hem de normatif düzlemde etkili bir hamle yaptığını gösteriyor. Helalleşme gündemi birkaç yönden Kılıçdaroğlu’nun, CHP’nin ve muhalefetin elini güçlendiren bir zemin sunuyor.
Öncelikle, helalleşme gündemi, uzun süredir muhalefete yöneltilen siyaset üretmeme eleştirisini karşılama potansiyeli taşıyor. Genel olarak muhalefete, özel olarak da CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na yöneltilen temel eleştiri, Cumhur İttifakının sınırlarını çizdiği siyasal zemini veri alarak siyaset yapmaları, topluma umut verecek alternatif bir siyasal düzlem geliştirememeleri, iktidarın yıpranmasından medet uman edilgen ve reaktif bir siyasete razı olmalarıydı. Helalleşme gündemi, tek başına bu eleştirileri karşılamaya, bu açığı kapatmaya yetmeyebilir ancak bir ilk hamle olarak bu negatif algıyı zayıflatacak imkanlara sahip görünüyor. Şimdilik ete kemiğe büründürülmemiş olmasına karşın, bu kadar ses getirmesinin, kamuoyunun farklı kesimlerinin katıldığı canlı bir tartışmaya dönüşmesinin temel gerekçesini de ülkenin içinde bulunduğu siyasi çıkmazı aşma potansiyeline sahip olması oluşturuyor. Bunun bugüne kadar, siyasetsizlikle eleştirilen Kılıçdaroğlu ve CHP üzerinden gündeme taşınmış olması da etki gücünü arttırıyor. Aşağıda üzerinde durulacağı gibi -şimdilik- bazı önemli boşluklara sahip ama yine de kurucu siyaset arzusu taşıyan bir ilk adım olarak önemsenmeyi hakkediyor.
İkinci olarak, helalleşme gündemi, siyasal kutuplaşmayı azaltma imkanları sunuyor. Kimlik siyaseti ve/ya kutuplaşma, seçmeni bulunduğu adreste tutmaya hizmet ediyor. Türkiye siyasi tarihinde 1990’lara kadar merkez-çevre ve sağ-sol eksenleri, 1990’lardan bugüne de kimlik siyaseti, siyasi partiler ve liderler için seçmen devşirebilecek kolay araçlar olarak işlev gördüler. Bugün Türkiye siyasetinde etkili olan bütün siyasi partiler, kolaylıkla ayırt edilebilecek bir kimliğe ve bu kimliği önceleyen bir seçmen tabanına yaslanıyor. Ancak vizyoner partiler bu eksenlerin sınırlarını esneten kurucu siyasetlere yönelirken, statükocu partiler -belli oranda bir seçmen oranını garantilemesinden medet umarak- kimlik sınırlarını tahkim etmeyi öncelediler. Uzunca bir süre AK Parti, dayandığı muhafazakâr kimliği aşan bir söylem ve siyasete yönelerek siyasal zeminini genişletirken, muhalefet partileri dayandıkları kimliğin öncelikleri üzerinden siyaset yaptı.
Son birkaç yıldır AK Parti kurucu vizyonunu ve yönetme performansını kaybettikçe tabanını kaybetmeme endişesiyle kimlik siyasetinden ve kutuplaşmadan medet ummaya başladı. Muhalefet, nihayet, kutuplaşmanın ve kimlik siyasetinin toplumsal desteğini arttırmasının önünde engel teşkil ettiğini fark etti ancak çözüm olarak, kimlik siyasetini aşacak kurucu bir siyaset geliştirmek yerine kutuplaşmanın tarafı olmamakla yetindi. 31 Mart seçimleri, eksikliklerine rağmen, bu taktiğin bile muhalefet lehine sonuç ürettiğini gösterdi. Şimdi ilk defa -içi doldurulabilirse- CHP üzerinden muhalefet, kurucu bir siyaset aracılığıyla kimlik siyasetinin ve kutuplaşmanın muhtemel negatif etkilerini minimize etmeye yönelmiş olacak. Dolayısıyla, helalleşme gündeminin, muhalefetin kutuplaşmayı zayıflatma ve uzlaşma eksenli bir zemin inşa etme stratejisine hizmet ettiği söylenebilir.
Üçüncü olarak, helalleşme gündemi, muhafazakâr-sağ muhayyiledeki CHP-devlet özdeşliğini zayıflatmaya yönelik bir işlev üstlenebildiği ölçüde CHP’nin toplumsal algısını olumlu yönde değiştirecek bir hamle gibi görünüyor. 2010 referandumundan bu yana, CHP-devlet özdeşliğinin somut-siyasal bir zemini olmamasına rağmen CHP tabanı da AK Parti ve muhafazakâr muhayyile de CHP-devlet özdeşliğini veri alan bir düzlemde işlemeye devam etti. Kılıçdaroğlu 2020 yılındaki genel başkanlığından bu yana bu özdeşliği kırmaya yönelik münferit hamleler yapsa da kapsamlı bir siyasal dil değişimine yönelmediği ölçüde başarılı olamadı. Helalleşme gündemi ete kemiğe büründürülebilirse, CHP ilk defa -verili- devletçi pozisyonla arasına mesafe koyup toplumdan yana tutum takınmış olacak.
Sonuç olarak, helalleşme gündeminin, muhalefetin son dönemdeki siyaset üretme eğiliminin devamını simgelediği, bu eğilimi kavramsal ve siyasal bir çerçeveye oturtma yönünde yeni ve özgün bir hamle olduğu söylenebilir.
Riskler
Öte yandan bu imkanlara karşın helalleşme gündemi bazı önemli riskler de barındırıyor.
İlk risk, helalleşmenin Kılıçdaroğlu’nun şahsi kariyer planıyla özdeşleşmesi ve buna hizmet etmekle sınırlanmasıyla ilişkilidir. Kılıçdaroğlu Türkiye’de siyasetin lider eksenli olması, CHP içinde öne çıkan farklı figürlerin varlığı, ittifak dinamiklerini yönetme ve Cumhurbaşkanı adaylığı (zeminini/algısını güçlendirme) gibi gerekçelerle son dönemlerde kişisel-şahsi bir dil kullanmaya ağırlık veriyor. Kişisel algı çalışmasına ağırlık vermenin yanı sıra politika önerilerini de “ben” dili üzerinden açıklıyor. CHP ve ittifak içi dinamikler dolayısıyla anlaşılabilir gerekçelere sahip olsa bile bu dil ve düzlem bazı riskler de üretiyor. Burada iki önemli noktaya dikkat etmek gerekiyor.
İlk nokta, helalleşme çağrısının Kılıçdaroğlu’nun kariyer planına hizmet etmekle sınırlı bir bağlama oturmasıdır. Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısını kişisel-şahsi dil üzerinden kurgulaması, çağrının kapsamını daraltabilir. Helalleşme çağrısı şahsi bir dil üzerinden gündeme taşınmasa da Kılıçdaroğlu’nun algısına ve olası Cumhurbaşkanı adaylığına pozitif katkı sağlayacaktır. Ancak ilk günden bu çağrının kişisel bir dil üzerinden kurgulanması, çağrının vadettiği pozitif-kurucu siyaset imkanını daraltan, çağrıyı somut kişisel ajandayla eklemleyen negatif bir etkiye davetiye çıkarmaktadır. Toplumu adaylık ve liderlik yatırımı ile demokratik bir Türkiye tahayyülü intibaları arasında tereddütte bırakmak yerine bu tereddütleri besleyen “ben” dilini azaltmak daha doğru olabilir. Bu çerçevede, helalleşmenin daha pozitif ve kurucu bir gündeme dönüşme imkanını arttırmak üzere, kişisel dilin kurumsal bir dile dönüştürülmesi daha doğru görünüyor.
İkinci nokta, helalleşme çağrısının Kılıçdaroğlu’nun şahsıyla özdeşleşmesidir. Nitekim çağrıya verilen tepkiler, çağrının CHP bünyesinde, ittifak bünyesinde veya muhalefet düzleminde daha önce konuşulmadığını gösteriyor. Millet İttifakının veya muhalefetin çağrıyı benimsemesi -ilk etapta- beklenmeyebilir ama çağrının siyasi bir dalga üretebilmesi için en azından CHP’nin kurumsal desteğini arkasına alması gerekir. Çağrının dile getirilme tarzı ve üslubu Kılıçdaroğlu’nun şahsi inisiyatifi izlenimini beslediği ölçüde, çağrıyı Kılıçdaroğlu ile sınırlandırma riskini arttırmaktadır. Bu çerçevede, -Kılıçdaroğlu’nun şahsi planlarına hizmet edip etmediğinden bağımsız olarak- çağrının siyasi bir bağlama oturması için CHP tarafından sahiplenilerek kurumsal bir niteliğe kavuşturulması gerekir.
Şahsi bir çağrı ile sınırlanma riskinin yansıra helalleşmenin barındırdığı ikinci risk, romantik-duygusal bir bağlama hapsolma olasılığıyla ilişkilidir. Helalleşme çağrısı Türkiye gibi bir ülkede her zaman belli oranda bir karşılık üretme potansiyeline sahiptir. Ancak bu çağrının siyasi bir sonuç üretmesi için romantik-duygusal bir çağrı bağlamından çıkarılarak demokrasi vizyonuna sahip kapsamlı-somut bir siyasi çerçeve ve programla desteklenmesi gerekir. Kılıçdaroğlu’nun helalleşme listesinde andığı bütün olaylar, Türkiye’deki vatandaşlık hukuku ve demokrasi kültürüyle ilişkilidir. Dolayısıyla, helalleşme çağrısı, toplumsal barışı ihlal eden unsurların ayıklanmasının, devleti/sistemi demokratik bir vizyonla restore etmenin veya yeniden inşa etmenin zemini olarak konumlandırılıp önümüzdeki dönemde gerçekçi siyasal önerilerle desteklenebilirse kurucu bir siyasi düzleme oturabilir. Aksi takdirde, seçimlere giderken pozitif gündem yaratmak isteyen bir liderin romantik-duygusal çağrısı olarak kalma riski taşımaktadır.
Üçüncü risk, temenni ile teminat arasındaki fark ile ilişkilidir. Helalleşme çağrısı temenniyle sınırlı kalabileceği gibi teminata da dönüştürülebilir. Yukarıda altı çizilen duygusal ve şahsi tonlama dolayısıyla, helalleşme çağrısı -şimdilik- temenni düzlemine daha yakın duruyor. Temenni dili ise siyasi bir dil olmaktan çok apolitik bir dildir. Bir aydın veya kanaat önderi temenni diline yatırım yapabilir ama bir siyasi liderden beklenen topluma teminat vermesidir. Bu nedenle, siyaset dili teminat vermeye yatkın olmak durumundadır. Teminat ise duygusallığın siyasi programla, şahsiliğin kurumsal destekle eklemlenmesiyle mümkün hale gelebilir. Bir muhalefet partisinin siyasi çağrısının temenniden ibaret kalmaması, teminata dönüşmesi için çağrının arkasına güçlü bir kurumsal destek ve gerçekçi bir siyasi program eklemek gerekir. Siyasi bir program ve kurumsal bir destekle güçlü bir teminata dönüştürüldüğünde, çağrının toplumu mobilize etme imkânı da genişleyebilir.
Dördüncü risk, Türkiye’nin siyasi ajandasının dışında kalmakla ilişkilidir. Türkiye’nin en kalıcı gündemi iktidarın yönetme zafiyetinin yol açtığı krizler ve her geçen gün süresi yaklaşan seçimlerdir. Bu somut gündem, duygusal, şahsi ve temenni diliyle sınırlı bir çağrıyı kenara itebilir. Hangi söylemle kurgulanırsa kurgulansın, bugün itibarıyla gündeme taşınan her siyasi başlık öncelikle seçim gündemiyle ilişkilendirilecektir. Helalleşme çağrısının mevcut gündemin dışında kalmaması için yukarıda sıralanan risklerden arındırılması ve toplumun mevcut sorun algısına hitap eden, muhtemel iktidar değişimi sonrasındaki endişelerini karşılamaya yönelik gerçekçi bir zemine oturtulması gerekir.
Bu riskler giderildiğinde, helalleşme çağrısı, Kılıçdaroğlu’nun ve muhalefetin lehine pozitif sonuçlar üretebileceği gibi kriz ve istikrarsızlık (korkusu) arasına sıkışan siyasete nefes de aldırabilir. Bu riskler giderilmediğinde ise bugün belli çevrelerde olumlu karşılık bulan çağrı, zamanla vasatlaşarak anlamsızlaşacaktır.
Kasım ayındaki gelişmeler, çağrının kurucu bir siyasete dönüşme imkanını kaçırarak konjonktürel bir taktik-hamleyle sınırlı kalacağına yönelik karamsar öngörülere zemin sağlasa da siyasal momentum ve siyaset(çiler)in ihtiyaçları, çağrının akıbeti ile ilgili öngörüde bulunurken -bir süre daha- temkinli davranmayı gerekli kılıyor.