Hele Bir Gitsin de

“Hele, o bir gitsin de…”, “hele, bir sabah olsun da”, “hele, bir kazanalım da…” Aslında bu cümleler sadece sarf edenin biçareliğini değil, belli bir siyaset biçiminin de egemenliğini bize işaret eder. Eyleme, harekete geçmeye ve geçirmeye odaklanan bir siyaset biçimi… Tek bir hedefe odaklanıp o hedefin doğru olduğuna kendisini ve etrafındakileri inandıran, böylelikle de tali tartışmaları daha sonraya öteleyen bir siyaset anlayışı…

Hele Bir Gitsin de

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bir dönem aydınlarının profilini sergilediği “Mahur Beste” romanının çok sayıda kahramanından Behçet Bey, İttihatçılık sevdasına hızlı bir geçiş yaptığı dönemde, feleğin çemberinden geçmiş, Ali Süavi’nin Çırağan Sarayı Baskını’na katılmaktan son anda kurtulmuş Sabri Hoca ile tartışırken, “Hele, o bir gitsin de…” der. Sabri Hoca’nın yanıtı ağır ve uzun olur, ama mesajı basittir, memleketteki bütün “fenalıkları” tek kişiye bağlamak, onun elinden iktidarı alınca her şeyin günlük gülistanlık olacağını sanmak aslında bu umuda sarılmış olanların biçareliğini gösterir. Gerçekten de tarih Sabri Hoca’yı haklı çıkarır -ya da Tanpınar tarihin haklı çıkaracağı bir Sabri Hoca karakteri yaratmıştır-, İttihat ve Terakki’nin bırakın iktidarda ne yapacağını bilmesini, iktidara dahi nasıl geleceği konusunda bir fikri olmadığı açıkça görülür. İktidardakileri şu ya da bu şekilde düşürmek konusundaki maharetleri, iktidarda ne yapacakları konusundaki “vizyonlarından” daha fazla gibi gözüküyor.

 

“Hele, o bir gitsin de…”, “hele, bir sabah olsun da”, “hele, bir kazanalım da…” Aslında bu cümleler sadece sarf edenin biçareliğini değil, belli bir siyaset biçiminin de egemenliğini bize işaret eder. Eyleme, harekete geçmeye ve geçirmeye odaklanan bir siyaset biçimi… Tek bir hedefe odaklanıp o hedefin doğru olduğuna kendisini ve etrafındakileri inandıran, böylelikle de tali tartışmaları daha sonraya öteleyen bir siyaset anlayışı.

 

Hangi durumlarda ortaya daha fazla çıkar diye düşünüyorum, muhtemelen iktidardakiler ve muhalefettekiler arasındaki güç dengesinin asimetrik olduğu anlarda daha fazla kabul gören bir anlayış. İktidar, elindeki bütün araçlarla egemenliğini tesis eder ve sürdürürken, muhalefetin geniş bir cephe savaşı vermeye hali ve mecali bulunmaz, “devirmekten” başka her konu enerjinin boşa sarf edilmesi anlamına gelir. Bir de muhalefet, tek bir homojen blok değil, kırılgan bir koalisyondan ibaretse, her türlü tali konu blok içerisinde bir çatlak oluşturacağından, tartışmaların daha sonraya, iktidara erişileceği o kutlu günün ertesine ötelenmesi daha doğru gözükür. İktidarla kıyaslandığında eldeki her türlü kaynağın -umut dahil- ne kadar kıt olduğu göz önünde tutulursa, taktik açıdan çok da kötü bir fikir olmayabilir. Ancak tarih, o gün geldiğinde ve muhalefet artık iktidar olduğunda, sağduyulu tartışmalardan çok kanlı/kansız tasfiyelerin daha yaygın olduğunu bize gösteriyor. Jirondenler, Menşevikler, İttihat ve Terakki’nin ekalliyet unsurları ve Emiliano Zapata bize bu konuda şahitlik edebilirler. İktidar yürüyüşünde tali olarak görülen konular, iktidara erişildiğinde asli hale dönüşüp birlikte yaşamayı imkansız hale getirebilirler.

 

Bültenimize Üye Olabilirsiniz

 

Ülkemizde de benzer bir durumla karşı karşıyayız. Bıkkınlık veren seçimler silsilesine ara vermiş ve Koronavirüs salgınının paniğinden henüz kurtulmamış gibi gözükebiliriz ama en geç 2023 yılında gerçekleşmesi muhtemel Cumhurbaşkanlığı seçimine günbegün yaklaşırken muhalif unsurların gündemini tek bir konu işgal etmiş gözükmekte: “Hele, o bir gitsin de…”. İçinde bulunduğumuz başkanlık sisteminin doğal bir sonucu bu, Juan Linz bizi 1990’da uyarmıştı, bütün gücün tek bir kişinin elinde bulunduğu başkanlık sistemleri “sıfır toplam” bir oyun ortamı yaratır, birisi kaybetmeden diğeri kazanamaz. Hele bizimki gibi başkanın aşırı güçlü olduğu bir sistemde, gücü eline almak her türlü çözümü kendiliğinden getirebilir inancının yaygınlaşması şaşırtıcı olmaz, çünkü bu seçimi kazanmadan iktidara erişmek mümkün olmaz.

 

Oysa parlamenter sistemlerde, meclis için koalisyonlarla iktidara her zaman erişme olanağı bulunur, 1990’lardaki deneyimimiz bunu gösterdi. Bir de ülkemizin ne kadar çok kutuplaştığını, bir 50/50 toplumuna dönüştüğünü göz önünde tutalım, tek bir oyun bir çok kıymetli olduğu böyle bir ortamda, geniş tabanlı bir koalisyonu koruyabilmenin tek yolu üzerinde uzlaşılması gereken konu sayısını en aza indirgemek.

 

Muhtemel Koalisyonların Üyeleri Birbirleriyle Ne Kadar Uyumlu?

 

Yapılan akademik çalışmalar koalisyon ortakları arasında görüş farklılıkları ne kadar çoksa, koalisyonun ömrünün o kadar az olduğunu gösteriyor. Latin Amerika başkanlık sistemleri üzerine yapılan bir başka çalışma da başkanlık seçimleri öncesinde kurulan koalisyonlara ideolojik mesafesi yüksek partileri dahil etmenin zorluğunu vurgulamakta. Rekabetçi otoriter sistemlerdeki 111 seçimi analiz eden Michael Wahman ise eğer iktidar ile muhalefet arasında politikalar arasında büyük bir farklılık yoksa seçim öncesi koalisyonu korumanın çok zor olduğunu gösteriyor, tabii seçimi kazanabilme umudunu korumak da önemli bir faktör. Sonuçta ne kadar az konuya odaklanılırsa, iktidar ile muhalefet arasındaki farklılık korunabilir, konu sayısı arttıkça aradaki fark azalacaktır.

Hele Bir Gitsin de

Şekil 1. Türkiye’de Siyasi Parti Programlarının Sağ-Sol Ekseninde Konumlanması (MR)

 

Yukarıda yer alan grafik, çok uzun soluklu bir veri toplama projesi olan Manifesto Project veri tabanından elde edilen verilerle yapıldı. Partilerin seçim programlarını analiz eden ve karşılaştırmalı veri sağlayan bu veri tabanı sayesinde 1950’lerden beri Türkiye’de siyasi partilerin söylemlerinin nasıl değiştiğini niceliksel olarak görebiliyoruz. Ben, yakın döneme odaklanmak amacıyla 2007 sonrasına ve sadece sağ-sol eksenindeki değişmelere odaklandım. Görüldüğü üzere bazı partiler örneğin AKP ve HDP (ve öncülleri) ideolojik olarak çok tutarlıyken, MHP ve CHP gibi partilerde, muhtemelen zamanın ruhuna uygun bir kayma oluyor. CHP’nin Baykal’ın iktidarı devretmesinden sonra, özellikle de 2018 seçimindeki sola kayması kadar, MHP’nin 2011-2015 arasındaki mutedil durumunu bırakıp 2018’de sağa kayması da ilginç.

 

Bu resme baktığımızda AKP ve MHP’nin bir seçim koalisyonu kurmaları şaşırtıcı gözükmüyor, iki parti de birbirine oldukça yakın konumlanıyor 2018’de. Yelpazenin öteki tarafında CHP, HDP’den bile solda ki, bu da iyi bir koalisyon olacağını gösteriyor. Gelelim İYİ Parti’ye, bu parti sağ-sol ekseninde sol tarafta kalsa bile, AKP ile arasındaki mesafe, HDP’ye olan mesafesinden kısa. SP ise HDP’ye daha yakın gözükse de olası koalisyonun ana ortağı CHP’yle AKP’ye mesafesi hemen hemen aynı. Dolayısıyla sadece sağ-sol eksenindeki konumlamadan yola çıkarsak, Cumhur İttifakı’nın işinin kolay olduğunu ama muhalefetin ideolojik olarak daha uzak olduğunu söyleyebiliriz. Tabii ki iş sadece sağ-sol eksenindeki konumlanmayla sınırlı kalmayacak.

özgürlükçülük otoriterlik

Şekil 2. Türkiye’de Siyasi Partilerin Sol-Sağ ve Özgürlükçülük-Otoriterlik  Ekseninde Konumlanması (CHES)

 

Parti programları ikna edici olmayabilir, çoğu kişinin okumadığı belgeler bunlar. Chapel Hill Expert Survey (CHES), çok sayıda ülkede partilerin konumlarını bu konunun uzmanlarına soruyor, Türkiye için 2019 verileri yukarıda. Görüldüğü üzere yine AKP ve MHP siyasi yelpazenin sağında yer alırken, sol tarafta HDP ve CHP bulunuyor. İYİ Partiyse soldan çok sağa yakın. Özgürlükçülük-Otoriterlik ekseninde CHP ve HDP özgürlükçü olarak görülürken, AKP ve MHP otoriter iki parti olarak yan yanalar. İYİ Parti’nin Cumhur İttifakı’na mesafesi oldukça yakın. Buradan da aynı sonucu çıkarabiliriz, Cumhur İttifakı ideolojik olarak daha homojenken, muhalefetin unsurları arasındaki farklar daha fazla, dolayısıyla da kurulacak koalisyon daha kırılgan.

sol sağ konumlanması

Şekil 3. Türkiye’de Siyasi Parti Seçmenlerinin Sol-Sağ ve Sekülerlik Ekseninde Konumlanması (DDA-2020)

 

Durumu bir de seçmenlere soralım dersek, Temmuz ayında verileri açıklanan Dünya Değerler Araştırması (DDA) seçmen gözünden bir değerlendirme yapmamıza izin veriyor. Türkiye verilerini sergilediğimiz bu çalışma da diğer bulguları doğruluyor. Seçmenlerin ortalama pozisyonlarına bakacak olursak, MHP ve AKP yelpazenin sağ tarafını işgal ediyorlar, CHP ve HDP de solcu seçmenlerden oy alıyorlar. İYİ Parti ve SP de, verilerin el verdiği ölçüde merkez-sağ durumdalar.

 

DDA çalışması çok zengin verilere sahip ama biz sadece bir tanesine, yaşam tarzı farklılıklarını daha iyi yansıtan Kutsal-Seküler değerler endeksine odaklanalım. Bu endeks, aile bağlarına, otoriteye ve dine daha az önem vermek gibi değerlerle ilişkili. Genel olarak bakıldığında Türkiye diğer nüfusun çoğunluğu Müslüman olan ülkelerle beraber daha dindar ülkeler arasında yer alıyor. Yukarıdaki haritada CHP ve HDP seçmenleri daha yüksek sekülerlik ortalamalarına sahipken, AKP ve MHP yine yan yanalar. İYİ Parti ve SP de bu iki partiye yakın. Bu harita da aynı resmi doğruluyor, potansiyel muhalefet koalisyonunu bir arada tutacak çok az sebep var.

 

Konular Yerine Kişiler Üzerinde Uzlaşmak Daha Kolay!

 

Bütün bu rakamlar -parti programları, uzmanların gözünden konumlanmalar ve seçmenlerin konumlanmaları- tek bir şeye işaret ediyor, yakında gerçekleşecek bir genel seçimde muhalefetin geniş bir koalisyon kurabilmesinin yolu ancak bu kadar farklı değerlere sahip partileri az sayıda anlamlı bir eksende buluşturmaktan geçiyor. Parti tabanlarının birbirine duyduğu alerji bir kenara bırakılırsa -ki İstanbul seçiminde bu resim değişmiş olabilir- CHP ve HDP arasında bir konu bazlı koalisyon kurmak ve sürdürmek daha kolay gibi gözüküyor. Ama bu koalisyonu kazanan hale getirmek için Cumhur İttifakı’na meyletmiş gibi duran İYİ Parti ve SP’nin yanı sıra konumlarını henüz bilmediğimiz GP ve DEVA’yı da kapsamak gerektiğinden, geniş platformlu bir koalisyon sürdürülebilir değil. Yukarıda sergilenen bu farklılıklar koalisyonu da daha kırılgan hale getiriyor. Bu şartlar altında ortak bir platform, bir değişim programı oluşturmaktansa, tek bir konu, basitçe Recep Tayyip Erdoğan karşıtlığında somutlaşan bir siyaset herkes için daha kolay. Yani, “hele, bir gitsin de…”

 

Üstelik siyasetin kişiselleştiği ve magazinleştiği popülizm çağında da bu strateji zamanın ruhuna daha uygun, tabii bu tür bir “antagonist” siyaset de muhalefetin bütün söyleminin bir kişide somutlaşmasına ihtiyaç duyuyor. Fikirlerin değil, şahısların tartışılmasının sebebi de bu…

 

Realist Olma Zamanındayız

 

Bu kadar kırılgan bir koalisyonu korumak için tek kişi karşıtlığına dayanan bir söylem mantıklı olabilir, seçimi bile kazandırabilir. Ama seçildikten sonra ne olacak? Diyelim toplumun en az yüzde 48’inin arzusu gerçekleşti ve gelecek seçimlerde başka bir aday seçimi kazandı. Mazbatasını alıp odasına geçtiği zaman yapacağı ilk şey ne olacak? Herhalde ilk kararnamesi “haydi parlamenter sisteme geri dönelim!” olmayacaktır, kimse o kadar saf olmamalı. İşte, baştaki meseleye geri dönelim, “hele, bir gitsin de!” demekle gelinen noktanın ne olduğunu hep beraber deneyimledik, bir kere daha denendiğinde tarih olmaktan çıkar, farsa dönüşür.

 

Bir gelecek hayaline sahip olmak kolay değil, çok çaba gerektiriyor. Hele de bizim gibi siyasetin kutuplaşmış ikili koridorlarına sıkışmış olanlar için empati duyarak, tanıyarak, hak vererek ve uzlaşarak ortak akla dayanan bir dünya hayali inşa etme pratikleri çok uzakta kaldı, belki de hiç olmadı. Ama eğer harcayacak biraz zamanımız varsa, bunu hiç yürünmemiş yollarda yürüyerek sarf etmek daha gerçekçi olacaktır.

 

Tanpınar’la başladık, onunla bitirelim. “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” romanının muhteşem kahramanı Halit Ayarcı, gerçekçiliği şu şekilde tanımlıyor: “Realist olmak hiç de hakikati olduğu gibi görmek değildir. Belki onunla en faydalı şekilde münasebetimizi tâyin etmektir. Hakikati görmüşsün ne çıkar? Kendi başına hiçbir mânası ve kıymeti olmayan bir yığın hüküm vermekten başka neye yarar? İstediğin kadar uzatabileceğin bir eksikler ve ihtiyaçlar listesinden başka ne yapabilirsin? Bir şey değiştirir mi bu? Bilâkis yolundan alıkor seni. Kötümser olursun, apışır kalırsın, ezilirsin… Yeni adamın realizmi başkadır. Elinde bulunan bu mal, bu nesne ile, onun bu vasıflarıyla ben ne yapabilirim? İşte sorulacak sual…”

 

Önümüzdeki dönemde realist olmak kaçınılmaz bir durum gibi gözüküyor, elimizde bulunan bu aktörler ve onların bu vasıflarıyla ne yapılabilir, nasıl bir ortaklık kurulabilir?

En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.