Hey’et Tahrir El Şam’ın Afrin Müdahalesinin Anlattıkları
Suriye Milli Ordusu (SMO) içerisindeki farklı askeri oluşumlar arasındaki güç mücadelesinin etnik fay hatları üzerinden şekillenmesi, Ankara için arzu edilmeyecek bir senaryo yaratacaktır. Hâlihazırda yaşanan ve ilerde yaşanması muhtemel çatışmalardan ne Türkiye ne SMO ne de yerel halk kazançlı çıkar ki şu anki çatışmalar nedeniyle siviller zaten olumsuz etkileniyor. Hey’et Tahrir El Şam ise her türlü kazanan taraf olmaya ve nüfuzunu artırmaya devam ediyor.
Suriye’nin kuzeyinde Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı harekât bölgelerinde uzunca bir süredir sıradan haberler kabilinden sayılabilecek Suriyeli muhalif gruplar arasındaki çatışmalara bir yenisi daha eklendi. Son çatışma dalgasını öncekilerden ayıran ve bir hayli önemli addedilebilecek gelişme ise İdlib’in fiili hâkimi Hey’et Tahrir el-Şam (HTŞ) isimli örgütün Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) kontrolündeki Afrin’e doğru nüfuzunu genişletmesi. Suriye’nin kuzeyinde artık yeni bir gerçeklik var. Afrin müdahalesi HTŞ’nin uzunca bir süredir devam ettirdiği “devletçik” projesi için hayli önemli bir adım ve Suriye’nin kuzeyindeki gerginlikler devam ederse ciddi bir oyun değiştirici faktör olabilir. Kurduğu “Kurtuluş Hükümeti” vasıtasıyla İdlib’i domine eden pragmatik HTŞ’nin askeri gücünü fırsat bulduğunda kullanarak idari nüfuzunu SMO alanlarının tamamına doğru genişletme isteği, konuyu yakından takip edenler için bir sır değil. Nitekim Afrin’den sonra HTŞ ile SMO’nun 3. Kolordusu arasında gerçekleşen görüşmeler, taraflar arasında imzalanan ama uygulanmadığı için çatışmayı durduramayan anlaşma, bunların akabinde HTŞ’nin Azez ve El-Bab’a doğru hareket etmek istemesi ve bu gelişmelere paralel olarak ülkenin kuzeyinde HTŞ’ye karşı gerçekleşen protesto gösterileri bu durumu gösteriyor.
Gerilimin Taşma Noktası
El Bab’da Ebu Ğannum olarak bilinen bir aktivistin ve hamile eşinin Hamza Tümeni ile iltisaklı kişiler tarafından düzenlenen bir suikastta öldürülmesi, SMO içerisindeki gruplar arasındaki gerginlikleri tekrar gün yüzüne çıkararak çatışmalara sebebiyet verdi. Suikast nedeniyle SMO’nun 3. Kolordusu Hamza Tümeni’ni şehirden çıkarıp Tümen’in karargâhını ele geçirdi. Bunun akabinde HTŞ, yaşanan krizde bir fırsat penceresi gördü ve SMO içerisinde yolsuzluk, kanunsuzluk ve insan hakları ihlalleriyle sürekli suçlanan Hamza Tümeni ve Süleyman Şah Tugayı ile birlikte SMO’nun 3. Kolordusuna ve özellikle de bu yapının ciddi bir bileşeni olan Cebhe Şamiyye’ye karşı bir mücadeleye girişti ve sonuç olarak kısa bir sürede Afrin’e girdi. HTŞ, sınırlarında yaşanan ve İdlib’i etkileme ihtimali olan çatışmalara ve gelişmelere genelde bigâne kalmıyor ve müdahale ediyor. SMO’ya oranla daha organik olan disiplinli yapısıyla da SMO içerisindeki gruplara galebe çalabiliyor. HTŞ lideri Ebu Muhammed el-Cevlani’nin Irak’taki El Kaide geçmişi, HTŞ’nin içerisinde ulusal ve uluslararası meşruiyet kazanma amacıyla giriştiği Suriyelileşme/yerelleşme girişimi neticesinde her ne kadar sayıları azalmış olsa da yabancı savaşçıların küresel cihat kaynaklı bilgi ve tecrübeleri ile örgütün savaşçılarına verdiği ciddi askeri ve ideolojik eğitim, HTŞ’nin başarısına katkıda bulunuyor. Bununla birlikte İslamcı bir projeye sahip olduğunu iddia eden HTŞ gibi bir yapının SMO içerisinde kanunsuzluklarıyla bilinen ve en az İslamcı çizgideki Süleyman Şah Tugayı ve Hamza Tümeni gibi gruplarla diğer SMO gruplarına karşı savaşması, örgütün pragmatizmde ne kadar ileri gidebileceğinin bir göstergesi.
Çatışmaya dönersek, HTŞ ile çatışmak istemeyen, grubun askeri gücünden çekinen SMO içerisindeki grupların korudukları alanlardan çekilmesi neticesinde örgüt kısa bir süre içerisinde Afrin’e girdi ve kent merkezine kadar ilerledi. Akabinde HTŞ’ye bağlı birimler Afrin’de şehrin filli hakimiymiş gibi Suriye içerisinde yerinden edilmiş insanların kamplarını ziyaret ederek yemek dağıttı. Kurtuluş Hükümeti şehirde temizlik faaliyetlerine girişti ve HTŞ’nin genel güvenlik biriminden kişiler Afrin’de SMO içerisinden bazı grupların döşediği iddia edilen el yapımı bombaları temizleme çalışmasına girişti. Bütün bu hamleleriyle HTŞ şehirde kalıcı olacakmış gibi bir görüntü verdi. Ancak HTŞ askeri birlikleri bu gelişmelerden sonra Afrin’den çekildi. Yine de HTŞ arkasında, daha önce içerisinde kendisine müzahir bir ekibin idareyi devralmasına yardımcı olduğu (içerisinde bir nevi darbe yaptığı) Ahrar el-Şam’ı bıraktı. Tabiri caizse HTŞ arkasında proksisini bırakarak Afrin’den çekildi. Ancak Kurtuluş Hükümeti çalışanlarının hâlâ Afrin’de olduğu farklı kaynaklarca belirtiliyor.
Öyle görünüyor ki HTŞ, Afrin’de ilk etapta proksisi üzerinden yumuşak bir geçiş sağlama çabası içerisine girecek. Yani bir nevi hami ve denetleyici rolü oynayacak ve zaman içerisinde fırsatını bulduğunda güç yetirebildiği grupları ya kendi safında eritecek veyahut bu grupları ilerideki zamanlarda kurduğu hükümet/devletçik bünyesinde bir savunma bakanlığına ya da genişletilmiş bir askeri konseye bağlamaya çalışacak. Örgüt hiç şüphesiz, idari olarak da Kurtuluş Hükümeti’nin nüfuz alanını genişletmek isteyecektir zaman içerisinde.
HTŞ’nin Talepleri
HTŞ’nin temelde ana talebi sivil idareyi ve askeri komutayı birleştirebilmek. Bu, Suriye savaşı boyunca defalarca dile getirilmiş ama başarılamamış bir hedef. Müzakere yoluyla gerçekleştirilmeyen hedefi, HTŞ fırsat bulduğunda güç kullanarak dikte etmek istiyor. Örgüt, silahlı grupların yönetim işlerine karışmamasını ve sadece askeri görevler üstlenmesini talep ediyor. Bütün gruplar için ortak bir askeri mekanizma kurulması ve bir anlaşmazlık durumunda silahlı yapıların haklarını bu askeri mekanizma üzerinden talep etmesi isteniyor. Yerel yönetim konusunda da HTŞ, muhaliflerin kontrolündeki bölgelerde tek bir sivil idare amaçlıyor. Bu sivil idarenin dışardan direktif almaması, gerçek manada yerel olması da örgütün dikte etmeye çabaladığı bir amaç. Bu noktada HTŞ’nin Türkiye destekli Suriye Geçici Hükümeti’ni feshetme arzusunda olduğu da görülüyor. Ancak yakın vadede HTŞ’nin bu iddialı taleplerini gerçekleştirmesi pek mümkün görünmüyor.
Türkiye’nin Olaylara Tepkisi
Türkiye’nin tepkisi konusunda şu ana kadar iki teori ileri sürülüyor. İlk teoriye göre SMO’daki bazı grupların taşkınlıklarından ve iç çatışmalarından yorulan Türkiye, HTŞ üzerinden bu grupları hizaya getiriyor ve İdlib’de göreceli bir istikrar sağlayan HTŞ’nin Afrin hamlesine göz yumuyor. Bunu söyleyenlerin dayanağı, HTŞ’nin, Türkiye destekli Türkmen gruplar ile bir çatışma içerisine girmemesi, aksine onlarla beraber 3. Kolordu ile güç mücadelesine girişmesi ve Türkiye ile iyi ilişkilere sahip olan bazı başka SMO gruplarının da Afrin’de HTŞ ile çatışmadan bölgelerini terk etmesi. Ankara’nın, HTŞ’nin Afrin müdahalesine yüksek perdeden bir tepki göstermemesi de yine bu teorinin taraflarınca ileri sürülüyor.
İkinci bir teori ise HTŞ’nin Türkiye’nin tepkisini göz önünde bulundurmadan bu hamleye giriştiği yönünde. Bu görüşe göre İdlib’de muhaliflerini zaman içerisinde elimine eden, güvenlik açısından görece istikrarlı bir yapı kuran ve destek verdiği teknokrat ve sivil “Kurtuluş Hükümeti” vasıtasıyla idari olarak yaklaşık 4 milyonluk bir nüfusu kontrol altında bulunduran HTŞ, SMO içerisindeki iç çatışmalardan yoruldu ve SMO grupları arasındaki sorunların İdlib’e yönelik olumsuz etkilerinin önünü almak istedi. Bu nedenle de SMO’nun son krizinde bir fırsat penceresi görerek çatışmalara müdahale etti. Ayrıca son Afrin hamlesinin HTŞ’nin bölgeye ilk müdahalesi olmadığı da kaydedilmeli. Haziran 2022’de yine benzer bir süreç yaşanmış ve HTŞ Afrin’e girmişti. Ama Türkiye’nin müdahalesi ve diğer muhalif örgütler ile müzakereler neticesinde HTŞ Afrin’de kalıcı bir varlık kur(a)mamış ve kısa bir süre içerisinde bölgeden ayrılmıştı. İkinci teorinin savunucularına göre Türkiye İdlib’e girip askeri varlığını kurduğunda HTŞ zor ve kırılgan bir durumdaydı. Ayrıca örgüt ciddi manada Rus bombardımanı ve rejim baskısı altındaydı. İdlib’de gücünü de konsolide edememişti ve bölgenin kontrolünü diğer muhalif unsurlarla paylaşıyordu. Dolayısıyla Türkiye’ye direnecek bir durumda da değildi. Yani, örgüt pragmatizmini ortaya koydu ve Türkiye’nin askeri varlığının verdiği fırsatla gücünü konsolide etmeye çabaladı. Bugün ise Ukrayna krizi nedeniyle Rusya, İdlib’deki saldırılarını ciddi manada azaltmış durumda. Rusya’nın etkisinin azaldığı bir denklemde otomatik olarak HTŞ üzerindeki rejim baskısı da azalıyor.
Bunun yanı sıra yıllar içerisinde HTŞ, İdlib’de kendisine rakip olan bütün askeri oluşumları da elimine etti ve bölgenin mutlak manada hâkimi oldu. Ayrıca örgüt, SMO bölgelerine kıyasla kontrol ettiği alanda ciddi şekilde güvenliği de sağladı ve sivil bir hükümet kurulmasına ön ayak oldu. Bugün HTŞ askeri olarak güçlü bir durumda, binlerce ciddi askeri ve ideolojik eğitim almış militana sahip. Bu noktaların üzerine Türkiye’nin de uzunca bir süredir Suriye’nin kuzeyindeki istikrarın korunmasından yana olduğu gerçeği ekleniyor. Dolayısıyla Ankara için şimdilik Kuzey Suriye’deki bölgeleri kimin kontrol ettiğinden ziyade kontrol eden grupların istikrarlı bir düzen oluşturup oluşturamaması temel kaygı gibi görünüyor. HTŞ bunu bir ölçüde başarmış durumda ve Türkiye’ye dönük bir mülteci dalgasının önüne de geçiyor bir anlamda. Nitekim yakın bir zamanda Suriyeliler sosyal medya üzerinden örgütlenip ‘Işık Karavanı’ girişimi adı altında Türkiye toprakları üzerinden Avrupa’ya gitmeye teşebbüs etmişlerdi. İdlib’de hareketlenen Suriyeliler de Bab el-Hava sınır kapısına yönelmişlerdi. HTŞ bu insanlara sert bir şekilde müdahale etti ve geri dönmelerine sebebiyet verdi.
Bunların yanında İdlib’deki 4 milyon insanın yaşamı Türkiye üzerinden giden insani yardım malzemelerine bağlı. Ayrıca İdlib’de Türk lirası epey yaygın şekilde kullanılıyor ve Türkiye ile Suriye’nin kuzeyi arasında iyi bir ticaret hacmi de oluştu. Bu noktaları göz önünde bulunduranlar HTŞ’nin Türkiye’nin tepkisini göz önüne almadan Afrin macerasına girişmiş olabileceğini düşünüyor. Bahse konu teorilerden hangisinin doğru olduğunu ya da gelişmelerin seyrine göre yeni teorilerin ortaya çıkıp çıkmayacağını ise zaman gösterecek.
Kuzey Suriye’deki Son Gelişmeler Noktasında Avrupa ve ABD’nin Konumu
HTŞ’nin Afrin hamlesine Avrupa ülkeleri kayda değer bir tepki göstermedi ki beklenen tam da buydu. Avrupa ülkeleri epey uzun bir zamandır Suriye savaşında etkisiz eleman rolünü oynuyor. Ukrayna krizinin yarattığı ekonomik sorunlar ile enerji problemleri ve Suriye’den gelebilecek muhtemel bir mülteci dalgası Avrupalılar için bir heyula olmaya devam ediyor. Dolayısıyla AB ülkeleri ‘bizim derdimiz bize yeter, Suriye’deki gelişmeler neme lazım’ modunda.
ABD’nin de benzer bir anlayışta olduğu, kayda değer bir tepki göstermemesinden belli oluyor. Çok muhtemeldir ki HTŞ, Afrin’i tamamen ele geçirmiş olsaydı bile Avrupa ülkeleri ve ABD gene benzer bir tutum takınacaklardı. Zira HTŞ, bahse konu ülkeler için Suriye’nin kuzeyinde bir istikrar faktörü, dahası bir emniyet supabı. İşte tam da bu nedenle HTŞ’nin öncülleri ABD için güvenlik tehdidi olarak algılanırken HTŞ’ye fiiliyatta (kâğıt üzerinde, resmiyette, ABD ve BM için HTŞ bir terör örgütü) aynı muamele yapılmıyor. HTŞ’ye muhalif grupların militanları ve liderleri ABD insansız hava araçlarıyla birer birer İdlib’de hedef alınıp elimine edilirken, HTŞ lideri Cevlani, ABD kendisi için 10 milyon dolarlık bir ödül belirlemiş olması gerçeğine rağmen bölgede bir devlet adamı imajı çizmeye ve farklı vesilelerle bölge halkının içerisine karışıp fotoğraf vermeye devam ediyor.
SMO’nun Durumu ve Ankara’nın Yapı ile Yeni İlişki Geliştirme İhtiyacı
Türkiye’nin çabaları sonucu pek çok grubun bir araya getirilmesiyle kurulan SMO, son çatışmalarda görüldü ki hâlâ ulusal bir ordu hüviyetine bürünebilmiş değil. Türkiye’nin ordulaştırma çabalarına ve buna paralel olarak SMO’nun içerisinde kolordular oluşturulmasına rağmen bölgecilik ve alt grup aidiyetleri, yapının milli bir ordu hüviyeti kazanmasının önüne geçiyor. Yani SMO hâlâ Suriyelilik üst kimliği altında birleşemedi, bunun yerine dar alt grup/kimlik aidiyetleri ve çıkarları önceleniyor SMO grupları tarafından. SMO bünyesindeki farklı gruplar arasındaki çatışmalar, kaynak mücadelesi savaşları, bölge ele geçirmeye dönük herkesi bıktıran ve bitmek bilmeyen rekabet ile güç mücadeleleri durumu daha da kötüleştiriyor. Bu problemler sıradan halkın yaşamını da büyük oranda etkiledi. Özellikle Afrin’de ciddi manada insan hakkı ihlalleri işlendiği farklı raporlara yansımış durumda. Bahse konu sorunlar nedeniyle bazı SMO gruplarında bıkkınlık oluştuğu çeşitli raporlara yansımış durumda ki bunun neticesinde bazı SMO gruplarının Afrin’de HTŞ ile çatışmadan bulundukları bölgelerden çekildikleri ifade ediliyor.
Hâlihazırda SMO büyük oranda Suriye’nin kuzeyinde kontrol noktaları kuruyor ve YPG/SDG’nin bölgeye sızma girişimlerini engelliyor. Yapı, Esed rejimi unsurlarıyla bir çatışmadan da uzun bir süredir kaçınıyor ki Türkiye’nin de bir SMO-rejim çatışmasını istemediği ve SMO’yu böylesi bir çatışmaya girmekten alıkoyduğu biliniyor. Belli ki HTŞ bu durumdan rahatsız. Dolayısıyla, İdlib’e dönük olası bir rejim saldırısında, İdlib’in yanında rejim unsurlarını yoracak yeni cephelerin açılabilmesi için SMO’nun bulunduğu diğer alanlarda HTŞ’nin kontrolünü artırmak istemiş olması da olasılık dahilinde. Bahsettiğimiz bu nedenlerle HTŞ aslında SMO’dan totalde daha az savaşçıya sahip olmasına rağmen, organik yapısı, askeri deneyimi ve SMO’nun iç çatışmaları ve yapının muzdarip olduğu alt grup kimlikleri nedeniyle SMO’ya galebe çalabiliyor. Bütün bunlar HTŞ’nin Afrin’e girmesini, SMO grupları üzerinde üstünlük kurmasını ve onları bir anlaşmaya zorlamasını sağladı. SMO gruplarının dar alt grup aidiyetleri ve çıkarları nedeniyle kontrol ettikleri bölgelerde güvenlik ve idari alanlarda iyi bir karne ortaya koyamadıkları ve toplumsal hayatın düzenlenmesi noktasında zayıf kaldıkları da ortada. SMO alanlarını HTŞ kontrolündeki İdlib’den ayıran bir diğer nokta da bu.
Bütün bu noktalar göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’nin SMO ile kurduğu ilişki modelini yeniden gözden geçirmeye ihtiyaç duyduğu ortada. SMO şu anki hâliyle devam ettiği ve iç sorunlarını çözemediği takdirde HTŞ karşısında zayıf kalmaya mahkûm olacaktır. Böylesi bir senaryoda HTŞ’nin SMO alanlarını adım adım yutması olası görünüyor. Daha kötüsü SMO’nun içerisinde şu anda görülen Türkmen ve Arap gruplar arasındaki gerilimin önü alınmazsa durum daha da kötüleşebilir. SMO içerisindeki farklı askeri oluşumlar arasındaki güç mücadelesinin etnik fay hatları üzerinden şekillenmesi, Ankara için arzu edilmeyecek bir senaryo yaratacaktır. Hâlihazırda yaşanan ve ilerde yaşanması muhtemel çatışmalardan ne Türkiye ne SMO ne de yerel halk kazançlı çıkar ki şu anki çatışmalar nedeniyle siviller zaten olumsuz etkileniyor. Kamplarda yaşam mücadelesi veren insanlar bile gruplar arası çatışmaların yarattığı güvenlik problemleri nedeniyle bulundukları bölgelerden ayrılmaya başladılar. Esed rejimi saldırılarından kaçmaları yetmezmiş gibi bu insanlar şimdi de gruplar arası iç savaştan muzdarip. HTŞ ise her türlü kazanan taraf olmaya ve nüfuzunu artırmaya devam ediyor. Ankara’nın SMO’nun durumunu yeniden masaya yatırmasında fayda var.