Hidrojen Enerjisi ve Küresel İşbirlikleri
Hidrojen enerjisi, ülkelerin tek başına çözebilecekleri bir olgu olmaktan ziyade küresel işbirliğini gerektiriyor. Almanya örneğinde bu, iklim hedeflerine ulaşma yolunda şu an için -özellikle enerji yoğun sektörlerde- alternatifsiz görünen hidrojen enerjisi teknolojilerine yenilenebilir enerjileri yaygınlaştırarak yoğunlaşma ile uluslararası projeleri gündeme getiriyor.

Bir önceki makalemizde Almanya ve de Avrupa’da endüstrinin ekolojik (yeşil) dönüşümünde hidrojen enerjisinin önemine değinmiş, bu noktada üretim için gerekli olan yenilenebilir kaynakların nereden sağlanacağı sorusunu ortaya atmıştık. Tekrar somutlaştıralım:
Aşağıdaki tabloda gelecekteki potansiyel bir hidrojen sektörüne ilişkin temel rakamlar var. Senaryo A’da tüm sektörlerde büyük oranda bir elektrifikasyon temel alınırken Senaryo B’de enerji kullanımının görece yoğun olduğu sektörler özellikle dikkate alınarak oluşabilecek hidrojen enerjisi talebi ve bunu üretmek için gerekli olan elektroliz kapasitesi tespit ediliyor.
Sadece Avrupa’da “yeşil” çelik (H2Steel) üretmek için hidrojen kaynağından elde edilmesi gereken elektrik enerjisi miktarı -yapılan bir araştırmaya göre- 340 TWh’ye tekabül ediyor. 2021 yılında Avrupa’da rüzgâr güllerinin ürettiği elektrik enerjisi miktarı ise toplamda 437 TWh.¹ Bu durumda adına yaraşır, kapsamlı bir enerji dönüşümü için diğer sektörlere pek fazla bir (yenilenebilir) enerji potansiyel kalmıyor. Toplamında Almanya’nın bugünün (gerçekçi) ölçümlerine göre yenilenebilir enerji potansiyeli yaklaşık 1.000 TWh/a. Yakın gelecekte gereksinim duyulan birincil enerji ihtiyacı ise yaklaşık 2 000-2 500 TWh/a civarında.²
Ülkenin İhtiyacı Olan Hidrojen Enerjisi Bu Durumda Nereden Gelecek?
Almanya’da yıllık olarak özellikle kimya endüstrisi tarafından tüketilen yaklaşık 55 TWh hidrojen enerjisi şimdiye dek metan gazından (mavi hidrojen) üretildi. Federal hükümetin eski Hidrojen Enerjisi Stratejisi’nde 2030 yılı itibarıyla gereksinim duyulan miktar 90-110 TWh olarak belirlenmişti. Yeni strateji taslağında ise bu miktar 95-130 TWh olarak tahmin edilmiş.
Kıyaslama açısından: 2023 yılında ülkede yenilenebilir kaynaklardan üretilen brüt elektrik miktarı yaklaşık 269 TWh ile toplam üretilen elektrik enerjisinin yaklaşık yüzde 53’üne denk geliyor.³
Taslağa göre 2030 yılında olması gereken hidrojen üretim kapasitesi (elektroliz kapasitesi) 10 GW, bunun için lazım olan elektroliz adeti ise hesaplara göre 1.000 civarında. Bu tesislerde üretilebilecek olan hidrojen enerjisi miktarı, tahminlere göre yukarıda sözü edilen ihtiyacı karşılamaya yetmeyecek, 2030 yılında tüketilecek olan miktarın yaklaşık yüzde 50-70’i kadarı “dışardan” ithal edilmek zorunda kalınacak. Bu zamana kadar getirilecek olan hidrojen enerjisi sıvılaştırılmış doğalgazda (LNG) olduğu gibi gemilerle taşınabilecek, ondan sonra da kurulacak boru hattı ile taşınabilecek.
Almanya’nın önde gelen araştırma enstitülerinden Fraunhofer Institut, yaptığı kapsamlı araştırmada Almanya’nın 2050’de tüm potansiyelleri kullanması ve deniz, hava yollarının yakıt ihtiyacını hidrojen ve bununla üretilen sentetik yakıttan karşılaması durumunda yıllık 800 TWh’ya kadar miktarlarda hidrojen enerjisine ihtiyaç duyabileceği sonucuna varırken, 2050 yılına kadar 80 GW’lik bir kurulu elektroliz kapasitesine kavuşulabilmesini olanaklı görüyor. Ama araştırmaya göre bu rakamlar bile hidrojen enerjisine o zamana kadar artacak olan talebin sadece bir kısmını karşılamaya yetecek.⁴
Örneklerden de anlaşılabileceği gibi hidrojen enerjisi, ülkelerin tek başına çözebilecekleri bir olgu olmaktan ziyade küresel işbirliğini gerektiriyor. Almanya örneğinde bu, iklim hedeflerine ulaşma yolunda şu an için -özellikle enerji yoğun sektörlerde- alternatifsiz görünen hidrojen enerjisi teknolojilerine yenilenebilir enerjileri yaygınlaştırarak yoğunlaşma ile aşağıdaki (uluslararası) projeleri gündeme getiriyor:
Yeşil hidrojen konusunda Namibya ile Almanya’nın yaptığı anlaşma uyarınca bu alanda, neredeyse ülkenin yıllık gayrisafi milli gelirine denk gelen bir büyüklükte yatırım planlanıyor.⁵ Ekonomi ve İklim Bakanı Habeck tarafından yapılan açıklamalar, bu iddialı projenin eskinin hammadde orijinli (“yeni sömürgeci”) projelerinden ayrıldığını, nirengi noktasını öncelikle bu ülkenin ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nin artan enerji ihtiyacını karşılaması, yatırımlarla işsizliğin azaltılıp bölgesel ekonomik çevrimin yükseltilmesi, her iki ülke arasında kurulacak botu hattı ile Namibya’da üretilecek hidrojen enerjisinin aktarımının sağlanması, artan ihtiyaç fazlasının amonyak olarak sıvılaştırılıp Almanya’ya transfer edilmesi planlanıyor. Hedeflenen, tüm katılımcıların ekonomilerinin iklim-nötr dönüşümü yolunda enerji ihtiyacına cevap verebilmek! Namibya, geniş alanı, eşsiz güneş ve rüzgâr enerjisi potansiyeli ile bu konuda dünyanın sayılı olanaklarından birini sunuyor. Enerji transferinin 2025’ten itibaren yol alması bekleniyor. Brezilya, Fas veya Mısır ile olabilecek benzeri projeler de bir “Global Enerji Sistemi” stratejisi kapsamında destekleniyor.
Hidrojen enerjisi konusunda bir başka işbirliği de Norveç ile. Bu alanda yapılması düşünülen botu hattı ve 2030 yılına kadar kurulması planlanan enerji ağı ile geniş alanlı bir enerji tedariki tasarlanıyor. Norveç de, özellikle hidrolik enerji konusunda oldukça geniş olanaklara sahip.
Bir dizi irili ufaklı projenin yanında Kanada ile 2022 yılında imzalanan “Enerji İttifakı” uyarınca Neufundland’da, orada bolca bulunan rüzgâr enerjisi potansiyelini kullanarak üretilecek hidrojen enerjisinin 2025 yılından itibaren Almanya’ya ihraç edilmesinin planlanması özellikle dikkat çekiyor. Genel olarak burada takip edilen strateji, enerji kaynaklarını mümkün olduğunca çok sayıda partner ülkelere yaygınlaştırmak. Bunun iki nedeni var:
Birincisi; başlangıçta hidrojen enerjisinin miktar olarak çok fazla olmayacağı gerçeği. İkincisi; tedarikçileri mümkün olduğunca çeşitlendirmek. Enerjide, doğalgaz konusunda Rusya’ya tek taraflı bağımlılıktan çıkarılan sonuç bu…
Bu noktada kimi enerji uzmanlarının uyarıları da yok değil. Wuppertal Institut für Klima, Umwelt, Energie’den Dr. Julia Terrapon-Pfaff, hidrojen enerjisinin ilgili ülkeler açısından sadece döviz getiren bir ihraç enstrümanına dönüşmesi tehlikesinden bahsederek bunun yerel ekonomiler için çok sınırlı oranda bir katma değer oluşturacağı görüşünde.⁶ Bu risk, özellikle Afrika ülkeleri için geçerli. Sonuçta sadece ithal eden ülkelerin ve firmaların değil, ilgili ülkenin insanlarının da bu gelişmelerden hakkıyla yararlanması gerektiği düşünülüyor. Enerji üretiminde ihracattan ziyade yerel enerji tedarikinin öncelikli olması, know how aktarımı ve kapasite geliştirme için Almanya tarafından bu ülkelerin desteklenmelerinin gerekliliği, karşılıklı işbirliğine dayanan çözümlemelerin Almanya ve AB açısından rekabetçi bir durum oluşturacağı tespit ediliyor. Bu durum, girişimci çevrelerde de yankılanmışa benziyor: “Afrika, sadece bizdeki birtakım boşlukları doldurması durumunda bizim için ilginç olmamalı” (C. Kannengießer, Afrika-Alman İş Adamları Birliği).⁷ Özetle hem siyasette hem de ekonomide sarfedilen sözlere bakıldığında belli bir “bilinç dönüşümü”nün ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bunun pratikte sınanarak olumlanması durumunda sonuç olarak şunu da tespit edebiliriz:
Afrika ülkelerinin ve gelişmekte olan ülkelerin (ekolojik bazda) enerjiye ulaşımı, hem ilgili ülkeler hem de küresel açıdan yaşamsal önemde. Çünkü birinci olarak, gelişmekte olan bu ülkelerin enerji ihtiyacı iklim-nötr olarak karşılanarak yerel halkın enerji edinimi konusunda fosil kaynaklara (özellikle ormanları katlederek elde edilen oduna) yönelmesinin; ikinci olarak da güçlenen yerel ekonomik çevrim sayesinde küresel bir sorun olarak büyüyen göç olgusunun önüne geçilmesinin maddi şartları yaratılmış oluyor.
Ülkemiz Hidrojen Enerjisi Konusundaki Gelişmelerin Neresinde?
Resmî belgelerde hidrojen enerjisinden bahsedilmesinin geçmişi 2007 yılına kadar gidiyor. Enerji verimliliği çerçevesinde hidrojen konusunda yönetmelikler çıkararak, bilgilendirici konferanslar düzenleyerek inisiyatif almak ise 2019-2020’li yıllara tekabül ediyor. Somut olarak 2022 başındaki “İklim Şurası” sonrası aynı yılın sonuna doğru yayınlanan Orta Vadeli Program’da (OVP) Avrupa Birliği’nde bu konuda yapılan esaslı çalışmalara atıfla, ülkemizde de 2053’te “net sıfır karbon emisyonu” hedefi konmuş ve ilgili sektörlerde gerekli adımların atılacağı belirtilmiş.⁸ Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın da belgelerinde yer alan hedefler özetle şunlar:
- Yeşil dönüşüm altyapısının oluşturulması için başta tarım, sanayi, ulaştırma ve enerji sektörlerinde olmak üzere yeşil teknoloji Ar-Ge projeleri desteklenmeye devam edilecek, yeşil hidrojen ve enerji depolama gibi emisyon azaltılmasına katkı sağlayan teknolojilerin yatırım ekosistemi geliştirilecek,
- Net sıfır emisyon hedefine giden yolda orta vadeli düşük karbonlu büyüme stratejisi ortaya koyulacak, sektörlerin yeşil dönüşüm için ihtiyaç duyacağı ilave yatırım miktarı tespit edilecek ve rekabet güçlerinin korunması amacıyla çeşitli destek mekanizmaları planlanacak,
- İklim finansmanına erişim imkânları özel sektörün ihtiyaçları dikkate alınarak geliştirilecek, verimlilik artıran dönüştürücü nitelikli, katma değeri yüksek, sera gazı emisyon artışını sınırlayan ve yeşil becerileri artıran yatırımlara öncelik verilecektir.⁹
Olumlu. Ancak yetersiz! Oldukça yetersiz! Avrupa’ya kıyasla biraz geç başlayan sürecin bu çerçevesinde, sektörlere ilişkin olarak sıralanan diğer hedefleri, atılacak adımları belirtirken 2053 “net-sıfır karbon emisyonu” gibi iddialı bir hedefe ulaşmak için ihtiyaç olan, olgunun “adını koyan”, yani finansal çerçevesini çizen, sübvansiyonları, devlet desteklerini vs. içeren, “nerede, ne zaman, neyin, nasıl yapılacağını” taahhüt eden net bir “Yol Haritası” ancak konunun açık bir ekonomi politikası yok. Özetle;
Hidrojen üretmek için kullanılan enerjinin devasa boyutlarda olması nedeniyle, bunun ekolojik olarak bir anlam ifade etmesi için kullanılacak enerjinin yenilenebilir kaynaklardan olması şart! Yoksa endüstrinin “net-sıfır karbon emisyonu” bazında (yeşil) dönüşümünün ayakları havada kalır. Bu bağlamda oluşturulacak konseptin öncelikle Türkiye’nin böylesi bir dönüşüm için ne kadar hidrojen enerjisine ihtiyacı olduğunun, üretiminde kullanılacak yenilenebilir kaynakların potansiyelinin hesabı-kitabı yapılmalı, hidrojen stratejisi, yol haritası -tıpkı yazımızın girişinde ve bir önceki makalemizde gösterildiği gibi- böylesi somut verilere göre oluşturulmalıdır.
Tüm bu olumsuzluklara ve sürecin bizde biraz gecikmeli başlamasına rağmen yine de olumlu, umut veren gelişmeler de yok değil:
“Güney Marmara Kalkınma Ajansı’nın koordinatör olarak yer aldığı uluslararası ortaklı 16 üyeli konsorsiyumun hazırladığı “HY SouthMarmara Projesi” Ufuk Avrupa Clean Hydrogen Partnership (Temiz Hidrojen Ortaklığı) 2022 Yılı Çağrısı kapsamında desteklenmeye hak kazandı. 36,8 milyon euro toplam bütçeli ve 5 yıl sürecek olan proje ile Türkiye’nin ilk Yeşil Hidrojen Vadisi hayata geçirilecek. Projenin başarılı olması ile şimdiye kadarki en yüksek hibe tutarı olan 8 milyon euro tutarında AB hibesi ülkemize kazandırıldı ve Türkiye Çerçeve Programları tarihinde bir ilk yaşandı.
Projenin hayata geçmesi ile TR22 Güney Marmara Bölgesi, Türkiye’nin 2053’te karbon-nötr ekonomiye ulaşmasında öncü bölgelerden biri olacak. Ayrıca bölge, Avrupa ülkelerine hidrojen ve türevlerinin ihracatında da önde gelen bölgelerden biri olmaya aday duruma gelecek.
Türkiye’nin toplam elektrik üretiminin yüzde 13’ünü sağlayan ve yenilenebilir enerji kurulu gücünde lider bölge olarak 3GW kapasiteye yaklaşan Güney Marmara Bölgesi’nde, hidrojen ekonomisi bu proje ile yeşerecek. Balıkesir’de Enerjisa Üretim’in sahasında üretilecek minimum 500 ton/yıl yeşil hidrojen Linde Gaz tarafından taşınarak Hidrojen Peroksit, Kale Seramik, Şişecam ve Eti Maden’in tesislerinde kullanılacak.
Güney Marmara Hidrojen Kıyısı Platformu’nun ilk somut adımlarından birisi olacak bu proje ile sadece yeşil hidrojen üretimine değil sıvı ve katı hidrojen türevlerinin üretimine de odaklanılacak. Projenin hedeflerinden biri de; Türkiye’nin ithalatına bağımlı olduğu metanol ve amonyak gibi hidrojen türevlerini yeşil yöntemlerle ve kendi kaynaklarıyla üretmesi. Aynı zamanda proje kapsamında Türkiye’nin ilk Sodyum Bor Hidrür Tesisi de kurulacak. Balıkesir’de Sodyum Bor Hidrür Tesisi yatırımı yapılarak bor mineralinin hidrojen depolamadaki avantajları ile enerji sektörüne sağlam bir adım atması sağlanacak ve dünya rezervlerinin yüzde 73’ünü barındıran Türkiye’de bor, hidrojen ekonomisinde önemli bir yer tutacak. “¹⁰
Sonuç: Enerji sorunu küresel bir sorun. Çözümü de küresel olmak durumda, ki bu da “yerelde küresel sorumluluk” bilinci ile inisiyatif almakla, global işbirliklerine girmekle mümkün. Yoksa, kuru bir “yerli-milli” ajitasyonu ile bir yere varmak mümkün değil!
Enerji sorununun çözümünde elimizde başka ne gibi olanaklar var peki?
Geldik yenilenebilir enerji kaynaklarına…
__
¹Wie wird Stahl wirklich „grün“?: https://www.dw.com/de/grüner-stahl-stahlindustrie-klimawandel-co2-energiewende-grüner-wasserstoff-ökostrom-css-kohle-gas/a-62053543
²Fraunhofer Institut, Eine Wasserstoff-Roadmap für Deutschland, Karlsruhe/Freiburg 2019: https://www.ieg.fraunhofer.de/content/dam/ieg/documents/pressemitteilungen/2019-10_Fraunhofer_Wasserstoff-Roadmap_fuer_Deutschland.pdf)
³Bdew, die Energieversorgung 2022, Jahresbericht, 31 Mai 2023: https://www.bdew.de/media/documents/Pub_20230601_Jahresbericht-2022-UPDATE-mai-2023.pdf
⁴Fraunhofer Institut, a. g. y.
⁵https://www.afrikaverein.de/presse/
⁶https://www.zdf.de/nachrichten/wirtschaft/energiewende-wasserstoff-deutschland-partner-100.html
⁷a. g. y.
⁸https://enerji.gov.tr/Media/Dizin/SGB/tr/Kurumsal_Politikalar/HSP/ETKB_Hidrojen_Stratejik_Plan2023.pdf
⁹a. g. y.
¹⁰https://www.gmka.gov.tr/haber/turkiyenin-ilk-yesil-hidrojen-vadisi-kuruluyor

ZEKİ ALPTEKİN
