Hizbullah Bundan Sonra Ne Yapacak?
Binlerce kişinin eşgüdümlü bir saldırıda yaralanması, Hizbullah’ı ciddi anlamda zora soktu ve örgüt, şimdiye dek benzeri görülmemiş bir biçimde misilleme yapma baskısı altında.
17 Eylül’de Lübnan’da gerçekleşen sıra dışı çağrı cihazı saldırısı ve ardından gerçekleşen telsiz saldırısı, Hizbullah’ın tarihinde karşılaştığı en büyük güvenlik açığı oldu. Henüz İsrail tarafından resmî olarak üstlenilmemiş olsa da genel olarak İsrail’in Mossad teşkilatına atfedilen saldırılar Hizbullah için ciddi bir açmaz oluşturuyor. Bir yandan örgütün üzerindeki İsrail’e misilleme yapma baskısını artırıyor, diğer yandan da askerî seçeneklerini ciddi anlamda sınırlıyor. Saldırılar Hizbullah’ın hem moraline hem de yüksek güvenlik standartlarına sahip olma iddiasında olan bir silahlı grup olduğu için güvenilirliğine darbe vurdu.
Hizbullah artık kendi güvenliğini sağlama bakımından aşılamaz olduğu iddiasında bulunamaz. On yıllar boyunca grup operasyonlarında ve iletişim ağında gizliliğini korumanın Lübnan’ın savunmasını destekleme rolü bakımından zorunlu olduğu iddiasındaydı. Bu nedenle de ulusal şebekeden tamamen ayrı bir telekomünikasyon ağına sahip olmakta ısrar ediyordu. Hizbullah, Beyrut Limanı ve havaalanındaki gizli faaliyetlerini bu şekilde savunuyordu. Bu kamu tesisleri üzerinden ve Lübnan’ın Suriye sınırından, Lübnan devlet makamlarının herhangi bir denetimi ya da müdahalesi olmaksızın mal ithal ve ihraç etmekteydi.
Hizbullah, ifşa olma olasılığını en aza indirmek için silah ve uyuşturucu da dahil olmak üzere sıklıkla Lübnan’da mal alımı ve satımı sürecinin tamamını denetliyordu. Ayrıca kendi saflarına sızan unsurların ortaya çıkarılması için de hızlı bir şekilde harekete geçiyordu. Grup, güney Lübnan, Bekaa Vadisi ve Beyrut’taki nüfuz bölgelerinde yüksek gözetim uyguluyordu ve bu gibi önlemleri olması, Hizbullah’a Lübnan devleti içinde güvenlik devleti işlevi gören bir grup imajı veriyordu.
Çağrı cihazı ve telsiz saldırıları bu imajı yerle bir etti. Bu saldırılar Hizbullah’ın sadece iletişim ağının değil tedarik zincirinin de İsrail’in müdahalesine karşı savunmasız olduğunu gösterdi. Böylesine yüksek düzeyde ifşa olan örgüt, İsrail’e karşı atacağı adımları dikkatle hesaplayacak, ayrıca grup içinde de İsrail’in başka neleri sabote edebileceğine dair yaygın bir paranoya olacaktır. Bu da Hizbullah saflarında moralleri bozacaktır.
Çağrı cihazı saldırısının yol açtığı kargaşa düzeyi, Hizbullah içinde İsrail’in gözetlemesine ilişkin mevcut kaygıların daha da artmasına neden oldu. İsrail geçtiğimiz Ekim ayından bu yana mütemadiyen güney ve doğu Lübnan’da ve hatta Beyrut’ta yüzlerce subay ve komutanı hedef alıyor. İsrail saldırılarının hedef aldığı bu kişiler sadece savaş alanında öldürülmedi, evlerinde ve arabalarında da öldürüldüler. Hizbullah, İsrail’in cep telefonları aracılığıyla kendilerini izleyebildiğini tespit ettikten sonra, daha az gelişmiş bir teknolojinin daha güvenli bir iletişim anlamına geldiği gerekçesiyle elemanlarına çağrı cihazlarına geçmeleri talimatı vermişti.
Hizbullah defalarca İsrail’in örgüte yönelik saldırılarının intikamını almaya ant içti ancak İsrail’in üst düzey komutanlarından Fuad Şükrü’yü öldürmesi bile ciddi bir misillemeye yol açmadı. Bunun nedeni kısmen Hizbullah’ın İsrail’le topyekûn bir savaşa yol açabilecek eylemlere girişmek istememesi, kısmen de güvenlik zafiyetinin askerî faaliyetlerini planlama kabiliyetini sınırlaması. Çağrı cihazı saldırısı bu güvenlik açığının Hizbullah’ın tahmin ettiğinden çok daha büyük olduğunu gösterdi. Saldırılar Hizbullah’ın askerî cephaneliğini neredeyse felç etti. Nihayetinde, herhangi bir askerî plan iletişim araçlarının kullanılmasını gerektirecektir ve Hizbullah’ın iletişim araçlarının açığa çıktığı görülmüştür.
İsrail, Hizbullah’ın giderek daha da zayıflamasından faydalanarak Güney Lübnan’da örgüte karşı geniş çaplı bir askerî operasyon düzenleme olanağına sahip. Ancak İsrail’in bu yola girmesi gerekmiyor, çünkü faydalı olmayacak. Hizbullah İsrail’e karşı askerî olarak savaşmaya alışık ve büyük kayıplar verse de dayanabilir: 2006’da İsrail’le son savaşının ardından yaptığı gibi, silah stokunu yeniden toplayabilir. Ancak bu saldırılar askerî harekât yerine caydırıcı bir işlev görüyor.
Saldırıların başarılı olması İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’ya siyasi açıdan fayda sağlar. Netanyahu üzerinde İsrail’in Lübnan’la olan kuzey sınırını güvence altına alması konusunda büyük bir kamuoyu baskısı var ve bu saldırıların bu hedefe ulaşma yolunda atılmış somut bir adım olduğunu iddia edebilir. Bu arada İsrail, güney Lübnan’a yönelik askerî saldırılarını 17 Eylül öncesiyle aynı hızda sürdürüyor. Bu da son saldırıların daha geniş bir strateji değişikliğinin bir parçası olmayıp, öne çıkan bir olay olduğunu gösteriyor.
Saldırılar aynı zamanda Hizbullah’ın Lübnan’da Lübnan Silahlı Kuvvetleri dışında ülkenin tek silahlı gücü olarak sahip olduğu istisnai statüye de zarar veriyor. Hizbullah ülkedeki siyasi konumunu güçlendirmek için bu statüyü kullanıyordu. İsrail’in neden olduğu operasyonel felç, nihayetinde siyasi kayıplara da kapı açıyor.
Tüm bu zorluklar, Lübnan’daki siyasi konumunu kurtarmak ve İsrail’le savaşında güvenilirliğini korumak isteyecek olan Hizbullah’ı daha önce eşi benzeri görülmemiş bir baskı altına sokuyor. Çatışmada bundan sonra atılacak adımlar belirsiz olsa da İsrail Hizbullah’ı çoktan küçük düşürdü ve bu durum örgütün manevra alanını daraltıyor. Ne var ki Gazze’deki çatışmaları sona erdirecek bir ateşkes anlaşması yapılmadığı sürece hem İsrail’in hem de Hizbullah’ın savaşın kapsamını genişletmesi ihtimali masada duruyor.
Bu yazı The Guardian sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.