Hrant İçin

‘Cumhuriyet 100’üncü yılında kendini tamamladı mı?’ sorusuna herhalde olumlu yanıt vermek kolay değil. Kendini tamamlamak, demokratik bir cumhuriyeti elbirliği ile kurmayı gerektiriyor. Hrant’ın da vasiyeti buydu, bizlere ve gelecek kuşaklara.

Sevgili Hrant Dink, topluma bir ayna tuttu, toplum da aldı o aynayı parçaladı. Diyebilirsiniz ki neden toplum diyorsunuz da, toplumun bir kesimi ya da devletin içindeki bazı unsurlar değil? Bunun nedenleri var.

 

Hrant’ı 1970’li yıllardan beri tanırım, siyasi arkadaşlığımız da var. ÖDP’yi kurduğumuzda hep desteğini aldık, ama kendisi adaylık gibi bir sürece girmek istemedi, çünkü çıkardığı Agos gazetesi de dahil olmak üzere toplumun her kesimine seslenmek istiyordu, bunu büyük ölçüde başardığı için zaten hedef alındı.

 

ABD’de de siyah hareketi içinde radikal unsurların değil, hep toplumun vicdanına seslenen Martin Luther King gibi liderlerin hedef alınması tesadüf değildir.

 

Hrant da evrensel standartlara uygun bir demokrasiyi ahir ömründe görmek istiyor, bu çerçevede AB normlarına uygun reformları önemsiyor ve destek veriyordu. “AB’ci, liberal” gibi sataşmalara kulak asmıyordu.

 

Ama maalesef son dönemlerinde çevresindeki çember daralmış ve yalnızlaşmıştı. Agos’un kapısına kadar gelen tehditlere, linç girişimlerine karşı bir avuç aydınımız dışında çevresinde kimse yoktu.

 

O dönem Meclis’te muhalefetin de Hrant’ın hedef gösterilmesine neden olan 301’inci maddeyi hararetle desteklediği hatırlanırsa, durum daha sarih anlaşılabilir. BirGün’deki günlük yazılarının “kimlik eksenli olduğu” iddiasıyla forum sayfasına taşınmak istenmesinden tutun da, bazı etkinliklerde kendisine mikrofon bile tutulmamasının acısını yaşamış, üzüntüsünü ailesiyle de paylaşmış ama ne yapsak onu teselli edememiştik.

 

En son yargılandığı davaya katılımın sağlanması için ısrarla çağrıda bulunmamıza karşın, Şişli Adliyesi’nde ağır tacizlerin ve tehditlerin edildiği dava salonunda sadece beş kişiydik.

 

Danıştay saldırısı sonrası birlikte durum değerlendirmesi yapmış, bir süre yurt dışında olmasının iyi olacağını ona önermiş, ama diğer dostları gibi ikna edememiştim.

 

Devlet koruması verilmemişti, ama etrafında onu gözetebilecek insanlar olması yönündeki önerimize de sıcak bakmamıştı. Belli ki kendi yüzünden başkalarının canının yanmasını istemiyordu.

 

Kadıköy’deki “Bir Arada Yaşamı Savunalım” mitingimizi kenardan izlemiş, Adalet Ağaoğlu ve benle dertleştikten sonra, “Yanına bir arkadaşımızı verelim, eşlik etsin” önerimi kabul etmeyip, kendi başına vapura binip gitmişti.

 

Üniversitede sınavdayken cinayet haberi gelince hepimizin dünyası yıkıldı, altüst olduk. Agos’un önüne vardığımızda yanıma yaklaşan bazı kişiler katilin karşı sokaktan koşarak kaçtığını, ama yalnız olmadığını, etrafındaki kişilerin de yukarı ve aşağı yola doğru kaçtıklarını söylemişlerdi.

 

Hrant’ın görkemli cenazesi bütün dünyaya mal olmuş, “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeni’yiz” sloganı başta diaspora olmak üzere kamuoyunda şaşkınlık yaratmıştı. Bu pankart, flama ve lolipopların bütün gece çalışılarak nasıl yapıldığını bildiğim için bunu bile diline dolayıp komplo teorileri üretenlerin insafına bırakılamazdı bu dava. 

 

“Ben Türk’üm, Ermeni değilim ki” diyebilen üniversite hocaları oldu bu süreçte. Davalara “Biz daha devrimciyiz” diye ayrı pankartla katılanından sadece seçim zamanlarında boy gösterip sonra ortadan kaybolanına kadar memleketimden insan manzaralarından tipik örneklerle geçti zaman. Bugün bile Hrant’la ilgili bir basın açıklamasına hayatında ilk defa katılıp, “herkesi insanlığa çağıran” siyasetçilere tanık olabiliyoruz.

 

Örgütlü Terör Eylemi

 

Bugünden geriye baktığımızda cinayetin örgütlü bir terör eylemi olduğunu açıkça görüyoruz. Delillerin itinayla karartıldığı apaçık ortada. Zavallı bir tetikçiyle sınırlanamayacağı da açık, ama nedense daha hiçbir şey belli değilken Deniz Baykal, “bu cinayetin milliyetçi duygularla işlenmiş münferit bir hadise olduğunu” belirtme gereği duymuştu.

 

Dava süreci boyunca da hep tuhaf gelişmeler oluyordu. Katile kullandığı silahla ilgili detaylar sorulduğunda arkadan birilerinin suflesini görüyorduk; mahkeme heyeti, önemli detayları atlıyordu.

 

Ama her türlü aculluk bir yana Hrant’ın vermek istediği mesajları kamuoyu sonunda anladı. Hrant, bir isim koyma, etiketleme gereğini bile duymadan 1915 tehcirinin sadece kamuoyunda tartışılabilmesini ve yaraların birlikte sarılmasını önemli buluyordu.

 

Aktif siyaseti bırakmama rağmen yeniden genel başkanlığa dönmemin nedeni oldu Hrant’ın öldürülmesi. Meclis’te Hrant Dink Cinayetini Takip Komisyonu oluşturduk, bu aşamada bile “Şu parti varsa, biz olmayız” tuhaflıklarıyla karşılaştık.

 

Meclis kütüphanesinde Agos gazetesinin de olmasını sağlamış olmaktan çok memnundum, umarım hâlâ mevcuttur. 

 

Cevapsız Kalan Soru Önergeleri

 

Hrant’ın kardeşi Orhan Dink, dava dosyasını getirmişti. Meclis’teki odamda birlikte AİHM’in Hrant kararından soru önergeleri¹ çıkardık. Ama maalesef, ek süre istendi ve sonrasında da tek bir cevap alamadık.

 

Bugün zaman zaman ortaya atılan, cinayeti “Ergenekoncular mı, FETÖ’cüler mi yaptı?” gibi tuhaf bir tartışmanın, kendi siyasi ihtiyaçları doğrultusunda davayı araçsallaştırma hallerinin kabul edilebilir bir yanı yok.

 

Çünkü verdiğimiz soru önergelerinde her kesimden insanın adı vardı zaten. Aslolan gerçeğe ulaşmaktı, hangi kesime yarayacağına bakmak değil.

 

Soru önergelerine çevirdiğimiz AİHM kararı hukuk fakültelerinde okutulacak bir ders niteliğindedir. “Resmî makamların Dink’in yaşamı hakkında açık ve yakın tehlikenin vücuda gelmesini engellemek için başvurması gereken önlemleri almadıkları, sorumluluğu olan kamu görevlilerinin ortaya çıkarılması için etkili bir soruşturma yürütülmediği sonuçlarına ulaşılmıştır” diye belirtilmişti.

 

“İfade özgürlüğün korunmasının devletin yükümlülüğü olduğunun” da altı çizilmişti.

 

Hrant’la ilgili Yargıtay kararında ifade özgürlüğüne haksız bir müdahale olduğu gerekçeleriyle saptanmıştı AİHM kararında.

 

Kamu görevlileriyle ilgi soruşturma izninin verilmemesinin Sözleşme’nin 2’nci maddesinin ihlali olduğu saptanıyor ve Hrant’ın yargı kanalıyla görüşleri nedeniyle cezalandırıldığına işaret ediliyordu.

 

Bu kararda detaylarıyla adları zikredilen isimlerin, bütün taraflarıyla kamuoyuna mal olan şahıslar olduğu da görülüyor.

 

Helalleşme ve Yüzleşme

 

Bugün bunca zamanın ardından ertelenen bu helalleşme ve yüzleşme sürecinin toplumsal/siyasal bir sahibinin olması gerekmiyor mu? Geçmiş bir yana, geleceğin inşasında, bir arada yaşamın anayasal ve yasal teminatlarının sağlanmasında, hepimizin, başta iktidar olmak üzere büyük sorumluluğu yok mu?

 

Herkesin kimliği, inancı, kültürü ve diliyle özgürce yaşayabileceği bir Türkiye hedefi anlamlı bir yol haritası değil mi?

 

Türkiye-Ermenistan futbol maçına gittiğimde, havaalanında beni karşılayan Delal Dink, “Babam bugünleri görse çok sevinirdi” demişti.

 

Ermenistan’daki Paşinyan yönetimi, Türkiye ve Azerbaycan’ın el ele vererek sınırların açılması, Zengezur Koridoru’nda mutabakata varılması, bugün Hrant’a vereceğimiz en güzel özür hediyesi olacaktır.

 

Cumhuriyetin 100’üncü yılında niye üniversitelerimizde Ermeni dili ve edebiyatı kürsüleri, Bizans Tarihi bölümleri var olmasın? İstanbul’da sadece 84 Bizans yapısının kaldığının farkında mıyız? Bu miras hepimizin ortak değeri değil mi? Surların olmadığı, Ayasofya’sız bir İstanbul düşünülebilir mi?

 

Herkesin birbirine benzediği bir kültür sıkıcı olmaz mı? Mezarlıklarda hepimiz aynılaşacağız zaten, hayatı mezarlığa dönüştürmenin gereği var mı? Özgüven sorunlarını aşmanın artık zamanı gelmedi mi?

 

Tamam hepimiz Cumhuriyet çocuğuyduk, ama artık ergenlikten olgunluğa geçmenin tam da zamanı değil mi?

 

Memleketteki fikrî daralmayı aşmak gerekiyor, yoksa nefes daralması gibi bizi tıknefes bırakıyor bu çölleşmiş ortam.

 

Ne mutlu, hür doğdum, hür yaşarım diyebilenlere. Fikri hür, vicdanı hür nesiller yaratabilenlere.

 

Geçmişimiz ve kimliklerimiz hapishanemiz değil, bizi zenginleştiren özgürlük alanlarımız olsun. Hrant, Agos’taki Çağdaş Yobazlar yazısında sofuluğun sağının ve solunun olmadığını bu yüzden etraflıca anlatıyordu.

 

Çokkültürlülüğü değil, kültürlerarasıclığı en temel şiarımız ve yol göstericimiz yapalım. Derler ya size yapılmasını istemediğiniz bir şeyi başkalarına da yapmayın diye, o zaman tersten söylersek, size yapılmasını istediğiniz bir şeyi neden herkes için de temenni etmeyesiniz?

 

“Bu bir risk alma olur, bizi böler” diyorsanız, bölücü kültür olmaz; kültürsüzlük, banallik, pespayelik ve vandalizm, siyasi holiganizm asıl bizi böler.

 

Adalet herkese hakkını teslim etmekse, yeter ki herkesin hakkının ne olduğunu saptama konusunda kendimizi yukardan belirleyici bilirkişi gibi görmeyelim.

 

Japonların, “Güneşe tapılan ülkede ısı kanunları tartışılmaz” atasözündeki gibi at gözlüklerimizle, tabularımızla, tabutluklarımızla yaşamaya devam edemeyiz artık.

 

Nefret bulaşıcı bir hastalık, bizi ayakta tutan nefretimiz değil birbirimize karşı olan önyargısız ve sevgi dolu temennilerimiz olmalı.

 

Kötülüğü seyretmek bizi sadece kötülüklerin bekçisi kılar. Buna namzet yeterince kalabalık bir güruh var zaten.

 

‘Cumhuriyet 100’üncü yılında kendini tamamladı mı?’ sorusuna herhalde olumlu yanıt vermek kolay değil. Kendini tamamlamak, demokratik bir cumhuriyeti elbirliği ile kurmayı gerektiriyor.

 

Hrant’ın da vasiyeti buydu, bizlere ve gelecek kuşaklara.

 

__

¹Verdiğimiz soru önergelerinin detaylarına bakmak isteyenler için: Ufuk Uras, Meclis Notları, Pencere Yayınları, 2013, s.100-118.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.