Hukuk

Hukuktan her aşamada mülkiyeti koruması ve yağmayı cezalandırması beklenir. Lakin hukuk güç ile işler. Gücü elinde bulunduranlar, yani hukuku yapanlar, ihtiyaçlarını asgari çabayla karşılama güdüsüyle hareket ettiklerinde, hukuk evrensel bir bozulma sürecine girer. Adaleti tesis edeceğine adaletsizliğin silahı olur; halkın bir kısmını köleliğe mahkûm eder, özgürlüğü zulümle, mülkiyeti de yağmayla yok eder.  

Hukuk

Frédéric Bastiat, 19’uncu yüzyılın önde gelen Fransız iktisatçı ve politikacılarından biridir. Klasik liberal geleneğin temsilcisidir; bireyi en temel varlık kabul eder, onun hak ve özgürlüklerini düşüncesinin merkezine koyar. Mülkiyet hakkına dokunulmamasını, serbest ticaretin önündeki bütün engellerin kaldırılmasını ve devletin faaliyet alanlarının daraltılmasını coşkuyla savunur. Liberteryen fikriyatın öncüsü sayılır.

 

İşlek bir dili vardır Bastiat’nın. En karmaşık iktisadi ve hukuki konuları dahi anlaşılır kılmada ustadır. Muhakemesi kuvvetlidir. Mutlak bir kolektivizm karşıtıdır; kolektivist düşüncelerin taşıyıcısı olan filozoflarla kalem savaşına girmekten çekinmez. Hukuk* adlı risâlesinde de hukuk nedir, ne olmalıdır, sınırları nereye kadardır, kanun koyucunun gücü nerede durmalıdır gibi sorulara yanıt vermeye çalışırken, kolektivizm ve kolektivist hukuk düşüncesiyle de çetin bir hesaplaşma içine girer.

 

“Bireyin meşru savunma hakkının kolektif organizasyonu”

 

Bastiat; hayat, özgürlük ve mülkiyeti, insanların doğuştan sahip olduğu haklar olarak betimler. İnsanlar, bu hakları devlete veya yasalara borçlu değillerdir, aksine insanı bir devlet yapılanmasına ve yasaları yapmaya sevk eden bu haklardır. Yani insan ve hakları “ilk” olandır, devlet ve hukuk “sonra” gelir.

 

Hukuk, bu bağlamda, “bireyin meşru savunma hakkının kolektif organizasyonu” olarak tanımlanır. Kastedilen şudur: Bireylerin, gerektiğinde güç kullanma yetkisini de içeren ve varlığını, özgürlüğünü ve mülkiyetini korumasını sağlayan tanrısal kaynaklı bir hakkı vardır. Her bir bireyin bu hakkı olduğuna göre, bireylerin haklarını sürekli olarak korumak için ortak bir güç oluşturmak ve bu gücü desteklemek haklarının da olduğunu kabul etmek gerekir. Hukuku “kolektif bir hak” olarak yaratan, hak sahibi bireylerin bir araya gelmesidir. Dolayısıyla hukukun varlık ve meşruiyet nedeni de, bireysel haklara dayanmış olmasıdır.

 

“Hukuk, doğal bir meşru müdafaa hakkının organizasyonudur. O, ortak bir gücü, bireysel güçlerin yerine geçirme organizasyonudur. Söz konusu ortak gücün amacı, sadece bireysel güçlerin doğal ve meşru olarak yapmaya hakkı olan şeyleri yapmakla sınırlanmıştır: Kişilik, özgürlük ve mülkiyet haklarını korumak ve adaletin hepimize hükmetmesini sağlamak.”  (s. 2-3)

 

Bastiat, bir toplumun böyle sağlam bir hukuki zemine dayandırılması gerektiğini belirtir. Zira bir milletin adil ve dayanaklı bir hükümete sahip olması, ancak hukukun kendisine tanınan sınırlara riayet etmesiyle mümkün olur. Ancak ne yazık ki hukuk, tarih boyunca, kendi özel işlevini yerine getireceği alanın dışına taşırılır ve kendisini var eden gayeleri ortadan kaldırmanın aracına dönüşür. Hukuk, haklara saygılı olması gerekirken onları sınırlandırır ve adaleti egemen kılması gerekirken de onu tahrip eder.

 

“Hukuk, kolektif gücü, hiçbir risk ve sorumluluk yüklenmeden başkalarının kişilik, özgürlük ve mülkiyet haklarını istismar edenlerin eline terk etmiştir. Hukuk, yağmacılığı önleme işlevini yağmalama hakkına dönüştürürken, meşru savunma hakkını da savunma suçu haline getirmiştir.” (s.4)

 

“İlkel, evrensel ve bastırılması zor bir içgüdü”

 

Peki, hukuku çıktığı yoldan tam tersi bir istikamete savuran nedir? Hukuk, neden bozulur? Bastiat buna iki sebep gösterir:

 

Hukuku tümüyle yozlaştıran sebeplerden ilki, “ahmakça bir açgözlülüktür.” Ona göre, insanların yaşamak için ihtiyaçlarını karşılaması, ihtiyaçlarını karşılaması için de çalışmaları gerekir. İnsan çalışırken, yeteneklerini doğal kaynaklara uygular ve mülkiyet de bundan kaynaklanır. Olması gereken budur; fakat insanların çalışmadan, başkalarının emeklerinin ürününü ele geçirerek yaşamaları da mümkündür ki, yağma ve soygunun temelinde de bu yatar.  

 

Bastiat, insanlarda başkalarının aleyhine yaşama ve zenginleşme eğilimin oldukça güçlü olduğunu söyler. İnsanlığın yağmacılık ve soygunculukla itham edilmesi ıstırap verici olabilir, fakat tarihi kayıtlar insanların böyle davrandıklarının türlü örnekleriyle doludur. Ne din ne de ahlak bu eğilimi durdurmaya yetebilmiştir.

 

“Sürekli savaşlar, kitlesel göçler, dinsel baskı ve zulümler, köle ticareti, ticari ahlaksızlıklar ve tekeller bu konuda anlamlı örneklerdir. Bu vahim eğilimin kaynağı insanı sürekli olarak ihtiyaçlarını en az gayret ve zahmetle elde etmeye iten ilkel, evrensel ve bastırılması zor içgüdüdür.” (s. 5)

 

Hukuktan her aşamada mülkiyeti koruması ve yağmayı cezalandırması beklenir. Lakin hukuk güç ile işler. Gücü elinde bulunduranlar, yani hukuku yapanlar, ihtiyaçlarını asgari çabayla karşılama güdüsüyle hareket ettiklerinde, hukuk evrensel bir bozulma sürecine girer. Adaleti tesis edeceğine adaletsizliğin silahı olur; halkın bir kısmını köleliğe mahkûm eder, özgürlüğü zulümle, mülkiyeti de yağmayla yok eder.

 

“Hukuk herkese memesinden süt veren bir sağmal inek değildir”

 

Hukuki yozlaşmanın ikinci sebebini ise “sahte bir hayırseverlik” olarak adlandırır Bastiat. Bir toplumdaki iktisadi eşitsizliklerin insanları rahatsız etmesi kaçınılmazdır. Bazı insanlar servet içinde yüzüp lüks bir hayat yaşarken, bazılarının kıt kanaat geçinmeleri veya en temel gereksinimlerini bile karşılayamamaları toplumda bir hoşnutsuzluğu neden olur.

 

Politikacılar bu hoşnutsuzluğu gidermek adına hemen hukuka yönelirler. Koruma ve teşvik bahaneleriyle birtakım müdahaleler ve düzenlemeler yaparlar. Hukuk eliyle mülkiyeti bir şahıstan alarak bir başkasına geçirir; aslında toplumun tümüne ait olan bir zenginliği belli kesimlere (sanayi, çiftçi, imalatçı, vs.) aktarırlar.

 

“Aramızda hiç parası olmayan insanlar var, deyip hemen hukuka yönelirsiniz. Oysa hukuk herkese memesinden süt veren bir sağmal inek değildir. Süt veren damarları besleyen toplumun kendisidir.” (s. 24)

 

Hukukun gelir eşitliğini sağlayabilmesi için, toplumdaki bazı kişi ve gruplardan alıp başkalarına vermesi icap eder. Ama hiçbir vatandaş, kendisine zorla dayatılmadıkça, başkalarının çıkarı için devlet hazinesine para aktarmak istemez. Hukuk, zorlamayla yapılan bu aktarmayı gerçekleştiren bir araç olarak kullanıldığında, artık bir “yasal soygun cihazı” olmaktan öte anlam taşımaz.

 

Yasal bir soygunu teşhiste iki ölçüte bakılmalıdır: İlki, yasanın birine ait olan şeyleri alarak ait olmadıkları başka kişilere verip vermediğidir. İkincisi de, yasanın bir vatandaşa, başka birinin aleyhine suç işlemeden elde edemeyeceği bir şeyi kazandırıp kazandırmadığıdır. Bastiat, bu bağlamda, birçok yasal soygun çeşidinin olduğuna değinir:

 

“Yasal soygun çeşitli şekillerde yapılır. Çünkü soygunu organize eden plan ve programlar çok çeşitlidir. Gümrük vergileri, tarife dışı korumalar, sübvansiyonlar, teşvikler, artan oranlı vergiler, devlet okulları, iş güvencesi, kâr güvencesi, asgari ücret, faizsiz kredi, yoksullara yardım, vb. İşte yasal soyguna vücut veren tüm bu plan ve programlar son tahlilde sosyalizmi oluştururlar.” (s. 16)    

 

Bütün bunlar hukukun alanını, yani hükümetin sorumluluğunu sınırsız bir biçimde genişletir. Hukuku; bilincimize, fikirlerimize, tercihlerimize, eğitimimize, işimize, yeteneklerimize karıştırır ve ona tüm bu faaliyet sahalarını düzenleme yetkisi verir. Oysa bundan kesinlikle kaçınmak lazımdır. Hukuk, merhamet değildir.

 

“Ne kadar hayırsever bir ruh taşırsa taşısın, hukukun fertlere baskı yapmak, mülkiyetlerine zarar vermek gibi bir görevi kesinlikle söz konusu değildir. Aksine onun görevi fertleri ve mülkiyeti korumaktır.” (s. 58)

 

“Erdemi tesis etmenin yöntemi olarak terör”

 

Bastiat’nın kitabında meşgul olduğu en önemli konulardan biri de, toplum adına kararları kimin alacağıdır. Montesquieu, Rousseau, Robespierre ve Napolyon gibi isimlerle fikir düzeyinde cebelleşir. O, kendini bir bahçıvan ve toplumu da istediği gibi biçim vereceği bir bahçe gibi tasavvur edenlere ya da kendini bir kimyager ve toplumu da üzerinde çeşitli deneyler yapabileceği bir madde gibi görenlere kökten itiraz eder. Kendisinde tüm insanlığı istediği gibi düzenleme, organize etme ve yönlendirme kabiliyetini vehmedenlere cephe alır.

 

Kendisini insanlık âleminin zirvesine yerleştirenler, herkes için en iyisini kendilerinin bildikleri iddiasındadırlar. Toplumun gitmesi gereken yöne, yapılması gereken işlere, alınması gereken tedbirlere onların karar vermesi, toplumun menfaati icabıdır. İnsanlar, kendileri için doğru ve yararlı olanın ne olduğunu bilmeyebilirler, o vakit onları zorlamaktan imtina edilmemelidir. Robespierre’in satırları bu anlayışın şahikasıdır:

 

“Cumhuriyet hükümetinin ilkesi, erdemliliktir. Erdemi tesis etmenin yöntemi ise terördür. Ülkemizde bencillik yerine ahlakı, gelenekler yerine prensipleri, terbiye ve görgü yerine görev bilincini, zaferin tiranlığı yerine aklın imparatorluğunu, küstahlığın yerine gururu, kibir yerine ruhun yüceliğini, para aşkı yerine zafer aşkını, iyi dostlar yerine iyi halkı, entrika yerine erdemi, zekâ yerine dehayı, parıltı yerine gerçeği, zevkin cazibesi yerine mutluluğun güzelliğini, büyüğün küçüklüğü yerine insanın büyüklüğünü, ılımlı, hercai ve bozulmuş bir halk yerine cömert, güçlü ve mutlu bir halkı, kısa monarşinin bütün saçmalık ve kötülüklerinin yerine cumhuriyetin tüm erdem ve mucizelerini yerleştirmek arzusundayız.”  (s. 46)

 

“Bayat ve çelişki yığını” olarak nitelediği bu fikirlere sert bir tepki gösterir Bastiat. Diktatörlük isteyen Robespierre’in gayesinin, işgal ordularını ya da bozguncularını dağıtmak değil, kendi ahlak ilkelerini zorla kabul ettirmek olduğunu vurgular. Bizzat Robespierre’in kendisi “mucize” dediğine göre, halkın maruz kalacağı bu baskının ilanihaye devam edeceğini öngörmek zor olmasa gerektir.  Bastiat, Robespierre gibilerinin despotik yönetimlerini kanun yoluyla tahkim ettiklerine dikkat çeker.

 

“Daha rafine bir çamurdan yaratılan kurtarıcılar”

 

Topluma pasif, uysal ve her kalıba sokulabilecek bir hamur nazarıyla bakan ve kendine de halka dayatmalarda bulunma hakkını haiz yüce bir insan payesi biçen kurtarıcılara, hayati bir sual yöneltir Bastiat:

 

“Doğal eğilimlerinin içerdiği tehlikeler yüzünden insanlara özgürlük tanımanın tekin bir yol olmadığı doğruysa, kendileri de insanlık âleminin birer üyesi olan siyasi organizatörlerin kusurlu olmalarını önleyen şey acaba nedir? Onlar öteki insanlara oranla daha rafine bir çamurdan mı yapılmışlardır? Anlaşılıyor ki onlar, beşeriyetin geri kalan kısmından, semavi bir zekâ ve fazilet donatımıyla ayrılıyorlar. O halde bütün bu üstün niteliklerini insanlığa sunsunlar. Bırakalım, biz koyunlara çobanlık yapsınlar. Peki, bunu kabul edecek bizlerin, kanun yapıcıların ve siyasi organizatörlerin bu doğal üstünlüklerinin kanıtını talep etme hakkımız da yok mu?” (s. 54) 

 

Elbette, bizim bunu talep etme hakkımız vardır, ama muhataplarının buna verecek bir cevapları yoktur! Nitekim Bastiat da sık sık sorduğu halde bu soruya bir cevap alamadığından şikâyet eder.

 

“Ey yüce yazarlar! Ara sıra da olsa şu gerçeği lütfen unutmayınız: Sizin kum, toprak ve gübre diyerek istediğiniz gibi kullanabileceğinizi sandığınız şeylerin hepsi insandır. Sizden farksızdırlar. En az sizin kadar zeki ve özgürdürler. Sizler gibi onlar da müşahede etmek, ileriyi planlamak, düşünmek ve kendilerini yargılayabilmek gibi yeteneklerin sahibidirler: Sizin ayrıcalığınızın hikmeti nedir, söyler misiniz?” (s. 41)    

 

Bastiat, mükemmel ve her derdine derman bulmuş bir dünya cennetine prim vermez. İnsanların ve toplumların birçok sorununun olduğunu, bu sorunların mümkün olan en iyi çözümlerinin ancak özgürlükçü bir sistemde bulunabileceğini belirtir.

 

“Tartışma konusu ne olursa olsun -ister dini, felsefi, politik, ekonomik olsun ister refahı, ahlakı, eşitliği, doğruyu, adaleti, gelişmeyi, sorumluluğu, işbirliğini, mülkiyeti, emeği, ticareti, sermayeyi, ücreti, vergileri, halkı, maliyeyi veya hükümeti ilgilendirsin- araştırmalarıma bilim ufkunun hangi noktasından başlarsam başlayayım hep aynı sonuca varmaktayım: İnsan ilişkilerinin yarattığı sorunların çözümü için en temel koşul özgürlük ikliminin yaratılmasıdır.” (s.62)

 

Hukuka düşen; insanların özgürlük ve haklarını muhafaza etmek ve adaleti sağlamaktır. Hukuk kendini bununla sınırlamalı, yaşamın her karesine nüfuz etmeye çalışmaktan uzak durmalıdır.

 

Evet, Bastiat’nın bu hukuk anlayışı gerçek hayatta pek bir rağbet göremedi. Ancak onun müdahaleci bir devletin insanın özgürlüğü için yaratacağı tehditlere ve kurtarıcı pelerini giymiş ideolojilerin yaratacağı yıkımlara dair endişeleri, sonradan yaşananlarla doğrulandı. 

 

Dolayısıyla onun kolektivist düşüncelerin hak ve özgürlükleri yok edici potansiyeli hakkında yaptığı uyarılar halen tazeliğini ve ehemmiyetini koruyor.

 

* Frédéric Bastiat: Hukuk, Liberte Yayınları, Çeviri: Yıldıray Arsan, 2003, Ankara.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.