Hukukun Üstünlüğü ve Demokrasi
İfade hürriyetleri ve siyasal hakların etkin bir biçimde korunmadığı, yaşam hakkı üzerinde korku psikolojisinin hâkim olduğu, kişisel ve ulusal güvenliğin arka plana itildiği hukuksuzluk düzenlerinde demokrasinin var olabilmesi gerçekçi değildir.
Hukuk devleti anlayışıyla yönetilen bir ülkede yasama organının temel vazifelerinden birisi, insan onuruna uygun koşulların inşası ve sürekliliğini sağlamaktır. İnsan onuru, medeni ve siyasi hakların tanınmasından ziyade kişilerin gelişimini tamamlamak adına gereken iktisadi, içtimai ve kültürel şartların yerine getirilmesini de kapsamaktadır. Batılı demokrasiler, hukuk ve demokrasi arasındaki simbiyotik ilişkinin varlığına inanan bir felsefeye dayanmaktadır. Siyasi ve iktisadi istikrarın devamı adına hukukun üstünlüğü ilkesinin evrensel boyuta ulaşması, eşitlik ve özgürlük anlayışlarının öncelik arz ettiği modern toplumların en temel hedeflerinin başında gelmektedir.
Hukukun üstünlüğü anlayışı konusunda ülkeleri bir formül üzerinde uzlaştırmak adına 1959 yılında Uluslararası Hukukçular Komisyonu tarafından Yeni Delhi’de düzenlenen kongrede, farklılıklar arz eden ülke ve kültürlerde her daim ve her çeşitliliğe rağmen hukukun üstünlüğü ilkesinin, keyfi hükümet uygulamalarına karşı kişi hak ve hürriyetlerini korumak ve kişilerin insanlık haysiyetinden yararlanmasını sağlamak adına gerekliliğinin tartışılmaz prensip olduğu tanımlaması yapılmıştır. Zira Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı tarafından 29 Haziran 1990 tarihinde Kopenhag’da yayınlanan bildiride, insan haklarına ve hürriyetlerine saygının güvence altına alınması adına çoğulcu demokrasi anlayışı ve hukuk devleti ilkesinin vazgeçilmez olduğu vurgulanmıştır. 21 Kasım 1990 tarihli Paris Şartı’nda ise özgürlük, barış ve adalet yolunun insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti anlayışından geçtiği hatırlatılmıştır.
Devlet İktidarının Hukuk ile Sınırlandırılması
Hukukun üstünlüğü ile demokrasi ilkeleri, taşıdıkları hedefler doğrultusunda paralel olsalar da aslında özünde farklılıklar arz etmektedir. Hür ve eşit kişilerin siyasi temsiliyette kendisini yönetebilmesine dayanan demokrasi, minimum ölçekte geniş bir oy hakkıyla halk tarafından seçilmişlerin ya da direkt halkın yönetim biçimidir. Hukukun üstünlüğü anlayışı ise devlet iktidarının hukuki çerçeve ile sınırlandırılmasıdır. İki ilke arasındaki en temel bağ; demokrasinin tezahürü olan çoğunluk yönetiminin, hukukun üstünlüğü anlayışının bir gereği olarak sınırlanmasından gelmektedir. Hukuk vasıtasıyla hüküm süren siyasal iktidarlar, hukukun üstünlüğü ilkesini içselleştirmemiş olsalar dahi mevcut hukuki düzen bir anda ortadan kalkmamakta ancak mezkûr siyasi düzenin demokratikliği tartışılmaktadır.
Demokratik usulleri benimsememiş siyasal iktidarlar, keyfiyet ahkâmının hüküm sürerek hegemonyanın kişisel gücüne dayandığı, siyasal pratiklerin hukuki çerçevelerle sınırlandırılmadığı ve kanunun geçersiz kılındığı legibus solutus rejimleri temsil etmektedir. Şüphesiz ki demokrasiyi besleyen en önemli katkılardan birisi hukukun üstünlüğü yaklaşımıdır. Demokratik rejimler, bireylerin var ettikleri devlete güvenle bağlı olması ve hak ve hürriyetlerinin güvence altına alınması açısından hukukun üstünlüğü ilkesinden ayrı tutulamaz. Minimal bir demokrasiden beklenti; genel oy hakkı ve siyasi partilerin rekabet çerçevesince yarışabildiği, adil seçimlerle inşa edilen, alternatif medya kaynaklarıyla da desteklenen siyasi bir ortamın varlığıdır. Bu beklentinin hayat bulması, mezkûr koşulların pratize edilmesini mümkün kılan siyasi ve medeni hak güvencelerinin teminine dayanmaktadır. Mezkûr gereksinimlerden salt bir tanesinin eksikliği dahi demokratik rejimin hasar görmesi için yeterlidir.
Demokrasi, hukuk devleti anlayışına benzer bir ifadeyle maddi ve biçimsel bir kavram olarak toplumsal fayda ışığında işleyişini çoğunluk yönetimiyle sınırlandırmaktadır. Bu anlamda hukukun üstünlüğü anlayışı, bir hedef olarak değil daha ziyade bir vasıta olarak biçimsel demokrasiden ayrılmaktadır. Demokrasi, karar verme biçimi şeklinde çoğunluk kurallarıyla, hukukun üstünlüğü ise kanunun şekilleneceği biçim, prosedürler ve kurumlarla ilgilenmektedir. Demokrasilerde eşit olarak görülen bireylerin, demokratik proseslere otonom bir yapıda müdahil olmaları adına temel insan haklarının güvence altında olması kaçınılmazdır. Zira demokrasi, bireysel ve kamusal alanlarda özel bir özerklik talep etmektedir. Bireysel alandaki otonomiyi muhafaza etmek adına medeni, iktisadi ve içtimai sosyal hakların koruma altına alınması gerekir. Kamusal otonomi adına gerekli olan siyasi haklar ise kişilerin demokratik karar alma sürecine dâhil olmalarını sağlamakta ve demokrasi mefhumu böylelikle işlerlik kazanmaktadır.
Hukukun üstünlüğü ve demokrasi kavramları, temel insan haklarına saygıyı merkezine almaktadır. İki kavram arasındaki simbiyotik bağ, bireylerin eşitliğini ve özerkliğini korumayı baz almaktadır. Bireyin haklarının güvence altına alınmadığı yerde siyasal/kamusal varlığından da söz edilemez. Bireylerin hukuk sistemine bağlılık duymaları için devletin evrensel hukuk ilkelerine dayandığı bir meşruiyet zeminine sahip olması gerekmektedir. İfade hürriyetleri ve siyasal hakların etkin bir biçimde korunmadığı, yaşam hakkı üzerinde korku psikolojisinin hâkim olduğu, kişisel ve ulusal güvenliğin arka plana itildiği hukuksuzluk düzenlerinde demokrasinin var olabilmesi gerçekçi değildir.
Bağımsız Yargı ve Modern Adalet Sistemi
Hukukun üstünlüğü ilkesinin var olabilmesi için olmazsa olmaz en temel gereklerden biri de bağımsız yargı ve modern bir adalet sistemidir. Her türlü baskıdan arınmış, adalete eşit erişim sağlayabilen tarafsız, profesyonel ve verimli bir yargı sistemi kuran sistemler, hukukun üstünlüğü anlayışını hayata geçirebilirken demokrasinin de ömrünü uzatmaktadır. Ayrıca yasayı formülize ve pratize etme potansiyeli yüksek kaliteden mütevellit kanuni mevzuatın üretimini gerçekleştirmek adına da bu gereklidir. Hukukun üstünlüğünün sağlıklı bir şekilde işlediği sistemlerde devlet kurumlarının yolsuzluğa bulaşması dikkatli bir şekilde takip edilirken güvenlik güçleri ise salt iktidarın kolluk kuvveti şeklinde algılanarak hukuka aykırı ve yetkinin kötüye kullanılması şeklinde tezahür etmekten ziyade insan haklarına saygılı ve sivil kontrol altında hareket etmektedir.
Demokratik rejimlerin icra edildiği parlamenter sistemlerde, çoğunluk iradesine dayalı egemenlik temsilinin demokratik bir despotizm kurmasına engel olacak en önemli “milli irade freni” hukukun üstünlüğü anlayışıdır. Hukukun üstünlüğü, yasama eylemlerinin yargı denetimine tabi tutulması ve iktidarın icraatlarının yargı kontrolünde yürütülmesiyle cereyan edebilmektedir. Demokrasi, yargı bağımsızlığını sağlarken yargı bağımsızlığı ise hukukun üstünlüğünü tesis etmektedir. Siyasi iktidar tekeline sahip olan bir rejim, yargı bağımsızlığı ile hak ve özgürlüklerin korunmasına olan bağlılığını koşullara endekslemiştir. Demokratik yöntemlerle seçilen yasa koyucular ile onların çıkardığı kanunların emrettiği düzenle atanan yargıçların, yürütmek mecburiyetinde olduğu usuller uyuşmazlık gösterdiğinde milli iradenin üstünlüğü arasında usulen bir çatışma ortamı tezahür etmektedir. Dolayısıyla demokrasiye hayat vermek, toplumsal politikaların denetimcisi olan yargının bağımsız rolünü içselleştirmekle mümkün olabilmektedir.