Husiler: Paramiliter Yapıdan Yarı-Devlet Modeline
Husiler, Yemen’deki bir bölgeye ait sosyal-dini bir hareketken ülke genelini hedefleyen devlet benzeri bir paramiliter grup haline gelerek ülkedeki sosyal ve siyasi yapıyı derinden etkilediler. Suudi Arabistan’la resmi bir anlaşma yaptıkları takdirde, bölgesel bir ekonomik-askeri ve siyasi güç olarak resmen tanınacaklar.
Husilerin Zeydilerin temsilcisi haline geldiği ve silahlı bir militan gruba evrildiği süreç, Yemen’deki savaşın akıbetini belirleyen temel unsurlardan biri olarak detaylı bir tartışmayı hak ediyor. Öncesinde Yemen’in siyasi tarihine kısaca göz atarsak, 1962’de kuzey topraklarında Yemen Arap Cumhuriyeti kurulmuş, İmamlık sona ermişti. Güneyde ise Osmanlı Devleti’nin yıkılması ile kurulan İngiliz hakimiyetinin bitmesiyle, önce Yemen Halk Cumhuriyeti sonra Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti olarak 1990’a kadar devam eden bir sosyalist devlet kuruldu. İki devlet 1990 yılında birleştikten sonra, 1994’te kısa süreli bir iç savaş yaşansa da 2011 sonrası sürece kadar Yemen tek bir devlet yapısında devam etti.
Siyasi Girişimler
İkinci yazıda, Suudi Arabistan’ın Vahhabi misyonerliğinin, değişen sınır politikalarının ve Yemen’in devlet yapısının Husilerin radikalleştiği sürece etkilerini ele aldık. Husilerin Zeydilik içinde bir hareket olması ise, kendilerine Yemen içinde yeterince ilgi gösterilmediğini düşünen bir grup Zeydi’nin 1990’da Hak Partisi’ni kurmasıyla başladı. Karşılanmayan taleplerini merkezi otoriteye iletmek ve izole olmuş duygusundan kurtulmak için parlamentoya girmeyi ve genel olarak aktif bir siyasi oluşum içinde olmayı hedeflediler. Zeydilerin genelinde bu çaba yoktu, fakat Husilerin kurucusu Huseyin El-Husi’nin babası Bedrettin El-Husi sosyal ve siyasi olarak aktif bir yapılanmayı destekleyenlerdendi. Yemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’in kısıtlı bir zümre ile ülkeyi yönetmesi, Vahhabilerle işbirliği yapması ve Sünnilerin temsilcisi olarak Islah Partisi’nin siyaseten aktif olması, Zeydiler içindeki bu tutumu destekledi. Fakat Hak Partisi 1993 seçiminde yalnız iki vekille meclise girdi ve sonraki seçimde hiç vekil çıkaramadı.
Zeydiliğin aslında ne kadar kısıtlı bir toplumsal tabana hitap ettiğini ve halk nezdinde bu noktada bir farkındalık olmadığını görmek adına bu seçim sonuçları bile bir ipucu olabilir. Bu mezhebi eğilimin kuzeyle sınırlı olması ve kabile bağlarının o dönemde seçimler ve siyasi girişimlerde daha çok öne çıkması diğer sebeplerdi. Fakat 1993-1997 süreci bile Zeydilerin Mümin Gençler isimli sosyal alanlara eğilen ve Müslüman Kardeşler’in ‘aile’ yapılanmasına benzer olarak, düzenli görüşmelere dayanan bir gençlik hareketi kurmalarını sağladı. Zeydiler artık kimliklerini tanımayan ve mezhebi detayları bilmeyen gençlere, okullar, tatiller, kamplar, yarışmalar, spor müsabakaları gibi geleneksel olmayan yöntemler ve eğitimlerle yaklaştılar. Bu sosyal strateji, sonrasında Husiliğin daha geniş bir tabandan destek almasının önünü açtı.
Hak Partisi sürecinden sonra Hüseyin el-Husi Sudan’a giderek İslami İlimler alanında çalışmalar yaptı. İran ve Irak’a giderek Şii grupları ve liderleri ziyaret etti. Yemen’e döndüğünde Mümin Gençler’den ve onların bölünmelerinden oluşan gruplara düzenli vaazlar vermeye başladı. Husilik bu süreçte kuruldu. Hüseyin el-Husi’nin konuşmaları Risaleler (Malazim) adı altında online erişime açıldı ve adeta hareketin temel düsturlarını oluşturan bir metin oldu.
Gerilla Savaşı
Husilerin 2004’te başlayan isyanları, bu vaazlar etrafında oluşan bir aidiyet, merkezi otoriteye kızgınlık ve refaha uzaklık temalarıyla yakından ilişkili. Husilerin İran’daki sloganları hatırlatan- “Allahu Ekber, kahrolsun Amerika, kahrolsun İsrail, kahrolsun Siyonizm, zafer İslam’ın!” söylemleri, aslında Yemen devletinden bekledikleri siyasi konumu yansıtıyor. Husiler, ABD’nin Afganistan’ı işgalini ve Yemen devletinin Amerika’yla beraber ‘terörle mücadele’ kampanyasına dahil olmasını eleştirdiler. Bu işbirliğini, Suudi Arabistan, İsrail ve Amerika’nın ortak ‘Siyonist’ hedefleri olarak tanımladılar. Bu nedenle, İran’la siyasal söylem ve bölgesel politika olarak aynı yerde duruyorlar. 2004 yılında Yemen hükümeti Husi isyanını bastıramadığı zaman, Suudi Arabistan’dan yardım aldı ve mücadeleler esnasında kuzeydeki dağlara saklanan Hüseyin el-Husi ve adamları öldürüldü. Husilerin İran’la yakınlaşmaları da tam olarak Hüseyin el-Husi’nin Sudan’dan dönüşü ve merkezi hükümetle başlayan bu silahlı mücadele sırasında güçlendi.
Husiler zaten kuzeyli aşiretlerden geldikleri için, gayrinizami, gerilla savaşına alışık, dağları bilen, silahlı insanlardı. O nedenle merkezi hükümetin ne bu isyanları bastırması ne de Husilerin dış kaynaklardan silah teminini engellemesi mümkün oldu. Husilerin bu süreçte öncesinde kısıtlı olan siyasi taraftarlarını, aşiretlerin kendilerine sığınanları koruma prensipleri ve Hüseyin el-Husi’nin vaazlarından etkilenen halkın desteğiyle artırdığı söylenebilir. Yani hem merkezi hükümet hem de onu destekleyen Suudi Arabistan, Yemen’in temel toplumsal yapısını ve dini eğilimlerini okuyamamış, politikalarıyla isyanların perçinlenmesine neden olmuşlardır. İki grup arasında çatışmalar 2010 yılına kadar devam etti ve aslında günümüzdeki Husi askeri agresifliğinin temelleri bu süreçte atıldı. Hüseyin el-Husi’nin vefatıyla yerine kardeşi Abdülmelik el-Husi geçti.
Stratejik Hamleler
Arap Baharı sonrası askeri ve siyasi süreci bir sonraki yazıda ele alacağız, fakat Husilerin 2004’ten günümüze hareket olarak geçirdiği sürece bir bütünlük sağlamak adına diğer yönlerine de bakmakta fayda var. Abdülmelik el-Husi de kardeşi gibi hem vaazlara hem de askeri ve siyasi yapılanmaya devam etti. Hüseyin el-Husi’den farklı olarak, Abdülmelik el-Husi’nin konuşmalarında dini temalardan çok siyasi taleplere ve Yemen geneline hâkim olmaya odaklanması, hareketin geçirdiği dönüşümü göstermesi açısından önemli. Husilerin askeri gücü, Suudi Arabistan’ın askeri koalisyonun uyguladığı orantısız güce rağmen direndi ve şu an Yemen’in kuzeyinde ve ortasında San’a da dahil olmak üzere Taiz ve Marib’i kuşattıkları bir jeopolitik konumdalar. Hareketin uluslararası tanınırlığı; Şii gruplar ve hareketlerle işbirliği arttı. Suudi Arabistan’la savaşan bir paramiliter grupken, Suudların askeri operasyonuna yenilmeyen bir ‘mücahid’ ordusu söylemi yaygınlaştı. Bu esnada, işgal ettikleri topraklarda tıpkı Salih hükümetinin yaptığı gibi, aşiretlerin onları desteklemesi için belli siyasi makamlar ve imkânları kabile liderleri ve üyeleriyle paylaştılar. Savaşın zor koşullarına rağmen patrimonyal ve vurgunculuğa dayalı bir ekonomik yapı kurdular. Marib şehri gibi petrol kaynakları bakımından zengin bir yeri ele geçirmek için yıllardır abluka uygulamalarının en önemli sebebi, Husilere petrolün ve sanayi üretiminin doğrudan bir ekonomik üstünlük sağlayacak olması. Benzer şekilde Suudi Arabistan’a roket göndererek havalimanı ve petrol kuyusu vurmaya çalışmaları da Husilerin oldukça stratejik ve agresif bir savaş stratejisi benimsediğine örnek olabilir.
‘Husileştirme’
Bu savaş politikalarına ek olarak, hâkim oldukları toprakları ‘Husileştirme’ çabasına girdiler. Eğitim müfredatını değiştirdiler, önceden Mümin Gençler oluşumuyla gönüllü yürüttükleri eğitim kamplarını asimile etme ve asker temin etme amacıyla daha yoğun kullanmaya başladılar. Kadınlar ve genç kızlar için ayrıca dini ve askeri eğitimler başlattılar. Hüseyin el-Husi için eğitim yalnızca Kurani bilgiyi kapsıyordu, fakat Abdülmelik el-Husi müfredatta belli değişiklikler yaparak fenni ilimlerin de öğrenilmesini onayladı. Eğitim, kız-erkek olarak ayrıldı, fakat ortaokul sonrasında kızların okula gitmesi teşvik edilmedi.
Halktan, gelirlerinin beşte biri kadar ek zekât topluyorlar ve ekonomik faaliyetlerin kendi koydukları kurallar çerçevesinde, kendi belirledikleri kişilerce yapılmasını istiyorlar. Yemen halkının Vahhabilerin kadınların toplumdaki rolünü kısıtlayan uygulamalarına karşı hâlihazırda tepkileri varken; Husiler kadınların eğitimleri, evlilikleri ve çalışmalarını da yeni kuralara bağladılar. Husileri desteklemeyen bölgelerden ailelerin, kendi alanlarından kadınlarla evlilik yapmasına izin vermiyorlar. BM’nin raporuna göre, Husileri desteklemedikleri için gözaltına alınan kadınlar tecavüze maruz kalıyor ve tecavüz esnasında Husilerin kadın gerillaları da yaşanan bu zulmü öğretici bir şiddet olarak görüyorlar. Kadınlara özellikle eğilen, kadınlar arasından istihbarat toplamak ve mensup devşirmek için kurulan ‘Zaynabiyat’ yapılanması, BM raporlarına geçen bu cinsel şiddetin temel aracısı olarak tanımlanıyor.
Husiler, Yemen’deki bir bölgeye ait sosyal-dini bir hareketken ülke genelini hedefleyen devlet benzeri bir paramiliter grup haline gelerek ülkedeki sosyal ve siyasi yapıyı derinden etkilediler. Suudi Arabistan’la resmi bir anlaşma yaptıkları takdirde, bölgesel bir ekonomik-askeri ve siyasi güç olarak resmen tanınacaklar.