Husilerden Önce: Zeydiliğe Dair

Güney ve Kuzey’in farklı güç gruplarınca idare edilmesi, aşiretler arası çekişmeler, merkezi yönetimin kendini kabul ettirme çabası, Suudi Arabistan’ın müdahaleleri sonucunda Yemen’de karmaşık ve refahın inşa edilmesini imkânsız kılan çıkar çatışmaları oluştu. Bu süreç, 1962 sonrasından Arap Baharı ayaklanmalarına kadar Yemen’i yok olmayan ama zorla ayakta kalan bir siyasi yapı haline getirdi. Bu sorunların arasında özellikle Suudi Arabistan’ın müdahalesi, üç nedenle Zeydilerin Husiliğe evirilmesine neden teşkil etti.

İlk yazıda Yemen’de süregelen savaşın mevcut konumunu ela alarak, bu çok yönlü ve uluslu çatışma alanına giriş yapmıştık. Çatışmanın ana unsurlarından biri olan Zeydilik ve Husi hareketi, ikinci yazının konusu. Ortadoğu coğrafyasının başka yerlerinde yaşayan Zeydi gruplar zaman içinde asimile oldukları için, bu mezhebi günümüzde yaşayanlar yalnız Yemen’deki Zeydilerdir. O nedenle Zeydilerin siyasi ve askeri bir hareket olarak Husiliğe evirildikleri süreç, Yemen savaşını doğrudan etkilediği için önemli bir odak noktasıdır. Buna rağmen, Husileri yalnızca yakın tarihle ele almak, Yemen toplumu içindeki yerlerinin ve rollerinin anlaşılmamasına ve onları doğrudan ‘İran’ın kuklası’ olarak yorumlayan eleştirilere maruz bırakır.

 

En çok sorulan soruyla başlayarak, aslında Husilere dair bilinen bir yanlışı ele alabiliriz: Husiler Şii mi? Bu soruya Mehmet Ali Büyükkara’nın kapsamlı çalışmasından bir alıntıyla yanıtlayalım:

 

Zeydilik her ne kadar Şia kökenli bir mezhep olsa da, genelde Zeydileri, özelde ise Husileri umumi bir sıfatla Şiiler olarak vasıflamak hatalıdır. Zira Şiilik tek başına kullanıldığında çoğunlukla, itikadi bağlamda İsnaaşeri (on iki imamcı), fıkhi bağlamda da Caferi diye adlandırılan ve İran-Irak Müslümanlarının çoğunluğunun mezhebi olan İmamiyye’ye atıfta bulunmaktadır. Zaten Yemen Zeydileri arasında Şia ya da Şiilik bir sıfat olarak kabul görmemektedir. Onun yerine “Züyüd” (Zeydiler) ismi mezhep içinde ve dışında yaygın olarak tercih edilmektedir.

 

Zeydiler Yemen İçin Ne İfade Ediyor? 

 

Öncelikle bu grubun Yemen’e çok eski zamanlardan beri yerleşik ve geneli Şafii olan halkla uyumlu bir yapıda yaşadığını söyleyelim. Bu şu anlama geliyor; Zeydilerin toplum içinde işlerini yürütme biçimleri kendi mezhebi farklılıklarını barındırsa da evlilik/alışveriş gibi konularda temel noktaları Yemenli olmak ve kabilelerin/aşiretlerin kurallarına göre hareket etmek. Diğer bir deyişle, Zeydiler özellikle Kuzey Yemen’in temel sosyal ve siyasi yapısını oluşturarak aşiret anlayışına karşı yahut onun dışında değil, aksine onunla uyumlu bir yapıda evirildiler. Bu durum sonraları silahlı bir harekete dönüştüklerinde onları aşiretleri yeni yönetimlerine dahil etme noktasında avantajlı bir konuma getirdi. 

 

Zeydiyye mezhebinin kuruluşunu ve böylece mezhebi yorumunu yine akıcı diliyle Büyükkara’nın metninden okuyalım:

 

Zeydiyye mezhebi, ismini Emevi idaresine karşı başlattığı Kufe Irak merkezli başarısız bir ayaklanma sonucu 740 yılında öldürülen Zeyd b. Ali’den almaktadır. Hz. Hüseyin’in torunu olan Zeyd, ağabeyi Muhammed Bakır’ın devletle çatışmamayı ilke edinen pasif muhalefet çizgisini benimsememiş; tıpkı dedesi Hüseyin’in yaptığı gibi, davasını güttüğü Ehl-i Beyt’in siyasi hakları uğruna silahın da kullanıldığı aktif bir mücadeleye başvurmayı gerekli görmüştü. 

 

Bu nedenle Zeydiler, içinde bulundukları devletlerde otorite ile zaman zaman çatışmaya girdiler. Fakat bu isyanları, genelde kaynakların adil dağılımı ve kabiliyetli yönetici gibi kavramlar nedeniyle kimi zaman Sünnilerin de desteğini alarak gerçekleştirdiler. Zeydiliğin Şiilerin aksine Sünni inanca yakın tasavvuru hem Yemen’de hem Yemen dışında mezhep ötesi nedenlerle iki grubun yakınlaşmasını sağlamıştır. Husilerin Zeydiliği yeni halinde Sünniliğin karşısına konumlandırdığı düşünüldüğünde bu oldukça önemli bir detaydır. Büyükkara, Zeydiliğin bu ılımlı tutumunu ve mezhebi olarak Sünnilerle nasıl sorun çıkarmadan yaşadıklarını aşağıdaki düstur ile özetliyor:

 

Zulmü ortadan kaldırıp adil yönetimi kurmak vazifesini kıyamet gününe yakın gelmesini bekledikleri bir mehdiye havale eden İmamiyye Şiileri’nin aksine Zeydiler, bu vazifenin ertelenmesinin haram olduğu fikrini savunmuşlardı. Dolayısıyla Kur’ani bir kökene dayanan “iyi olanı emretme, kötü olanı yasaklama” (emr bi’l-ma’ruf ve nehy’ani’l-münker) kavramını ilke edinip bunu icra etmek adına silaha sarılan Ehl-i Beyt’e mensup isyancı önderler, İslam tarihinde genellikle Zeydi imamlar olarak kayda geçmiştir. “En faziletli ve en üstün” (efdal) ve bu özelliğiyle halkı yönetmeye en layık bir kişi mevcut iken, görece “daha az faziletli” (mefdul) kişinin yöneticiliğini caiz görmeleri ve bu nedenle “en faziletli” olan Hz. Ali’ye rağmen halife olmuş Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer’in yönetimlerini meşru addetmeleri, Zeydileri diğer Şiilerden ayıran bir başka hususiyettir. Onlara göre, Hz. Fatıma-Hz. Ali neslinden olmak şartıyla, ilim, takva ve cesaret sahibi bir lider, silahına sarılarak küfür ve zulme başkaldırırsa, yani hurüc ederse, o kişi Müslümanların imamı olmaya hak kazanır. Bu imamın, imamiyye mezhebinin öne sürdüğü gibi vehbi (bahşedilen) bir ilimle donatılmış ve günahlardan korunmuş (masum) olması gerekmez.

 

Zeydilik Yemen topraklarında tam da yukarıdaki alıntının tasvir ettiği gibi, Yahya b. Hüseyin önderliğinde 910 yılında Yemen’deki ilk Zeydi devlet yapılanmasını kurdu. Bu tarihten sonra, kendi yorumlarına göre adil bir lider tarafından imamlık altında yönetilme arzusu, Zeydi hareketinin temel ilkesi oldu. 910 yılından, 1962’de Yemen Arap Cumhuriyeti kurulana kadar, Yemen’in kuzeyini Zeydi imamlar yönetti. Örneğin Osmanlı’nın Yemen’i idare ettiği süreçlerde de İstanbul ve imamlar arasında hep dengelemesi zor bir siyasi çekişme vardı. Yavuz Sultan Selim’in Mısır hakimiyetinin 1517’de başlamasıyla Yemen de Osmanlı Devleti topraklarına katıldı. Dönemin Zeydi İmamı -İmam Şerefüddin- Osmanlı yönetimine karşı geldiği için 20 yıla yakın bir çatışmanın ardından İstanbul’a götürüldü ve İstanbul’un topraklardaki hakimiyeti güçlendi. İmamlık kuzeyli aileler arasında el değiştirdi ve Yemen 19’uncu yüzyılın sonlarına Osmanlı toprağı olarak girdi. 

 

Osmanlı’nın zayıf bir döneminde geri gelen bu hakimiyette, Hamidüddin ailesinin imameti İstanbul tarafından tanındı böylece merkezi yönetim, yerel güçlerle uzlaştı. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti yenilip Yemen’i kaybettiğinde, Hamidüddin ailesinden İmam Yahya tam bağımsızlık ilan etti. İmamlık sisteminin mutlak monarşi gibi uygulandığı bu süreçten, Kuzeydeki halk ve haliyle Zeydiler bile zarar gördükleri için Yemen genelinde imamlık yönetimine bir tepki doğdu ve 1962’de Cumhuriyet’in kurulmasına tepki göstermediler. Hatta hâlâ aynı nedenle, Husiler bugün kendi hakimiyetleri altındaki siyasi yapıyı imamlık olarak tanımlamıyor, imam vurgusu yapmıyorlar. Aksine uyarladıkları bir Zeydi öğretiyle cumhuriyet yönetimini birleştirerek imamsız bir yeni biçim sergiliyorlar. 

 

Husiler Nasıl Zeydilerin Temsilcisi Oldu?

Peki, tarih böyle ilerlerken, Husilerin Zeydilerin temsilcisi haline geldiği ve silahlandığı süreç nasıl gelişti? Bu sorunu cevabı uzun, fakat öncelikle Husiler dışında gelişen etmenlere göz atalım. İlk olarak yaşanan bu siyasi, ekonomik ve toplumsal sürecin mezhep ve aşiret bağları üzerinden bir kimlik yönü; Husilerin kuzeyli olması hasebiyle de bir coğrafi yönü olduğunu söyleyelim. Yemen’in kuzeyde verimli tarım toprakları, Suudi Arabistan sınırı nedeniyle ticarete dayalı bir ekonomik yapı, Güney’in limanları ve Umman’la sınır ticareti iç içe geçmiş unsurlardır. Güney ve Kuzey’in farklı güç gruplarınca idare edilmesi, aşiretler arası çekişmeler, merkezi yönetimin kendini kabul ettirme çabası, Suudi Arabistan’ın müdahaleleri sonucunda karmaşık ve refahın inşa edilmesini imkânsız kılan çıkar çatışmaları oluştu. Bu süreç, 1962 sonrasından Arap Baharı ayaklanmalarına kadar Yemen’i yok olmayan ama zorla ayakta kalan bir siyasi yapı haline getirdi. Bu sorunların arasında özellikle Suudi Arabistan’ın müdahalesi, üç nedenle Zeydilerin Husiliğe evirilmesine neden teşkil etti. 

 

Birincisi, Yemen’in çok kültürlü yapısı içinde oluşan, farklı yerel okumalarıyla İslami yaşantısı ve toplumsal yapısı, Suudi Arabistan’ın Vahhabi misyonerlerinin faaliyetleri ile dönüşüme uğradı. Suudi Arabistan Yemen’e yaptığı yardımların bir kısmı bünyesinde, kasabalara ve şehirlere dini okullar ve camiler inşa etti. Vahhabi din adamları da bu kuruluşlarda çalışırken yerel halka dini kendi yorumlarıyla anlatıp, toplumun işleyişine yön veren değişimlere neden oldular. Örneğin kadınların yerel kıyafetler giymek yerine siyah abaya giymelerini söyleyip; tarımda çalışmalarının caiz olmadığını iddia ettiler ki eşleri yurt dışında çalışan Yemenli kadınlar yere tarımın temel işçileri idi. Yemende oldukça yaygın bir durum olan, kadınların eşleri yurt dışında çalışırken kendilerinin de ekonomik faaliyetler sürdürmeleri, toplumsal olarak yadırganmaya başladı ve bu durum yerel tarımı bile zayıflattı. Diğer bir Vahhabi yorum, mezhebi ayrılıklar üzerine oldu. Zeydiler ve Sünniler uyum içinde yaşasalar da Vahhabi imamların İran üzerinden Şiilik karşıtı vaazlar vermeleri ve mezhebi ayrılıkları vurgulamaları, toplumda kimlik noktasında bir ‘uyanışa’ neden oldu. 

 

İkincisi, Suudi Arabistan’ın Yemen’in kuzeyindeki sınırını koruma altına almak için oradaki aşiretlerle belli iş birlikleri kurması, sınır politikasında kendisiyle aynı çizgide olmayan aileler için ciddi sorun oluşturdu. Çünkü Husilerin de çıkış yeri olan Sa’de, Suudi Arabistan sınırı geçirgen oldukça ticareti hızlandırıp gelirlerini artıran bir şehirdi. Sınırın değişmesi ve Suudi Arabistan’ın sıkı sınır politikaları Husilerin de içinde olan belli aşiretleri hem merkezi yönetime hem Suud hakimiyetine karşı tavır almaya teşvik etti. Kuzey ve San’a arasındaki gerilimlere, haliyle Husilerin merkezi yönetimle olan sorunlarına, Suudların sınır politikası da eklendi. 


Son olarak, Yemen’in zayıf bir devlet olması, onu komşusu ve bölgesel hegemonya olan Suudi Arabistan’ın ekonomik ve siyasi yardımlarına açık hale getirdi. Bu ilişki, Yemen devletinin yöneticilerinin, özellikle ülkenin merkezi otorite ile sorunları olan daha hassas bölgelerine arabulucu bir şekilde değil baskıcı bir yöntemle yaklaşmasına neden oldu. Çünkü Suudi Arabistan, Yemen Müslüman Kardeşleri olan Islah hareketini, Ali Abdullah Salih yönetimini, oluşmaya başlayan radikal dini eğilimleri dönem dönem destekledi. Ekonomik durumu kritik olan bir ülkede çıkar gruplarına dışarıdan gelen destekler, ulus içindeki rekabeti ve çatışmaları hem artırdı hem de kendini öteki hissedenleri farklı devletlere yakınlaştırdı. Bu noktada iki temel örnekten ilki, Husi ailesinin İran’la ilişki kurmaya başlaması ve Zeydilerin İran’la yürüttükleri dengeli ve mesafeli ilişkinin hız kazanması. İkincisi, Güney ayrılıkçılarının kendilerini destekleyen Birleşik Arap Emirlikleri ile iş birliğine başlaması. Bir sonraki yazıda, İran’ın Yemen’deki duruma dahil oluşunu ve Husilerin hikâyesini ele alacağız.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.