İdlib Gerilimi Çözüme Kapı Aralayabilir
İdlib’in geleceği Türkiye ile Rusya’nın kâr-zarar hesaplamalarına bağlı. Suriye krizinin sona ermesi ise 9 yıllık çatışma sürecinde ortaya çıkmış yönetim yapılarının “Suriyelileştirilmesini” hedefleyen plansız girişimlere odaklanılmasını gerektiriyor.
- PATRICK HAENNI & MARIA FANTAPPIE
- 17 Şubat 2020

Türkiye – Rusya – Suriye rejimi arasındaki son gerilim Suriye çatışması için ne anlama geliyor? İdlib için muhtemel senaryolar neler?
İdlib meselesi Türkiye-Rusya ilişkileri için bir test. İdlib Rusya açısından rejimin toprak kazanımları için kolay bir hedef iken, Türkiye açısından ulusal güvenlik konusuna dönüştü. Ankara, sınırlarına doğru rejimin toprak kazanımlarının tetikleyebileceği muhtemel bir mülteci ve radikal savaşçı akınına derin bir kaygıyla bakıyor. Bölgede gerilimin Aralık 2019’dan bu yana tırmanışıyla beraber 680.000’den fazla insan kamplardaki yerlerinden edilirken, toplam nüfusun üçte biri mülteci kamplarında yaşıyor. Rus bombardımanının kapsam ve yoğunluğu Türkiye’yi rejim ile karşı karşıya gelme yolunu seçmeye zorladı. Ankara gözlem noktalarını bir savunma hattına dönüştürüp, Rus kontrolündeki Suriye hava sahasında helikopter uçurarak savunmacı bir duruş benimsedi. İdlib Rusya için rejimin toprak kazanımı yolunda kolay bir hedef. Vladimir Putin’in mültecileri idare etmek için 30 km’lik askerden arındırılmış bölge oluşturulması teklifi Türkiye’nin kaygılarını gidermeye yetmiyor ve rejimin topraklarını geri almayı sürdürmesinin gerekçesinden başka da bir amaç taşımıyor. Türkiye açısından ‘askerden arındırılmış bir bölge’ yeterli değil. Yalnızca İdlib’deki yönetim yapılarının bekası; mülteci ve radikallerin akınını durdurmada etkili olabilir.
İdlib’in geleceği Türkiye ile Rusya’nın kâr-zarar hesaplamalarına bağlı. Rusya İdlib’den toprak kazanmanın Türkiye ile ilişkilerde yaratabileceği ilk siyasi maliyetlere değer olduğu değerlendirmesinde bulunabilir. Zaten bitkin düşmüş sivil halka yönelik bombardımanların devamı Türkiye ve ötesine sıçrayabilecek insani bir krize neden olacak. İdlib’deki durum hâlihazırda bir kırılma noktasında. Bombalamalar altyapılara devasa zarar verdi, çiftçiliği kısıtladı, orta sınıf tüccarları kaçmaya zorladı ve insanları daha güvenli olan ancak yaşam maliyetlerinin daha yüksek olduğu sınır bölgelerine gitmeye sevk etti. Akaryakıt fiyatları üçe katlanırken, Suriye lirasının değer kaybetmesi ise yaşam maliyetlerini daha da yükseltiyor. Türkiye, yoğun bombardımanların başlamasından bu yana her gün ortalama 2000 kişinin muhaliflerin kontrolündeki (İdlib, Afrin, Fırat Kalkanı bölgesi) alanlardan kaçtığını tahmin ediyor. Mülteci ve radikal akını Avrupa sınırlarına dayanabilir.
Fakat Türkiye’nin çatışmacı tavrı Rusya’nın Ankara ile ve Ankara’nın rejim ile ilişkilerinde yaratabileceği siyasi maliyetlerin yeniden hesaplanmasını gerektirebilir. Türkiye Rusya için Suriye’de ABD karşısında bir koz, SDG’ye karşı Şam’ın gelecekteki ortağı ve daha geniş Ortadoğu’daki (Libya gibi) ortak girişimlerde bir müttefiktir. Rusya için değerlendirilmesi gereken en iyi seçenek; İdlib üzerindeki baskıyı azaltarak belli bir yönetim formuna izin verip Türkiye’nin kaygılarını yatıştırarak, Rusya ile Türkiye arasındaki gerilimlerin seviyesini tahammül noktasında tutacak bir geçici ateşkestir.
Bu son gerilim artışından sonra Astana sürecini ve Soçi anlaşmasını nasıl bir gelecek bekliyor?
Rusya ile Türkiye’nin Suriye’de yakınsayan menfaatleri Suriye krizini aşıyor ve iki tarafı uzlaşıya ikna ederek, hem Soçi hem de Astana süreçlerini kurtarabilir. Rusya’nın saldırganlığında geçici bir durağanlık Rusya’ya İdlib’de bazı alanların hâkimiyetini sunabilirken, Türkiye’ye de bazı yönetim formlarını ve nüfuzunu koruma imkânı verebilir. Böyle bir uzlaşı Soçi’nin yeni bir yorumu olabilir ki; bu da anlaşmayı koruyarak Astana sürecinin devamına zemin hazırlar.
Benzer şekilde, bu son gerilimin özellikle Suriye’deki Türk-Rus ilişkilerine ne gibi etkileri olacak?
Etkileri bir insani kriz ve sınırın ötesine taşabilecek muhtemel mülteci ve radikal savaşçı akını olabilir ki; bunlar, hem Ankara hem de Avrupa başkentlerinde kaygı sebebi. Çatışmanın geçici olarak durdurulması ile İdlib’deki yönetimin kurtarılması bu kaygıların bazılarını giderip mülteci akınını durdurarak, radikal cihatçıların yayılımını kontrol altında tutabilir. Bu, İdlib’deki yerel yönetim yapısına (Suriye Kurtuluş Hükümeti (SKH) ve İdlib’deki başat silahlı grup Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) yeni bir bakış getirilmesini ve bu grupların cihatçılığın yekpare beşiği ve tehdit kaynağı olarak değil de, kriz yönetiminin potansiyel araçları olarak değerlendirilmesini gerektiriyor.
Eski Özgür Suriye Ordusu kalesindeki yerel konseyler ya da kuzeydoğudaki Özerk Yönetim gibi Suriye’deki diğer yönetim deneyimlerinin aksine, SKH bir silahlı grubun uzantısı veya başat bir silahlı örgütün sivil kanadı değil. SKH, HTŞ hâkimiyetindeki güvenlik ve asker bölgesinde faaliyet gösteren ama onun bir ürünü veya ona organik olarak bağlı olmayan, sivil, kentli, orta sınıf bir mikro-teknokrasidir. SKH bir derece iç kurumsallaşmaya ulaşarak yaklaşık 7000 kişiyi istihdam edip, OCHA gibi BM kuruluşları ve uluslararası STK’larla ortaklıklar kuruyor. Şu anda aylık 10.000 dolarlık kısıtlı bir bütçe ile çalışıyor. Askeri operasyonların durması ve daha iyi kaynaklar bu yönetimi hayatta, mülteci akınını ise kontrol altında tutmanın önemli bir aracı olabilir.
HTŞ de krizin yatıştırılmasına yardımcı olabilir. İdlib’de askeri hâkimiyet kurmak HTŞ’yi küresel cihat yerine yerel kontrole odaklanmaya ve El-Kaide’den farklı olarak daha az ideolojik ve daha realist bir çizgi benimseyip El-Kaide’ye hesap veren daha katı cihatçı savaşçılara baskı uygulamaya zorladı. Bir tercihten ziyade HTŞ hayatta kalıp, yerel ortamında gelişimini sürdürüp normalleşerek ve böylece küresel cihatçılığın yayılıp ihraç edilmesini de istemeden kontrol altına almış oldu. Saldırıların artması bu dengeyi bozup, HTŞ’yi radikal gruplar arasında bile askeri müttefikler aramaya zorlarken; askeri operasyonların geçici olarak durdurulması HTŞ’yi yerelde tekrar güçlenmeye odaklayıp, cihatçıların sınırdan taşmasını engellemeye yardımcı olabilir.
Bu son gerilimler Suriye’deki siyasal süreci nasıl şekillendirebilir?
Gerilimler Suriye krizi için bir çözümün kapısını açacak. Suriye devletinin insani, finansal ve kurumsal tükenişi, muhaliflerin devam eden toprak kayıpları ve uluslararası desteğe sahip sürecin başarısızlığı Suriye krizini bir açmazda bırakıyor. Rejim zayıf ama Suriye devletinin tamamen çökmesine neden olacak kadar da zayıf değil. Bu sırada başta kuzeydoğuki Özerk Yönetim, muhalifler ve belki de yeniden ortaya çıkacak DAEŞ olmak üzere diğer gruplar can çekişen Suriye devletinin bıraktığı boşlukta yaşamaya devam ediyor.
Suriye krizinin sona ermesine yardımcı olmak için bu vakumda ortaya çıkmış (kuzeydoğudaki Kürtler veya kuzeybatıdaki İslamcılar vb.) yönetim yapılarının “Suriyelileştirilmesini” hedefleyen plansız girişimlere odaklanılmalı. Uzatılmış çatışmayla geçen dokuz yıl, Suriyeli olmayan örgütlerden türemiş bu aktörleri faaliyet gösterdikleri Suriye kontekstinde erimeye, Suriyeli üyeler almaya, karar almada ana örgütlerinden bağımsız hareket etmeye ve asli ideolojileriyle aralarına mesafe koymaya zorladı. Mesela Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve çekirdek lider kadrosu Halk Savunma Birlikleri (YPG) örneğinde bunu görüyoruz. Bazılarının çoğunlukla Türkiye’de faaliyet gösteren PKK ile bir geçmişi varken, dokuz yıllık çatışma onları PKK’nın önceliklerinden ayrı pragmatik hesaplar yapıp, Suriye’deki Özerk Yönetimlerinin ayakta kalmasına odaklanmaya zorladı. Suriye çatışmasının çözümü ancak bu aktörlerin yerelleşip normalleşme süreçlerini destekleyip hızlandırmakla ve yabancı hamilere bağımlılıklarını azaltıp ulusal gündemler geliştirmelerini sağlamakla mümkün olabilir.
Bu gerilimler Fırat’ın doğusu ve Türkiye’nin Suriye Demokratik Güçleri’ne yaklaşımını nasıl etkileyecek?
Operasyonların iki sahnesi; İdlib ve Fırat’ın doğusu birbirleriyle ilişkili. Türkiye’nin kuzeydoğuda Rusya ve Şam ile süren ittifakının faydaları Rusya ve Türkiye’nin bir uzlaşma yolu bulmasına yardımcı olabilir. Türkiye güney sınırındaki SDG varlığını SDG liderleri ile Ankara’nın kırk yıl savaştığı bir hareket olan PKK arasındaki ideolojik bağlantılar nedeniyle ciddi bir ulusal güvenlik meselesi olarak görüyor. Ankara-Şam ilişkileri İdlib’de ne kadar çok aşınırsa, SDG ve Özerk Yönetim için o kadar fazla nefes alma ve doğuda varlığını sürdürme alanı açılacak ki, bu da Türkiye’nin kaygılarını canlı tutacak. Türkiye gibi Rusya da günün sonunda rejimin yeterli araçlara sahip olur olmaz SDG kontrolündeki bölgeleri ele geçirmesini istiyor. Fakat şimdilik zamanını stratejik olarak kullanıp, rejimin kuzeydoğuda yavaş ve kademeli ilerleyişini tercih ederek, Türkiye’ye daha fazla baskı uyguluyor. Batıda mülteci akını ile Fırat’ın doğusunda Özerk Yönetim’in direnci tehdidiyle karşı karşıya kalmak Türkiye’yi karşılaşmacı ve savunmacı bir tavır almaya ve sahada yeni bir gerçeklik yaratarak ulusal güvenlik kaygılarını gidermenin tek yolunun kuzeydoğuda bir operasyon başlatmak olduğunu düşünmeye sevk edebilir.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

PATRICK HAENNI & MARIA FANTAPPIE
