İdrak Göçü
İdrak göçü, göreli olarak hayat kalitesi algısı üzerinden şekillenmektedir sanki. Sadece ekonomik imkân yetersizliği, daha yüksek gelir beklentisi değildir asıl mesele. Daha iyi hayat şartları, daha demokratik bir ortam, daha fazla fırsat eşitliği, asgari insan hakları, daha kaliteli eğitim imkânları beklentisidir göçün ardındaki motivasyon.
Kullanımı çok yaygın olan ve son zamanlarda tekrar güncelleşen bir kavram var: Beyin göçü. Aslında kavram kendini yeterince anlatır. Her kavram gibi! Beyin göçü kavramı, bir ülkenin eğitimli, diplomalı insanlarının ülkelerini terk etmelerini ve koşulları, imkânları daha iyi olan ülkelere geçici ya da temelli yerleşmelerini ifade etmek için kullanılır. Ancak bu kavram bana her zaman biraz kulak tırmalayıcı gelmiştir. Bana göre sorun göç eden kişilerin niteliklerini, donanımlarını ifade etmek için seçilen metafordadır. Aslında her metafor biraz eğretidir. Bu nedenle Türkçe metafora “eğretileme” diyoruz zaten. O halde benim itirazım eğretilemenin dozajınadır.
Biraz fazla eğreti kalan “beyin”dir burada. Çünkü beyin, göç edenlerin artılarını ifade etmek için fazla biyolojik, fizyolojik, ölçülebilir, tartılabilir bir şeydir. Kısacası fazla nicelikseldir. Kimilerinizin aklına hemen “zekâ” kavramı gelmiş olabilir. Bence o da iyi bir seçenek değildir. Çünkü “beyin” ile ima edilen bütün özellikler “zekâ” için de geçerlidir. Çünkü zekâ da fazla ölçülebilir, niceliksel bir özelliktir. IQ boşuna icat edilmemiştir.
Gidenlerin niteliklerini, artılarını “beyin” ile soyutlamak, özellikle kalanlar için biraz vahimdir. Çünkü gidenleri beyinli olarak nitelemek, kalanların beyinsiz olabileceğini ima eder dolaylı olarak. Oysa beyin insanlar arasında en eşit paylaştırılmış şeylerden biridir! Yine Descartes’a bir nazire olsun. Bence bu göçü tanımlamak için daha niteliksel bir kavram tercih edilebilir. Benim önerim ise idrak.
Daha önce aydın ile entelektüeli ayırt etmek istediğim bazı yazılarımda buna değinmiştim. Tekraren çok fazla ayrıntıya girmek istemiyorum. Daha yeni bir ifadeyle anlama yetisi, anlayış kapasitesi de diyebiliriz. Bir anlamda idrak beyni kullanma yeteneğidir. İdrak, öznenin dünyayla veri bağlantısını sağlayan özelliktir. Bir anlamda fikrî beslenmesidir. İdrak kapasitesi geniş insanlar çok daha geniş bir veri setinden beslenirler. Dünyaya, topluma çok daha geniş bir pencereden bakabilirler.
Aslında eğitimin, diplomanın, akademik unvanların idrak kapasitesini artırıyor olması beklenir. Ancak bunun için cari eğitim sisteminin belli bir nitelik seviyesinin üzerinde olması gerekir. Yurttaşın toplumsallaşma, kamusallaşma süreçlerinin aynı şekilde idrak ufkunu genişletmesi umulur. Ancak bunun bile asgari doğal hakları, demokrasi standartları vardır.
İten ve Çeken Faktörler
İdrak göçü maddi olmaktan çok manevi bir göçtür. Sayısal olmaktan çok içerikseldir. Niceliksel olmaktan çok nitelikseldir. Cüzdandan çok değerlere dairdir. Klasik sosyoloji teorilerinden hafızamda yer etmiş olan bir göç teorisi vardı: İten faktörler ve çeken faktörler. İten faktörler daha çok köyü, taşrayı işaret eder. Çeken faktörler ise daha çok şehri, metropolleri ima eder. İten tarımdır, köylülüktür. Çeken ise sanayileşme, şehirlileşmedir.
İdrak göçü, göreli olarak hayat kalitesi algısı üzerinden şekillenmektedir sanki. Sadece ekonomik imkân yetersizliği, daha yüksek gelir beklentisi değildir asıl mesele. Daha iyi hayat şartları, daha demokratik bir ortam, daha fazla fırsat eşitliği, asgari insan hakları, daha kaliteli eğitim imkânları beklentisidir göçün ardındaki motivasyon.
Sanırım varmak istediğim noktayı artık anlamışsınızdır. Konuyu, son dönemde yoğunlaşan Avrupa’ya doğru nitelikli yurttaş göçüne bağlamak istiyorum. Özelikle de hekim ve sağlık personeli göçüne. Bu göçte de iten ve çeken faktörler elbette hâlâ mevcuttur. Ama artık nitelik değiştirmişlerdir. Bu göç 1960’ların Almanya’ya yönelik işçi göçünden farklıdır. Bu göç, Anadolu kırından Alman sanayi şehirlerine doğru hareket etmişti. İten ve çeken faktörler fazlasıyla ekonomikti. Bu göç 12 Eylül 1980 sonrası yine Avrupa’ya yönelik olan mülteci göçüyle de aynı değildir. Çünkü bu göç de özellikle iten faktörler açısından fazla politikti, hukukiydi. Bu göç de elbette ekonomik, politik özellikler taşımıyor değil. Ancak bence bunun artısı da var. Bu insanlar işgücü açısından niteliksiz emeği temsil etmiyorlar. Hatta ülkenin en iyi mekteplerinden mezunlar. Gittikleri yerde de büyük ihtimalle köşeyi dönmeyecekler. Bu insanlar, daha beyinli, daha zeki değiller, sadece daha idrakliler. Bugün Türkiye’de olup biteni, dünyanın geri kalanıyla birlikte daha geniş pencereden görebiliyorlar.
Üstelik bu yeni idrak göçünü zaten bir geçiş coğrafyası, hatta kimilerinin pek sevdiği bir ifadeyle “medeniyetler beşiği” olan bu toprakların göç tarihi içinde de değerlendirmek lazımdır. Ancak oraya gelmeden önce aklıma basit bir soru takıldı: Anadolu gerçekten bir medeniyetler beşiği ise, beşikten inen yürüyüp gitmiş gibi gözüküyor. Yerleşmeye niyetlenen fazla olmamış! Bilindiği gibi, Osmanlı-Türkiye modernleşme tecrübesi aynı zamanda sistematik bir göç tecrübesidir.
İdrak En Değerli, En Pahalı Emektir
Geçen hafta Perspektif’te yazdığım “Sürgün Aydını: Muzaffer Şerif” başlıklı yazıda bu toprakların üniversite tarihinin aynı zamanda bir tasfiyeler tarihi olduğunu ifade etmiştim. Buna bağlı olarak da, üniversiteden tasfiye edilenlerin kalite ortalamasının genellikle kalanlardan daha yüksek olduğunu vurgulamıştım. Benzer yorumu Osmanlı-Türkiye tecrübesinin göç tarihi için de söyleyebiliriz diye düşünüyorum. Bazı istisnalar dışında gidenlerin idrak kapasitesi, kalanlardan ve gelenlerden daha yüksektir. Yani bu topraklar yüzyıllardır idrak açığı vermektedir. Tıpkı cari açık verdiği gibi. Yoksa sistematik cari açık veriyor olmanın, düzenli idrak açığı vermekle bir ilişkisi olmasın!
Beyin emek değildir. Zekâ emek değildir. Ama idrak emektir. Hatta en değerli, en pahalı emektir. İdrak, katma değeri en yüksek donanımdır.