İktidar, Sermaye ve Medya İlişkisi
Medya kuruluşları ve iş çevrelerinin, siyasi iktidara karşı giderek artan bir bağımlılık ilişkisi geliştirmesi medya özgürlüğünü ve medyada çok sesliliği baltalayan önemli unsurlar arasındadır. Bu bağımlılık hali ile medyanın demokrasilerde sahip olması gereken olağan görevinden uzaklaştığı söylenebilir.
“Media” kavramı medium’un (medyum) çoğul halidir. Medyum, doğrudan ulaşılamayan kaynaklara aracılık etmek anlamında kullanılır. Bu anlamda, olayların sosyal ve politik açıdan geniş kitleler tarafından değerlendirilme şekli şüphesiz olayları aktaran medya temsilleri ile doğrudan ilgilidir, denebilir. Özgür ve çoğulcu bir medyanın varlığı demokrasinin güvencesi olarak nitelendirilir.
Medya, siyaset ve demokrasi ilişkisi üzerine geçmişten günümüze birçok çalışma yapılmıştır. Medyanın ekonomi politiği, medya ve siyaset sınıfı arasındaki ilişki ve sosyal medyanın siyaset üzerindeki etkisi gibi konular hâlâ birçok sosyal bilimcinin ilgisini çekmekte. Medyanın oynadığı önemli rol yalnızca liberal demokratik rejimlere has bir özellik değildir. Demokrasilerde özgür ve bağımsız medya, halkı bilinçlendirme ve iktidarı denetleme işlevine sahipken, otoriter rejimler medyayı baskı altında tutarak halk ile paylaşılacak haber içeriklerini belirler ve böylelikle iktidara muhalif oluşumların önüne geçmeyi hedefler.
Medya ve Ulus-İnşa Süreci
Henüz demokratik yönetim biçimi tarih sahnesinde yerini almadan önce ulus-devlet inşası sürecinde basın-yayın organlarının ulus inşasına yapmış olduğu katkılara değinmek, medyanın siyaset ve toplum ilişkilerinde tarihi olarak kritik bir işleve sahip olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Ulus-inşa sürecinde kitle iletişim araçlarının milli bir kimlik yaratmaya yönelik kullanıldığı bilinmektedir. Kitle iletişim araçları semboller aracılığıyla ulusal bir bilinç inşasına yönelik milliyetçi söylemleri temel alır. Bu süreçte, medya sadece milliyetçi ideolojiyi aktarmakla kalmaz aynı zamanda onu yeniden üretir. Medya, milliyetçilik ideolojisine dayanarak ve ulusal sembollere göndermeler yapmak suretiyle “biz/onlar” ayrımını da vurgular.
Benedict Anderson’ın Hayali Cemaatler adlı eseri, milliyetçilik açısından medyanın rolüne ilişkin önemli bir teorik açıklama sunar. Anderson, Avrupa ulus-devletlerindeki milli bilincin matbaa, kapitalizm ve insanın dilsel çeşitliliğinin sonlu olmasının ortak bir ürünü olarak ortaya çıktığını ifade etmektedir. Medya, milli kimliğin sınırları dışında kalan grupları “öteki” olarak göstermek suretiyle milli aidiyet duygusunu derinleştirir. Bu anlamda, medyanın milliyetçiliğin söylemsel üretimine önemli ölçüde katkıda bulunduğu söylenebilir.
Medya ve Siyaset İlişkisi
Medya, modern demokrasilerde yargı, yürütme ve yasamanın yanında “dördüncü güç” olarak görülmektedir. Bilindiği üzere, demokratik rejimlerde güçler ayrımı önemlidir ve yasama, yürütme ve yargı erkleri arasındaki ayrımın ve denge-denetleme mekanizmasının sürdürülebilir olması adına medya, iktidarı kamu adına gözetleme işlevi üstlenmektedir.
Medya kitlelere siyasetten ekonomiye ve dünya meselelerine kadar her alanda çeşitli konularda bilgi sunmaktadır. Hükümetin medya aktörleri üzerinde uyguladığı baskının artması, halkın haber alma özgürlüğünü önemli oranda etkilemektedir. Özgür medya, güçlü bir demokrasinin vazgeçilmez unsurlarındandır; zira kitlelerin toplumsal ve siyasal olaylara ilişkin kanaatleri, olayların medyadaki temsilleriyle şekillenmektedir. Medyanın demokratik toplumlar için önemini temelde üç husus üzerinden açıklamak mümkün: (1) Topluma bilgi sunmak (2) kamuoyu oluşum sürecine destek olmak (3) kamu adına iktidarı denetlemek. Bu hususların işleyişi üzerinden medya ve siyaset arasındaki ilişkinin şekillendiği söylenebilir. Ünlü siyaset bilimci John Keane, Medya ve Demokrasi adlı eserinde, medyanın demokrasi açısından taşıdığı öneme ilişkin tamamen yeni bir analitik çerçeve sunmaktadır. Keane’e göre, piyasa-dışı ve devlet-dışı medya aktörleri, demokrasi açısından kritik bir rol oynamaktadır.
Türkiye’de Medya, İktidar ve Sermaye İlişkisi
Ülkemizde medya-siyaset ilişkisi geçmişten günümüze önemli değişim ve dönüşümler yaşamış olsa da siyasi kültürün zorunlu kıldığı sonuçlardan biri olarak iktidardan bağımsız ve özgür bir medyanın varlığından söz edilemez. Tarihe bakıldığında, hâkim ideolojiyi yaygınlaştırma yönünde elitlerin bir araç olarak kullandığı medya geçmişinden bahsetmek mümkün. Kurtuluş Savaşı yıllarında Atatürk, “İrade-i Milliye” adlı yayın aracılığıyla Sivas Kongresi’nde alınan kararların geniş kitlelere ulaşmasını sağlamıştır. Benzer bir şekilde, Yunus Nadi’nin çıkardığı “Yeni Gün” de Kurtuluş Savaşı ideallerini destekleyen önemli yayınlarındandır.
Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana medya-siyaset ilişkisinin liberal bir demokrasinin gerektirdiği nitelikte olmadığı söylenebilir. Erken Cumhuriyet yıllarında medya organlarının, ulus-inşa projesinin ulusal kimlik ve milli dayanışmayı tesis etme aracı olarak kullanıldığı bilinmektedir. Öte yandan, çok partili yıllarda medya eskiye nazaran daha çoğulcu ve özgür bir yapıya kavuşmuş olsa da 1950’lerin ortalarından sonra sansür faaliyetlerinin artmış olduğu bilinmektedir. Ayrıca medyanın, 1960 yılında gerçekleşen darbeye giden süreçte DP’nin meşruiyet zeminini zayıflatma yönünde rol oynadığı söylenebilir.
1980 darbesi sonrası yönetime geçen Özal döneminde önemli ölçüde liberalleşme yaşanmıştır ve neo-liberal politikaların kazandırdığı ivme ile 1990’larda özel mülkiyetli medya kuruluşlarının kuruluşuna tanık olunmuştur. Bu yıllarda güçlenen kimlik siyasetine paralel olarak medyada da hem içerik hem de yapısal olarak çeşitlenme yaşanmıştır.
Türkiye’de bağımsız medyanın varlığından söz edilememesinin temel sebepleri arasında çapraz medya sahipliği (media cross-ownership) önemli bir etkiye sahiptir. Çoklu editoryal yapının ve çok sesliliğin kaybına sebep olan çapraz medya sahipliği, aynı sermaye sahiplerinin farklı medya alanlarında ve farklı sektörlerde faaliyet göstermesi anlamına gelmektedir. Media Ownership Monitor’ün 2016 yılına ait raporuna göre Türk medya kuruluşlarının yaklaşık yüzde 71’i hükümete yakın dört büyük şirkete ait: Turkuvaz/ Kalyon, Demirören, Doğuş ve Ciner. Dolayısıyla Türkiye’de medya sahipliğinin birkaç büyük holdingin elinde yoğunlaştığı söylenebilir. Bu bağlamda, medya patronlarının farklı alanlarda faaliyet gösteren şirketlerinin, medya kuruluşlarını iktidarı denetleme ve eleştirme görevinden uzaklaştırdığı ve iktidar yanlısı yayınlar yapmaya yönlendirdiği ifade edilebilir. Bu bağımlılık ilişkisi ise günümüzde medya-siyaset ilişkilerini anlamak açısından önemli bir yere sahiptir. Medya kuruluşları ve iş çevrelerinin, siyasi iktidara karşı giderek artan bir bağımlılık ilişkisi geliştirmesi medya özgürlüğünü ve medyada çok sesliliği baltalayan önemli unsurlar arasındadır. Bu bağımlılık hali ile medyanın demokrasilerde sahip olması gereken olağan görevinden uzaklaştığı söylenebilir. Medya-siyaset ilişkisinin normal seyrine dönüştürülmesi ise iktidarın medyayı ideolojik bir araç olarak görmek yerine kamuya bilgi sunma ve yönetimi kamu adına denetleme yetkisini tam anlamıyla koruyan bir kurumlar ve kurallar bütünü oluşturması ile mümkün.