İktidarın Bürokrasi ile İmtihanı

Devlet anlayışındaki aşınma, vatandaşın hayatını zorlaştıran sorunlara çözüm üretilememesi sonucunu doğuruyor. Bakanlık koltuğuna oturan aktörlerin temel işi vatandaşın karşılaştığı sorunlara çözüm üretmeleri, uygulamanın ve dolayısıyla da bürokrasinin denetlenmesidir. Temel mevzuatı uygulamayanlarla ve vatandaşın sorununa çözüm üretemeyenlerle yolunu ayırmaktır. Kim olursa olsun, vatandaşın yaşamını kolaylaştıracak adımları atmıyorsa, hesap vermelidir.

31 Mart yerel seçim sonuçlarına ilişkin görüşmeler, değerlendirmeler, tartışmalar ve analizler devam ediyor. Seçimi kazanan ve pozisyonunu tahkim etmeyi amaçlayan ana muhalefet partisinin yol haritasını netleştirdiğini söylemek mümkün. Belediye faaliyetlerinin izlenmesi, aylık değerlendirmelerin yapılması, kamuoyu tepkisi çeken atamalara müdahale edilmesi, Arapça levha ‘alerjisi’ konusunda dikkatlerinin çekilmesi, halkla iletişim dili, sosyal politikalar gibi alanlarda öğrenen ve bunu hayata geçiren bir muhalefet anlayışı gelişiyor.

 

İktidarın seçim sonuçları ve bu sonuçların ortaya çıkardığı siyasal iklimi yönetme konusunda nasıl bir yol haritası hazırladığı ise henüz net değil. Kimi çalışmaların yapıldığı konuşuluyor. İl kongreleri aracılığıyla teşkilatların gözden geçirilmesi dışında ortaya çıkmış somut bir veri yok. Tartışmalar, seçim sonucu üzerinde etkili olan başlıkların ifade edilmesiyle sınırlı. Ağırlıklı olarak teşkilatların çalışma motivasyonları, aday tercihleri, ekonomik verilerin oluşturduğu olumsuz etki, emeklilerin beklentilerinin karşılanamaması, kampanya yönetimi gibi konular tekrarlanıyor. Yani somut bir politik değerlendirme henüz yapılmadı.

 

Son yıllarda sıklıkla konuşulan, “siyaset değişikliği mümkün mü” sorusu gündemde değil. Politika değişikliği oldukça zor görünüyor. Bu zorluğa rağmen seçim sonuçları üzerinde etkili olduğu için konuşulması gereken konulardan birisi de devlet anlayışında ortaya çıkan değişim. Aslında bu konu temel bir ideolojik pozisyon olarak görülmeyebilir. Konuya, devletin sunduğu hizmetler, hizmetlerin kalitesi, buna ilişkin ortaya çıkan sorunların çözülmesi biçimi ve vatandaş memnuniyetsizliğinin giderilmesi olarak bakmakta fayda var.

 

Devlet Anlayışı

 

Siyasette en ayırıcı konu başlıklarından birisi, siyasi partinin sahip olduğu devlet anlayışıdır. Demokrasiye bakış, insan hakları anlayışı, yönetim tarzı, halkla ilişki biçimi, karar alma süreçlerindeki tutum gibi birçok konu, devlete yüklenen anlam ve devlet anlayışıyla doğrudan ilgilidir. Geçmiş iktidarların büyük çoğunluğu bu anlayışları üzerinden değerlendirildiği için tüm siyasi partiler bu meselenin ehemmiyetini bilir. Ancak konu, muhalefette ve iktidarın ilk yıllarında önemsenir ve kendisine referans verilir. Fakat iktidar süreçlerinin ilerlemesiyle birlikte, iktidar gücünü kullanmanın oluşturduğu ‘arzu’ ve bürokrasi ile kurulan yakınlıklar gibi faktörler, var olan duyarlılıkta erozyona/aşınmaya neden olur. Tüm partilerin içine düştüğü kısır bir döngü oluşur. Kısacası iktidar süreçleri, devlet anlayışı retoriğinin nutuklarda çok sık kullanıldığı ama uygulamada içeriğin unutulduğu bir süreç.

 

22 yıldır tek başına devleti yöneten ve 20 yıla yakın bir süredir yerel iktidarı da (büyük oranda) yöneten AK Parti’nin, kuruluş belgelerinde ve siyasi anlayışını ortaya koyan açıklamaların tümünde, devlet anlayışına ilişkin pozisyon, geçmiş iktidarların uygulamalarının eleştirisi, vatandaşı merkeze koyan, halk memnuniyetini önceleyen vatandaş-devlet çekişmesinde “vatandaşı yaşat ki devlet yaşasın” sözüne vurgu yapan bir anlayıştır. Sorun, iktidar süreciyle birlikte bu alanda ortaya çıkan aşınmanın görülememesi veya yok sayılması. Kuşkusuz partinin kuruluş belgelerinde aynı ifadeler duruyor. Hatta söylemde bu ifadelere vurgu da yapılıyor. Ama uygulama süreçleri sahici bir biçimde denetlenmediği, vatandaşın talepleri dinlenmediği ve memnuniyet analizi yapılmadığı için oluşan aşınma görülmüyor, görülmek istenmiyor.

 

Devlet anlayışı ile uygulama arasındaki farkın ne zaman başladığını tam olarak ifade etmek zor. Geçmiş seçim sonuçları, partinin yerel faaliyetleri ve vatandaş ile kurulan ilişki tarzı sağlıklı analiz edilirse bu konu anlaşılabilir. AK Parti devlet anlayışının uygulamada değişime uğraması ve bu değişimin vatandaş memnuniyetini olumsuz etkilemesinin ise FETÖ’cü darbe girişimi ve sistem değişikliği sonrasına tekabül ettiğini söylemek mümkün. Bu süreçten sonra özellikle şehirlerdeki parti kadrolarının kendilerini ‘devletin sahibi’ gibi görmeye başladıklarına ilişkin değerlendirmeler oldukça fazla. Dolayısıyla, hükümet ve AK Parti bir çıkış arıyorsa ve yeni bir yol haritası hazırlayacaksa, bakması gereken alanlardan birisi de bu. Parti kadrolarının ve bürokrasinin söylem analizi, bu değişime ilişkin net fikir verebilir. Bununla birlikte uygulamaya, kurumlarının işleyişine ve vatandaş memnuniyetine de bakmak gerekir.

 

Bürokratik Refleks ve Bürokratik Sorumsuzluk

 

Siyasi partilerin devlet anlayışında ortaya çıkan aşınmanın sorumlularının başında bürokrasi gelir. Bu konuda iki temel faktörden bahsetmek mümkün. İlki; politika belirleme ve uygulama süreçlerinin bürokrasiye havale edilmesi. Burada anahtar ifade, “Siz konuya ilişkin bir çalışma yapıp getirin, konuşalım” cümlesidir. Aslında bu cümle, politikaların biçimlendirilmesi, süreçlere yön verilmesi ve uygulamanın bürokrasi tarafından yönetilmesi anlamına gelir. Dolayısıyla hesap veren seçilmiş aktörlerin katkısı sınırlıdır. Çünkü ana çalışmayı seçilmişler yapmıyor. Seçilmişler yapılmış hazırlığa ‘rötuş’ yapan aktörler ve uygulama süreçlerini ‘izleyen’ bir konuma indirgeniyor.

 

Bürokrasinin temel becerisi, tüm adımları çok profesyonelce planlaması ve hayata geçirmesidir. O denli profesyonel bir üslup tercih edilir ki iktidarda olan aktörler her şeyi kendilerinin yaptığını vehmederler. Aslında bunun bürokrasi tarafından kurulmuş bir ‘tuzak’ olduğunu kavramak kolay değil. Bürokrasi geçmişleri olan seçilmişler dahi, iktidar olmanın verdiği ‘haz’ ile bu ‘tuzağı’ fark etmezler.

 

Bürokrasiye ilişkin ikinci faktör, seçilmişlerle kurulan yakınlık ve seçilmişlerin “bunlar bizim arkadaşlarımız, biz göreve getirdik, yanlış yapmazlar” yaklaşımından sonra ortaya çıkan ahbaplık, güven ve buradan elde edilen alan hâkimiyetidir. Siyasetçiler alan hâkimiyetini bir kez kaybettiklerinde, tazim edilen ama nüfuz edemeyen aktörlere dönüşürler. Bu ilişki biçiminden vatandaşın lehine bir sonucun çıkması ise çok zor. Tüm süreci yöneten atanmışlar, vatandaşı değil, üstleri olan seçilmişi memnun etmeye odaklanırlar. Çünkü kolay olan bu.

 

Tüm bunlar yapılırken bürokrasinin sorumluluk aldığına ilişkin örnek, neredeyse yok. Hazırlık, planlama ve uygulama süreçlerini yöneten ama sorumluluğu olmayan bir elit sınıf. İktidar veya bakan değişikliğiyle ortaya çıkan görevden almalar, hesap vermek değildir. Sadece yeni seçilmişin, var olan isimler arasından, daha rahat yakınlık kuracağı yeni bir atanmışı tercih etmesidir. Yani sorumluluğun ve hesap verebilirliğin olmadığı bir mekanizma var. Bu mekanizma değişmediği müddetçe, işlerin düzelmesini beklemek saflık olur.

 

İnisiyatif Devleti mi, Hukuk Devleti mi?

 

Devlet denilen aygıt, ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı olan tüm vatandaşlara eşit hizmet sunan bir organizasyondur. Yapının sağlıklı işlemesi için devletin, vatandaşın, yönetici elitin, bürokrasinin haklarını ve yükümlülüklerini tanımlayan yasal mevzuat vardır. Herkes kendisiyle ilgili yasal mevzuata uymak zorundadır. Aksi takdirde, Anayasa’da tanımlanan “hukuk devleti” ilkesi zarar görür ve ortadan kalkar. Bu anlamıyla üzerinde durulması gereken temel konu, tüm vatandaşların eşit haklara sahip olduğu ve işleyişte var olan mevzuatın takip edilmesidir. Hukuk ve mevzuat işletilmediği zaman inisiyatif devreye girer. Bu ise bürokrasinin keyif ve haz aldığı alandır. Vatandaşın hakkı olan küçük bir konu dahi çözülmez, büyük bir meseleye dönüştürülür ve inisiyatifin devreye girmesi beklenir. İnisiyatif devreye girdiği zaman ise bürokrasinin kurmuş olduğu tuzağa düşülür ve bürokrasi ‘egemenlik’ alanını genişletir. Bunun için ise “aslında konu zor, ama biri arasın o zaman çözmeye çalışırız” derler.  Sonuç olarak kısa bir sürede bu tutum, bir ‘geleneğe’ dönüşür.

 

Küçük gibi görünen bu tür müdahalelerin sonucu, kimilerinin kendini devletin sahibi görmesi ve hukuk devletinin inisiyatif devletine dönüşmesidir. Dikkat edilmesi gereken konu şu: Kamu idaresi ve bürokrasi işini yapmadığı zaman, sadece vatandaş memnuniyetsizliği ortaya çıkmıyor. Bu iş görme tarzıyla birlikte ortaya çıkan asıl sorun, kimilerinin kendilerini ‘devletin sahibi’ olarak görmesi ve vatandaşın kendi sorununu çözmek için aracı, inisiyatif arayışına girmesidir. Bu ise mevzuatı ve hukuku ortadan kaldırmak anlamına gelir. İnsanlar hastaneden randevu almak, evine su/elektrik bağlatmak, sokağını temizlettirmek, ruhsat almak gibi basit konularda dahi aracı/inisiyatif arayışına giriyorlar. Bu tür örnekleri alt alta koyduğunuzda, uygulama süreçlerine ilişkin sorunun boyutu daha net görülür. Çevremize baktığımızda durumu net olarak görebiliriz. Bu nedenle de tüm siyasi partilerin üzerinde durması gereken bir konu bu.

 

Sorumluluk ve Hesap Vermek

 

Kısaca özetlemeye çalıştığımız işleyişin en temel özelliği, ana faturanın, süreçlerde kısa roller verilen siyasetçilere ödettirilmesidir. Halka giden, neredeyse iki yılda bir halktan oy isteyen siyasetçidir. Halk, olan bitenin hesabını yüz yüze görüşmelerde veya sandıkta soruyor. Zaten olması gereken bu. Ancak siyaset özeleştirisini verirken, bürokrasinin kurduğu örtülü ‘tuzağı’, bunu kuran aktörlerin sorumluluğunu görmek, hatta hesap sormak zorundadır.

 

Ülkenin yönetiminden sorumlu olan siyasetin yapacağı şey, sorumluluk alanına giren tüm konularda toplumsal memnuniyeti izlemektir. Düzenli aralıklarla yapılacak araştırmalar, analizler, sandık sürecine hazırlıklı olmak anlamına gelir. Eğitime, adalete, güvenliğe, sağlığa, sosyal adalete, ulaşıma, kalkınmaya, ekonomik hayata ve dış politikaya ilişkin sorunları anlamanın, halkın beklentilerini öğrenmenin yolu memnuniyet araştırmalarıdır. Sağlıklı bir yol haritası için bu önemlidir.

 

Devlet anlayışındaki aşınma, vatandaşın hayatını zorlaştıran sorunlara çözüm üretilememesi sonucunu doğuruyor. Bakanlık koltuğuna oturan aktörlerin temel işi vatandaşın karşılaştığı sorunlara çözüm üretmeleri, uygulamanın ve dolayısıyla da bürokrasinin denetlenmesidir. Temel mevzuatı uygulamayanlarla ve vatandaşın sorununa çözüm üretemeyenlerle yolunu ayırmaktır. Kim olursa olsun, vatandaşın yaşamını kolaylaştıracak adımları atmıyorsa, hesap vermelidir. Ayrıca bürokrasiyi hizaya getirecek şey sorumluluk altına girmek ve hesap verecek olmasıdır.

 

Umarım iktidar, yerel seçim sonuçlarını devletin sunduğu hizmetlerle ilgili vatandaşın memnuniyeti üzerinden de analiz eder. Bu analizlerin sonucu ise olumsuzlukların ve memnuniyetsizliğin tüm sorumlularının hesap vermesidir. Eğitim sisteminde sorun varsa, adalet tesis edilemiyorsa, sağlık sistemi işlemiyorsa, güvenlik kaygısı vatandaşın gündelik hayatında sıkıntılara neden oluyorsa ve altyapı sorunları nedeniyle ulaşım zorlaşıyorsa vatandaşın yapacağı şey hoşnutsuzluğunu sandıkta göstermektir. Siyaset kurumuna düşen ise gerekli tedbirleri almak ve aksaklıklarla ilgili hesap sormaktır. Umarım, bürokrasi ile imtihandan olumlu sonuç alınır ve hesap sorma, “bizim arkadaşlar” değerlendirmesine kurban edilmez.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.