İktidarın Reform Arayışı
Berat Albayrak’ın beklenmedik istifası sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “ekonomide, hukukta, demokraside reform” söylemi siyasetin gündemini radikal bir şekilde değiştirdi. Ekonomi yönetiminde yaşanan kadro değişimi kamuoyu nezdinde olumlu karşılık bulurken, reform arayışının siyaset ve hukuk alanı ise iktidar bloku içinde sert bir ayrışmaya yol açtı. Reform söyleminin iktidar bloğu içinde eş zamanlı olarak ürettiği heyecan ve endişe, kısa sürede mevzi mücadelesine dönüşerek ittifakın akıbetini etkileyecek bir boyuta taşındı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın süregelen tartışmalara, beklentileri düşürme ve endişeleri giderme yönünde müdahale etmesi, iktidar içi siyasal gerilimi dindirirken reform söyleminin de içini boşalttı.
Bir ay boyunca gündem oluşturan ve önümüzdeki dönemde de farklı rotalar çizerek Türkiye’yi meşgul edeceği anlaşılan iktidarın reform arayışını enine boyuna değerlendiriyoruz. Mesut Yeğen, İbrahim Kiras, Kemal Can, İsmet Berkan ve Galip Dalay iktidarın reform söylemine neden ihtiyaç duyduğunu, reform arayışının tetiklediği ittifak içi ayrışmaları, sahici bir reformun imkanlarını ve reform arayışının akıbetini Perspektif-Soruşturma için değerlendirdiler.
İktidar reforma neden ihtiyaç duydu? Reform arayışında etkili olan dinamikler neler?
MESUT YEĞEN: İktidarı reform fikrini canlandırmaya ve ağır ağır da olsa iktisat siyaseti alanından başlayarak reform yapmaya sevk eden üç önemli dinamik olduğunu düşünüyorum.
2016’dan beri etkili olan iktisat siyasetinde ve kadrolarında bir değişimi zorlamasından da belli olduğu üzere, ilk ve en önemli dinamik iktisadi alanda yaşanan büyük başarısızlık. İşten çıkarmanın yasaklanması ve verilerin şeffaf olmayışından ötürü tüm boyutlarına vakıf olmadığımız halde TL’deki değer kaybı, Merkez Bankası rezervlerindeki düşüş ve sokağın enflasyonu gibi birkaç gösterge ekonomik durumun hiç de iç açıcı olmadığını gösteriyor. Dolayısıyla, giderek kötüleşeceği anlaşılan iktisadi durumu değiştirme ihtiyacı Erdoğan’ı reform söylemine geri dönmeye mecbur kılmış görünüyor.
İkinci dinamikse, Biden’ın seçilmesiyle beraber Trump döneminde dış siyasette Türkiye’nin önünde açılan hareket alanının daralması ihtimalinin ortaya çıkmış olması. Hem bir başına ABD ve AB’yle bozulan diplomatik ilişkileri mevcut biçimiyle sürdürmenin giderek maliyetli hale gelmiş olması, hem de ABD ve AB’yle yaşanabilecek sert bir krizin kötü iktisadi durumu derinleştirme ihtimali iktidarı bir tür reform fikrine ve siyasetine mecbur bırakmış görünüyor.
Üçüncü sebepse Cumhur İttifakının seçmen desteğinin gelecek seçimlerde başarılı olmak için yeterli olmayacak şekilde gerilediğinin belli olması. Kamuoyu yoklamaları da gösteriyor ki Erdoğan ve Cumhur İttifakı için gelecek seçimleri kazanamama ihtimali mevcut. Bu da iktidar açısından mevcuttan başka bir şeyler söylemek ya da yapmak gerektiğini gösteriyor.
Özetle, iktidarın “başkanlık sistemi başarı ve büyüme getirecek” vaadi gerçekleşmediği gibi diplomasi alanında Türkiye’nin hareket alanının daralacağının işaretleri var. Reform söylemi de bu durumla baş etmek üzere devreye alınmış görünüyor.
İSMET BERKAN: Birinci ve en önemli temel dinamik hiç kuşkusuz ekonominin durumu. Türkiye, bir ödemeler dengesi krizinin eşiğindeydi; hala daha bu eşikten çıkmış değil ama politika değişiklikleri sayesinde bir ödemeler dengesi krizine girilmesi ihtimali azaldı. Bunu Türkiye’nin CDS puanlarından da takip etmek mümkün zaten. “Türkiye’nin risk primi” adı verilen, yani Türkiye’nin dış borçlarını ödeyip ödemeyeceğiyle ilgili risk algısını gösteren bu rakam örneğin 5 Kasım’da, yani ekonomi yönetiminin değişmesinden hemen önce 558 seviyesindeydi; 30 Kasım’da 381’e düştü. Bu hala yüksek bir rakam ama bir ay önceye göre düşüş dramatik.
İkinci dinamik ise ne kadar kendi başına bir dinamiktir, ne kadar birinci dinamiğin devamıdır tartışmalı bir konu. Amerika’ya yeni bir başkan geldi ve o başkan eskisinden bir hayli farklı hareket edecek. Joe Biden’ın mesela Türkiye’ye yaptırımları tam uygulamaya kalkışması ekonomiye ciddi ve kalıcı hasar verebilecek bir şey. Bu muhtemel hasarı ortadan kaldırmak için Cumhurbaşkanı Erdoğan ön alıcı davranıyor ve reform sürecini başlatıyor olabilir. Ama öte yandan şunu da unutmamak gerek: Biden’ın seçilmesinden bağımsız olarak Türkiye ekonomisindeki acil riski (ödemeler dengesi krizi ihtimalini) ortadan kaldırmak için zaten Amerika ve Avrupa’dan gelecek yabancı sermayeye ihtiyaç duyuyor. O sermayeyi geri getirmek için de reforma ve iyi ilişkilere ihtiyaç var zaten.
İBRAHİM KİRAS: İktidarın reform konusunu ortaya atmasının sebebi mevcut siyasi yapının ve buna bağlı politikaların artık sürdürülemez hale gelmiş olması elbette. Bu dediğimin içinde ekonomi politikaları da var, dış politika da var, başkanlık sistemi de var, içerideki koalisyonun yapısı da var. Hiçbiri yürümüyor, hiçbiri sürdürülebilir değil. Erdoğan bunun farkında. Bu çerçevede kendi siyasi varlığının bekasıyla ilgili ciddi bir riskin söz konusu olduğunu görüyor. Bir çıkış arıyor zihninde. Ama zihninden geçenleri pratiğe geçirmenin kolay olmadığının da farkında. Herhalde ekonomi bakanını görevden alırken de bu çıkmazdan kurtulma hesaplarıyla meşguldü zihni.
Bu olayda bizim bilmediğimiz, galiba bilenlerin de söyleyemediği başka özel sebeplerin yanısıra hem ekonomideki kötü yönetimin suçunu bir günah keçisine yükleyerek cumhurbaşkanını aklamak hem de bu değişikliği vesile yaparak başka değişikliklere de kapı aralamak niyeti rol oynamıştı. Ama iktidarı bu arayışa iten sebepler yine bu arayışı erkenden sona erdirdi. Mamafih Erdoğan’ın bu sonucu öngörmüş olması gerektiğini, dolayısıyla asıl amacının etrafı yoklamak olduğunu ve kafasındaki nihai hamlenin bu reform çıkışı olmadığını düşünmek de mantıksız görünmüyor.
KEMAL CAN: Belki bu soruya iki düzlemde cevap vermek daha doğru. Birincisi “reforma neden ihtiyaç duyuldu”, ikincisi “bu fikir neden kışkırtıldı?”. Bu iki düzlemin cevapları bazı noktalarda örtüşüyor, bazı noktalarda ise ayrışıyor/farklılaşıyor. Birinci düzlem ihtiyaçları ve mecburiyetleri, ikinci düzlem ise daha çok imkanları ve sınırlılıkları ortaya çıkartıyor.
“Reform” ihtiyacı –neye reform dendiğinden bağımsız olarak- gündelik siyasi dilde “bazı şeyler iyi gitmiyor olabilir ve müdahale edeceğiz” görüşünün iktidar tarafından kontrollü kabulü anlamına geliyor. Yakın zamana kadar ekonomiden dış politikaya, yönetim sisteminden yargıya kadar bütün alanlarda “sorunların” inkarına dayanan bir tavır alınıyordu. “Reform” lafının ortaya çıkması, öncelikle bu inkara dayalı savunmanın sıkıntıya düşmesinden. Mesela, sorunların çözülememesini sineye çekebilecek iktidar seçmeninin bir kısmı, kendi çektiklerinin yok sayılmasından “rencide” oluyordu.
Bu sıkıntı üç ayrı zeminde işledi. Birincisi iktidarın pek de takmadığı muhalefet baskısı, ikincisi kendi tabanında oluşan hızlanması durmayan yavaş ama düzenli çözülme, üçüncüsü ise bir kısmı iktidar koalisyonunun açık ve örtülü destekçisi sayılabilecek bazı güç merkezlerinin –özellikle ekonomi- ihtiyaçlarının yarattığı baskı. Bunlara iktidarın siyaseti siyaset dışı enstrümanlarla yönetmekten istediği sonucu tam alamamış olması ve ittifakın kararsız iç dengesi de eklenebilir. Elbette kontrolsüz bir gelişme olarak yaşanan (veya böyle bir görüntü veren) ekonomi yönetimi değişikliğinin, kontrolsüz bir kırılma gibi algılanmaması için “reform” zarfına sokulması da önemliydi.
İkinci düzlem olarak “reform” tartışmalarının uzatılması ve hatta biraz kulisler aracılığıyla tetiklenmesinin de bazı farklı gerekçeleri olduğunu düşünüyorum. Öncelikle ortaya çıkan veya çıkması beklenen boşluğa hamle etmeye hevesli çevrelerin hemen hareketlendiğini gördük. Bu hareketlenmenin, bu çevrelerin yeterlilikleri ve alabilecekleri destek konusunda hemen herkese ama özellikle de iktidara önemli bir veri sunduğuna kuşku yok.
Ayrıca ortaya çıkan sonuç daha çok MHP’nin etkinliği çerçevesinde konuşuluyor olsa da Erdoğan’ın merkezi rolü açısından yarattığı bazı sonuçlar var. İktidar koalisyonu içinde veya çeperindeki çevrelerle, içeride ve dışarıdaki merkezlerle birebir yürütülen “reform” pazarlığı için elverişli bir zemin yaratılmak da istenmiş olabilir. Siyasi sonuçları açısından, iktidar bloku dışına çıkmış “kararsız” cebindeki seçmenin hareketlenmesini geciktirmek gibi bir hesap da şaşırtıcı olmaz. Bir başka siyasi sonuç ise bir süredir tartışmaların içeriğini kontrol etmekte zorlanan iktidarın, -muhalefet aktörlerinin özel bir çabası olmamasına rağmen- “değişiklik” fikirleri, “reformun” içeriği ve çerçevesi konusunda inisiyatifi yeniden ele geçirmek olabilir.
GALİP DALAY: Reform söyleminin en temel gerekçesi ekonomide denizin bitmiş olmasıdır. Fakat bu ana sebebi destekleyen yardımcı unsurlar da var. Türkiye’nin dış politikada özellikle de Batı’yla ilişkilerinde yaşadığı sıkışmışlık ile Amerika’da Biden yönetimine hazırlık da reform arayışına gerekçe teşkil etti denilebilir. Son olarak, Berat Albayrak’ın hem istifası hem de istifasının yapılış tarzı Türkiye’de siyasal iklimi değiştirmek için hem bir imkana hem de bir zarurete dönüştü.
Reform söyleminin dillendirildiği günden bugüne iktidar çevresinde yaşanan tartışmalara bakıldığında bu arayışın parametreleri ve sınırları ile ilgili ne söylenebilir?
İBRAHİM KİRAS: İktidarın AK Parti kanadının reform konusunu ortaya atmasının temel sebeplerinden biri zaten mevcut koalisyon yapısının sürdürülemezliği. Ortaklarının reform konusuna bu kadar canhıraş tepki göstermelerinin sebebi de herhâlde Osman Kavala’nın serbest kalma ihtimali değil. Bu reform işinin nereye gidebileceğini görmüş olmaları. Reform diyerek, normalleşme diyerek nihayetinde parlamenter rejime geri dönmeye ve dolayısıyla ittifaklara gerek olmayan bir düzenin yeniden tesisine kadar gidebilecek bir yol açılacağını Bahçeli’nin görmemesi mümkün mü?
Şu açık: Bilhassa hukuk reformu adı altında dile getirilen senaryonun gerçekleşmesi için hem iktidarın topyekûn dilini değiştirmesi hem de ortaklarını ve tabanını buna razı etmesi gerekiyor. Bu rızayı hiç değilse bu yolla alamayacağını gördü Erdoğan. Üstelik evdeki bulgurdan olma riskini de göze alamadığı için günlerdir ısrarla Bülent Arınç’ın ve İhsan Arslan’ın sözlerinin kendi kişisel görüşleri olduğu anlatılmaya çalışılıyor. Asla ve kat’a bizim aklımızdan böyle şeyler geçmedi diye yemin billah ediliyor adeta. Çünkü özellikle Bahçeli’nin kafasının bozulması ve bir sürprizle ortaya çıkması bugünkü konjonktürde AK Parti ve Erdoğan açsından en kötü senaryo.
Düşünsenize, Bahçeli çıkıp herhangi bir bahaneyle seçim çağrısı yapsa ne olur? AK Parti’nin altından kalkamayacağı ve dolayısıyla göze alamayacağı bir riskten söz ediyoruz. Dolayısıyla Erdoğan’ın bir şeyleri değiştirmek üzere harekete geçmesi için uygun bir zaman ve zemin mevcut değil.
İSMET BERKAN: Cumhurbaşkanı Erdoğan “reform” deyince, gerek Ak Parti içinde ve gerekse dışında, bunu “2013 öncesine dönüş, 2013 öncesinin ruhuna dönüş” diye anlayan çok sayıda insan oldu. Bu insanların arasında reformu hazırlamakla görevlendirilen Adalet Bakanı da var, dışarıdan ne olup bittiğini takibe çalışan gazeteci de var, iş insanı da var.
Pek çok kişi, “2013 öncesine dönüş” denen şeyin en ucunda MHP ile ittifakın bitirilmesi anlamına geldiğini de düşündü.
Ancak Bülent Arınç’ın isim de vererek Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın serbest kalması gerektiğinden söz etmesi, bu reformcu anlayışa yine Ak Parti içinden ve dışından tepki gelmesine neden oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan da çizgiyi çizdi, Bülent Arınç’ın YİK’ten istifası ve Cumhurbaşkanı’nın yaptığı iki konuşmadan anladığımız, Cumhur İttifakı’nın bitirilmeyeceği ve “reform”dan kastedilenin “2013 öncesine dönüş” olmadığı.
Peki nedir tam kasıt? Onu zamanla öğreneceğiz anlaşılan.
KEMAL CAN: “Bir şeyler yapmamız gerektiğinin farkındayız” yaklaşımının, iktidar bloğunda etkilerinin bir kısmını hemen gördük, bir kısmı ise sanırım zaman içerisinde ortaya çıkacak. Öncelikle, yeni sistem ve ittifak dolayısıyla en etkisiz siyasi aktöre dönüşmüş olan, verim alınamayan bir seçim aygıtı gibi bahsedilen AKP teşkilatına ve tabanına bir mesaj gittiği ortada. Verilen ilk tepkilere, bir kısmı samimi bir kısmı manipülatif kulislere bakılınca, kadro düzeyinde bir hareketlenme arayışının devreye girdiği ama pek cesaret verici bir destek alamayarak bastırıldığı görüntüsü var. İktidarın tabanı ve kadrolarında –muhalefet çevrelerine hayli yakın seyreden- rahatsızlık ve memnuniyetsizlik, “reform” sözünün fazla geniş algılanmasına yol açıyordu. Bu yüzden tartışmalar, -tabir yerindeyse- hayli yüksek radikal bir değişiklik seviyesinden açıldı. Sadece Bülent Arınç’ın çıkışları değil, Adalet Bakanı’nın söyledikleri de bu çerçevede değerlendirilebilir. Ancak “reform” denilenin mevcudu tahkim ve mümkünse tek tek halledilecek ihtiyaçlarla sınırlı olacağının anlaşılması uzun sürmedi. Bu, beklenin değil verilecek olanın önemli olduğu fikrini geri getirdi.
Bu konuda MHP’nin (Bahçeli’nin) aldığı hızlı inisiyatif, sadece “reform” tazyikinin seviyesini değil, bir süredir fazla speküle edilen “ittifak rahatsızlığı”nın da gerçek düzeyini göstermeye yaradı. Bu anlamda, iktidara yeni kapılardan çok sınırları gösteren daha fazla bilgi veriyor. Çözmekten çok kontrolü almak ve zaman kazanmak öncelikli ise, kazanılabilecek zamanın ne kadar olabileceği ve cephe gerisindeki risklerin derinliği hakkında önemli fikirler sağlanmış olmalı. Kendisinin ve diğer aktörlerin; hareketlenmiş veya potansiyel dinamiklerin imkanları ve sınırları ölçülebildi. Hesaplı veya kurgulanmış bir şey olup olmamasından bağımsız bir çıktı bu. Ayrıca, sadece kendi sınırlarını anlamak açısından değil, rahatsızlıklarını ele alacağı çevrelere göstermek açısından da bunun işe yaraması mümkün. Bazen yapılabileceklerin sınırlarını herkese göstermek sadece yetersizlik itirafı olarak sonuç vermez, kuvvetli bahane sığınakları yaratır.
GALİP DALAY: Şu ana kadar ortaya çıkan resmi reform olarak değil rötuş olarak değerlendirilebiliriz. Erdoğan, MHP ile ittifakı ve mevcut devletçi-milliyetçi siyaseti sürdürdüğü sürece reform diye bahsettiğimiz şeyin üst limitinin çok yüksek olmadığını akıldan çıkarmamamız lazım. Bu nedenle, yaşananları reformdan ziyade rötuş ve geri adım atma şeklinde değerlendirmek daha doğru olur. İktidar, Erdoğan – Albayrak şahıslarından vücut bulan ekonomi anlayışından geri adım atıyor. Onun yerine ekonomi yönetimini rasyonelleştirme emarelerine şahit oluyoruz. İlaveten, Biden iktidarına hazırlık ve Batı’yla ilişkileri tamir etme başta olmak üzere dış politikada gerilimi düşürmeye yönelik işaretler görüyoruz. AB ile yaşanan krizler her geçen gün daha derinleşiyordu. AB’de Türkiye’ye karşı yaptırım çağrıları artık daha gür çıkıyor. Benzeri şekilde, Türkiye-ABD ilişkilerinde de yaptırım gündemi var. Bu yaptırım tehditlerini bertaraf etmek başta olmak üzere Batı ile ilişkilerde iktidar bir hasar kontrolü siyasetine yöneliyor.
Dış politikada benzeri bir makas değişimi arayışını kısmi olarak Ortadoğu’da da görüyoruz. Bu bölgede Türkiye her ne kadar sonuç değiştirici bazı askeri operasyonlar yapmış olsa da bu operasyonlardan elde ettiği askeri kazanımları aynı şekilde siyasal başarılara tahvil edemediğini görüyoruz. Askeri ve siyasal başarılar arasındaki bu makasın bir sebebini Türkiye’nin hem bölgesel hem de uluslararası alanda yaşadığı partner açığı veya iş birliği yapabileceği aktör açığı oluşturuyor. Doğu Akdeniz’de bunu bariz bir şekilde görüyoruz. Türkiye, bir süredir yaşadığı bu diplomatik izolasyonu aşmaya çalışıyor Erdoğan başta olmak üzere hükümetin çeşitli aktörleri daha önce çeşitli vesilelerle Mısır’la ilişkileri düzeltme, Libya ve Doğu Akdeniz’de Kahire’yle bir uzlaşı formülünü bulma arzularını dile getirdiler. İsrail ile ilişkileri normalleştirme arayışları olduğuna dair medyada haberler çıkmaya başladı. Muhtemelen bu haberler doğrudur. Suudi Arabistan’la karşılıklı atılan pozitif adımlar da dış politikadaki bu gerilimi düşürme yönelimini tahkim ediyor. Biden yönetimine hazırlık olarak Suudi Arabistan da en az Türkiye kadar kısmi normalleşmeyi istiyordur. Muhtemelen daha da fazla arzuluyordur. Dolayısıyla merkezinde ekonomi ve dış politikanın olduğu bir süreçten bahsediyoruz.
Nihayetinde, siyasal sistem krizinin yanısıra Türkiye’deki ekonomik kriz büyük oranda ekonominin irrasyonel yönetimiyle dış politika gerilimlerinden kaynaklanıyor. Zaten son reform söylemini de iyi yönetim talebinden ziyade aile ile siyasetin iç içe geçmişliğini bütün berraklığıyla ortaya koyan anormal bir istifa deneyimi, ekonomik kriz ve uluslararası alandaki sıkışmışlık tetikledi. Bu açıdan iktidarın bu başlıklarda atacağı adımlar ona kısmi bir rahatlama sağlayacaktır.
İç siyaset ve hukuk alanlarında ise kozmetik adımların ötesinde sahici adımları şu an için zor görüyorum. Cumhur İttifakı’nın üzerine bina edildiği siyasal, ideolojik ve söylemsel zemin iç politikada anlamlı bir açılıma izin verecek mahiyette değil. Bu ittifakı var eden “normal”, iç politikada siyasal anomali olarak tezahür ediyor. Dolayısıyla içerideki bu siyasal anomali Cumhur ittifakı için irrasyonel bir tercih olmaktan ziyade onu tahkim eden bir stratejiyi teşkil ediyor. Bu ittifak toplumsal psikoloji veya siyasal iklimde sürekli bir olağanüstülük halinin ve duygusunun hâkim olmasını gerekli kılıyor. Bu olağanüstü hâl psikolojisi ile duygusunun dağılması bu ittifakın geleceği için bir beka sorununa dönüşür. Bu nedenle, bu ittifak yapısal olarak Türkiye’nin iç siyasetiyle hukuk düzeninde normalleşme sağlayamaz. Bu alanlarda fazla esneme payı yok. Siyasal esnekliklerini büyük oranda ekonomi ve dış politika alanlarında göreceğiz gibi duruyor.
MESUT YEĞEN: Aslında iki temel gösterge söz konusu parametrelere yönelik olarak yeterince işaret vermiş durumda. İşaretlerin ilki Berat Albayrak başta olmak üzere ekonomi kadrosundaki köklü değişiklik; ikincisiyse Bülent Arınç’ın görevinden istifa etmesiyle sonuçlanan tartışma. İlk işaret, ekonomi alanında büyükçe bir U dönüşünün yaşanacağını, ikincisiyse reformun esas olarak ekonomiyle ve ekonomiyi ilgilendirdiği kadarıyla da hukukla ilgili kalacağını, demokratikleşme alanında köklü reformların en azından kısa vadede olmayacağını gösteriyor. Ekonomi kadrosunda yaşanan köklü değişiklik kerameti kendinden menkul ekonomi tezlerinden ve siyasetinden ricat edileceğini gösteriyor.
Erdoğan dahil Arınç’a verilen tepkilerse MHP’yle ittifakın ve 2016 sonrasında tutturulan yolun Ak Parti’nin tavanıyla beraber tabanını da önemli düzeyde dönüştürdüğünü ve Türkiye’nin adalet ve Kürt meselesi gibi demokrasiyle ilgili temel sıkıntılarının Ak Parti açısından önemini yitirdiğinin işareti.
Geçtiğimiz birkaç hafta içerisinde yaşananlara bakılırsa, sözünü ettiğim bu iki gelişme ve MHP’den gelen tepkiler nedeniyle reform işi en azından şimdilik epey sınırlı olacak.
Siyasetin ve iktidarın durumuna bakıldığında sahici bir reform veya siyaset değişimini ne kadar mümkün görüyorsunuz? Sizce sahici bir reformun kapsamı ne olmalıdır?
İSMET BERKAN: Ülkede ciddi bir çoğunluk, “Sahici siyaset değişimi”nden, mevcut iktidarın değişmesini anlıyor. Bu değişime Cumhurbaşkanlığı sisteminin yerine parlamenter düzenin geri getirilmesi de dahil, özgürlüklerden yönetimde liyakatin geri gelmesine kadar başka pek çok şey de.
Ancak iktidardaki Cumhur İttifakı gözünden meseleye bakıldığında, ekonomide ve hukukta yapılması gerekli bazı değişiklikler (reformlar) dışında çok fazla bir değişime ihtiyaç yok. Hele ideolojik değişime hiç ihtiyaç yok.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın baktığı yerden görünen manzara hem kendisinin hem de Cumhur İttifakı’nın hala seçimi kazanmaya en yakın adaylar olduğu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a göre nihai onay merci seçmen olduğuna ve seçmen de mevcut politikaları desteklediğine göre, yapılması gereken tek şey bu politikalar içinde gerekli düzeltmeleri ve düzenlemeleri yapmak, ondan ötesi değil.
GALİP DALAY: Sahici bir siyasal değişiminin olacağına dair ne güçlü bir sinyal ne de anlamlı bir veri var. En iyi ihtimalle Erdoğan’ın arayışından bahsedebiliriz. Dikkat ederseniz, AK Parti’nin de bir arayışından bahsetmiyorum. Erdoğan’ın arayışı söz konusu. Çünkü Erdoğan iktidarını partisizleştirdi, partisini de işlevsizleştirdi. Bu nedenle bütün hikâye Erdoğan’la alakalı. Temelde kaybetme trendinde olan bir aktörün kazanma formülü arayışından bahsediyoruz. Bu mevzubahis arayışın ne kadroları var, ne siyaseti ne de sahici bir Türkiye vizyonu.
Meseleyi daha anlaşır kılmak için iktidarın bu son arayışı ile daha önceki siyasal rota değişimlerini karşılaştırmak yararlı olacaktır. Örneğin AK Parti ile liberaller, vesayet sonrası Türkiye’nin hangi siyasal parametreler veya değerler üzerine inşa edilmesi gerektiğine dair vizyon çatışması veya Türkiye tasavvuru farklılaşması nedeniyle ayrıştı. Bu ayrışma Arap Baharı’nın yarattığı siyasal iklimin hem bölgede hem de Türkiye’de derin etkiler bıraktığı bir bağlamda yaşandı. Askeri vesayetle mücadele döneminde bir araya gelen aktörlerin post-vesayet döneminin Türkiyesine dair siyasal vizyon çatışmasının yol açtığı bir ayrışmaydı. Benzer şekilde çözüm süreci de hem makbul kurucu kimlik hem Kemalist ideoloji hem de Türkiye’nin iç ve dış politikası üzerinde güçlü etkileri olan bir siyasal projeksiyonu temsil ediyordu. Bu dönemin siyaseti de kadroları da söylemi de vardı. Aynı şekilde, FETÖ ile mücadele ve MHP ile ittifak da belirli bir siyasal tasavvur ve kadrolar üzerine bina edildi. Bu nedenle, bütün bu dönemlerde Türkiye’nin siyasal rotası, iktidarın siyasal veya ideolojik projeksiyonlarına dair kamusal alanda epey bir tartışmaya şahit olduk.
Fakat bu son arayışı iktidarın yeni siyasal vizyonundan ziyade aritmetik hesaplamaları ve iktidara tutunma stratejileri üzerinden tartışıyoruz. Yani, siyasal rota değişimini içermeyen bir arayıştan bahsediyoruz. Zaten yukarıda da ifade ettiğimiz üzere iktidarın daha önce gerçekleştirdiği siyasal rota değişimleri o güne kadar ittifak yaptığı siyasal veya toplumsal kesimlerle yaşadığı siyasal boşanmalardan sonra gerçekleşmişti. Bu dinamik bu son arayışta henüz yok. Temelde kaybetme trendinde olan bir aktörün kazanma formülü arayışını konuşuyoruz şu an. İktidarın şahsileşmesi sürecinin bütün emarelerini net bir şekilde bu süreçte yine görüyoruz. Ortada Erdoğan ile Erdoğan siyasetine vasilik işlevi gören Bahçeli’den başka bir aktör yok. Zaten mesele biraz da bu, bu en son arayışı da dahil edecek olursak, Türkiye’nin son iki büyük değişim tartışmalarını Türkiye’nin ihtiyaçlarından ziyade temelde Erdoğan’ın siyasal kariyer planlaması üzerinden yaptık. Daha açık ifade edecek olursam, hem siyasal sistem değişimini, yani başkanlık sistemine geçişi, hem de bu en son tartışmayı büyük oranda tek şahıs merkezli yaptık ve yapmaya devam ediyoruz.
Türkiye’nin bir siyasal sistem krizi olduğu aşikardı. Bir önceki sistem hem dayandığı siyasal tasavvuru hem de ortaya koyduğu siyasal iskeleti açısından arızalıydı. Fakat bu arızalı sistemi daha iyi bir siyasal sistemle ikame etmedik. Sistem tartışması şunu ortaya çıkardı. Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu, yürütmede istikrarı temsilde adaleti sağlayacak ve denge-denetleme mekanizması sağlam bir sistem tasavvuruyla Erdoğan’ın gücü minimum kontrol kısıtlarıyla maksimum bir şekilde tek elde toplama arzusu çatıştı. Nihayetinde 16 Nisan 2017’de Türkiye’yi yarınlara taşıyabilecek bir siyasal sistemi oylamadık. Zaten yeni sistemin uygulamaya konulmasından hemen kısa bir süre sonra bu kadar kriz üretmesi, bu kadar reforma tabi tutulma çağrılarına muhatap olması sistemin mimarisiyle mühendisliğindeki hatayı net bir şekilde ortaya koyuyor. Şahsa göre dikilmiş bir elbisenin Türkiye’ye nasıl dar geldiğini bütün açıklığıyla görüyoruz.
Bu son tartışma da Türkiye merkezli gitmekten ziyade şahıs merkezli ilerliyor. Siyaset merkezli gitmekten ziyade strateji ve taktik merkezli ilerliyor. Onun için de Türkiye’ye bir şey vaad etmiyor. Yeni bir siyaset önermiyor. Bu arayışın sadece iktidarda kalma talebi var.
KEMAL CAN: İktidardan ve özellikle de Erdoğan’dan hem içinde bulunduğu koşullar hem ortaya atılan reform iddiaları etrafındaki tartışmalar neticesinde, “sahici” ve “derin” bir siyaset değişimini beklemediğimi söyleyebilirim. Bunun sadece Erdoğan’ın sınırları yüzünden olmadığını, bu tercihin iddianın aksine pragmatik gerekçelerinin daha belirleyici olduğu kanaatindeyim. Erdoğan’ın önündeki seçenekleri kazanç parametresinden çok zarar analizi üzerinden değerlendirdiğini düşünüyorum. İleri sürülen senaryoların –ittifakı bozmayı gerektirecek- “radikal” değişiklikler gerektiren çok büyük bir bölümü, son derece pragmatik gerekçeler yüzünden aslında yok hükmünde. Çünkü Erdoğan açısından bu seçenekler yüzünden vazgeçilmesi gerekenler, mevcut durumun yarattığı risklerden daha büyük görünüyor. Şu anda kurulan iktidar formu, bir kısmı kurtarılarak idare edilebilecek gibi durmuyor.
Bu çerçevede, reform tartışmalarına eklemlenen “vesayet” meselesini de ele almak gerekir. Zira bu tartışmalar, sahici bir siyasi değişimin unsurlarını da belirliyor. Reform ve Cumhur İttifak’ının geleceği tartışmalarındaki yaygın yorum, Erdoğan’ın Bahçeli tarafından temsil edilen bir vesayetin cenderesine sıkıştığı şeklinde. Alternatif seçenekler de Erdoğan’ın ve AKP’nin bu ablukadan kurtulmak istemesiyle (mecburiyetiyle) ilişkilendiriliyor. Ancak büyük ölçüde doğru olmakla birlikte bunun süreçte ortaya çıkan bir sorun olmadığı, baştan kabul edilmiş bir durum olduğu söylenebilir.
Ben oluşan yeni vesayetin, Bahçeli ile Erdoğan arasında bir kaçma kovalama ilişkisi biçiminde tarif edilmesinin çok doğru olmadığını düşünüyorum. Eğer yeni bir vesayetten söz edilecekse bu, siyaseti “dışardan” kontrol eden bir dinamik değil artık. Vesayetin bizzat siyasete dahil olduğu, siyaset dışı enstrümanları da kullanarak siyasi alanı kapatan, “doğal” siyasi dinamikleri siyasetten kovan bir fonksiyonu olduğu fikrindeyim.
Parti devleti eleştirisinin, devletleşen parti veya “hükümete giren devlet” şeklinde iki taraflı bir işleyişi olduğunun görülmesi gerek. Ayrıca iktidar koalisyonunu oluşturan partilerin taban geçişkenliği dışında, benzeşme sürecinin de dikkat çekici bir hale geldiğinin işaretleri var. Özellikle AKP’den ayrılan iki parti girişiminin taban eğilimlerindeki dengeyi hayli bozduğu, önemli bir “fikri” hakimiyet boşluğu yarattığı anlaşılıyor. Bunun, ittifakın bir siyasi pozisyon olmaktan bir siyasi kimliğe dönüşme sürecini hızlandırma olasılığı az değil.
Bu çerçevede sistem tartışmasından başlayarak sahici siyasi değişimin, siyasetin alanını genişleten, siyasi dinamikleri özgür kılan bir içerik kazanması gerek. Aktörleri (kimlikleri) öne çıkartan ve tercihleri kovan siyasi mimariyi (tasavvuru) tartışmaya açmadan üretilecek formüllerden “siyasi değişim” çıkması mümkün değil. Bu nedenle muhalefetin anlatılması daha zor olan siyasi pozisyon çerçevesini çok daha iyi çizmesi gerekiyor.
MESUT YEĞEN: Açık göstergeler sahici bir değişimin, demokrasiye geri dönmeye dönük reformların yapılmasının çok da mümkün olmadığını gösteriyor. Hem Ak Parti’nin savrulduğu yer hem de iktidar matematiğinin Erdoğan’ı MHP’nin desteğine mecbur bırakması 2016’dan beri takip edilen otoriter siyasetten vazgeçmenin arzulanmadığını, arzulansa bile kolayca gerçekleşmeyeceğini gösteriyor.
Öte yandan iktisadi durum daha da kötüleşirse ve Batı’yla ilişkiler büyükçe bir krize doğru evrilecek olursa Erdoğan da MHP de iktidarda kalabilmek için daha nitelikli reformlar yapmaya ikna olabilirler ya da mecbur kalabilirler. Şunu hesaba katmak gerekir diye düşünüyorum: Ak Parti ama daha önemli olarak da MHP demokrasiye dönmeyi mümkün kılacak reformları da “devletin bekası böyle gerektiriyor” diye savunabilecek partiler. Bu itibarla, Erdoğan da MHP de “başkanlık sistemiyle tesis edilen rejim ve uluslararası ilişkilerde takip edilen siyaset Türkiye’yi Kürt meselesinde ve FETÖ işinde güvenli bir noktaya taşımıştır, dolayısıyla bu biçimde devam etmenin gereği kalmamıştır” diyerek başka bir faza geçmenin önünü açabilirler. Öte yandan, bu ihtimal gerçekleşse bile gerek Türkiye bürokrasisinin bildik alışkanlıklarından gerekse de Erdoğan’ın ve MHP’nin reform işlerini araçsallaştırmış olmalarından ötürü bildik “iki ileri, bir geri” siyasetinden fazlasını beklememek gerekir.
Sahici bir değişim için ne yapılmalıdır meselesine gelince, ilk söyleyeceğim tabii ki gerçek bir güçler ayrılığının tesis edilerek yasamanın ve yargının yürütmenin tasallutundan kurtarılması olur. Adalet kurumuna hakim olan aklın ve kadroların yenilenmesi de yapılacak işlerin başında geliyor.
İBRAHİM KİRAS: Burada siyaset değişimini zorunlu kılan maddi veya somut gerekçelerin karşısında Erdoğan’ın elini kolunu bağlayan yine maddi ve somut gerekçeler var. Aynı anda hem İsa’yı hem de Musa’yı memnun etmesi mümkün değil. Ama ne ondan ne de öbüründen vazgeçebilme lüksü de olmadığı için sonuçta ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranabiliyor.
Şöyle söyleyeceğim: Erdoğan bir kumar oynadı, hayalindeki başkanlık düzeni karşılığında siyasi istikbalini masaya sürdü ama elindeki kağıtlar oyunu kazanmasına yetecek gibi görünmüyor.
Üstelik Erdoğan’ın gönlündeki başkanlık, ülkeyi tek başına gönlünce yönetebileceği ve her şeye bizzat kendisinin karar vereceği bir yönetim modeliydi. Bu modeli önce partisinde hayata geçirmişti. Her şeye tek başına karar vermek, tek belirleyici olmak, hiç kimseye hesap vermemek uğruna partiyi birlikte kurup 2002’den sonra ülkeyi birlikte yönettikleri eski arkadaşlarını teker teker tasfiye etmişti. Şimdi ise kendi arkadaşlarıyla paylaşmak istemediği iktidarı bambaşka aktörlerle paylaşmak durumunda. Aslında iktidarı kendi arkadaşlarıyla paylaşmamak için icat ettiği ve her şeyi riske atarak hayata geçirmeye muvaffak olduğu başkanlık modeli kendisi açısından eskisinden daha kötü bir sonuç getirdi. Kendi tabanındaki çözülmeye engel olamadığı için MHP’ye muhtaç oldu. Bürokraside emredersiniz efendim diyenler dışında bir kadrosu kalmadığı için de Perinçek’le iş birliğine mecbur kaldı.
Dolayısıyla mevcut koalisyon yapısı içinde kendisini yeterince muktedir hissedemiyor olması ve hâlâ gerçek anlamda mutlak bir iktidarın hayalini gönlünde beslemeye devam etmesi çok doğal. Reform arayışları veya bu yolda sağı solu yoklamalar hep bununla ilgili ama bunun gereği olan, sizin siyaset değişimi dediğiniz konu artık AK Parti’nin ve Erdoğan’ın siyasi kudretinin erişim alanı dışında kalmış bir menzil.
Ancak AK Parti’nin reform çıkışına bizzat AK Parti tabanından gösterilen tepkinin büyüklüğü bambaşka bir meseleyi su yüzüne çıkardı. “Erdoğan’a rağmen Erdoğancılık” diyorum buna ben. Alternatif siyaset arayışları açısından en önemli ayak bağlarından biri.
AK Parti’nin yeni iktidar modeli ve siyasi söylevi toplumdaki belirli zümreler için yeni bir habitat oluşturdu. Bu yaşama ortamını paylaşan kişi ve grupların ortak çıkar duygularını, risk algılarını ve gelecek beklentilerini ifade edecek bir dil kuruldu, onun üstüne ideolojik bir çatı inşa edildi. Mevcudiyetlerini “Erdoğancı habitat”ta yer almaya borçlu olan bu kesimleri özellikle belli hususlarda artık Frankenstein’ın canavarı gibi kontrolde tutmak zorlaşmış görünüyor. Artık kendiliğinden harekete geçebiliyor bu kitle. İçişleri Bakanı’nın istifasına gösterilen tepkide gördük bunu. Şimdi Erdoğan’ın reformlara ikna etmesi gereken bu kitle tam aksine kendi “Erdoğancılık”larını artık Erdoğan’a bile dayatabilecek durumda görünüyor…
Son üç haftada yaşanan tartışmaları göz önünde bulundurduğunuzda, reform arayışının akıbeti ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Bu tartışma ve arayış nereye evrilecek?
KEMAL CAN: Birkaç haftalık tartışmalar ve anaforun ardından kalan en belirgin resim, iktidarın sadece kendisinin “reform” dediği tahkim atakları yapacağı ve mümkün olduğunca daha çok “memnuniyetsizi” bunun yeterli olacağına ikna etmeye zorlayacağı şeklinde. Ekonomi cephesindeki ilk veriler bir miktar sonuç alındığını düşündürüyor. Henüz erken sayılsa bile iktidar tabanında da benzer işaretleri iddia eden çalışmalar var. Kriz, tıkanma, reform ve değişim gibi kavramları ile seçim veya sistem tartışmalarının inisiyatifi de yeniden iktidarın tarafına geçmiş görünüyor.
Tam tersi bir rota çıkartmış olan “reform” söylemi sanılanın veya beklenenin aksine muhalefete fazla alan açmış gibi durmuyor. Reform söyleminin hemen ardına eklenen yükseltilmiş yeni kutuplaştırma dalgası da bunu destekliyor.
Ancak bu kısa vadeli sonucun iktidara ne kadar zaman kazandıracağı belirsiz. Orta vadede kararsızlar cebinden başlayarak, “reform” ihtimaliyle yavaşlatılmış memnuniyetsiz hareketinin artan bir ivmeyle geri gelmesi pekâlâ mümkün. Elbette bu kazanılmış zamanda ortaya çıkabilecek sürprizli ve beklenen gelişmeler ile bu zamanın iktidar tarafından bunlara nasıl cevaplar verilerek kullanılacağı önemli olacak. Zaman kazanmak avantaj garantisi değil, hatta kötü kullanılan zaman zararı da büyütebilir.
İktidar cenahından ilerletilecek bir “reform” veya değişim gündeminin yakın dönemde etkili olmayacağı anlaşılıyor. Buna karşılık muhalefet aktörlerinin kendi başlarına bu tartışmayı yükseltebilme yetenekleri ve imkanları konusunda da tablonun hızla değişebileceğini gösteren emareler belirmiş değil. Sürecin muhalefetin oluşturabileceği baskıdan çok iktidarın ihtiyaçları ve “gerçeklerin” zorlamasıyla oluşacağını düşünüyorum. İktidarın gücünü yine dışarıya doğru tahkime yönelmesinden dolayı, içine doğru çökme ihtimali daha güçlendi. Ancak iktidarın “reform” çıkışıyla kendi tarafında yarattığı “heves kaçırma”, memnuniyetsizlik başlıklarının artmasıyla yeni partilere hızlı bir akış doğurması ihtimal dahilinde. Bunun kısmi olarak İyi Parti’ye doğru yönelen ilginin devamına yol açması muhtemel. Ayrıca teke tek yürütülen “reform” pazarlıklarıyla tatmin olmayabilecek bazı odakların tazyiki de artabilir.
Bütün bu “dış” değişkenler kazanılan zamanın nelere imkân vereceğini belirleyecek ve ittifakın geleceği veya seçim takvimi böyle şekillenecek. Siyasi değişimin, “artık böyle sürdürülmesi mümkün değil” iddiasına dayalı olarak kendiliğinden gündeme geleceğini beklemenin gerçekçi olmadığı görüldü. Bu rahatsızlığın “ne olursa olsun bundan kötü olmaz” sınırını geçmemesini sağlamak için iktidarın elinde hala bazı imkanlar var ama onlar da sonsuz değil. En büyük imkân da –bütün dünyadaki benzer örneklerde gördüğümüz gibi- kurduğu kimlik duvarını aşabilecek bir karşı siyasi iddianın ortaya çıkamaması.
GALİP DALAY: Sahici bir siyaset değişimi imkanını sınırlı görüyorum. Bunun yerine ekonomi ve dış politikaya yoğunlaşan adımlar göreceğiz. Tabii ki bu soru kurgulandığı haliyle Erdoğan’ın kapsamlı bir değişimi isteyeceğini ima ediyor. Şu ana kadar bu imayı destekleyecek kadar elimizde veri yok. Fakat varsayalım ki Erdoğan’ın böyle bir arzusu olsun. Bunu yapabilecek imkân ve ortama sahip olup olmadığı şüpheli. Her şeyden önce, Erdoğan, Bahçeli ve MHP ile ittifakı sona erdirmediği sürece kapsamlı bir siyaset değişimi yapamaz. Buna ilaveten, MHP’yi siyasal aritmetik açısından daha iyi bir alternatifle ikame edemediği sürece de MHP’den vazgeçemez. Dolayısıyla, Erdoğan atacağı bütün adımlarda bu hassas dengeyi gözetmek zorunda kalacaktır. MHP’yi ürkütecek adımlardan imtina edecektir. Ne yapacaksa tedrici yapacaktır, hızlı adımlar atmayacaktır.
Erdoğan’ın sahici bir siyaset değişimini mi talep ettiğini yoksa suni bir değişim imajının kamu diplomasisini mi yürüttüğünü belli başlı kıstaslara bakarak anlayabiliriz. Birincisi, Berat Albayrak’ın istifasıyla birlikte AK Parti’de birkaç görev değişimi yaşandı. Bu yeni isimlerin iktidarın mahiyetiyle alakalı bir değişimi ima edebilmesi ancak siyaset değişimiyle mümkün olur. Ekonomiden medyaya, sivil toplumdan bürokrasiye kadar geniş bir alanda yeni bir siyaseti ima edecek değişimler görecek miyiz önümüzdeki dönemde? Yani iktidar merceğini sadece bakanlar kurulu üzerine tutmamamız lazım. Onun geniş yansımalarına da bakmamız gerek. Siyaset kısmına dönecek olursak, AK Parti içerisinde önümüzdeki dönem bir değişim olacak mı? Bu değişimde Erdoğan, AK Parti’nin siyasal oryantasyonu açısından ne tür kadrolarda karar kılacak? Bu her iki meselenin devamı olarak da MHP ile ittifakın geleceği ne olacak? Bu sorulara vereceğimiz cevaplar Erdoğan’ın arayışının mahiyetini ortaya koyacaktır.
İBRAHİM KİRAS: Reform arayışlarının şimdilik masadan kalktığı net olarak görülüyor. Çünkü bunun için gerekli olan siyaset değişimini gerçekleştirme kudreti yok AK Parti’nin. Ancak reform ve siyaset değişikliği arayışlarını gündeme getiren problemler ortadan kalkmadığına göre uygun bir fırsatta bu konunun yeniden karşımıza çıkması sürpriz olmaz. Ama hiç kimsenin bu doğrultuda fazla yüksek bir beklenti içinde olmaması lazım. Çünkü Erdoğan, bütün siyasi kariyeri boyunca daima bütün kritik konularda yaptığı şeyi yapıyor. Rüzgârın esiş yönünü hesaba katarak istikametini belirliyor. Biraz önce sözünü ettiğim handikaplar, tabanın hissiyatı, şimdiki siyaset yapma tarzını ve dilini terk etmesinin zorluğu Erdoğan’ın siyasette normalleşme adımlarını atmasını güçleştiriyor. Bu bakımdan Erdoğan dışındaki aktörlerin daha belirleyici olabileceği bir sürece girmiş olduğumuzu söylemek kehanet olmayacaktır.
MESUT YEĞEN: İktisadi durum sürdürülemeyecek denli kötüleşmedikçe ve ABD ve AB’yle ilişkilerdeki gerginlik sürdürülebilir kaldıkça iktidarın reform işini derinleştirmeyeceğini, azalan seçmen desteği meselesiyle muhalefet partileri arasında birliği engellemeye dönük manipülasyonlar üzerinden ilgileneceğini düşünüyorum. Bu itibarla, iktidarın kendiliğinden güçlü bir reform siyasetini peşine düşmesini beklemiyorum.
Ancak iktisadi ve diplomatik dinamikler köklü bir reform siyasetini zorlamakta etkisiz kalsa bile muhalefet ve Türkiye kamuoyu iktidarı reform siyasetine zorlamak üzere bir şeyler yapabilir. Muhalefet partileri Türkiye’nin bekasının demokrasiye dönmekten geçtiği konusunda kendi aralarında da Ak Parti’yi ve hatta MHP’yi de kapsayacak biçimde de bir tartışma açabilir. Güçlü bir yeni anayasa tartışması iktidarı reform siyasetini derinleştirmeye sevk edecek dinamikleri canlandırabilir.
İSMET BERKAN: Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümetinin arayışı, Cumhur İttifakı’ndan onay alacak bir reform programı.
İşin ekonomiyle ilgili bölümleri görece kolay ve teknik. Orada iktidarın ne kadar istekli olduğuna bağlı olarak, son iki yılın hasarı büyük ölçüde giderilebilir.
Ama iş, ekonomiyi de destekleyecek bir hukuk reformuna gelince, ortaya ciddi bir ince ayar sorunu çıkıyor. Hükümetin daha şimdiden vaat ettiği “özel mülkiyeti güvence altına almak” konusu bile bir soruna neden olabilir; hem Ak Parti’nin kendi içinde hem de MHP ile ilişkilerinde.
FETÖ’ye ait denilerek el konan şirketler ve gayrı menkullerin sahipleri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gider ve AİHM’den de “iade” kararı çıkarsa ne olacak? FETÖ davaları bitip bunlar Anayasa Mahkemesi’ne veya AİHM gündemine gelip yeniden yargılama kararı çıkarsa ne olacak? KHK’larla memuriyetten çıkarılan ama haklarında hiçbir adli takibat yapılmayanlar haklarını AİHM’de ararsa ne olacak?
Bu sorular bugünden soruluyor, çünkü Türkiye ekonomisini normalleştirmek için eninde sonunda “hukuki normalleşme”yi sağlamak, yani, olağan üstü hukuki yöntemleri kullanmaktan vazgeçmek zorunda.
İşte bunları yapmak, bir mecburiyet olarak yapmak değil de içselleştirerek yapmak için Cumhur İttifakı’nın iki liderinin bir dizi ayrıntılı zirve toplantısı yapması gerekebilir.
Meselenin bir başka boyutu, dış politikayı da ilgilendiriyor. Ekonomiyi rahatlatmak, Türkiye’yi yeniden büyüme patikasına sokmak ve en önemlisi istihdamı arttırıp halka yeniden refah dağıtabilmek için dış politikada da rahatlamaya ihtiyaç var. AB ile ilişkiler burada en önemli konu. AB ile ise sürekli krizli bir ilişkimiz var.
Bana soracak olursanız, Berat Albayrak’ın istifasına kadar 2021 yaz veya sonbaharında bir erken seçim açıkça gözüküyordu. Ama bu istifa sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın içine girdiği yeni yol, onun seçimi 2023’te normal zamanda yapmak istediğini, o vakte kadar da başta ekonomik durum olmak üzere kötü giden pek çok şeyi toparlamak istediği izlenimini veriyor.
Yani, bir erken seçim ihtimali, iktidarın özellikle ekonomide ve salgından çıkış hızında elde edeceği başarıya bağlı. Türkiye halen bıçak sırtında durmaya devam ediyor ve aklı başında hiç kimse “Ödemeler dengesi krizi ihtimali hiç kalmadı” diyemiyor. Bu denenmediği sürece erken seçim de bir ihtimal olarak masada duracaktır.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.
MESUT YEĞEN
Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve İstanbul Şehir Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. Halen Kürt Tarihi dergisinin editörlüğünü yapmaktadır. Milliyetçilik, Vatandaşlık ve Kürt meselesi üzerine çalışıyor.
İBRAHİM KİRAS
1987'den bu yana muhtelif dergi, gazete, televizyon ve radyo kanallarında gazetecilik çalışmalarını sürdüren Kiras, Star gazetesinde yayın danışmanı ve köşe yazarı olarak görev yaptı. 2014-2015 yılları arasında Vatan gazetesinde köşe yazıları yazdı. Halen Karar gazetesinin genel yayın yönetmenidir.
GALİP DALAY
Robert Bosch Akademisi ile Brookings Enstitüsü Doha merkezinde araştırmacı olarak çalışan Dalay, aynı zamanda Oxford Üniversitesi Tarih bölümünde doktora çalışmalarını sürdürüyor.
KEMAL CAN
Yeni Gündem, Nokta, Ekonomi Politika, Ekonomist, Express, Artı Haber, Birikim dergilerinde yazılarını yayınlandı. İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. CNNTÜRK’te, NTV’de ve İMC TV’de çalıştı. Sabah, Milliyet ve Yeni Yüzyıl gazetelerinde gazetecilik yaptı. Medyascope’da düzenli olarak “Kemal Can ile 5 Soru 10 Cevap” programını yapmaktadır.
İSMET BERKAN
Cumhuriyet gazetesinde gazeteciliğe başladı. Para dergisinde genel yayın yönetmeni, Aktüel dergisinde editörlük görevi yaptı. Yeni Yüzyıl gazetesinde yazı işleri müdürü ve yazar olarak görev yaptı. Bir dönem Posta gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Radikal’in yayın hayatına başlamasıyla gazetenin Ankara temsilcisi ve köşe yazarı oldu. 2000-2010 yılları arasında gazetenin genel yayın yönetmenliği görevini yürüten Berkan, 2016 yılına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yapmıştır.