İngiltere Muhafazakârlarının Siyasetle İmtihanı

Britanya’daki seçim kampanyalarının en enteresan boyutu Muhafazakârların çöküşü oldu. Peki dünyanın en köklü merkez sağ partisi nasıl oldu da bir felaketin eşiğine geldi?

ingiltere muhafazakarları

Britanya’daki seçim kampanyalarının en enteresan kısmı İşçi Partisi’nin yükselişi değil. Zira İşçi Partisi’nin yürüttüğü kampanya, liderinden daha heyecan verici sayılmaz. Seçim kampanyalarının en enteresan boyutu Muhafazakârların çöküşü oldu. Seçim sonuçlarına yönelik tahminlerde bulunan anket şirketlerinden Survation, Muhafazakârların 650 üyeli Avam Kamarası’nda sadece 72 koltuğa sahip olabileceğini öne sürüyor. Bir diğer anket şirketi Savanta’ya göre ise Muhafazakârlar “seçimle yok olma”ya doğru gidiyor olabilir. Daha beş yıl önce 80 fazla koltukla parlamentoda çoğunlukta olan parti şimdi neredeyse 200 yıllık tarihindeki en kötü performansına doğru ilerliyor.  

 

Dünyanın en köklü merkez sağ partisi nasıl oldu da bir felaketin eşiğine geldi?

 

Bu sorunun cevaplarından biri zayıf liderlik. Rishi Sunak zamanlaması kötü ve pek iyi olmayan bir kampanyayla oldukça sönük bir başbakanlık dönemi geçirdi. Bununla birlikte Muhafazakârlar, birbirine benzemeyen tarzları ve çelişen felsefeleri olan liderleri art arda denediler. Soruya verilecek ikinci yanıt, çok uzun zamandır aynı partinin iktidarda olmasının verdiği bıkkınlık. Yine de Muhafazakârlarla ilgili sorun 14 yıl boyunca aynı şeyleri yaşamış olmamız değil, daha ziyade, 14 yıl boyunca bir karmaşa yaşamış olmamız, dört farklı siyasi rejimimiz (David Cameron’ın sosyal liberalizmi, Theresa May’in şefkatli muhafazakârlığı, Boris Johnson’ın popülizmi ve Sunak’ın hararetli Thatcherizmi) olması ve makamların baş döndürücü bir hızda değişmesiydi. 

 

Muhafazakâr sağ, sorunun partinin yüksek vergilendirme ve harcama bağımlılığından kaynaklandığı görüşünde (Sunday Telegraph’ın her zaman makul olan editörü Allister Heath “Tüm sorumluluk… Wets ve diğer merkezci baba özentilerinde” diyor). Bu yaklaşım Liz Truss’ın ekonomiyi neredeyse çökerten bir vergi indirimi bütçesi sunduğu gerçeğini göz ardı ediyor. Muhafazakâr solsa ekonomiye zarar verdiği ve siyasi kaos yarattığından hareketle Brexit’i suçluyor ve daha doğru bir tespitte bulunuyor. Tabii sadece Brexit’i suçlamak, Brexit’in neden olduğu zararın niteliğini ortaya koymuyor ya da sorunu düzeltmenin en iyi yolunun ne olacağını açıklamıyor.

 

Edmund Burke ve Jean-Jacques Rousseau

 

Brexit ile ilgili daha derin sorun, Edmund Burke’ün partisini Jean-Jacques Rousseau’nun partisine dönüştürmüş olması (ve bu hasarı onarmanın tek yolu Muhafazakârları yeniden Burke’ün partisine dönüştürmek.) Bu dönüşümden bahsederken de Muhafazakârların bir filozoftan diğerine geçmesini kastetmiyorum. Partide hâlâ birkaç entelektüel bulunsa da (örneğin Jesse Norman, Burke üzerine mükemmel bir kitap bile yazdı) Mark Francois’i gecesini gündüzüne katarak Toplum Sözleşmesi’ne çalışırken hayal etmek zor. Burada, Muhafazakârların Burke’ün ruhunu Rousseau’nun ruhuyla değiştirdiklerini söylemeye çalışıyorum. 

 

Rousseau, Fransız Devrimi’nin felsefi esin kaynağı olmuştu. Burke ise devrimin neden kaçınılmaz olarak kan dökülmesine ve diktatörlüğe yol açacağını açıklayan ilk kişiydi. Rousseau “genel iradenin” egemenliğine, bölünmez, her şeye kadir ve yanılmaz olduğuna inanıyordu. Burke, halkın iradesinin kurumlar, sözleşmeler ve daha iyi ifade etmek gerekirse uzmanlar tarafından sınırlandırılması gerektiğine, halk oylamasından ziyade temsili hükümete inanıyordu. 1774’te “Bristol Seçmenlerine Konuşma”sında (Speech to the Electors of Bristol), seçmenlerine itaatini değil, zekâsını ve muhakemesini borçlu olduğunu söylüyordu. Burke ayrıca kurumların önceki nesillerin kolektif bilgeliğini temsil ettiğine, genel iradenin ise popüler görüş rüzgârında bir oraya bir buraya savrulduğuna inanıyordu.

 

David Cameron, 2016 yılında seçmenleri basit bir “içinde” ya da “dışında” oylamasıyla karşı karşıya bırakarak “genel irade” ilkesini istemeden de olsa Britanya’nın parlamenter demokrasisinin kalbine enjekte etti. (Margaret Thatcher daha önce referandumları “demagogların ve diktatörlerin aygıtları” olarak nitelemişti). Muhafazakâr Parti’nin Brexit fraksiyonu 52-48’lik küçük bir zaferi, Brexit’in azınlığın kaygılarını dikkate alan yumuşak bir versiyonunu üretmek için bir fırsat olarak kullanmakla kalmayıp hem Gümrük Birliği’nden hem de Tek Pazar’dan ayrılmak için bir fırsat olarak yorumladı. Rousseaucu Muhafazakârlar, genel irade ortaya çıktıktan sonra hükümetin görevinin, Fransız aristokratları gibi tüm eleştirileri bastırmak olduğunu savundu.

 

Kaos, Hayal Kırıklığı ve Felaket

 

Brexit yanlıları “Brexit’i gerçekleştirmek” için yürüttükleri kampanyada defalarca halkın iradesine çağrıda bulundu. “Parti içinde parti” olan Brexit yanlısı Avrupa Araştırma Grubu, Theresa May’in bir Brexit uzlaşması üretme çabasını baltalayarak onu Brexit için oy veren milyonlarca insana ihanet etmekle suçladı. Muhafazakârları destekleyen Daily Mail gazetesi yargıçları “hain” ilan etti. Aşırı cumhuriyet yanlısı devrimcilerden (Sans-culotte) Jacob Rees-Mogg, İngiltere Merkez Bankası Başkanı Mark Carney’i “Brexit düşmanı” ilan etti. Johnson’ın sağ kolu ve Brexit devriminin Robespierre’i Dominic Cummings “ne pahasına olursa olsun” Brexit’i yerine getirme sözü verdi. 

 

Sonuç tam da Burke’ün Fransız Devrimi Üzerine Düşünceler kitabında öngördüğü gibi oldu: Kaos, hayal kırıklığı ve felaket.

 

Brexit ütopik terimlerle (“kontrolü geri almak”) tasarlandığı için, Brexit yanlıları başarısızlığa daha da aşırıya kaçarak yanıt verdi. Brexit devrimi sadece bir nesil yetenekli ılımlıyı Muhafazakâr Parti’den koparıp podcast’lerin ve köşe yazılarının çölüne sürüklemekle kalmadı; kendi çocuklarını da yedi: Kariyerlerinin kendi inatçılıkları yüzünden yok olduğunu gören Brexit yanlılarının uzun listesi, 4 Temmuz’da koltuklarını kaybettikçe daha da uzayacak. Muhafazakârların önemli bir kısmı Nigel Farage’ın popülist sloganı olan “isyana katılma zamanı geldi” sözünün cazibesine kapılmış durumda.

 

Brexit devrimi Muhafazakârları hükmetme sanatından da uzaklaştırdı. May, partisinin iç savaşıyla o kadar meşguldü ki mütevazı ama mantıklı sosyal reformlarını hayata geçiremedi. Johnson kesinlikle yüksek makamlar için uygun değildi; herhangi bir şeyi yönetme becerisinden ziyade Brexitçi fantezilere hitap etme becerisiyle yükselen bir laf cambazıydı. Tarihçi Anthony Seldon, 10 Numara’da Johnson: Hikâyenin İç Yüzü (Johnson at 10: The Inside Story) adlı kitabında Johnson’la ilgili şu tespitte bulunuyor: “300 yıldır ve 2016’dan bu yana nadiren, bir başbakan atamalarda bu kadar zayıf, kabineyi yönetmede bu kadar beceriksiz ya da 10 Numara’yı yönetecek istikrarlı bir ekip bulmakta bu kadar aciz oldu… Hükümetin dokusuna daha fazla zarar veren bir başbakan bulmak zor.” Zavallı Sunak iktidara geldiğinde durum onarılamaz bir hal almıştı.

 

Rousseau’nun ruhu daha geniş muhafazakâr ekosistemi de bozdu. Daily ve Sunday Telegraph gazeteleri Brexit’in ihaneti ve medeniyetin sonu ile ilgili manşetlerle doluydu: “Nigel Farage şimdiden Muhafazakârların lideri”; “Britanya’yı kurtarmak için sadece 1.000 saat var”; “Yeni Karanlık Çağlar başlamadan önceki son Batı kuşağıyız”. Merkezi Tufton Street, Westminster’da bulunan Muhafazakâr düşünce kuruluşu dünyası, kurulu düzeni yıkıp yeniden başlamak anlamına gelen “devrim” fikrine bağımlı. Muhafazakâr entelijansiyanın bir bölümü, saf bir Brexit ve müesses nizama karşı bir savaş öneren Reform uğruna Muhafazakâr Parti’yi terk ediyor.

 

Burke ve Rousseau arasındaki ayrımı anlamak, Muhafazakâr Parti’nin içinde bulunduğu kötü durumu anlamanın en iyi yolu olmakla kalmıyor; partinin kaderini yeniden şekillendirmenin ve hatta bazı anketlerin işaret ettiği kadar kötü bir sonuç çıkarsa, partiyi yok olmaktan kurtarmanın da en iyi yolu.

 

Muhafazakâr Parti’nin hayatta kalabilmesi ve nihayetinde gelişebilmesi için, sağduyulu muhafazakârlar ile aşırı muhafazakârlar arasındaki gerçek ayrımın, partinin sağ kanadının iddia ettiği gibi vergiler ya da kültürel değerler değil; Burke’ün devrimci ruhun kötülüklerine ve parlamenter demokrasinin erdemlerine ilişkin büyük içgörülerine karşı takınılan tavır olduğunu kabul etmesi gerekiyor.

 

Aklıselim Muhafazakârlar kurumların, uzlaşmanın ve işbirliğinin önemini yeniden vurgulamalı (kendini “Brexit’in sert adamı” olarak tanımlayan Steve Baker bile kendi tarafının çok ileri gittiğini kabul ediyor). Gerçek halk ile yozlaşmış elitler arasında tehlikeli bir ayrım yapan Farage tarzı popülizmin kötülüklerinin farkına da varmaları gerekiyor. Devrimci niyetlerin saflığı yerine yeniden siyasete odaklanmaları gerekiyor.

 

İngiltere, Cameron’ın Avrupa sorununu genel iradeye bırakma yönündeki ölümcül kararından bu yana Burkevari bir iktidar partisinin yokluğundan mustarip. Belki şimdi Muhafazakârlar en azından Burkevari bir muhalefet olabilir.

 

Bu yazı Bloomberg sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.