İran Seçimleri: Kalıcı Hükümet mi Geçici Tasfiye mi?
Ülkenin 8. Cumhurbaşkanının seçileceği yarınki (18 Haziran) seçimler öncesinde yaşananlara bakılacak olursa, dini liderlik makamı ve onun ideallerini sahiplenmiş kadrolar, müstakbel cumhurbaşkanıyla çatışma yahut ayrışmaların yaşanmayacağı, tam bir uyum içerisinde çalışabilecekleri, kuvvetlerarası senkronizyonu sekteye uğratmayacak, sistem bazında bir hükümet dizaynı arayışına girmiştir.
Bilindiği üzere İranlı seçmen sandık başına iki kimlik kartıyla gider. Bu kimliklerden birisi, “milli kart” denilen bizim kimlik kartlarına benzeyen, çipli kimlik kartlarıdır. Diğeri ise “şinasnâme” adı verilen bol sayfalı nüfus hüviyet defterleridir. Oy kullanan vatandaşın parmağına vurulan boyanın yanında bu bol sayfalı nüfus hüviyet defterine bir de “seçim mührü” vurulur. Bu mühür, vatandaşın sandığa gittiğini gösterir ve sistemi kabullendiğinin resmi olur.
Bazı durumlarda, örneğin kamuya personel alımlarında veya devletin verdiği bir takım sünvansiyonlardan yararlanma başvurularında, vatandaşlardan talep edilen belgeler arasında bu defterlere de rastlanır. Defterinde, sandığa gitmemiş ve seçimlerde oy kullanmamış olan vatandaşın söz konusu kamu görevinde istihdam edilmesi ya da devlet yardımından yararlanma şansı tehlikeye girer. İşte bu ve buna benzer bir takım küçük ayrıntılardan (!) mülhem İran’da seçimlere katılımın, sandıkların kapanmasına az bir süre kalana dek belli olmadığı, bu durumun da bazen anket şirketlerini fena halde yanılttığı çok görülmüştür. Dolayısıyla İran’da yarın yapılması planlanan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sistemin meşruiyetini kabul etmenin barometresi olarak görülen katılım oranının düşük kalması beklense de bunun yüzde elli bandı ya da üzerine çıkması seçimlerin ilk büyük süprizi olacaktır. Zira halkın sandığa gitmesi, adının önünde cumhuriyet yazan bir sistem için en önemli meşruiyet araçlarından birisidir.
Yarın (18 Haziran) yapılacak seçimlerde yaşanabilecek süprizler sadece katılım oranının düşüklüğü ya da yüksekliğiyle sınırlı değildir. Daha başka süprizler de olasıdır. Malum İran’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin “doğru anı” seçime son iki gün kala ortaya çıkar genellikle. Dolayısıyla son iki güne kadar yapılan analizler bir tür beyin jimnastiği düzeyinde kalır.
Yarınki seçimlerle ilgili ıskalanmaması gereken, papatya fallarına matuf yaşanabilecek süprizler, olası senaryolar ya da tahmin edilen bir seçim sonucu çıkarmak değildir. Bilakis asıl sorun rejimin yeni bir cumhurbaşkanlığı seçimiyle birlikte tümüyle yapısal bir dizayn sürecine girip girmeyeceğinin tartışılmasıdır. Çünkü sözkonusu seçim etrafında içeride yaşanan gelişmeler bize kontrollü bir seçim mühendisliğinden daha fazlasını anlatmaktadır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine giden süreçte yaşananlara, Anayasayı Koruyucular Konseyi’nin veto ettiği isimlere, söz konusu konseyin bir tabuyu yıkarak seçime katılım oranını dahi önemsememesine yani sistem tarafından sandık sonuçlarını büyük oranda etkileyecek kararlar almasına bakılırsa, yarınki seçimi ve sonrasını görebilmek adına aşağıdaki şu temel soruları sormak yerinde olacaktır:
- Yarın yapılacak seçimle, daha katı ve daha muhafazakâr bir hükümet modeli mi amaçlanmaktadır?
- Ekonomik, siyasi, kültürel ve daha birçok alanda daralma yaşayan bir rejim, bunu göze alabilir mi?
- Devrim değerlerine olan bağlılıklarını bir tarafa bırakırsak, Batı ile uzlaşmaya açık olan reformistler bu seçimle birlikte İran siyasi arenasından tamamen tasfiye mi edilecek yoksa sekiz yıllık bir süre için sadece pasifize edilerek sessizliğe mi itilecek?
- Ali Laricani ya da kayınbiraderi (ve Devrim’in önderlerinden meşhur Ayetullah Murtaza Mutahhari’nin oğlu) Ali Mutahhari gibi pragmatist ılımlı muhafazakâr isimler, rejim tarafından tamamen gözden çıkarılır mı?
- Ilımlı muhafazakâr ya da reformist denilen siyasi elitler, gözükara idealist muhafazakâr teknokratlara kurban mı edilecek? Ahmedinejad gibi radikal muhafazakâr çizgiden gelip bir rejim sorunsalına dönüşmüş popülist siyasetçiler ne olacak?
Nasıl Bir Hükûmet Modeli?
Kuşkusuz bu soruların cevabı İran’ın yapısal sistemi ve yönetim şekliyle yakından alakâlıdır. İran nev-i şahsına münhasır dini teokratik bir cumhuriyet modeliyle yönetilmektedir. Bu modelde egemenlik kavramı, İslam, rehberlik (Velâyet-i Fakih) ve halk olmak üzere üç esasa dayanmakta ve bu üç esas birbirini tamamlamaktadır. Bu üç esastan Velâyet-i Fakih yani dini liderlik/rehberlik makamı, sistem içindeki yasa, yürütme ve yargının üzerinde, temel söz hakkına sahip tek merciîdir. Dini lider, ülkenin genel politikalarını belirleyen üst makamdır ancak denetleme yetkisinin bir kısmı şeklen diğer erklere devredilmiştir. Böylece ülkedeki kuvvetler ayrılığı ilkesi, teolojik bir takım çıkarımların gölgesinde farklı şekil ve saiklerle yorumlanmakta ve işlevsel kılınmaktadır.
Ülkedeki kuvvetler tam anlamıyla egemen değildir. Anayasada da belirtildiği üzere dini lider, egemenlik ve yasama hakkına sahip yegane güçtür. Hakimiyet dini lidere dayandıkça meşrudur. Dolaysıyla dini liderlik makamı, ülkenin en önemli, en etkin makamıdır ve devletin İslami yüzünü temsil etmektedir.
Cumhurbaşkanlığı makamı ise yürütmenin başı olarak ülkenin siyasal hiyerarşisinde ikinci önemli makamdır ve dört yılda bir halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanı, dini liderin onayıyla göreve başlamaktadır. Cumhurbaşkanlığı da devletin cumhuriyet tarafını temsil etmektedir. Bu sistem içerisinde, ülkedeki diğer erklere müdahale etme yetkisi bulunan dini liderlik makamının, cumhurbaşkanlığı makamına bazen teamülen bazen de “öğüt verme” gerekçesiyle müdahale etmesi yahut yetkilerini sınırlandırması pekâla mümkündür.
Cumhurbaşkanı, her politikada olmasa da özellikle ülkenin kaderini ilgilendiren temel politikalarda karar alıcı değildir, dini liderlik tarafından dikte edilen kararların uygulayıcısı olmak zorundadır. Bu durum, İran’ın devrim tarihi boyunca cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan her ismi, ülkenin iç ve dış politikasında dini liderle karşı karşıya getirmiş en temel handikaplardan birisidir. Diğer bir ifadeyle dini liderle cumhurbaşkanının görev ve yetkileri, sınırları ve tarifi İran siyasal sisteminde hâlâ kara bir delik olarak durmaktadır.
Benzeri bir durum, Anayasayı Koruyucular Konseyi ile İslami Şura Meclisi’nin görev ve yetkileri arasında da zaman zaman ortaya çıkmaktadır. Böylesi bir sistemde, üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan ve sınırsız yetkilere sahip bir makamın gölgesinde cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmak, aslında ateşten gömlek giymekle eşdeğerdir. Zira dini liderlik ile cumhurbaşkanlığının temel politikalarda ayrışması yahut çatışması sistemi yıpratan, yürütmeyi tıkayan, kanun yapıcılığı sekteye uğratan en temel faktördür ki devrim tarihi bu tıkanmışlığın pratik örnekleriyle doludur.
Buradan bakıldığında, aslında İran’da cumhurbaşkanlığı koltuğuna kimin oturacağından ziyade bu koltuğa oturacak ismin dini liderle ne oranda uyum içinde olacağı önemlidir. Dini liderin cumhurbaşkanlığını nasıl sınırlayacağı, hangi konularda uzlaşacakları, cumhurbaşkanın görev ve yetkilerini nasıl kullanacağı meselesidir aslolan. Cumhurbaşkanı, anayasada belirtilen görev ve yetkilerini, dini lidere mutlak bağlılık esasına göre mi kullanacak yoksa kendi başına ve bağımsız bir şekilde mi icra edecek? Ülkenin bu iki önemli erki arasındaki anlaşmazlıkların genel siyasete yansımaları nasıl olacak? İşte temel ve öncelikli sorular bunlardır. Lakin bu soruların cevabı başka bir yazının konusudur.
Ülkenin 8. Cumhurbaşkanının seçileceği yarınki (18 Haziran) seçimler öncesinde yaşananlara bakılacak olursa, dini liderlik makamı ve onun ideallerini sahiplenmiş kadrolar, müstakbel cumhurbaşkanıyla çatışma yahut ayrışmaların yaşanmayacağı, tam bir uyum içerisinde çalışabilecekleri, kuvvetlerarası senkronizyonu sekteye uğratmayacak, sistem bazında bir hükümet dizaynı arayışına girmiştir. Kuşkusuz bu arayışın farklı motivasyon ve sebepleri vardır. Ancak en önemli sebep evvela dini liderlik makamı ile yürütmenin başı olan cumhurbaşkanlığı makamının uyumlu şekilde çalışmasını sağlamaktır. Yeni dizaynla amaçlanmak istenen, sistemin tamamen dini liderin mutlak kontrolü altında olduğu, erkler arası hızlı, kararlı ama tavizsiz bir koordinasyon mekanizmasının devreye girmesidir. Çünkü halihazırdaki Dini Lider Hamaneyi’nin otuz iki yıllık iktidarında da görüldüğü üzere, yürütmenin başına geçen her cumhurbaşkanı, görev ve yetkilerinin kısıtlanması sebebiyle bir süre sonra dini liderlik makamı ile çatışmıştır. İki makamın belirli konularda çatışması ise sistemi tıkayan yegane faktörlerden biri olmuştur ki mezkur makamlar, nükleer müzakerelerden, dış politikaya, sosyal ve ekonomik meselelerden yönetim anlayışına kadar pek çok konuda bu görüş ayrılıklarını çeşitli vesilelerle hep dile getirmişlerdir.
Dolayısıyla yarınki seçimler bir anlamda dini liderliğin ve onun temsil ettiği muhafazakâr, tutucu siyaset anlayışının icracı konumdaki yürütme erkiyle ahenk içerisinde olmasını sağlamaya yönelik bir adımdır.
Halihazırda yürütme dışındaki bütün erklerin muhafazakarların kontrolünde olduğu İran’da, yarın yapılacak seçimlerle birlikte muhtemelen hükûmet bakanlar kabinesi de muhafazakâr siyasi anlayışın kontrolüne geçecektir. Bu geçiş uzun bir aradan sonra tüm erklerin aynı siyasi görüşe sahip kesimlerin kontrolüne geçtiği yeni bir hükûmet mekanizmasını da devreye sokacaktır.
21 Şubat 2020’de yapılan ve parlamento aritmetiğinin büyük ölçüde muhafazakârlar lehine değiştiği son meclis seçimleriyle birlikte işleme konan bu siyasal dizayn, İran gibi kapalı sistemlerde olağan bir durumdur. Daha önce de pek çok kez denenmiştir. Ancak bu sefer bunu önemli ve tartışılır kılan şey, içeride ve dışarıda yaşanan bir takım gelişmelerdir. Bölgesel ve uluslararası dengeler, dibe vurmuş ekonomik sorunlar, Batı ile müzakereler, komşularla yaşanan gerginlikler, dahası dini liderin ilerleyen yaşı sebebiyle sonrasında yerine kimin geçeceği meselesi bu dizayn arayışının belli başlı nedenleri olarak sıralanabilir. Bu nedenlere yaslanan hedefle, büyük olasılıkla önümüzdeki günlerde muhafazakâr bir hükümet iş başına gelecek ve erkler arası senkronizasyon yönünde önemli bir adım daha hayata geçirilmiş olacaktır.
Bütün erklerin ve ülkenin başat politikalarını belirleyen kurum ve kuruluşların muhafazakârların kontrolüne geçmesi, güçler arasında hedeflenen sorunsuz senkronizasyon modeline geçişi sağlasa da bu, söz konusu modelin devamlılık arz edeceği anlamına gelmiyor. Zira ülkede devrime ve devrim ilkelerine inancını ciddi manada yitirmiş bir halk, kutuplaşmış bir toplum, ekonomik olarak dip yapmış bir sistem, her fırsatta politik hesaplaşmaların tezahür ettiği devasa problemler söz konusudur. Muhafazakâr ya da reformist fark etmeksizin, sistemin lokomotifini oluşturan unsurların tamamında bir üretememe, çözüm bulamama, tıkanmışlık hali söz konusudur. Bu tıkanmış sistemde, yürütme erkinin iktidarı elinde bulunduran siyasal elitler tarafından reset atılmak suretiyle yeniden dizayn edilmek istenmesi, ülkenin temel sorunlarını aşmaya yetecek çözüm değildir.
Rejimin hedeflediği tamamen yeknesak bir devlet ve hükûmet modeli olsa da tecrübeyle sabit olduğu üzere radikal muhafazakârlar dahi, sistemin yapısal bir sorunu haline gelmiş iki başlı yönetim kıskacında kalabilmekte ve rejim açısından ciddi sorunlara dönüşebilmektedir. Rejimi destekleyen radikal bir muhafazakâr da olsanız bir süre sonra sınırsız yetkilere sahip dini lider ile sorun yaşayabilirsiniz. Nitekim radikal muhafazakârları temsilen cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Ahmedinejad’ın görev süresi boyunca dini lider ile görev ve yetkiler hususunda yaşadığı güç çatışması bu duruma en iyi örnektir.
Ancak rejim, her ne kadar içeride erkler arası uyumu sağlamaya yönelik yeknesak bir devlet modeline geçmek istese de, ambargoların kaldırılması yönünde iyimser bir havanın estiği, nükleer müzakerelerde ciddi ilerlemelerin olduğu bir konjonktürde şahin tutumunu kısa vadede dış ilişkilerine ve dış politika söylemlerine yansıtmayı göze almayacaktır. Önümüzdeki süreçte radikal kararları radikaller alır söyleminden hareketle daha rasyonel dış politika yürüten bir İran görmek de sürpriz olmayacaktır.
Bir de çoğunluğunu muhafazakârların oluşturacağı müstakbel hükûmet dizaynında kabinede teknokrat isimler görmek de elbette mümkündür. Hatta bugün cumhurbaşkanlığı için birbiriyle yarışan adayların yarın aynı kabinede mesai arkadaşı olarak görev yaptıklarını görmek pek şaşırtıcı olmayacaktır.
Reformist ve Ilımlılar Tasfiye mi Ediliyor?
İran siyasi geleneği içerisinde kendisini reformist ya da ılımlı olarak addeden ancak İslam cumhuriyeti rejimine gönülden bağlı olan siyasi bir kanat vardır. Bu kanadın önde gelenleri, kendilerini Humeyni’nin gerçek takipçileri olarak görürler. İslam dünyasının içinde bulunduğu sorunlardan ancak gerçek İslam’ın özüne dönerek kurtulmanın mümkün olabileceği tezini savunurlar. Reformistleri İran siyasi arenasında önemli kılan faktör ise toplumun geniş kitlelerinin de talebi olan reform, özgürlük, insan haklarını ve dini hakları dile getirmeleri ve hukukun üstünlüğüne inanmalarıdır. Anayasaya bağlıdırlar ancak gelişen koşullar dikkate alınarak anayasanın reforme edilmesi gerektiğini dillendirirler. İslam’ın toplum ve siyaset üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılmasına ise karşıdırlar. Ülkenin ekonomik anlamda küresel sisteme entegrasyonu da önemli taleplerinden birisidir. Bu doktrinlere sahip reformistler, kimi zaman müesses nizam tarafından liberal, Batı yanlısı ve özünde seküler bir bagaja sahip kesim olarak görülür, devrim karşıtı addedilirler.
Ilımlılar ise; İran-Irak Savaşı sonrasında meydana gelen gelişmelerin etkisiyle kendisini yeni modern sağ ya da yeni modern sol olarak tanımlamış pragmatist elitlerdir. Bunlar birçok konuda reformcular gibi düşünen ancak devrimin temel ilkelerinden uzaklaşılmaması savını yani rejime olan bağlılığı temel söylem edinenlerdir. Bazen muhafazakârlar ile reformcular arasında yer almaya çalışan oportünistlerdir. Derinleşen kutuplaşmaya göre bazen radikal siyasetin karşısındaki reformistlerle birlikte siyasal açılım talebini dillendiren bazen de muhafazakârların ekonomik kalkınma planlarını önceleyen siyasilerdir.
İşte söz konusu bu iki kanada mensup olan bazı siyasiler, son seçim süreciyle birlikte cumhurbaşkanlığına aday olmuş ancak bunların önemli bir kısmının adaylığı, Anayasayı Koruyucular Konseyi tarafından veto edilmiştir. Veto edilen isimler arasında, dünün radikali bugünün ultra özgürlükçü ılımlı popülist siyasetçisi, eski cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad; müesses nizamın yapı taşlarından, deneyimli teknokrat ve ılımlı siyasetçi eski Meclis Başkanı Ali Laricani; Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı reformist İshak Cihangiri; Devrim Muhafızları kökenli olup ılımlı cenahta yer alan eski Petrol Bakanı Rüstem Kazımi gibi isimler de yer almıştır.
Sandıktan çıkacak sonucu büyük oranda belirlemeye yönelik olduğu hissedilen bu veto kararlarının, önümüzdeki günlerde formatlanacak yeni hükûmet yapısının bir işaret fişeği olduğunu söylemek elbette mümkündür. Zira adı geçen kişilerden Mahmut Ahmedinejad, yukarıda söz edilen dini liderlik ile cumhurbaşkanlığının görev ve yetki alanlarının çatışması sonrası zamanla rejime yönelttiği eleştirilerin dozunu artırmış ve sistemi temelinden sorgulayan popülist bir tutum almıştır. Aynı şekilde adaylığı onaylanması durumunda reformcuların da destek verebileceği bir isim olan ılımlı siyasetçi Ali Laricani’nin veto edilmesi de dizayn edilmek istenen erkin sadece yürütme erki olmadığını göstermiştir. Laricani’nin veto edilmesi, rejimin yürütme erkini dizayn ederken bir yandan da içerideki diğer siyasi dengeleri de aynı şekilde şekillendirmek istediğinin önemli bir göstergesi olmuştur. Zira İran siyasetinde sivirilen isimlerin bir de kendi özel bir takım ikbâl arayışları vardır ki bu da müesses nizamı fazlasıyla rahatsız eden bir durum olarak görülür. Laricani ise pek çokları için bu ikbâl arayışındaki isimlerin başında gelmektedir.
Ancak veto edilen isimlerden yola çıkarak sistemin reformist ya da ılımlı siyasetçileri tümden denklem dışında tutmak ya da tamamen tasfiye etmek isteyeceğini söylemek şu aşamada marjinal bir yorum olur. Çünkü beş muhafazakâr adayla birlikte düşük profilli de olsa iki reformist adayın yarışmasına izin verilmiştir. Bu durum, seçilmesi halinde mevcut Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’e kabinesinde yer vereceğini açıklayan, reformist adaylardan eski Merkez Bankası Başkanı Abdülnasır Himmeti’nin ikinci turda muhafazakâr bir adaya karşı yarışabilmesini mümkün kılmaktadır.
Sonuç Olarak
Yukarıdaki bilgiler ışığında İran’da yarın (18 Haziran) yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinin dini lider ile yürütme erki arasındaki uyumu sağlamaya yönelik bir seçim mühendisliği olduğu söylenebilir. İran siyaseti için yeni bir durum olmayan bu mühendislik çalışmasının kalıcı bir hükûmet modeline evrilip evrilmeyeceğini ise zaman gösterecektir. Tamamen muhafazakârların kontrolüne geçen devlet sisteminde reformcuların ve ılımlıların pasifize edilmesi hedeflense de tümden tasfiye edilerek siyasetin dışına itilmeleri de hem söz konusu değildir hem de mümkün değildir. Hatta ileriki günlerde bu iki siyasi cenaha mensup bazı isimleri, yeni şekillenecek devlet sistemi içerisinde bürokrat yahut devletin farklı kurumlarında yönetici olarak görmek de olasıdır.
Son olarak yarınki seçimlere yönelik sıklıkla dinlendirilen bir senaryo vardır. Konuşulan bu senaryoya göre, cumhurbaşkanı adaylarından Yargı Erki Başkanı İbrahim Reisi, cumhurbaşkanlığına seçilecek, bir süre bu makamda staj yaptırılarak, halka dokunması sağlanacaktır. Sonrasında da görevleri arasında ülkenin dini liderini belirlemek olan Uzmanlar Meclisi tarafından dini liderlik koltuğuna oturtulacaktır. Senaryo bu olsa da bunu dillendirmek için henüz erkendir zira Reisi’nin olası cumhurbaşkanlığında kısa süre içerisinde yıpranması, böylelikle dini liderlik hayallerinin farklı çevrelerce engellenmesi ihtimali de söz konusudur. Ayrıca geçmişteki Musevi Erdebili, Reyşehri ve Muhsin Eceyi örneklerinde olduğu gibi, fakih kökenli din/siyaset adamlarının halka inebilmesinin önünde bir takım engeller mevcuttur.
Bu noktada bir önemli değişken de dış siyasi gelişmeler olacaktır. Trump sonrası daha müdahaleci ve küresel hegemonya peşinde hareket edeceği bilinen Biden döneminde, ABD-İran ilişkilerinin seyri de İran iç siyasetinin yeni döneminin kodlarının belirlenmesinde rol oynayacaktır.