İran Süleymani’nin Bıraktığı Boşluğu Doldurmaya Çalışıyor

İran’ın en tanınmış generalinin ABD’nin drone saldırısıyla suikasta uğramasından bir yıl sonra, Tahran hâlâ bu kaybın etkisinden kurtulmaya çalışıyor. 

İran Süleymani’nin Bıraktığı Boşluğu Doldurmaya Çalışıyor
İran Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü’nün yeni komutanı Tuğgeneral İsmail Kaani, selefi Tümgeneral Kasım Süleymani’nin ölüm yıl dönümünde, Tahran Üniversitesi’nde 1 Ocak 2021 tarihinde yapılan törende.

Kasım Süleymani arkasında Kudüs Gücü olarak adlandırılan – ülkenin seçkin askeri gücü İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun yurtdışı operasyonlar kolu – bir bürokratik yapı bıraktı. Ancak Süleymani’nin ölümü, Rejim’in İran’ın Arap Dünyası’nda jeopolitik izler bırakmasını sağlayan ilişki ağını idare etme kabiliyetini zora sokan bir boşluk oluşturdu. Devrim Muhafızları-Kudüs Gücü’nün duruşunu ve katledilen komutanına dayanan başarılarını yeniden kazanması için biraz zaman geçmesi gerekecek. 

 

Süleymani’nin Biricikliği

 

İran İslam Cumhuriyeti Süleymani’nin yasını tutmaya devam ediyor, ancak asıl hikâye halefi Tuğgeneral İsmail Kaani’nin Süleymani’nin bıraktığı yerden ileri götürememesi, komutayı onun yapabildiği gibi ele alamaması, gemiye onun gibi kaptanlık edememesi. İran’ın müesses nizamı ve bölgedeki partnerleri Süleymani’nin öldüğü gerçeğini çok zor kabullenebildi. Süleymani, görevini yerine getirebilme becerisi tam anlamıyla kurumsallaştırılmamış benzersiz bir insandı ve bu nedenle Kaani’nin onun seviyesine ulaşabilmek için çok sıkı çalışması gerekiyor.

 

Hizbullah lideri Hassan Nasrallah 27 Aralık 2020’de yapılan bir röportajda, Kudüs Gücü’nün yeni komutanının üstlerinin uygulamaya karşı çıkacağı büyük kararlar alması gerektiği gerçekliğine uyum sağlamak için zamana ihtiyacı olduğunu kabul etmişti. Nasrallah, “Gerçekçi olalım, biraz zamana ihtiyacı var, ondan Hacı Kasım’ın 22 yıllık deneyimle ulaşmış olduğu yere gelmesini bekleyemeyiz” demişti.

 

Süleymani, İran’ın sıradan bir generali değildi. Neredeyse çeyrek yüzyıl Kudüs Gücü’ne komuta etti ve onu, İran’ın asimetrik yollarla gücünü Orta Doğu’ya yansıtmasını sağlayan bir makinaya dönüştürdü. Zamanla Süleymani’nin kişiliğini Devrim Muhafızları-Kudüs Gücü’nün liderliği rolünden ayırt etmek imkânsızlaştı.

 

Süleymani aynı zamanda stratejik ve taktiksel düzeyde faaliyet gösterdi, rejimin içeride köklü bir biçimde bölünmüş olan bir dizi farklı yetkili müttefikle ilişkilerini kişisel olarak idare etti. Rolünün bu eleştirel yönü Devrim Muhafızları-Kudüs Gücü saflarına sızamamıştı. Bir bakıma bu tür özel kişisel özellikleri tekrar ederek bir başkasının öğrenmesini sağlamak güçtür. Bu da Süleymani’nin sağladığı liderliğin yerinin doldurulamayacağı anlamına gelmektedir.

 

 

İslam Cumhuriyeti’nin zirvesindeki liderler ona o kadar güveniyordu ki onun sadece kendine verilen sorumluluğu yerine getirmekle kalmayıp, geliştireceğinden ve gerektiğinde doğaçlamaya başvuracağından emindi. Dinî Lider Ayetullah Ali Hamaney’in, ortaya çıkan sorun ne olursa olsun Süleymani’nin bu sorunun üstesinden gelebileceğine güveni tamdı ve böylece rejimi bölgesel emelleri doğrultusunda ilerletme çabası emin ellerde olduğu için rahattı.

 

Hamaney, Süleymani ile, siyasi ve askerî hiyerarşileri baypas ederek, bire bir diyalog kurdu. Ama şimdi, bir yıl sonra, Süleymani’nin yokluğu hâlâ ağır bir biçimde hissediliyor ve İran’ın kapsamlı ve karmaşık bölgesel ağını yönetme becerisini etkiliyor; çünkü Süleymani bu simsarlığın pek çoğunu giderken yanında götürdü.

 

Irak’ın Hizipleşmiş Şiilerini İdare Etmek

 

Tahran’ın bölgesel etki alanı uzun zamandır çok sayıda zorlukla karşı karşıyaydı, özellikle de Suriye’deki başkaldırıdan bu yana. Süleymani bu sorunları idare edebiliyordu, hatta İran’ın bölgesel ağındaki çatlakları bile gizliyordu; çünkü temsilcileri bir araya getirmek ve koalisyonları sürdürmek konusunda ustaydı.

 

Bölgedeki idare sistemi Süleymani tarafından tasarlanmış ve işletilmiş olduğu ve öldüğünde de hâlâ ağırlıklı olarak kişisel teşebbüslerine dayanmakta olduğu için, İslam Cumhuriyeti yirmi yılı aşkın bir süredir ilk kez kendini savunmasız hissediyor. İranlılar için en endişe verici olansa kendilerinin iki adım uzağında, ülke halkının çoğunluğu arasındaki kronik hizipleşmenin vahim bir hâl aldığı Irak’taki Şiiler arasındaki ayrılıklar.

 

Irak’taki durum Süleymani’nin ölümünü izleyen ilk haftalardan bu yana ortada. Tahran müttefiklerini bir araya getirmeye çabalıyor. İran’ın çok sayıda Şii grubunun Mustafa el-Kazımi’nin başbakanlığını kabul etmesini sağlamaya yönelik çabaları bunun bir örneğidir.

 

Kataib Hizbullah, Kazımi’yi Süleymani ile kendi Genel Sekreteri ve Haşdi Şabi olarak bilinen Iraklı Şii milislerinin üst birliğinin başkan yardımcısı Ebu Mehdi el-Mühendis’in cinayetine dahil olmakla suçlamaktadır. Ayrıca bir başka önemli Irak Şii milis grubunun komutanı Asaib Ehli Hak da Tahran’ın yeni başbakanını kabul etmeye yönelik baskısına boyun eğmeyi “leş yemeye zorlanmaya yakın bir şey” olarak tanımlamıştı.

 

Bu, İran’ın Ulusal Güvenlik Şefi Tümamiral Ali Shamkhani’nin yeni hükümete Kazımi’nin önderlik etmesini sağlama almak üzere Bağdat’a ziyarette bulunmasından sonraydı.

 

Süleymani’nin halefi Kaani de son birkaç haftada çeşitli vesilelerle, tansiyon yüksekken, İran’a bağlı olan fraksiyonlara, Tahran’ın Amerika Birleşik Devletleri’yle herhangi bir gerginlik çıkarmaya çalışmadığı mesajını iletmek üzere Irak’a ziyaretlerde bulundu. Ancak Irak’ın Şii milis çeperindeki pek çok unsur Tahran’ın Washington ile anlaşmazlıktan kaçınma isteğine tam olarak bağlı değil.

 

21 Aralık’ta Bağdat’ta bulunan Amerikan Büyükelçiliği dolaylarına düşen roketler, Kaani’yi Şii müttefiklerinin provokasyonlarını kontrol altına alma çabası için Irak’a ziyarette bulunmaya yönlendirdi. İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Birleşik Devletler’i herhangi bir gerginlik çıkabileceği konusunda uyaran basın açıklamaları yaparken, Kaani milisleri hizaya getirmeye çalışıyordu.

 

İran’ın Iraklı müttefikleri, Trump ve Biden yönetimleri arasındaki geçiş döneminde Tahran’ın bir tür sorumluluğu oldu. Süleymani hayatta olsaydı, bu milisler şu an müsamaha gösterilmekte olan bu serbestliğe sahip olamayacaktı. Eski Kudüs Gücü komutanının, Irak Şii milislerinin ülkesinin ulusal çıkarında belirleyici olacak herhangi bir eylemde bulunmamasını sağlamak konusunda işi çok daha kolay olacaktı. Şunu da unutmayalım el-Mühendis, Süleymani’nin milisleri etkilemek ve çatışan çıkarlarını dengelemek için kullanabildiği önemli bir manivelaydı.

 

Levant’ta Süleymani

 

İran’ın Irak üzerindeki etkisini anlamak için İran’ın Lübnan deneyimiyle karşılaştırılması önemlidir. Süleymani Lübnan’la baş etme konusunda oldukça becerikliydi ancak iki ülkenin Şii topluluğu arasındaki farklılıklar dikkate alındığında Lübnan’ı Irak için model olarak kullanamazdı.

 

Lübnan’da Hizbullah, hükümetin küçük partner Amal Hareketi ile birlikte, Şii tablosuna egemendi. Dahası Hizbullah bir milis örgütünün ötesinde, mezhep hatlarına ayrılmış bir ülkeyi kapsayan demokratik bir sistemde, koalisyon siyasetinde oldukça mahir bir siyasi harekete evrilmişti. Irak’ta olduğunun aksine, siyasal sistemi oldukça kırılgandı ve Şii topluluğu aşırı hizipleşmişti.

 

Buna ek olarak, Irak milisleri İran’ın siyasal siteminin temelini oluşturan Velayet-i Fakih doktrinine bağlılıkları bakımından çeşitlilik göstermekte iken Lübnan Hizbullahı daha çok Tahran ve onun temel bölgesel kolu arasında daha büyük bir sinerji yaratan İran’ın Şii İslamcı ideolojisinin organik bir uzantısıydı. Başka bir ifadeyle Hizbullah’ın İran’ın Iraklı partnerlerinin gerek duyduğu kadar mikro idareye ihtiyacı yoktu. Aslında Hizbullah İran’a Suriye, Irak ve Yemen’deki vekillerini idare etme konusunda yardımcı olmakta.

 

Süleymani suikastının ardından oyunun kuralları ve Amerika Birleşik Devletleri ile angajman değişti, en azından geçtiğimiz yılda bu böyleydi. Tahran’ın suikasta verdiği ilk cevap -ki bu yanıt Süleymani defnedilmeden önce gelmişti- Irak’taki Ayn el Esad üssünü vurmak için bir çok füze göndermek oldu. Ancak bu, bir yandan gerilimin tırmanmasını önlerken aynı zamanda derhal misilleme yapma zorunluluğunu da yerine getirmeyi amaçlayan sembolik ve hesaplı bir yanıttı. Gerçek ortada, Birleşik Devletler İran’ın bölgesel stratejisine bir darbe indirdi.

 

ABD, Kudüs Gücü’nü ve Iraklı temsilcilerini hedef alan bu işlevsizleştirmeye ek olarak, İran’ın emellerini daha da zarara uğratacak bir diplomasi uyguladı. Tahran’ın, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan ve Fas’ın İsrail ile barış anlaşmalarıyla meşgul olmasına eşlik eden ABD sponsorluğunda bir normalleşme dalgasına karşı çıkmak için pek seçeneği yok. İran, Süleymani’nin kaybının verdiği durumu iyileştirmeye çalıştığı bir zamanda, açıkça İran’ın etkisini zayıflatmak için tasarlanmış olan İbrahim Anlaşması’na (Abraham Accords) karşı çıkma baskısı altında.

 

Süleymani’nin ölümü İran’ın, Tahran’ın bölgesel etki stratejisinin en kritik parçası olan Suriye’deki konumuna ilişkin soruları gündeme getiriyor. Şimdilik ve Süleymani’nin ölümüne rağmen, İran Suriye’deki önemli varlığını muhafaza etmeyi sürdürüyor.

Bültenimize Üye Olabilirsiniz

İran’ın Suriye’deki operasyonlarının Esad rejiminin ayakta kalmasını sağlamaya yönelik olduğu dikkate alındığında, Süleymani’nin işinin milislerle doğrudan baş etmekten daha fazlası olduğu söylenebilir. Süleymani aslında İran’ın mobilize düzensiz güçlerinin yanında Suriye devlet güçleri ve Rusya birliklerini kapsayan askeri ve istihbarat operasyonlarını koordine eden Devrim Muhafızları subayları ve komutanları tabakası aracılığıyla faaliyet göstermekteydi. Bu sistem Süleymani’den çok daha az ağır olan bir yük gerektiriyordu ve İsrail İranlıların ülkede güçlenmesini önlemek için hava saldırıları düzenlese bile muhtemelen devam edecek.

 

Süleymani Sonrası Dönem

 

Süleymani’nin Suriye stratejisi, rejimin askeri çöküşünü önlemiş olmakla birlikte ülkenin yorgun düşmüş siyasal ekonomisine yön veremez. Bunu yapmak rejimin daha büyük uluslararası diplomasiyi kabul etmesini gerektirecektir. Bu nedenle önemli sorun İran’ın Suriye’de hangi rolü oynayacağı ve İran’ın ülkedeki, doğası gereği büyük ölçüde askerî olan etkisini nasıl muhafaza edebilecek olduğudur.

 

Bu süre içinde yeni Biden yönetiminin İran’ın Suriye’deki ve tabi bölgedeki rolü ile, Trump’ın “maksimum baskı” politikasından çok daha incelikli bir üslupla ilgilenmesi bekleniyor. Buna ilaveten Ruslar ve Türklerin de Suriye’de olanlar konusunda İran’ın Levant bölgesi çıkarlarına ilişkin söyleyecek önemli sözleri olacak.

 

İran’ın Süleymani sonrası dönemdeki önemli başarılarından biri Suriye hükûmeti ve İran arasında askerî ve güvenlik konularındaki işbirliğini genişletmeye yönelik bir anlaşma olmuştur. Bu anlaşma Tahran’a, doğrudan ya da bağlı gruplar ve milisler aracılığıyla burada uzun süre askerî bir varlık göstermesine izin verecek olan, yerel olarak geliştirilmiş hava savunması sağlayacaktır. Bunun Halep’te, Hama’da ve Doğu Suriye’de olduğunu zaten gördük. Ama bu hem İsrail hem de Birleşik Devletler’den İran’a daha fazla baskıya davetiye çıkaracaktır.

 

Seçilmiş Başkan Joe Biden’ın yönetimi, Başkan Donald Trump tarafından iptal edilen nükleer anlaşma konusunda İran’la meşguliyetine kaldığı yerden devam etmeye hazırlanıyor ve Seçilmiş Başkan’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, İran’ın füze programının tartışma için masaya getirilmesinin muhtemel olacağını ima etti.

 

Detaylardan ve konuların derecelendirilmesinden bağımsız olarak, Biden’in Beyaz Saray’ı eninde sonunda İran’ın bölgesel etkisini kontrol altına almaya çalışmak zorunda kalacaktır. İşte Trump’ın eylemlerinin İran’ın elini zayıflattığı yer burasıdır ve yine burada İran liderliği, pazarlık masasında İranlı diplomatları güçlendirebileceği saha koşulları oluşturma konusunda önemli bir rol oynamış olduğu için Süleymani’ye derin bir özlem duyacaktır.

 

Bu yazı, 7 Ocak 2021 tarihinde Center for Global Policy sitesinde yayımlanmış olup, Evrim Yaban-Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.