İran’ı Bekleyen Veraset Krizi
Hamaney’in halefi olma mücadelesinin rejimin iki büyük grubu olan ılımlılar ve sertlik yanlısı muhafazakârlar arasında olağan bir rekabet olması pek olası değil. Çekişmenin 1989’da Hamaney’i iktidara getirene oldukça benzer seyretmesi muhtemel: Plansız, değişken ve sert. Farklı adaylar birbiriyle mücadele ederken, ani ittifaklar ortaya çıkabileceği gibi mevcut ittifaklar da aynı hızla çözülebilir. Kesin olan tek şeyse Hamaney’in ölümünün büyük bir belirsizlik ve kaos getireceği.
Geçtiğimiz dokuz ayın büyük bir kısmını İran’daki protestoları incelemekle geçiren ülke dışından analistler, ülkenin siyasi bir değişim yaşayabileceğine dair işaretler aradı. Büyük çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu göstericiler, “Kadın, yaşam, özgürlük!” sloganlarıyla, daha açık bir toplum ve demokrasi talepleriyle ülkenin seçkinlerini şiddetli bir biçimde sarstılar. Protestolar bir ara öyle büyüdü ki analistler İslam Cumhuriyeti’nin çökebileceğini düşündü.
Ancak böyle olmadı. Tahran, gösterileri bastırmak için büyük bir güç kullandı, binlerce protestocuyu tutukladı. Dehşet verici halka açık infazlarla da dahil olmak üzere, yüzlerce kişiyi katletti. Bugün İran’da halkın hoşnutsuzluğunun ateşi sönmedi, hâlâ için için yanıyor. Ancak gösteriler genel olarak yatışmış durumda ve şu anda rejime tehdit oluşturuyor görünmüyor.
İranlı seçkinlerse oldukça farklı bir nedenle pek rahat değiller. İran’ın dini lideri Ali Hamaney 84 yaşında ve sağlık sorunları var. New York Times’ın haberine göre, Hamaney geçtiğimiz Eylül ayında ciddi şekilde hastalanmıştı. 2022’de bir türbe ziyaretinde maiyetine, yaşı ilerlediği için bunun son ziyareti olabileceğini söylemişti. 2014 yılında da prostat kanseri tedavisi görmüştü. Hamaney şu aralar sağlıklı olabilir ancak sonsuza dek yaşamayacak ve İranlı seçkinler Hamaney’den sonra ne olacağı konusunda endişeli.
Görünürde o kadar endişelenmelerine gerek yok. Zira, İslam Cumhuriyeti’nin dini lider seçimine ilişkin resmi işleyişi oldukça açık. İran Anayasası’na göre, ülkenin Uzmanlar Meclisi’nin 88 üyesi toplanarak adayları belirleyecek. Uzmanlar Meclisi bu sürecin iç kurallarını hiçbir zaman açıklamadı, ancak analistler, Meclis’in oylamadan önce gerektiği kadar uzun süre müzakere ettiğini, akabinde gerektiğinde çoğunluğu sağlayacak biri ortaya çıkana kadar adayları elediğini biliyor.
Ancak yeni bir lider seçme süreci göründüğü kadar basit değil. Meclis üyelerinin yüzde 60’ının yaşı 70’in üzerinde ve çok azı gerçek bir siyasi nüfuza sahip. Üyeler daha ziyade, rejimin önde gelen siyasetçileri ve politika yapıcıları, emniyet ve askeri komutanları ve bunların hepsinin hâkim olduğu kurumlar için vekil konumundalar. Seçkin kesimler bölünmüş durumda ve uzlaşmaya varmakta zorlanabiliyorlar. Esasında üyeler birbiriyle neredeyse sürekli çatışma halinde. Anlaşmazlıkları çözecek bir kural kitabı, güçlü bir kurum ya da etkili bir aracıya sahip olmayan İranlı seçkinlerin arasındaki her kamp ve içindeki ilişkileri, ihtilaflar ve şiddetli rekabet şekillendiriyor.
Tüm bu güvensizlik ve düşmanlık göz önüne alındığında, Hamaney’in halefi olma mücadelesinin rejimin iki büyük grubu olan ılımlılar ve sertlik yanlısı muhafazakârlar arasında olağan bir rekabet olması pek olası değil. Aslında düzenli bir rekabet olması da pek olası değil. Çekişmenin 1989’da Hamaney’i iktidara getirene oldukça benzer seyretmesi muhtemel: Plansız, değişken ve sert. Farklı adaylar birbiriyle mücadele ederken, ani ittifaklar ortaya çıkabileceği gibi mevcut ittifaklar da aynı hızla çözülebilir. Bazı seçkinler bu rekabeti hesaplaşmak, birbirlerini arkadan bıçaklamak ve kirli sırları ifşa etmek için kullanabilir. Kurallar, var oldukları ölçüde, manipüle edilecek. Sonunda kimin kazanacağı en bilgili gözlemciler için bile sürpriz olabilir. Kesin olan tek şeyse Hamaney’in ölümünün büyük bir belirsizlik ve kaos getireceği.
Damdan Düşercesine
1980’lerin sonunda çok az kişi Hamaney’in, Ayetullah Ruhullah Humeyni’nin halefi olarak İran’ın dini lideri olacağını tahmin ediyordu. Öncelikle, o zamanlar orta rütbeli bir din adamı olan Hamaney, anayasal olarak dini lider olmak için gereken yeterliliğe sahip değildi. Ülkenin önde gelen dini figürleri, onun İslami hükümleri ilahileştiremeyecek kadar zayıf bir din adamı olduğunu öne sürdüler ki bu teokratik özelliklere sahip bir devlet için hiç de küçük bir suçlama değildi. Ocak 1988 tarihli bir açık mektupta Humeyni bile, Hamaney’in görüşlerinin “kendi sözlerine aykırı” olduğunu söyledi ve Hamaney’in en başta bir yüce lider olmayı meşru kılan kritik dini doktrini doğru anlamadığını iddia etti.
Hamaney’in elbette dostları vardı ve 1981 ve 1985’teki seçimleri kazanarak İran’ın cumhurbaşkanı olmasıyla en üst makam için bir rakip olacak kadar güç toplamıştı. Ancak o dönemde cumhurbaşkanının gerçek bir otoritesi yoktu ve cumhurbaşkanlığı büyük ölçüde sembolik bir makamdı. Hamaney rejimin siyasi sağındandı, dini liderin geleneksel dini yasalardan üstün olduğuna ve devlete özel işlerin bağımsızlığına riayet etmesi gerektiğine inanıyordu. Söz konusu yıllarda İslami rejim çoğunlukla solun kontrolündeydi. Bu grup bugünün reformistlerine dönüşmüş olsa da o dönemde saldırgan bir dış politika, muhalefeti tasfiye etme ve son derece merkezi bir ekonomi yaratma çabalarıyla biliniyordu. Reformistler 1988 seçimlerinde ezici bir zafer kazanarak İran Parlamentosu’nda çoğunluğu elde etmişlerdi. Solun genç lideri Mir Hüseyin Musavi başbakan olarak kalmıştı ve kabinesinde solcular ağırlıktaydı. Ülkenin başyargıcı ve başsavcısı da dahil olmak üzere üst düzey yargı pozisyonları da solun elindeydi.
Solun gücü sivil kurumların ötesine uzanıyordu. Bir yıl öncesinde, 1987’de, Humeyni şaşırtıcı bir şekilde söz konusu zamanlarda ülkenin en korkunç iç güvenlik gücü olan Devrim Komiteleri’nin yönetimini solcu unsurlara devretti. İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun tabanının çoğunluğu ya solu ya da o dönemde resmen Humeyni’nin halefi olarak görülen Ayetullah Hüseyin Ali Muntazeri’yi destekliyordu. Devrim Muhafızları’nın liderliği de sağ ve sol arasında bölünmüştü ve Humeyni kısa süre önce sağcı iki generalin askeri mahkemede yargılanmasını istemişti. Humeyni’nin oğlu da dahil olmak üzere kendi yakın çevresinin sol ile daha samimi bir ilişkisi vardı.
O zamanlar Hamaney’in zirveye nasıl ulaştığı İslam Cumhuriyeti’nin en büyük gizemlerinden biri. Zira, Uzmanlar Meclisi’nin müteakip oturumlarının tutanakları kısmen gizli tutuluyor. Humeyni’nin ölümünden sadece iki ay önce sol, Muntazeri’nin Humeyni’nin resmi halefi olarak atanması için başarılı bir kampanya yürüttü ve anayasal bir boşluk yarattı. Uzmanlar Meclisi acilen kapalı bir oturum düzenledi. Oturumda üyeler başlangıçta bir yerine birden fazla üst düzey lider olmasını tartıştıysalar da nihayetinde herhangi bir güç paylaşımı anlaşmasını reddettiler. Daha sonra Meclis Başkanı Ali Meşkini de (damadı daha sonra İran’ın istihbarat servisinin başına geçti) dahil olmak üzere önde gelen üst düzey din adamlarını oyladılar.
Sonunda üyeler, tarihi kayıtlara göre, aralarında Ali Hamaney’in de bulunduğu gelişigüzel isimler önermeye başladı. Meclis Başkanı Ekber Haşimi Rafsancani, İran Cumhurbaşkanı’nı destekledi. Sağ hâlâ kırılgandı ve bazı üyeleri Hamaney’e karşı oy kullandı. Ancak sağ, Hamaney’i seçtirmek için soldaki üyelerden biraz destek almayı başardı. Sağın bu işi nasıl başardığını kestirmek hâlâ mümkün değil. Ancak Meşkini daha sonra bu “beklenmedik” sonucu “kendiliğinden gelişen ilahi bir müdahale” olarak tanımladı.
Hamaney’in seçilmesinin ardından, özel bir konsey zaman kaybetmeden İran Anayasası’nı revize ederek dini lidere eşi benzeri görülmemiş bir mutlak yönetim yetkisi verdi ve bu yetki tartışmalı bir referandumla onaylandı. İran’ın yeni dini lideri iktidara gelir gelmez düşmanlarını hızla tasfiye etti. Liderliğinin ilk üç yılında Hamaney solcu yetkilileri neredeyse tüm kilit pozisyonlardan uzaklaştırdı. Hızla yeni bir başyargıç atadı. Devrim Muhafızları’nın reform yanlısı olmayan komutanlarını görevden aldı ve hatta hapse attı. Solcuları parlamento seçimlerinden dışlamayı başardı. Aslında ikinci yılının sonunda Hamaney, tüm ulusal adayların seçime girmeden önce geçmesi gereken bir inceleme süreci oluşturmuştu. Sadece birkaç yıl içinde sıradan bir aktör olmaktan çıkıp İran’ın tartışmasız patronu haline geldi.
Kargaşa Düzeni
İslam Cumhuriyeti, günümüzdeki Çin ya da bir zamanların Sovyetler Birliği veya Vietnam’daki gibi diğer devrimci rejimlerin aksine, seçkinlerin ilişkilerini yönetebilecek bir parti ya da başka bir örgüt kurmayı hiçbir zaman başaramadı. Devrim sonrası en önemli iki siyasi parti olan İslam Cumhuriyeti Partisi ve İslam Devrimi Mücahitleri Örgütü 1980’lerde iç anlaşmazlıklar nedeniyle dağıldı. En önde gelen dini örgüt Militan Din Adamları Derneği ise sağ ve sol fraksiyonları tarafından ikiye bölündü. Bugün, kâğıt üzerinde, seçkinlerin çıkarlarını temsil ettiğini iddia eden kayıtlı siyasi parti sayısı yaklaşık 120, ancak bunların hiçbiri seçkin kesimin çoğunu üyesi sayamıyor.
Elbette İslam Cumhuriyeti, teoride tüm ülkeyi temsil eden çeşitli devlet kurumlarına sahip. Ancak pratikte bu kurumlar neredeyse sürekli çatışma halinde. Örneğin son 20 yıldır Dışişleri Bakanlığı ve Devrim Muhafızları Ordusu’nun Kudüs Gücü, ülkenin Afganistan, Pakistan ve Ortadoğu’ya ilişkin dosyalarını kimin yürüteceği konusunda anlaşmazlık içinde. Hem Bakanlık hem de Kudüs Gücü sertlik yanlısı isimler tarafından yönetiliyor olsa da bu anlaşmazlık sürüyor. Ağustos 2022’de Kudüs Gücü komutanı, Dışişleri Bakanlığı’nın Iraklı etkili Şii din adamı Mukteda El Sadr ile bir toplantı düzenlemesine dahi izin vermedi. Nisan ayında İran’ın sigorta düzenleme kurumunun başkan yardımcısı, açıkça parlamentoyu ülkenin Sanayi Bakanı’nı görevden almaya teşvik etti. İran Kültür Bakanlığı ise, İran’ın ulusal yayın servisi ile aboneliğe dayanan yayın hizmetlerinin içeriğini sansürleme yetkisinin kimde olduğu konusunda anlaşmazlık yaşıyor.
İran’daki kurumlar içinde başka çatışmalar da yaşanıyor. Örneğin 2021’in başlarında, Devrim Muhafızları’nın siyasi bürosu içinde yaşanan çekişme Devrim Muhafızları’nın iş dünyasındaki iştiraklerinin başkanının görevden alınmasına yol açtı. (Görevden alınan yönetici akabinde cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki adaylıktan da diskalifiye edildi). Şubat 2022’de sızdırılan bir ses kaydı Devrim Muhafızları komutanlarının, 2020’de ABD hava saldırısında öldürülen nüfuzlu general Kasım Süleymani de dahil olmak üzere, büyük bir mali yolsuzluk vakasına karıştıkları için kavga ettiklerini gösteriyordu. İran İslam Cumhuriyeti Yayıncılık şirketi içindeki çekişme de üst düzey yönetiminde birkaç değişikliğe yol açtı. Benzer iç çekişmeler nükleer konulardan sorumlu sertlik yanlıları arasında da ortaya çıktı. Ülkenin baş nükleer müzakerecisi Ali Bagheri Kani, desteklediği bir anlaşma taslağı nedeniyle kısa süre önce eski patronu Said Celili ile anlaşmazlığa düştü. Bunun üzerine Bagheri, Celili’nin bir destekçisini müzakere ekibinden çıkardı.
İran’da seçkinlerin gayrı resmi gücü her zaman resmi bürokratik kurumlardan fazla olmuştur. Bu durum da bu tür bireysel anlaşmazlıkları kurumsal çatışmalardan daha önemli hale getirme eğilimindedir. Bu bireysel kavgalarsa nadiren politik ayrılıklar veya ideolojik nedenlerle ilgilidir. Seçkinler arasındaki çatışmaları yönlendiren kamu kaynakları ve ekonomik rantlar üzerinde güç ve kontrol elde etmeye yönelik kişisel hırslardır. Bu anlaşmazlıkların bencilliği gereği seçkinler kendi gruplarının önündeki fırsatlara mal olsa bile birbirleriyle çatışma halinde olacak, yönetme kabiliyetlerini zayıflatsa bile çatışmaya devam edeceklerdir.
Bu durum özellikle Haziran 2021’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde açıktı. Bazı reformist liderler seçimi boykot etti. Çok sayıda muhafazakâr aday, sertlik yanlısı İbrahim Reisi’nin yarış dışı bırakıldığına dair söylentiler yaydı. Örneğin Hamaney’in Reisi’nin aday olmasını yasakladığını iddia ettiler.
Sonunda Reisi kazandı. Ancak muhafazakâr seçkinler içindeki tartışmalar öyle yoğundu ki Cumhurbaşkanı, seçim zaferinden iki ay sonrasına kadar kimi cumhurbaşkanı yardımcısı seçtiğini açıklayamadı. Kendi kampı içindeki farklı çıkar gruplarının koltuk için yarışması nedeniyle Merkez Bankası başkanını belirlemesi birkaç ay daha aldı. İran’ın para birimi çöktüğü için, Aralık 2022’de Banka Başkanı’nı farklı bir gruba bağlı biriyle değiştirmek zorunda kaldı.
Hamaney Öncesi
İran siyasetindeki kaos Hamaney öncesine dayanıyor. Ancak mevcut dini lider, sistemi düzene sokmaya yönelik çok az şey yaptı. Bilakis Hamaney, seçkinlerin aralarındaki çatışmalara aracılık edebilecek ya da farklı çıkarlarını bir araya getirebilecek kurumlar ve prosedürler geliştirme imkânı bulamadığı şahsiyetçi bir yönetim biçimi yarattı. Bu da iktidarı istikrarsız hale getirdi ve sürekli çalkantılara yol açtı. Seçkinler devlet kurumlarını örgütlü siyasi vizyonlarını hayata geçirecekleri yerler olarak değil, kamu kaynaklarını sömürebilecekleri ve bireysel hedeflerini gerçekleştirebilecekleri geçici derebeylikler olarak görüyor. İronik bir şekilde, bu durum aynı zamanda kurumsal tabanlarını, güçlerini artırmaya yönelik amaçlar açısından çok az kullanışlı hale getiriyor.
Bunun belki de en iyi ve en güncel örneği, İran’ın eski başyargıcı, Koruyucular Konseyi’nin (yasaları veto edebilen veya değiştirebilen) eski bir üyesi ve Teşhis Konseyi’nin (parlamento ile Koruyucular Konseyi arasındaki anlaşmazlıkları çözen) şu anki başkanı Sadık Amoli Laricani’dir. Pek çok analistin Hamaney’in halefi olduğuna işaret ettiğini düşündüğü tüm bu kurumsal pozisyonlarına rağmen Laricani artık anlamlı bir güce sahip değil. Çok yakınındaki isimlerden biri yolsuzluk suçundan 31 yıl hapse mahkûm edildi. Eski atamalarından biri olan kötü şöhretli kamu ve devrim savcısı Abbas Caferi, Tahran sokaklarında taksi şoförlüğü yapıyor.
Hamaney’in halefinin seçildiği süreci de muhtemelen aynı dalgalanma belirleyecek. Çok sayıda bozguncu ve az sayıda samimi simsarla oldukça kaotik bir süreç olacak. Reisi ve dini liderin oğlu Mojtaba Hamaney de dahil olmak üzere öne çıkmış görünen adaylar hızla gözden düşebilir. Mevcut siyasi düzen tarafından reddedilen seçkinler, İran’ın 1989’dan bu yana yaşadığı en büyük güç boşluğundan faydalanmak için harekete geçecek. İran’ın halk ayaklanmalarına gebe zemini belirsizliği daha da artırıyor.
Aslında açık olan tek şey, İran’ın çağdaş seçkinlerinin bu ana hazırlıklı olmadığı. Protestolara verilen yavaş, duraksamalı ve sonra da oldukça şiddetlenen tepkinin açıkça ortaya koyduğu gibi, herhangi bir kargaşaya pek hazır değiller. Krizle karşı karşıya kaldıklarında tam anlamıyla irticalen hareket ederek ilerliyorlar. Halefiyet süreci sona erdiğinde de mücadeleleri sona ermeyecek: İran’ın bir sonraki liderinin en az bir önceki kadar değişken olması muhtemel.