“İslam Dünyası” İsrail’e Karşı Neden Adım Atamıyor?
Gazze’de yaşanan mezalimin, tüm dünyaya canlı yayında izlettirilen soykırımın arkasında İsrail’in Batı devletleri ile kurduğu sıkı ilişkiler yatıyor. Ancak İsrail’in bu denli pervasız olabilmesinin bir nedeni de Müslüman ülkelerle de açıktan ya da perde arkasından kurduğu siyasi ve ekonomik ilişkiler.
‘İslam Dünyası’ Ne Demek?
1948’de İsrail’in resmen kurulması ile başladığı kabul edilen Filistin meselesi bir çok aşama kaydetti. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan dünya sistemi haklılık üzerine değil güç üzerine, yani savaşın galiplerinin çıkarları ekseninde tasarlandı ve şayet işlenen hukuksuzluk bu galiplerden herhangi birinin çıkarına uygunsa insan hakları ve uluslararası hukukun iptal edildiği bir sistemi doğurdu. Birleşmiş Milletler’de (BM) veto yetkisine sahip beş daimî üye olan ABD, Rusya, Çin, Fransa ve Birleşik Krallık aynı zamanda dünyanın en çok silah üreten ve pazarlayan ülkeleridir.
İsrail bu hukuksuzluğun sembolü olarak BM’de ayrıcalıklı beş galibin ortak uzlaşısıyla kuruldu. Bosna, Çeçenistan, Darfur, Arakan ve Ruanda’da yaşanan soykırımlar dünya sisteminin bu çarpık yapısı sebebiyle yapılabilmişti. Doğu Türkistan, Cezayir iç savaşı, Mısır’da 2013 darbesi sonrası sivillere yönelen şiddet gibi birçok insan hakları ihlali, ayrıcalıklı beş ülkeden birinin çıkarları doğrultusunda gerçekleştirilebilmişti. Kendi aralarındaki çıkar çatışması uzlaşının ötesine geçerse Afganistan, Irak ve Kosova’da ABD’nin, Gürcistan ve Ukrayna’da Rusya’nın yaptığı gibi işgal ya da askeri müdahaleler yaşanabiliyor.
Filistin meselesi, bu denklemin tam ortasında, ayrıcalıklı beş ülkenin desteklediği zulmün adı. Bu sebeple konu Filistin olunca aslında dünya sisteminin gerçek/fiili işleyişini yeniden hatırlıyoruz.
Filistin sorunu aslında bize gerçekten bir İslam Dünyası’nın da olmadığını hatırlatıyor. İslam Dünyası neden sessiz ya da gereken tavrı almıyor sorusunun öznesi olan “İslam Dünyası”nın 51 ulus-devlete bölündüğünü ifade edelim. Bu ulus devletlerin sekizi anayasalarında İslam Hukukunu esas aldığını belirtiyor (Afganistan, Brunei, İran, Moritanya, Pakistan, Suudi Arabistan, Umman ve Yemen). 18’i ise devlet dini olarak İslam’ı kabul etseler de şeriatla yönetilmiyorlar (Bahreyn, Bangladeş, Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir, Cibuti, Fas, Filistin, Irak, Katar, Komorlar, Kuveyt, Libya, Maldivler, Malezya, Mısır, Ürdün, Somali, Tunus). Nüfusunun çoğunluğu Müslüman olup laik bir yönetimleri bulunan ülke sayısı da 25 (Arnavutluk, Azerbaycan, Bosna-Hersek, Burkina Faso, Çad, Endonezya, Gambiya, Gine, Gine-Bissau, Kazakistan, Kırgızistan, Kosova, Lübnan, Mali, Nijer, Nijerya, Özbekistan, Senegal, Sierra Leone, Sudan, Suriye, Tacikistan, Türkiye ve Türkmenistan).
Bu ülkelerin en güçlüleri Ortadoğu’da Türkiye, İran, Mısır ve Suudi Arabistan; Afrika’da Fas; Hint alt kıtasında Pakistan; Güneydoğu Asya’da ise Endonezya ve Malezya.
– Dünya petrol üretiminin yüzde 65’i,
– Dünya doğalgaz üretiminin yüzde 51’i,
– Dünyada bilinen uranyum yataklarının yüzde 39’u,
– Dünya doğal kauçuk üretiminin yüzde 70’i,
– Dünya kalay üretiminin yüzde 52’si,
– Dünya buğdayının yüzde 15’i,
– Dünya pirincinin yüzde17’si,
– Dünya baharat üretiminin yüzde 39’u,
– Dünya şeker pancarı ve şekerkamışı üretiminin yüzde 31’i,
– Dünya fosfat üretiminin yüzde 41’i İslam ülkelerinde yapılıyor ya da kaynaklar bu ülkelerde bulunuyor.
Normalde bu denli bir ekonomik güç dünya siyasetinde de önemli bir güç haline gelebilir. Ancak bahsini ettiğimiz 51 ülkenin yönetimleri BM’yi tasarlayan ve dünyayı yöneten beş ülkeye bağımlı haldedir. Hepsinin sömürge ve manda dönemlerinde kalma bağımlılıkları vardır. Bu sebeple ortak bir tavır belirleyebilecek Avrupa Birliği (AB) tipi bir ortak ekonomik ve siyasal birliğe sahip değillerdir. Cemaleddin Afgani’den Cezayirli düşünür Malik bin Nebî’ye, Bosnalı lider Aliya İzzetbegoviç’ten ABD’li yazar İsmail Râci Faruki’ye kadar İslamcı düşünürlerin Ümmetçilik söylemi böylesi bir birliği hedeflese de, Arap ulusalcılığı en azından Arap devletleri arasında böylesi bir birlik hedeflese de günümüzde fiilen böyle bir ortak tutum alınamamaktadır. Söz konusu devletlere egemen olan resmî ideolojiler de birlik taraftarı değil ulusalcı-milliyetçi ayrışma taraftarıdır. Türkçü aşırı sağ, Pan-Arabizm, İran ulusalcılığı gibi ideolojiler ve Vahhabilik, Şiicilik, Osmanlıcı-Tasavvufçu Ehl-i Sünnetçilik gibi mezhepçi ayrılıkçı ideolojiler de İslam dünyasının AB tarzı bir birlik çatısında ortak hareket etmesine düşünsel engeller oluşturmaktadır.
Peki her 10 dakikada bir çocuğun canlı yayında katledildiği böylesi açık bir soykırım gösterisinde dahi ortak bir tavır alınamaz mı? Elbette alınabilir. En azından uluslararası hukukun tanıdığı yaptırım hakları çerçevesinde bahsini ettiğimiz halkları çoğunlukla Müslüman olan ülkeler diplomatik ilişkilerini tümüyle kesmeseler bile minimum seviyeye indirebilirler. Hava, deniz ve kara sahalarını katliamlar durana kadar kapatabilirler. Ekonomik abluka ve yaptırımlar uygulayabilirler. İsrail vatandaşlarına vize uygulaması getirip vize vermeyebilirler. Tüm hafif yaptırımların hemen hiçbirini yapamayan 51 ülkenin İsrail’le çok sıkı ilişkiler içinde olduğunu hatırlatmakta fayda var.
Filistin Endüstrisi’nin arkasında İsrail’le sıkı ilişkiler var ve kısaca şu gerçekle yüzleşmemiz gerekiyor: Müslüman ülkelerin yönetimleri hem kendi halklarını hem de Filistin’i aldatıyor. Ne Filistin Davası’ndan ne de kendi çıkarlarından vazgeçebiliyorlar. Mağduriyet ve mazlûmiyetin istismarı da ayrı bir “kitlelerin gazını alma” işlevi görüyor.
Filistin Endüstrisi’nin bir diğer ayağı da bölgede kurulan otoriter ve totaliter rejimlerin ve örgütlerin kendi halklarına ve komşularına reva gördükleri, her türlü insan hakları ihlalini ve despotizmi “Filistin’i savunma”, “Direniş Ekseni” “Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın muhafızı” olma gibi ideolojik gerekçelerle meşrulaştırmaları, kendi işledikleri suçları aklama yolu haline getirmeleridir. Geçmişte Saddam rejiminin, geçmişten günümüze kadar da Şam rejimi ve İran rejiminin vekalet savaşını yürüten uzantıları Lübnan Hizbullah’ı, Yemen’de Husiler ve Irak’taki Şii örgütlerin retoriği bu eksende üretiliyor.
Peki bunca ülkenin yönetiminin bugüne kadar İsrail Filistinlilere daha az zarar verirken daha yüksek perdeden tepki gösterip 7 Ekim saldırıları sonrası fazlasıyla mesafeli ve duyarsız davranmalarının sebebi sadece acizlik mi? Kanaatimce hayır.
İsterseniz Müslüman ülkelerin İsrail’le ilişkilerine göz atalım. Siyasi açıdan İsrail; Türkiye, Mısır, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Fas, Sudan, Azerbaycan, Singapur ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri tarafından meşru bir devlet olarak tanınıyor. Diğer Arap ülkeleri, Endonezya, Malezya ve Pakistan ise İsrail ile ilişkilerini askıya alan veya kısıtlayan ülkeler arasında yer alıyor. İsrail’le tüm ilişkilerini kesmiş tek ülke ise İran.
Türkiye ve Azerbaycan
Türkiye İsrail’le ekonomik ilişkilerini her geçen yıl geliştirirken, 2008-2009 İsrail-Gazze savaşını kınadı ve 2010 Mavi Marmara baskını sonrası diplomatik olarak İsrail’e yaptırım uyguladı. Bu süreçte de ticari ilişkiler sürdü ancak Türkiye Mart 2022’de İsrail’le siyasi olarak da normalleşti.
Türkiye-İsrail ekonomik ilişkileri son 20 senede önemli gelişme gösterdi. 2002 yılında 1,41 milyar dolar olan ticaret hacmi 2022’de 8,91 milyar dolara kadar çıktı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) özel ticaret sistemi verilerine göre AK Parti iktidarının başladığı 2002 yılında Türkiye’nin İsrail’e ihracatı 861,4 milyon dolar; İsrail’den ithalatı ise 544,5 milyon dolar idi. 2022’de ihracat 6,74 milyar dolara yükselirken ithalat da 2,17 milyar dolara çıktı. Ticaret hacmi de 1,41 milyar dolardan 8,91 milyar dolara ulaştı. Buna göre ticaret hacmi son 20 senede yüzde 532 artış gösterdi. İsrail ile ticaret Türkiye için ne kadar önemli? TÜİK genel ticaret sistemi verilerine göre 2022 yılında İsrail Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı 10’uncu ülke konumunda. (Türkiye-İsrail ekonomik ilişkileri ne durumda, ticaret hacmi AK Parti iktidarında nasıl değişti? EuroNews 11/10/2023) Erdoğan ile Netanyahu 20 Eylül’de New York’ta tüm bu ticari işbirliğinin de ötesine geçerek İsrail-Türkiye Doğalgaz Boru Hattı projesini görüşmüşler, iş sadece imzaların atılmasına kalmıştı. Türkiye şayet İsrail’le bu projeyi gerçekleştirebilirse Rusya’ya olan doğalgaz bağımlılığından kurtulabilecek.
Azerbaycan’daki Aliyev rejimi ise petrolünü Türkiye üzerinden Bakü-Ceyhan Boru Hattı ile İsrail’e aktarıyor. İsrail’in İran’a karşı Bakü’nün yanında yer alması, Karabağ’ın geri alınmasında çok önemli bir faktör oldu.
Arap Dünyası
BAE ve Bahreyn’in öncülük ettiği ve Fas’ın ve Sudan’ın da katıldığı İbrahim Anlaşmaları ise İsrail’i tanıma ve normalleşme sürecinin belkemiğini oluşturuyor. Suudi Arabistan bu sürece katılmazken Katar da siyasi normalleşmeden ziyade İsrail’le ekonomik işbirliğinin geliştirilmesi gerektiğine dair açıklamalar yaparak farklı bir tutum aldı. BAE, Bahreyn, Fas ve Sudan’ın İsrail’le ilişkileri normalleştirme yolunda attığı adımlara işaret eden Âl Sâni, “Barış sürecinde herhangi bir ufuk görmüyoruz. İsrail ile normalleşme için yapılan İbrahim Anlaşmaları’nın krizin çözümüne katkı sunması mümkün değil” ifadelerini kullandı.
İsrail, Temmuz 2022’de ilişkilerin normalleşmesi amacıyla aralarında yapılan çok sayıda anlaşma ve ekonomik anlaşmalar sonucunda Arap ülkeleriyle ticaretinin yalnızca bir yıl içinde rekor artışlara ulaştığını açıkladı. Tel Aviv’in Haziran bülteninde ayrıntılı olarak açıklanan, Tel Aviv’in Abu Dabi ile ticareti geçen ay 201,4 milyon dolara ulaşarak geçen yılın Mayıs ayına göre yüzde 130 artış gösterdi. Bu sonuç, iki ülkenin bir ay önce bir ticaret anlaşması imzalaması ve geçen ay Gana’da multi-milyon dolarlık ortak bir proje başlatmasının ardından geldi. Manama ile açık ticaret de yıl içinde sıfırdan 1,2 milyon dolara fırladı.
İsrail’in Ürdün’le ticareti geçen yıla göre yüzde 54 artışla 55 milyon dolara yükseldi. Mısır’la ticaret ise yüzde 41 artışla 23,6 milyon doları buldu. Fas da bu yıl İsrail ile ticaret anlaşmalarında yüzde 94 artışla 3,1 milyon dolara ulaştı.
Katar ise yukarıda da belirttiğim üzere İbrahim Anlaşmaları’nın ekonomik çıkar için İsrail’in siyasi meşrulaştırılması amacıyla kullanılmasına karşı çıkıyor ve siyasi meşrulaştırma olmadan ekonomik işbirliğinin geliştirilmesini ve ekonomik kart yoluyla İsrail’in iki devletli çözüme zorlanması gerektiğini savunuyor.
İsrail ve Katar kaynaklarına göre iki hükümet arasında elmas pazarıyla ilgili ticari bir anlaşma sağlandı. Buna göre İsrail, elmas ticareti yapmaya yetkili ülkelerin arasına Katar’ın resmen katılmasına onay verirken, Katar da İsrailli tüccarların Katar’a serbestçe girmesine, hatta gerekirse resmî ofis açmasına izin verecek.
Katar’ın Gazze temsilcisi Muhammed El Emadi İsrail makamlarıyla düzenli temas hâlinde. Şubat 2020’de, Mossad Başkanı Yossi Cohen’in bu konudaki temaslar kapsamında Doha’ya bir ziyaret gerçekleştirdiği iddia edilmişti.
Tüm bu tablo, İsrail’le alenen geliştirilen ilişkileri gösteriyor. İsrail ile Müslüman ülkeler arasındaki daha karanlık ve dolaylı ilişkiler ise bizi gizli ticaret ağına ulaştırıyor
Haaretz’in 19 Ocak 2012 tarihli “İsrail’in Müslüman Dünyasındaki Ticaretinin Kötü Saklanan Sırrı” başlıklı haberi şöyle başlıyor: “İran’ın bilgisayar sistemlerinin, Endonezya Başbakanı’nın ofisindeki elektriğin ve Suudi askerlerini koruyan kurşun geçirmez yeleklerin İsrail’den gelmiş olma ihtimali oldukça yüksek. Arap ülkeleriyle bağlantıları olan bir iş insanı olan Motti (gerçek adı değil), birkaç ay önce tanınmış bir İsrail gıda şirketinin temsilcilerinin kendisinden İran’a ihracat olasılığını kontrol etmesini istemesi karşısında şaşkına dönmüştü. Ona, İranlı bir şirketin yurt dışındaki bağlantılar aracılığıyla kendilerine ulaştığını söylediler. Motti reddetti. Ambargoyu delmek istemedi. Ancak o zamandan bu yana, pek çok yerel şirket ve iş insanının İsrail’in bir numaralı düşmanıyla dolaylı olarak ticaret yaptığını keşfettiğini söylüyor. Bu yüzden üç hafta önce Allot Communications’ın Danimarkalı bir dağıtımcı aracılığıyla beş yıl boyunca İran’a internet gözetleme ve izleme ekipmanı sattığıyla ilgili bir Bloomberg News haberi onu şaşırtmadı. Makaleye göre Allot, ekipmanı Danimarka’ya gönderdi ve burada işçiler, İsrail menşeli olduğunu gizlemek için etiketleri çıkarıp yeniden paketledi. Daha sonra onu İran’a satan bir aracıya aktarıldı.
İsrail ile İran arasındaki bağları araştıran Kudüs İbrani Üniversitesi’nden uluslararası ilişkiler uzmanı Prof. Uri Bialer, ‘İran’la ticaret eski bir hikâye’ diyor. ‘Paranın kokusu yoktur. İranlılar her zaman iş yapmaya çalışırlar ve her zaman para kazanmayı amaçlayan İsrailliler de olmuştur.’
İsrail ve ABD’nin tehdit olarak kullandığı yaptırımlar aynı zamanda şirketleri İran’la dolaylı da olsa bağ kurmaktan caydırmayı amaçlıyor. Ancak günümüzün gerçekliğinde, krizin Batı pazarlarını etkilediği bir dönemde, üçüncü dünyaya göz diken şirketler var; bazıları da İsrail’e düşman ülkelerde pazar buluyor. Bu ülkelerde ayrıca İsrail’in teknolojisine ve ürünlerine hayran pek çok kişi var ancak siyasi hassasiyetler nedeniyle her şeyin QT üzerinde yapılması gerekiyor. ‘İsrail Malı’ yazan etiket ve ambalajların kaldırılması ve aracı bir ülkeden, Türkiye’den veya Avrupa’nın herhangi bir yerinden konşimento düzenlenmesi gerekiyor.
İsrail Üreticiler Birliği Dış Ticaret ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Direktörü Dan Catarivas, ‘Bunlar hakkında konuşmak yasak’ diyor. ‘İsrailli sanayiciler bu konuda mümkün olduğu kadar dikkatlerden uzak durmak istiyor. Firmalar bazen bize gelip ürünlerinin İsrail kimliğini nasıl gizleyebileceklerini soruyorlar. Biz onları bu alanda uzman olanlara, genellikle nakliye, taşıma ve lojistik şirketlerine yönlendiriyoruz.’
İsrail ticareti Suudi Arabistan ve Irak’ta, ayrıca Endonezya ve Malezya gibi uzak ülkelerde de sessizce gelişiyor. Her iki taraftaki şirket sahipleri, zararlı tanıtımlardan kaçınmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Temaslar, yurt dışındaki uluslararası konferanslarda, her iki tarafı da tanıyan Avrupalı ve ABD’li şirketler aracılığıyla ve doğrudan internet üzerinden yapılıyor.
Arap ülkelerinde işlem yapan Arab Markets’tan Eliran Malul, ‘Teknoloji, özellikle de internet, dünyayı küçültüyor’ diye açıklıyor. ‘Arap girişimciler İsrail teknolojileriyle ilgileniyor ve bunları internet ve Facebook, Twitter ve LinkedIn gibi sosyal ağlar aracılığıyla araştırıyor.’
Muğlak Kurallar
İsrail yasaları Lübnan, Suriye ve İran’la doğrudan ve dolaylı ticareti yasaklıyor. Bazı iş insanları, özellikle istenmeyen yerlerde gösterilen ürünler söz konusu olduğunda kuralların çok belirsiz olduğundan şikâyet ediyor. Üreticiler Birliği’nden üst düzey bir kaynak, ‘Bazen İsrailli şirketler kime satış yaptıklarını bilmiyorlar’ diyor. ‘Diyelim ki yeni bir uluslararası müşterinin işi için uğraşıyorsunuz. Anlaşmayı tamamlarken ona ne söyleyebilirsiniz?: ‘Ürünü İran’a satmayacaksınız, değil mi?’ Faydası olur mu? Yalan söyleyip söylemediğini nasıl anlarsınız?’
Endonezya’daki Ofisler
Müslüman ülkelerle ilişkiler Ortadoğu’nun çok ötesine uzanıyor. 1990’ların sonlarında Dışişleri Bakanlığı, güçlü ekonomik potansiyele sahip ancak İsrail ile diplomatik ilişkileri olmayan Müslüman ülkeler Endonezya ve Malezya ile ticaret yapmaya çalıştı. Oslo Anlaşmaları’nın en parlak dönemiydi ve pek çok kişi İsrail’in Müslüman ülkeler ve Arap ülkeleriyle ekonomik bağlarının çok daha açık ve verimli olacağına inanıyordu. Birkaç yıl önce Koor Trade Endonezya’da bir ofis açmış ve burada düşük profilli ticari ilişkiler kurmaya başlamıştı.
Endonezya ile ticaret, diplomatik ilişkiler olmaksızın, mümkün olan en düşük profilde, gizli olarak devam ediyor. Singapur oraya girmeye çalışan iş insanları için bir üs görevi görüyor. 2007 yılında Ormat Industries’in bir yan kuruluşu, 30 yıllığına elektrik tedariki için 200 milyon dolarlık bir sözleşme imzaladı. Ormat, bu projedeki konsorsiyumun bir parçası ve finansmanın çoğunu bir Japon bankası sağlıyor.
Endonezya, 200 milyondan fazla nüfusu nedeniyle iletişim alanında büyük bir potansiyele sahip, dünyanın en hızlı büyüyen pazarlarından biridir. Catarivas’a göre gizli ticaret de ters yönde yapılıyor. Endonezyalı iş heyetleri de İsrail’i ziyaret ediyor ancak bu, kamuoyundan saklanıyor. İsrail, Endonezya ile ticaretinde ihracatının sekiz katı kadar ithalat yapıyor.
Shahaf, komşu Malezya’nın da büyük bir potansiyele sahip olduğunu ancak orada iş yapmanın daha da zor olduğunu söylüyor. ‘Onlar daha radikal Müslümanlar. Endonezyalılar ara sıra gözlerini kapatsa da, Malezyalı bir şirketin İsrailli bir firmayla iş yapabilmek için bakanlıktan özel izne ihtiyacı var.’ Pek çok İsrailli şirket Suudi Arabistan’a teknolojik ürünler de dahil olmak üzere ürün ihraç ediyor. ABD ile Suudi Arabistan arasındaki güçlü ilişkiler sayesinde bu bazen ABD’de kayıtlı yan kuruluşları aracılığıyla yapılıyor. Vücut zırhı üreticisi Rabintex Industries gibi İsrailli şirketler de Suudi Arabistan’da konuşlu ABD kuvvetlerine ekipman sağladı.
Bir diğer ilgi çekici alan ise plastik ticaretidir. İsrail, plastik endüstrisi için hammaddeleri (petrol üretiminden elde edilen polietilen ve polipropilen) Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinden alıyor. Bu materyaller dolambaçlı bir şekilde gönderiliyor ancak İsrailli yetkililer bunların kaynağının farkında. İsrail’in plastik endüstrisi ise Suudi Arabistan’a sera örtüleri, sulama damlatıcıları, ev ve bahçe ürünleri, tek kullanımlık mutfak eşyaları ve gıda ambalajları ihraç ediyor. Bu ürünlerin bir kısmı İsrailli şirketlerin kurduğu Türk fabrikalarında üretiliyor.
Bir zamanlar İsrail’in Türkiye büyükelçisi olarak görev yapan Liel’e göre ‘Türkiye ile olan yüksek ticaret rakamlarının bir dereceye kadar taraflı olduğunu düşünüyorum, çünkü bu rakamlar İsrail’in hiçbir ilişkisi olmayan ülkelere yapılan sevkiyatları da içeriyor’.
Körfez’deki İsrailli Muhafızlar
Zengin Körfez ülkeleri şüphesiz İsrail ticareti için en cazip yerlerdir. Dubai, küresel ekonomik kriz nedeniyle ertelenen megaloman bir emlak projesi olan Palmiye Adaları’nı inşa ederken, İsraillilerin bir İtalyan kiremit şirketi aracılığıyla kiremitlerin bir kısmının sağlanmasında payı vardı.
Ve sadece teknoloji değil; Körfez ülkelerinden birindeki petrol sahalarını koruyan İsrailli bir güvenlik firması da bu sahaları korumak için İsraillileri görevlendiriyor.”
Acı Gerçek: Bir Aldatma Hikâyesi
Evet. Özetlediğim Haaretz’in kapsamlı haberinden de okuduğumuz gerçekler; kamuoyları Filistin davasına hassas, halkları Filistin’in yanında duran Müslüman ülkelerin yönetimlerinin ve sermaye sınıfının İsrail’le her ne şartta olursa olsun açıktan ya da dolaylı gizli kapılar ardında sıkı bir ilişki içinde oldukları gerçeğidir.
Sonuç itibarıyla Gazze’de yaşanan mezalimin, tüm dünyaya canlı yayında izlettirilen soykırımın arkasında İsrail’in Batı devletleri ile kurduğu sıkı ilişkiler yatıyor. Ancak İsrail’in bu denli pervasız olabilmesinin bir nedeni de Müslüman ülkelerle de açıktan ya da perde arkasından kurduğu siyasi ve ekonomik ilişkiler. Bu sebeple Türkiye’sinden Endonezya’sına, İran’ından Körfez ülkelerine, Fas’ından Orta Asya’sına Müslüman yöneticiler hem kendi halklarını aldatmakta hem de uluslararası zeminde Filistin davasını da bir istismar kartı olarak ceplerinde tutmaktadır. Hatta konjonktür öyle bir duruma gelmektedir ki Filistin bir süre sonra kurtulunması gereken bir yük gibi algılanabilir.
Yönetimlerin Gazze konusunda nutuk atmakla sınırlı kalan sözde tepkileri en fazla görünürdeki ilişkileri askıya almakla sınırlı kalmakta. 7 Ekim sürecinde İsrail’in en şiddetli saldırıları karşısında hava, kara ve deniz sahalarını İsrail’e kapatmalı, saldırılar son bulana kadar tıpkı Şam rejimi, İran ve Rusya’ya uygulanan ekonomik yaptırımlar İsrail’e de uygulanmalıdır. Ancak yapılması gereken bu olmasına rağmen neden böyle bir adım dahi atılamıyor sorusunun cevabı yukarıda özetlemeye çalıştığımız gizli-açık siyasi-ekonomik ilişki ağlarıdır. İsrail yönetimi de bu ilişki ağında ne yaptığını bildiği için Müslüman ülkelerin ne dediğini pek de önemsememektedir.