İsrail, Filistin Sivil Toplumunu Susturmak İstiyor
İsrail’in amacı, Filistin insan hakları savunucularının meşru çalışmalarını “terör” olarak adlandırarak 11 Eylül sonrası dünyada yaratılan anti-terör kanunlarının her yere sirayet eden altyapısını etkili bir silaha dönüştürmek; savunucuların örgütlenmelerini, çabalarını ve bilfiil kendilerini kötü niyetli, toplum dışında kalan olarak işaretlemek ve en önemlisi finans kaynağı bulmalarını daha da zorlaştırmak.
İsrail Savunma Bakanı 19 Ekim’de, gizli ve şu zamana kadar yetersiz deliller sarf ederek, Filistin’in önde gelen insan hakları ve sivil toplum örgütlerinden altısını militan bir grupla ilişki içinde olan “terörist” örgütler olmakla itham etti. Bundan birkaç gün sonra da işgal altındaki Batı Şeria’da üç binin üzerinde yeni konut inşa edilmesine onay verildi ve Ürdün Vadisi’ndeki Yahudi-İsrailli nüfusu 2026 yılına kadar iki katına çıkarma planları açıklandı.
Filistin kuruluşlarının kriminalizasyonu ve yerleşim yerlerinin genişletilmesi aslında madalyonun iki yüzü. Amaçlanan çok açık: İsrail’in, işgal altındaki Batı Şeria’nın tümden ilhakı ve uluslararası yükümlülükleri yerine getirme arasında işlediği çeşitli insan hakları ihlallerinin bağımsız takibine engel olmak. Filistin sivil toplumu 1990’lardan bu yana, İsrail’in işgal suçlarını, Filistin Otoritesi ve Hamas’ın suistimallerini ifşa etme ve bunlara direnme rolünü üstlenecek şekilde genişledi. Son savunma hattı oldu. En önemli Filistin hak örgütleyicilerinden bazıları susturulur, güçsüz kılınır ya da bertaraf edilirse İsrail’i sorumlu tutmak daha güç olur.
Hedef alınan gruplar — El-Hak (Al-Haq), DCIP Uluslararası Çocukları Savunma Örgütü-Filistin (Defense for Children International-Palestine), UAWC Tarım İşçileri Komiteleri Birliği (Union of Agricultural Work Committees), Addameer Mahkum Desteği ve İnsan Hakları Derneği, Bisan Araştırma ve Geliştirme Merkezi (Bisan Center for Research and Development) ve Filistin Kadın Komiteleri Birliği (Union of Palestinian Women’s Committees) — Filistin sivil toplumunun en güçlü örgütleri. Çalıştıkları alanlar büyük bir çeşitlilik gösteriyor — DCIP, başka çalışmalarının yanı sıra, çocukların askeri mahkeme sistemindeki tutukluluklarına ve burada maruz kaldıkları kötü muamelelere dikkat çekiyor ve Al-Haq, işgal altındaki Batı Şeria ve Gazze’deki savaş suçları iddialarına ilişkin soruşturma süreçlerinde Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne önemli kanıtlar sağlıyor. Bu iki örgüt birlikte, İsrail askeri işgali altında yaşayan beş milyon ya da daha fazla Filistinli’yi temsil etmeyi ve onlara hizmet etmeyi görev edinen bir sivil toplumun taraflarından birini oluşturuyorlar.
Bu gruplar otuz yılı aşkın bir zamandır ihlalleri özenli bir biçimde belgeliyor, ilgili süreçleri takip ediyor, veri topluyor ve uluslararası düzeyde savunuculuk yürütüyor. Bu çalışmalar gerçeğin su yüzüne çıkması için oldukça önemli. Diplomatlar, Birleşmiş Milletler ve uluslararası toplum, bu grupların işgal altındaki topraklarda olan bitene dair değerlendirmelerine itimat ediyor ve genellikle ilk olarak bu örgütlerle irtibat kuruyorlar.
Bu çalışmalarının bir sonucu olarak, İsrailli yetkililer yıllardır bu grupların bürolarını basıyor, bunların ve diğer örgütlerin çalışanlarını baskı altına alıyor. Daha geçtiğimiz Temmuz ayında İsrail askerleri DCIP’in Batı Şeria’nın El Bireh kentinde bulunan bürosuna bir baskın düzenleyerek, bilgisayarlara, sabit sürücülere ve bu grubun İsrail askeri mahkemesinde temsil ettiği çocuk tutsaklara ilişkin müvekkil dosyalarına el koydu. Bu gibi baskınlarda, bazen buralarda çalışanlar da gözaltına alınıyor.
İsrail’in hak ihlallerini belgelediği bilinen uluslararası insan hakları grupları da bu baskıların dışında kalmıyor. İsrail, İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (HRW) İsrail ve Filistin Direktörü Ömer Şakir’i uzun bir hukuki mücadelenin ardından 2019’da sınır dışı etti. Aynı yıl Uluslararası Af Örgütü’nün Batı Şeria’da bulunan savunucusu Laith Ebu Zeyad’a seyahat yasağı getirildi.
Görünen o ki, bu taktikler Filistin sivil toplum örgütlerini yasa dışı kılma, kaynak sağlamayı durdurma ve bu örgütlerin içini kalıcı olarak boşaltmaya yönelik süregiden daha kapsamlı bir hareketin parçası. Filistin sivil toplumunun alanının daraltılmakta olduğu açıkça belgelendi. Bu, İsrail hükumetinin ön ayak olduğu [NGO Monitor (STÖ İzleme) ve UK Lawyers for Israel (İsrail için Birleşik Krallık Avukatları) gibi Filistinli gruplara yönelik davaların takibini yapan ve savunucular tarafından dezenformasyonla suçlanan grupların da desteği ile, illegal yerleşimlerin sürekli olarak genişletilmesi de dâhil olmak üzere İsrail’in insan hakları ihlallerini izleyen ve bunlara mukavemet gösteren sivil toplum örgütlerini hedef alan kampanyanın bir parçası.
Sivil topluma yönelik bu saldırılar İsrail, Gazze ve Batı Şeria’da faaliyet gösteren örgütlerle sınırlı değil. Karalama kampanyalarıyla, anayasaya aykırı boykot karşıtı kanunla ve Filistin sivil toplumuyla dayanışma içinde olan kâr amacı gütmeyen kuruluşların dikkatlerini başka yere vermesini sağlayan ve gücünü kıran davaların yaygınlaşmasıyla mahkeme salonlarına, kampüslere, Avrupa ve Kuzey Amerika’nın devlet bürolarına yayılıyor.
Peki ama neden tam da şimdi bu grupları “terörist” ilan ediyorlar? Bu etiketlemenin hedefinde kuşkusuz Birleşik Devletler ve Avrupa var. Görünen o ki, İsrail’in amacı, Filistin insan hakları savunucularının meşru çalışmalarını “terör” olarak adlandırarak 11 Eylül sonrası dünyada yaratılan anti-terör kanunlarının her yere sirayet eden altyapısını etkili bir silaha dönüştürmek; savunucuların örgütlenmelerini, çabalarını ve bilfiil kendilerini kötü niyetli, toplum dışında kalan olarak işaretlemek ve en önemlisi finans kaynağı bulmalarını daha da zorlaştırmak.
Bu adlandırmanın etkilerinin tümünü henüz bilmesek de, gerçek anlamda, tutuklama ve kovuşturma olasılığı riskini artırarak, bu örgütlerde çalışanların ve bu örgütlerin kaynaklarının daha fazla baskı altına alınmasının önünü açıyor. Dahası, uluslararası toplum İsrail’in bu etiketlemesine katılırsa, bu örgütler kendilerine sağlanan fonların kesildiğini görebilirler.
Bu durum, bu örgütlerin gayretinin ve başladıkları yolda ilerlediklerinin bir kanıtı. Ancak bunlar — Filistin insan hakları savunucularının tehdit edilmesi, İsrail’in işlediği ihlal suçlarının araştırılmadan bırakılması potansiyeli ve Filistin topraklarının sürekli ve kontrolsüz bir biçimde gaspı— daha karanlık zamanların geleceğine işaret ediyor. Dahası, işgal altındaki Batı Şeria’daki ihlalleri takip eden grupların bu şekilde adlandırılması, dikkatleri Batı Şeria’da 50 yıldan uzun zamandır süren yerleşim projesinden uzaklaştırmaya yönelik bir oyalama taktiği.
Uluslararası insan hakları grupları, bu tür önlemlerin otoriter ve baskıcı doğası hakkında bu etiketlemeye derhal son verilmesi çağrısında bulunan güçlü açıklamalar yayınlıyorlar. ABD Temsilciler Meclisi’nden bir kongre kararı olarak çıkan tepkiler de söz konusu. Bu iyi. Güçlü bir sivil toplum sağlıklı bir demokrasinin en önemli özelliği. Otoriter rejimler, sivil toplumu susturur ve baskı altına alır.
ABD Dışişleri Bakanlığı (bu karar hakkında önceden bilgilendirilmediklerini açıkladı) bu durumun açıklığa kavuşmasını isterken, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği yerel ofisi de İsrail’i “örgütlere ve çalışanlarına karşı herhangi bir baskı ve müdahalede bulunmadan, örgütlenme ve ifade özgürlüğüne tam saygı” göstermeye çağırdı.
Benzer şekilde, Filistin sivil toplum grupları ve uluslararası insan hakları organları da İsrail’i bu adlandırmaları derhal kaldırma çağrısında bulundu. Demokratik kuruluşları korumakla ilgilenen herkes bu örgütlerin yanında durmalı.
Bu yazı The New York Times sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.