Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin aksine, Soykırım Sözleşmesi’ni imzalayan devletlerin derhal Uluslararası Adalet Divanı nezdinde bir davası açması, İsrail’i Gazze’deki sivillere yönelik acımasız saldırılarını durdurmaya zorlayacaktır.
Silahlı çatışmalar oldukça kötü, acımasız, çoğu zaman uzun ve kendine has bir şekilde içinden çıkılmazdır.
Bu, özellikle de bir tarafın diğerinden çok daha güçlü olduğu, gücünün zayıf tarafa zalimce baskı uygulanmasına, köle gibi boyun eğdirilmesine, sürülmesine ya da yok edilmesine izin verdiği durumlarda geçerlidir.
Ruanda’daki Tutsilere, Srebrenitsa’daki Bosnalı Müslümanlara, Myanmar’daki Rohingya etnik azınlığına ya da bugünlerde Gazze’deki Filistinlilere bunun geçerli olup olmadığını sorabilirsiniz. Yani aslında kendilerine yönelik soykırım kışkırtması ve niyetiyle uygulanan akıl almaz şiddetten kurtulanlara sorabilirsiniz.
İsrail hükümeti Filistin halkını ortadan kaldırmaya çalışıyor. Geçtiğimiz yedi hafta boyunca Filistinliler İsrail’in yok edici gücünün gazabına uğradı. İsrail hastaneler, BM tarafından işletilen okullar, camiler, kiliseler, fırınlar, su depoları ve hatta ambulanslar da dahil olmak üzere kaçan sivilleri ve sivil altyapıyı daha önce hiç görülmemiş bir ölçekte merhametsizce hedef alan bir halı bombardımanı harekâtı yürüttü.
Gazze genelinde büyük mahalleler ve beş kuşaktan oluşan aileler yok edildi. Aralarında 6.000 çocuğun da bulunduğu 15 binden fazla insan öldürüldü ve sayısız insan yıkılan binaların enkazı altında kaldı.
Tekrarlayım: Gazze’de yedi haftadır süren çatışmalarda 6.000 çocuk öldürüldü.
Gazze’ye yönelik bu amansız saldırıyı başlatma gerekçesi ne olursa olsun, İsrail’in Gazze’deki eylemlerinin 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin (Soykırım Sözleşmesi) 2 ve 3’üncü maddelerinin ihlal edildiği konusunda ikna edici bir sav oluşturabileceğine dair kanıtlar çoğalıyor.
Kişisel sorumluların bireysel cezai sorumluluğu Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) de dahil olmak üzere başka bir yerde takip edilebilirken, Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD veya Dünya Mahkemesi) İsrail devletini Soykırım Sözleşmesi’nden kaynaklanan yükümlülüklerini ihlalden sorumlu tutma ihtimaline dair bir beklenti söz konusu.
Durdurmak ve Vazgeçirmek
Filistinlilere karşı işlenen soykırımın sorumlularından hesap sorulmasında en etkili sonucu hangi başvuru yolunun vereceği sorusu önemli bir soru.
Soykırım Sözleşmesi’ne taraf devletlerin, devlet düzeyinde yasal hesap verebilirlik arayışında ortak bir çıkarı var. Soykırım Sözleşmesi’ne taraf herhangi bir devlet, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurallara dayalı uluslararası düzenin ayaklarından birini desteklemek için yalnızca uluslararası kamu yararına hareket ederek UAD nezdinde İsrail’in soykırım suçu işlediği iddiasıyla dava açabilir.
Akabinde, İsrail’in soykırım eylemlerini durdurması ve bundan vazgeçmesi, soykırımın önlenmesi ve buna ilişkin kanıtların muhafaza edilmesi için geçici tedbirler alınmasını talep edebilir.
Soykırım Sözleşmesi uyarınca soykırım suçunun temel yapısı, korunan bir grubun olup olmadığının, Sözleşme’nin 2’nci maddesinde belirtilen kategorilerden bir veya daha fazlasında yer alan fiillerin işlenip işlenmediğinin ve fiillerin soykırım kastıyla gerçekleştirip gerçekleştirilmediğinin değerlendirilmesini gerektirir.
Soykırım niyeti, “doğrudan açık kanıtların yokluğunda, ikinci derece kanıtlardan” çıkarılabilir.
Soykırım Sözleşmesi’nin amaçları doğrultusunda, Filistin halkı ulusal bir gruptur. Gazze’deki Filistinliler ise, Filistin nüfusunun önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.
UCM Roma Statüsü’nün 6’ncı maddesinde yeniden basıldığı şekliyle, Sözleşme’nin 2’nci maddesi soykırıma zemin oluşturan beş eylem sıralamaktadır.
Holokost ve soykırım çalışmaları profesörü Raz Segal’e göre şu anda İsrail Gazze’de bu beş eylemden üçünü gerçekleştirmektedir. Bunlar şunlardır: “1) Grubun üyelerini öldürmek; 2) Grubun üyelerine ciddi bedensel ya da ussal zarar vermek; 3) Grubu fiziksel olarak tamamen ya da kısmen yok etmek maksadıyla yaşam koşullarını kasıtlı olarak kötüleştirmek.”
Soykırım Tanımları
25 Kasım itibarıyla İsrail askeri güçlerinin Gazze’de 15 binden fazla Filistinliyi öldürdüğü, 30 bin Filistinlinin bedensel veya zihinsel anlamda ciddi zarar gördüğü ve enkaz altında kaldığına inanılan 7.000 Filistinlinin kayıp olduğu belirtiliyor.
Popüler söylemde soykırımın organize bir kitlesel katliam yoluyla imha olduğu düşünülür. Soykırım Sözleşmesi ise bir grubun toplu katliamdan daha hafif eylemlerle de “yok edilebileceği” fikrini benimsemektedir. Bir grup insanı gıda, temel tıbbi hizmetler, barınma gibi hayatta kalmayı sağlayan temel kaynaklardan kasten yoksun bırakmak ya da sistematik olarak sürmek savaş suçu, insanlığa karşı suç ve hatta soykırım anlamına gelebilmektedir.
Bu koşullar grubun üyelerini yavaş yavaş öldürecek uygulamalara maruz bırakarak yok edilmelerine yol açacaktır.
İsrail’in Gazze’deki askeri eylemleri burada anlatılanla örtüşüyor. İsrail, ablukası altındaki bölgeye boğucu bir kuşatma uygulayarak, Gazze Şeridi’nin elektrik ve su kaynaklarını keserek (ki bu büyük ölçüde İsrail tarafından kontrol ediliyor), gıda, yakıt, tıbbi malzeme ve diğer temel ihtiyaçların girişini engelleyerek, insanlık tarihine geçecek boyutta bir insani felakete yol açtı.
Kuşatma savaşı, yani insani erişimi engellemek ve sivilleri kasıtlı olarak aç bırakmak, korkunç ve giderek yaygınlaşan bir savaş taktiğidir. Uluslararası insancıl hukuk kapsamında yasaklanmıştır ve kovuşturulabilir bir savaş suçudur.
“Teslim ol ya da açlıktan öl”, çatışmanın tesadüfi yan sonuçlarından biri olmaktan çok daha fazlasıdır. Gazze’deki Filistinlilere kitlesel acı çektirmek ve fiziksel yıkımlarına yol açmak için İsrail hükümetinin en üst kademelerince planlanan, koordine edilen ve uygulanan İsrail politikasının bir parçasıdır.
Soykırım hukuku konusunda dünyaca tanınan uzman William Schabas’ın belirttiği gibi “İsrail devletinin eylemleri, bunların soykırım niyetiyle yapıldığı sonucuna varmayı mümkün kılan kanıtlar sunmaktadır.”
Zorla Yerinden Etme
İsrail toplu katliamlarda bulunma, altyapıyı yerle bir etme ve kuşatma savaşının yanı sıra Gazze nüfusunun yarısından fazlasını, 1,6 milyon insanı yerinden etti. Gazze’deki Filistinlilerin çoğu 1948 savaşında bugünkü İsrail topraklarındaki evlerinden sürülen mülteciler ya da onların soyundan gelenlerden oluşuyor.
İsrail hükümetinin resmî politikasının esasen zorla yerinden etme ve kitlesel nüfus transferine dayandığına ilişkin pek çok kanıt bulunuyor. Zorla yerinden etme tek başına yok etme niyetinin bir göstergesi sayılmıyor olsa da soykırım niyetini değerlendirmede dikkate alınan bir husus.
İsrail başbakanı da dahil olmak üzere üst düzey İsrailli hükümet yetkilileri ve askeri yetkililerinin yaptığı kışkırtıcı açıklamaların sağladığı doğrudan kanıtlar, İsrail’in ağır ihlallerinin ölçeği, vahşeti ve sistematik mahiyetinin soykırım niyetiyle gerçekleştirildiğini gösteriyor.
İsrail hükümeti ve temsilcilerinin soykırımcı dili hem bir gösterge hem de itiraf niteliğinde. Aynı zamanda İsrail devletinin eylemleriyle Filistinlileri bir grup olarak tamamen ya da kısmen yok etmeyi amaçladığını ortaya koyuyor.
Soykırım konusunda çalışan pek çok akademisyen, BM yetkilisi ve insan hakları örgütü de bu değerlendirmeye katıldıklarını açıkça ifade ediyorlar.
Soykırım Sözleşmesi hem devlet hem de birey düzeyinde sorumluluğu tanıyor ve her iki düzeyde de hesap verebilirlik gerektiriyor.
Filistinlilere karşı işlenen suçlar için uluslararası cezai sorumluluk talebi, İsrail’in Filistinlilere karşı aktif olarak soykırım yapmasa da yapmaya çalıştığına dair güçlü kanıtlara dayanan inandırıcı bir davaya rağmen, dikkatleri diğer olası yasal adımlardan başka yöne çekiyor.
Hesap verebilirlik ve adalet arayışı sadece birkaç sanığın yargılanmasıyla sınırlı kalmamalıdır. İsrail devletinden hesap sorulabilir ve sorulmalıdır da.
Uzun Süreç
Bireysel cezai sorumluluğu kovalamanın yararı ne olursa olsun, bir UCM davasının Gazze’deki ve işgal altındaki toprakların geri kalanındaki Filistinlilere hemen bir rahatlama sağlaması pek mümkün değil. İsrail’in rotasını değiştirmesi yönünde bir baskı da oluşturmayacak.
Bir UCM davası pek çoklarının düşündüğünden çok daha az tatmin edicidir. Filistinlilerin geçici olarak rahatlatılmasına yönelik geçici tedbirler talep edemez. Bunun yanında UCM’nin Filistin’de işlenen suçlarla ilgili hâlihazırda açık bir soruşturması bulunuyorsa da bu soruşturma bir tutuklama ve kovuşturma olmadıkça sürecin işlemesine imkân vermiyor.
Dahası, bireysel suçluluk, eğer suçlu bulunursa, birkaç kişinin hapsedilmesiyle sonuçlanabilir ve eğer UCM olağan zaman çizelgesini takip ederse, İsrailli yetkililere karşı herhangi bir suçlamada bulunulması en az beş yıl alabilir.
UCM’nin ön incelemeleri yıllar alıyor, tam soruşturmalar da öyle. Yargılama aşamasından önce uzun bir suçlamaların onaylanması süreci geliyor. Bu davada UCM tutuklama emirlerinin uygulanmasında da ciddi anlamda zorluklar olacaktır.
Son olarak, ama daha da önemlisi, UCM davasının başarısı mahkemenin soykırım meselesini ne kadar ileri götürmek isteyeceğine bağlı olacak. Uluslararası mahkemeler, özellikle de Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi (ve aynı zamanda Ömer El Beşir tutuklama emri kararlarında UCM) soykırım hukukunu, netameli niyet meselesi de dahil olmak üzere, dar ve ihtiyatlı bir şekilde yorumlamıştı.
Diğer yandan, UAD’de görülecek bir dava ve İsrail’in soykırımdan dolayı devlet olarak sorumluluğu meselesinin esasına ilişkin hukuki bir karar, Filistin halkına yönelik cezasızlıkla beslenen baskı ve soykırım şiddetinin sona erdirilmesi konusunda daha gerçekçi bir fırsat sunuyor.
UAD Birleşmiş Milletler’in başlıca yargı organıdır. Bir ihtilaf çözme mekanizması ve devlet merkezli bir mahkeme olarak rolü, egemen devletler tarafından kendisine iletilen hukuki ihtilafları uluslararası hukuka uygun olarak çözmek, yetkili BM organları ve uzman kuruluşlar tarafından Divan’a havale edilen hukuki meseleler hakkında istişari görüş bildirmektir.
UAD’nin, bir devletin soykırım yapmama yükümlülüğü de dahil olmak üzere, İsrail’in Soykırım Sözleşmesi’ne uyumu konusundaki bir anlaşmazlığı hükme bağlaması için yargı yetkisi temeli var. İsrail de Soykırım Sözleşmesi’ne taraf bir devlet.
Sözleşmenin 9’uncu maddesi, herhangi bir sözleşmeci tarafın, sözleşmenin yorumlanması, uygulanması veya yerine getirilmesiyle ilgili olarak sözleşmeci taraflardan bir diğeri ile arasındaki bir anlaşmazlığı, bir devletin soykırım sorumluluğuyla ilgili anlaşmazlıklar da dahil olmak üzere, UAD’ye sunabileceğini belirtmektedir. 16 devlet Madde 9 ile ilgili çekince koymuştur. İsrail ise çekince koymamıştır.
Hemen Sağlayabileceği Faydalar
Gazze’de çatışmalar devam ederken, Brezilya, Bolivya, Güney Afrika ve diğerleri dahil olmak üzere, Soykırım Sözleşmesi’ne taraf olan birçok devletin birlikte hareket ederek İsrail’e karşı dava açması için Sözleşme’nin 9’uncu maddesine başvurmak makul bir adım olur.
Bu durum, soykırımın bir bütün olarak uluslararası toplumu ilgilendiren bir konu olduğu ve emredici bir norm (erga omnes ve jus cogens, yani belirli uluslararası suçlar için yasal statü) olduğu fikrinden kaynaklanmaktadır. UAD süreci başlatılırken, başvuran(lar), yargı yetkisi konusu ortaya çıktığında İsrail devleti ile bir “ihtilaf”ın varlığına temel teşkil edecek güçlü bir olgusal zemin oluşturmaya yönelik adımlar atmalıdır.
UAD’ye başvurmak aynı zamanda İsrail’in soykırım iddialarına resmî ve çekişmeli, yargısal bir ortamda cevap vermeye çağrılacağı bir forum imkânı sunacaktır.
İsrail büyük olasılıkla mahkeme önüne çıkmamaya karar verecektir, ancak yargılamalar İsrail’in Filistinlilere karşı işlediği ağır ihlaller konusunda değerli bir olgusal tablo sunacaktır.
Daha da önemlisi, UAD’nin açacağı bir dava, İsrail’in soykırım eylemlerini durdurmasını ve vazgeçmesini, soykırımı önlemesini ve buna ilişkin kanıtları muhafaza etmesini talep eden geçici tedbirler alınmasını sağlayabileceğinden hemen bir fayda sağlayacaktır.
Acil önlemler İsrail için yasal anlamda bağlayıcı olacaktır. İsrail’in karşılık vermemesi, daha başka sonuçlar doğuracak yeni bir ihlal anlamına gelecektir.
Gazze’de yaşanan dehşet münferit bir vaka olarak değil, İsrail’in geçmişte işlediği sistematik ihlallerin cezasız kalmasının istisna değil kural olduğunu gösteren bir sürecin parçası olarak anlaşılmalıdır.
Filistin halkı onlarca yıldır haklarından yoksun biçimde bir uçuruma doğru yuvarlanmaktadır. İsrail’in kurumsallaşmış baskı, tahakküm, temel insan haklarından mahrum bırakma ve apartheid rejimi kampanyası, Filistinlileri insanlıktan çıkaran bir söylemle birlikte, şimdiden soykırım tartışmalarına yol açmıştır.
UAD, uluslararası hukukun büyük ölçüde kusurlu olduğu, acıların en ağır yükünü sivillerin çektiği, kitlesel ölümlerin ve devasa bir yıkımın yaşandığı bir çatışmada, derhal başvurulabilecek bir çare; olağan işleyişi bozmanın, yasallığı yeniden tesis etmenin ve cezasızlığa son vermenin kritik bir aracıdır.
Soykırım Sözleşmesi’ne taraf devletler nerede durduklarına, uzun zamandır acı çeken Filistinliler için adalet arayışında ve adaleti sağlamada “tarihin doğru tarafında” olmak isteyip istemediklerine karar vermelidir.
Bu yazı Middle East Eye sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için buraya tıklayınız.