İsrail’in İntikam Saldırısı
7 Ekim’den sonraki saldırısının amacı Gazze’nin yıkımı ve Filistinlilerin katledilmesiyse, İsrail kesinlikle başarılı oldu. Amaç rehinelerin iadesi ve Hamas’ın yok edilmesiyse, o zaman feci şekilde başarısız oldu. İki durumda da İsrail kısa sürede kendi yarattığı bir parya haline geldi ki bu da hiç olmaması gereken, geri dönüşü olmayan bir şeydi.
Bir an için ölenleri unutup hayatta kalanları düşünün. Geçtiğimiz günlerde yaşanan olaylardan önce, üzerinde tahminen 2,4 milyon insanın yaşadığı, okula gittiği, ibadet ettiği, çiftçilik veya her ne yapıyorsa onu yaptığı 25 mil uzunluğundaki minicik bir toprak parçasından bahsediyoruz. İsrail, Hamas’ın 7 Ekim’deki kâbus gibi saldırısına Gazze’nin kuzeyini bombalayarak ve ordusunu göndererek karşılık verdiğinde, Savunma Bakanı Yoav Gallant, “insan hayvanlar” diye adlandırdığı bölge için “elektriksiz, yiyeceksiz, yakıtsız tam bir kuşatma” sözü vermişti. İsrail ordusu gerçekten de hızla Gazze’nin kuzeyindeki evlerin, okulların, hastanelerin ve aklınıza neresi geliyorsa oranın çoğunu yerle bir ederken, yüz binlerce Gazze sakinini güneye kaçmaya teşvik etti. Bu insanların çoğu da sonunda, genellikle derme çatma çadır kamplarında tahminen yaklaşık 1,4 milyon mültecinin barındığı Refah kentine geldi.
Aradan yedi ay kadar bir süre geçti. İsrail ordusu şu aralar adım adım Refah’ın bazı bölgelerine girip buraları yerle bir ediyor, bölge halkını da bir kez daha kaçmaya zorluyor. İsrail’in bölgeye girmeye başlamasının ardından, ilk haftalarda, en az 1 milyon (evet, tam olarak 1.000.000!) Gazzelinin şehirden kaçtığı tahmin ediliyor. Filistinlilere yardım eden başlıca BM ajansının başkanı Philippe Lazzarini’nin ifadesiyle, “Her seferinde sahip oldukları az sayıda eşyayı arkalarında bırakmak zorunda kalıyorlar: Şilteler, çadırlar, pişirme kapları ve taşıyamadıkları ya da nakliye parasını ödeyemedikleri temel malzemeler.”
Sadece Müslüman Gazzeliler mağdur olmuyor. Buradaki küçük Hıristiyan topluluğu da zalim saldırılarına maruz kaldı ve büyük ölçüde yok edildi. Yeryüzünde bir cehennemden bahsediyoruz! Daha da kötüsü, içinde bulunduğumuz an itibarıyla bunun bir sonu varmış gibi görünmüyor. Düşünsenize, tüm bunlara rağmen Biden yönetimi İsrail’e yüklü miktarda yeni silah göndermeyi planlamaya devam ediyor.
TomDispatch’a yazan Joshua Frank, verilen zararı ve bundan ne çıkarılması gerektiğini irdeliyor.
Amal Nassar, Gazze’nin kuzeyindeki Nuseirat mülteci kampında bulunan Al-Awda Hastanesi’ndeki yatağında acı içinde yatarken, etraftan patlamaların ve topçu ateşinin sesleri geliyordu. Ocak ayının ortalarıydı, Amal Mira adını koyacağı kızını dünyaya getirmek için kuşatma altındaki bu hastaneye gelmişti. Bebeğinin doğumuna sevinmesi gerekirken, ailesiyle birlikte aylardır yaşadığı acılar ve ölümlerden bir kâbusla sarmalanmış bir korku içerisindeydi.
“Kendi kendime ‘Umarım ölürüm’ diye mırıldanıyordum” diye hatırlıyor.
Amal’ın hikâyesi can yakıcı ve bugün Gazze’deki pek çok genç annenin hikâyesinden farklı değil. Dünya Sağlık Örgütü’nün tahminlerine göre günde 180 doğum gerçekleşen Gazze’de 50 binden fazla gebe kadın zar zor hayatta kalmaya çalışıyor. Bu kadınların pek çoğu (özellikle kuzeydekiler) yetersiz besleniyor ve çok azı da haftalar öncesinden başlayan doğum sancıları öncesinde herhangi bir tıbbi destek alabiliyor.
UNICEF tarafından Mart ayında yayınlanan iç karartıcı bir rapora göre, Gazze’de son iki ay içinde doğan binlerce bebek ölüm riski altında. Sayılara ulaşmak zor olsa da birçoğu çoktan öldü.
Durumu oldukça vahim olan Al-Awda Hastanesi’nin müdür yardımcısı Dr. Muhammed Salha, “Annelerinin karnında ölen bebekler var, ölü fetüsleri almak için ameliyatlar yapıldı” diyor ve ekliyor “İçinde bulunduğumuz koşullar nedeniyle anneler yemek yemiyor ve bu da bebekleri etkiliyor… Birçok çocuğun susuzluk ve yetersiz beslenmeden mustarip olduğu ve ölümle sonuçlandığı vakalar var.”
Gazze’den dönen Batılı sağlık çalışanlarının çizdiği tablo da gerçekten dehşet verici. İnsani yardım grubu MedGlobal’in Philadelphia tıp direktörü Dr. Nahreen Ahmed, İsrail’in yaklaşık sekiz ay önce başlattığı saldırıdan bu yana iki kez gittiği Gazze’den Mart sonunda ayrıldı. Orada tanık oldukları onu sonsuza dek değiştirdi.
Dr. Ahmed Democracy Now! sunucusu Amy Goodman’a “Yeniden emzirmeye başlamalarına yardımcı olmak için annelerle yakından çalışabileceğimiz yeterli alan yok. Onlara erişemiyoruz bile. Bunu yapabilmek için lohusa kadınlarla her gün gün boyu birada bulunmanız gerekiyor, bu da şu anda bizim için mümkün değil. Bu çocukların anne sütüyle beslenmesi gerekiyor. Anne sütüyle beslenmelere mümkün değilse de özel mamaya ihtiyaç var” diyor ve ekliyor: “Kadınların meyveleri, hurmaları kâğıt mendillere sıktığından, ağızlarına bir tür şekerli madde damlatarak çocuklarını beslediğinden bahsediyoruz.”
Enkazın ortasında, korkunç bir saldırının ortasında doğmanın gelecek nesillerde iz bırakacağına şüphe yok. Tabii sürekli bombardıman altındayken, gıda, yakıt ve tıbbi yardım gibi temel ihtiyaçların bulunmadığı koşullarda hayatta kalacak kadar şanslılarsa. Tüm bunlara, artan uluslararası baskıya, savaş suçu tehditlerine ve soykırım iddialarına rağmen İsrail’in geri adım atacağına dair herhangi bir işaret yok.
İntikam Saldırısı
İsrailli liderler Filistin bölgesindeki niyetleri konusunda başından beri son derece netti. İsrailli Albay Yogez BarSheshet, 2023’ün sonlarında Gazze’den yaptığı konuşmada bunu açıkça belirtmişti: “Buraya dönecek olanlar… yakılmış bir toprak bulacak. Ev olmayacak, tarım olmayacak, hiçbir şey olmayacak. Gelecekleri olmayacak.”
İsrail liderleri, Hamas’ı gerçekten yok etmek mümkün olmasa bile en azından Gazze’nin altyapısını yok edebileceklerini ve teröristleri avlama kisvesi altında sivilleri katledeceklerini biliyordu sanki. İsrail’in intikam saldırısıyla geçen yedi uzun ayın ardından, meselenin hiçbir zaman 7 Ekim’de kaçırılan rehineleri kurtarmak olmadığı anlaşıldı. Bu süreçte İsrail, Mayıs ayı başında Mısır, Katar ve ABD’nin arabuluculuğunda varılan ateşkes kararı da dahil olmak üzere, birçok teklifi kolaylıkla kabul edebilirdi ama Başbakan Benjamin Netanyahu ve ekibi, bunlar yerine, Hamas’ın İsrail hapishanelerinde tutulan Filistinliler karşılığında 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği saldırıda kaçırdığı ve hayatta olan tüm rehineleri serbest bırakmayı kabul ettiği planı geri çevirdi. Anlaşmazlık Gazze’de kim bilir ne stresli koşullar altında çürüyen rehinelerin serbest bırakılmasıyla değil, İsrail’in kalıcı bir ateşkes içeren herhangi bir çözümü kabul etmemesiyle ilgiliydi.
İsrail, Hamas’ın rehineleri serbest bırakma teklifini reddetmesinin hemen ardından, 1 milyondan fazla mülteciye ev sahipliği yapan Refah’ı bombalamaya başladı. O zamandan beri yüz binlerce kişi şehirden kaçarak bir kez daha yerinden edildi. Netanyahu’nun Refah’ta sadece Hamas’ın son dört “taburunu” yok etmesi gerektiği yönündeki artık itibar görmeyen iddiasına rağmen, İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) kısa süre sonra kendilerini kuzeyde de Hamas’ın faaliyet gösterdiği söylenen bölgelere saldırırken buldu.
ABD’deki üniversite kampüslerinde hızla yayılan protestolar karşısında, Başkan Biden öfkeye kulak verir gibi yaparak ABD’nin İsrail’e askeri yardım sevkiyatını durdurdu. Ancak bir hafta sonra 1 milyar dolarlık yeni bir silah anlaşması yaparak rotayı yeniden tersine çevirdi.
İsrail’in 7 Ekim’den sonra Gazze’yi kana bulayan saldırısının nasıl değerlendirildiğine bağlı olarak, askeri operasyon ya tam bir felaket ya da muazzam bir başarı olarak değerlendirilebilir. Eğer amaç Gazze’nin yıkımı ve Filistinlilerin katledilmesiyse, İsrail kesinlikle başarılı oldu. Ama amaç rehinelerin iadesi ve Hamas’ın yok edilmesiyse, o zaman feci şekilde başarısız oldu. İki durumda da İsrail kısa sürede kendi yarattığı bir parya haline geldi ki bu da hiç olmaması gereken, geri dönüşü olmayan bir şeydi.
Verilen Hasar
Gazze’deki ölüm heyulasını kavramak imkânsız değilse de oldukça zor. Uzaktan baktığımızda, durumu anlayabilmek için çoğu zaman, özellikle de anaakım medyada yer alan iç karartıcı istatistiklere bakıyoruz. Anaakım yayın organlarının sürekli olarak atıfta bulunduğu resmî rakamlara göre ölü sayısı 35 bin civarında.
New York Times ve diğer yayın organları Mayıs ayında Birleşmiş Milletler’in Gazze’deki ölü sayısını revize ettiği anlaşılan bir raporun üzerine atladı. Ancak BM, Jerusalem Post’un iddia ettiği gibi ölen kadın ve çocuk sayısını yarıya indirmemiş, sadece öldüğü tahmin edilenler ve öldüğü kesin olarak teyit edilebilenler açısından sınıflandırma sistemini değiştirmişti. Toplamlar ise yine aynı kaldı. Bununla birlikte, Gazze Sağlık Bakanlığı tarafından sağlanan bilgilere dayanan bu rakamlar bile sahadaki acımasız gerçekliği bulanıklaştırıyor. BM yetkilileri ayrıca 25 millik toprak şeridinde en az 10 bin Gazzelinin daha enkaz altında kalmasından endişe ediyor.
Uzun süredir tüketici hakları aktivisti olan Ralph Nader’in kısa süre önce işaret ettiği gibi, ölüm rakamları da bir anlam taşıyabilir. Ralph Nader İsrail’in Gazze’de en az 200 bin Filistinliyi öldürmüş olabileceğine inanıyor. Bu akıl almaz bir rakam ama incelemeye değer. Ben de kendisinden bu konuyu detaylandırmasını istedim.
Lübnanlı ebeveynleri o daha doğmadan ABD’ye göç etmiş olan Nader, “Eksik sayılan rakamlar şaşırtıcı” diyor. “ABD ve İsrail düşük bir sayı istiyor ve bu yüzden etrafa bakıyorlar. Kendileri tahmin etmek yerine (bunu yapmayı da istemiyorlar) Hamas’a [ve rakamlarına] sarılıyorlar. Hamas da kendi halkını korumaktan aciz görünmek istemediğinden gerçekçi bir rakam vermek istemiyor çünkü. Bu yüzden şu kriteri geliştirdiler: Ölülerin sayılabilmesi için öncelikle (neredeyse hiç bulunmayan) hastane ve morglarca ölümün onaylanmış olması gerekiyor.”
Nader yazarlara ve editörlere ulaşmayı alışkanlık haline getirmiş. Diğer pek çokları gibi benim de 90 yaşındaki düşünür ve aktivistle bir tür telefon ilişkim var. Politika, beyzbol ve gazeteciliğin hızlı, sinsi düşüşünü tartışıyoruz. Geçmişte de heyecanlandığını biliyorum ama hiçbir zaman Gazze’deki duruma değindiği zamanki kadar öfkeli olmamıştı. “Şu anda her yer tek bir ölüm kampı. Gazze’de 200 bin kişi öldü” diyor ve atılan bombaların sayısının bazı tahminlere göre 100 bini aştığını söylüyor. İsrail’in askerî harekâtının başlamasından sonraki üç ay içinde Gazze’de en az 45 bin füze ve bomba kullanıldığını biliyoruz. Sonuç olarak, 175 bin kadar bina İsrail tarafından tahrip edildi ya da yıkıldı. Dolayısıyla bu konuda bir bildiği var.
“Ölenlerin gerçek sayısı eninde sonunda ortaya çıkacak” diye ekliyor. “Kim başa geçerse geçsin bir nüfus sayımı yapacaklar. Gazze’deki geniş ailelerin bildiği tek şey, ailelerinden kimlerin öldürüldüğü.”
Elbette iddiası doğrudan bir veriden kaynaklanmıyor. Kendisi de bunun farkında ama bir noktaya işaret ediyor. Gazze Şeridi’nin büyük bir kısmı açlık tehlikesiyle karşı karşıyayken, neredeyse tüm hastaneler hizmet dışı kalmışken, hemen hemen hiç ilaç bulunmazken ve çok az temiz su ya da yiyecek varken, 35 bin ölümün ciddi bir eksik sayım olması muhtemel.
“Bizim Adımıza Değil”
Nazilerin 6 milyonu Yahudi olmak üzere 11 milyon insanı katlettiği Holokost, kelimenin tam anlamıyla bir soykırım dersi kitabıydı. Yine de, ne kadar dehşet verici ve sistematik olursa olsun, en az bir başka soykırım daha bu kadar fazla ölümle sonuçlanmış olabilir. Naomi Klein, son kitabı Doppelganger’da (Kötü İkiz), en büyük soykırımın Avrupalı yerleşimcilerin eliyle Amerika’daki yerli halklara uygulandığını anlatıyor. Klein, Hitler’in Holokost’unun aslında Amerika kıtasındaki sömürgecilerden esinlendiğini ve Batı sınır mitinden derinden etkilendiğini yazıyor.
Klein, Jewish Currents adlı yayın kuruluşunun On the Nose adlı podcast’inden Arielle Angel’a “Her soykırımın farklı olduğunu söylemenin önemli olduğunu düşünüyorum. Her soykırımın kendine has özellikleri var ve Nazi Holokost’unun da kesinlikle kendine has özellikleri vardı. Bu Fordist bir Holokost’tu. Daha önce ya da daha sonra görülenden çok daha büyük ölçekte, çok daha hızlı ve çok daha sanayileşmişti” diyordu.
Klein, Nazi Holokost’unun Hitler’in sömürgeci arzularından doğduğu ve bu şekilde sınıflandırılması gerektiği konusunda haklı. Ayrıca, bu vahşete bir cevap niteliğinde olan 1948 Soykırım Sözleşmesi’nin, bir olayın soykırım olarak sınıflandırılmasının ne öldürülen kurban sayısına ne de katledilen belirli bir nüfusun yüzdesine bağlı olduğunu açıkça ortaya koyduğunu da belirtmek gerek. Bu da Gazze’de öldürülen insan sayısının uluslararası hukuk nezdinde pek bir fark yaratmayacağı anlamına geliyor; yani hukuken İsrail zaten soykırım yapıyor.
Modern tarihin en hazin dönemeçlerinden birinde, 7 Ekim Hamas saldırısının ardından, Holokost travması Yahudilerin acılarını ve güvenlik korkularını istismar etmek ve böylece Filistinlilerin yavaş yavaş ortadan kaldırılmasını meşrulaştırmak için kullanılıyor. İşte bu trajik ironi pek çok genç Amerikalı Yahudi’yi İsrail’in politikalarına karşı harekete geçirdi.
Uluslararası tepki artarak sürerken Yahudi Amerikalılar arasında İsrail’e verilen destek de hiç bu kadar yoğun bir bölünmeye sahne olmamıştı. Gazze’deki savaşa karşı düzenlenen protestoların birçoğuna, İsrail’in Yahudilikleri ve kültürel tarihleri üzerindeki hak iddiasından bıkmış genç Yahudiler öncülük ediyor. Buna karşın, Yahudiler tarafından yönetilen IfNotNow ve Jewish Voice for Peace’in de safları genişleyerek bu ülkede yeni canlanan bir savaş karşıtı hareketin ortaya çıkmasını sağladı.
Siyonizm’in geleceğine yönelik bu tehdit, İsrail yanlısı Anti-Defamation League’e (ADL) göre, hareketin Altı Gün Savaşı’ndan bu yana karşılaştığı hiçbir duruma benzemiyor. ADL direktörü Jonathan Greenblatt geçtiğimiz Kasım ayında yaptığı bir bağışçı toplantısında panik içinde “Büyük, büyük, çok büyük bir kuşak sorunumuz var” diyordu. “Gördüğüm tüm anketler… bunun bir sol/sağ uçurumu olmadığını gösteriyor. ABD’nin İsrail’e destek verme meselesi sağ sol meselesi değil. Gençler ve yaşlılar meselesi.”
Greenblatt haklı. Z ve Y kuşaklarının, Yahudi olsun ya da olmasın, İsrail’in Filistinlileri katletme gerekçesini kabul etme olasılıkları kendilerinden önceki kuşaklara göre çok daha düşük. Birbiri ardına yapılan anketler, ABD’deki genç Yahudilerin Siyonizm’in esaslarından giderek uzaklaştığını gösteriyor. Neden uzaklaşmasınlar ki? Sosyal medyada ölü bedenleri, çığlıkları, akan kanı, dümdüz edilmiş şehirleri gördüler ve bunun bir parçası olmak istemiyorlar. Gençler arasında İsrail’e verilen destek artık dibe vurmuş durumda.
Anketlerin de gösterdiği gibi, bu durum önümüzdeki seçimleri etkileyebilir. Ralph Nader şu öngörüde bulunuyor: “Biden sadece insanların evde kalmasıyla seçimi kaybedecek. Trump’ın bu konuda ve tüm diğer konularda daha kötü olduğunu düşünüyor. Bu yüzden Demokrat Parti’nin tümü gibi Biden da şöyle bir tavır takınıyor: ‘Hey siz protestocular, büyüyün artık, gidecek başka yeriniz yok.’ Ama öyle değil, gidecekleri bir yer var. Evde de kalabilirler.”
Kasım seçimlerine daha aylar var ve her şey büyük bir hızla değişebilir, ancak ölüleri diriltemezsiniz ya da soykırımda zamanı geriye döndüremezsiniz. Amerikan bombaları ve füzeleri sayesinde zarar çoktan verildi. İsrail’in toplu cezalandırması artık hayatın bir gerçeği ve Başkan Biden da, sayısı ister 35 bin ister 200 bin olsun, Gazze’deki bu ölümlerden sorumlu tutulacak. Aksi yönde dağ gibi kanıt varken, Beyaz Saray’ın İsrail’in soykırım yaptığını inkâr etmeyi sürdürmesi pek anlam ifade etmiyor.
Umutsuz ve aşırı kalabalık Nuseyrat mülteci kampında Amal Nassar, Gazze’ye erken gelen bir nisan baharında üç aylık bebeğini kucağına aldı. Küçük kızı için geleceğin ne getireceğini merak ediyordu.
“Mira’ya baktım ve düşündüm: Savaş sırasında bu bebeği doğurmakla doğru bir karar mı verdim?”
Bu cevabı olmayan can yakan bir soru, manzara da hâlâ korkunç. Mayıs ortasında bir İsrail savaş uçağından Nuseyrat’taki konutlara atılan füze, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 40 Filistinlinin ölümüne neden oldu. Çok daha fazla sayıda Filistinli de yaralandı. Roketler bu sefer Amal’ın ailesini ıskaladı ama İsrail’in duyarsızlığı sürdükçe ölüm giderek yaklaşıyor.
Bu yazı TomDispatch sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.