Kalıtsal Tepkisellik ve 80 Sonrası CHP: CHP Nedir? – II
CHP, bugün iktidar kadrolarının da beslendiği ve geleneksel partilerden yılgın kitleleri kendine yönlendirebilen muhafazakâr ve İslami kaygılara sahip siyasete yönelik bir tepkinin merkezi olmuştur. Bugünkü CHP’nin bir türlü kitleselleşememesinin kaynağında bu tepkinin kalıtsallığına olan güven yatmaktadır.
1980 sonrası CHP mirası ya da geleneği içinde hareket ettiği iddiasında olan siyasal oluşumların ana özelliği “arayış”tır. Hem siyasal olarak bir konum alma hem de temsil ettiği kitleyi mobilize edebilme kapasitesi olarak bu arayış, iki boyuta sahiptir.
Nitekim 80 sonrasından 1992’ye kadar olan süreçte bu arayışın kurumsal ayağına tanık oluyoruz.
Kısa bir özetle ifade edecek olursak; 12 Eylül askeri darbesinin akabinde Kasım 1983 seçimlerine kadar yürütme yetkisini kendisinde bulunduran Millî Güvenlik Konseyi (MGK), 1981 Ekim’inde siyasal bir yeniden yapılanma planı hazırlayarak bütün siyasi partileri feshetmişti.
1983 seçimleri öncesinde çıkarılan yeni siyasi partiler yasasıyla 700’ü aşkın yasaklı politikacı dışında ülkede yeni bir siyasal sayfa açılmıştı. Erdal İnönü önderliğinde kurulan Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP), yelpazenin solunda yer alan kitlelerin yanı sıra kapatılan CHP seçmeninin de gözdesi olma hedefindeydi.
Fakat çıkarılan yeni siyasi partiler yasası MGK’ya hiçbir gerekçe göstermeyi zorunlu kılmadan kurucu üyeleri reddetme olanağı tanıyordu. SODEP, kurucu listesinde yasaklı bir isim olmamasına rağmen MGK’nın vetoları nedeniyle Kasım seçimlerine katılamadı.
CHP’nin yokluğundan kaynaklanan boşluğu, İsmet İnönü’nün özel kalem müdürlüğü görevinde de bulunmuş Necdet Calp’in Halkçı Parti’si (HP) telafi etme niyetindeydi.
Calp’in siyasal olarak sönük bir figür olmasının yanında HP, kendisi dışında sadece iki partinin MGK’dan icazet alabildiği seçimde yüzde 30 civarında oy alarak ikinci parti oldu.
Seçimlerden yaklaşık iki yıl sonra HP, SODEP ile birleşme kararı aldı. Ağustos 1985’te HP, Kasım 1985’te SODEP kendilerini feshederek yeni bir parti kurdu: Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP).
SHP’nin dönemin siyasal konjonktüründeki ayırt edici özelliği ise Kürt sorununa dair yasal taleplerin duyulur ve görülür olmasına öncülük etmiş olmasıdır. Her ne kadar bu süreç, kimi milletvekillerinin Ekim 1989’da Paris’teki Kürt konferansına katılımları sebebiyle partiden ihraçlarıyla ciddi bir yara alsa da SHP, temsil iddiasında bulunduğu sol siyasetin reelpolitik düzlemdeki sınırlarıyla yüzleşmek durumunda kalmıştı.
Bunun yanında o döneme dair kritik bir nokta daha var ki yaklaşan yerel seçimler öncesinde bir tür rehber niteliğinde.
Erdal İnönü liderliğindeki SHP, 1989 yerel seçimlerinde Ankara, İstanbul ve İzmir belediyelerini de içerecek şekilde yüzde 29’a yakın oyla birinci parti olsa da, iki sene sonraki genel seçimlerde oyu yüzde 20’lere gerilemiş ve ancak üçüncü parti olabilmişti.
2019 yerel seçimleri ve 14-28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle kıyaslandığında bu benzerliğin, değişen sosyolojiye ve dijitalleşen dünyaya rağmen dikkat çekici olduğunu belirtmemiz gerek.
Keza bu biraz da 80 sonrası CHP geleneği içinde siyaset yapma tarzıyla ilişkili bir durum olabilir. Kazanılan siyasal başarıyla baş etme kapasitesinin söz konusu gelenek içinde sorgulanmasına dair bir gerekliliği gözler önüne de serilebilir. Kaldı ki 14-28 Mayıs seçimlerinde CHP liderliğindeki ittifakın izlediği seçim stratejisi iki büyükşehir belediye başkanının imajına ciddi zarar vermiş durumdadır.
İnönü ise 1993’te kendi isteğiyle genel başkanlıktan ayrıldığında dönemin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Murat Karayalçın SHP’nin başına geçmiş, 1995’te ise parti, Deniz Baykal liderliğindeki CHP ile birleşme kararı almıştır.
Tepkinin Siyasal Sığınağı
90’lı yıllar CHP’sinin anahtar kavramları “çağdaşlık” ve “laiklik”ti demek çok yanlış olmaz. Fakat bu tercih sadece sol perspektiften uzaklaşan kadroların iş başında olmasıyla açıklanabilir bir olgu değildir. Keza CHP, bugün iktidar kadrolarının da beslendiği ve geleneksel partilerden yılgın kitleleri kendine yönlendirebilen muhafazakâr ve İslami kaygılara sahip siyasete yönelik bir tepkinin de merkezi olmuştur. Büyük kentlerdeki popülasyon, Alevi yurttaşlar, kimlik kaygısına kapılmış laik kesimler arasında bu tepki yaygınlık kazanmış ve CHP bu tepkinin siyasal sığınağına dönüşmüştür.
Bakarsanız, bugünkü CHP’nin bir türlü kitleselleşememesi, örneğin artı yüzde 2 oyu muhalif saflara kazandıramamasının kaynağında bu tepkinin kalıtsallığına olan güven yatmaktadır. CHP son 30 yıldır salt tepkisel konumda kalmış bir siyasal yapıdır. İktidarı ele geçirebilmek için gerekli siyasal atılımı, yenilenmeyi gerçekleştirememesi, bugün Kılıçdaroğlu yönetiminin de örneğini sergilediği gibi, yeni bir olgu değildir.
Bunun asli nedeni ise CHP’nin, kendisine sığınan tepkiselliği alternatif bir siyasal projeksiyonun parçası kılmak ve onun içinde eritmek yerine salt bu tepkiselliğin kalıcı konforunu kendisi için yeterli görüyor olmasıdır.
Bu sebeple güçlü bir iktidar alternatifine dönüşmesi gereken CHP’nin bir alternatif olma şansına yaklaştığı uğraklar salt iktidar partisine olan tepkinin arttığı dönemlere tekabül ediyor.
CHP, tepkiselliğin bu konforuyla, psikolojik olarak ciddi sonuçları olan 14-28 Mayıs seçimleri sonrasında bile seçmenlerinin yaklaşımını, bir tür mecburiyet psikolojisi içinde yorumlayabiliyor. Bu ise siyasal olanın bürokratikleşmesinden başka bir anlam taşımıyor. Ana yapı tepkisel-bürokratik olduğu için de parti, kapsayıcı bir siyasi söylem geliştirme konusunda daha baştan başarısızlığa yazgılı durumda.
Bu durumda “CHP nedir?” sorusunun güncel yanıtını şöyle formüle etmek mümkün:
CHP, 90’lı yılların dinamik tepkiselliğini siyasallaştırmak yerine onu kurumsallaştırmış ve bu kurumsallığın konforunda siyasal bir alternatif olma gücünü yitirmiş bir siyasal partidir.
Yazının birinci bölümüne buradan ulaşabilirsiniz.