Kaşıkçı’nın Gölgesi Hala Selman’ın Üzerinde
Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesinin özellikle Muhammed Bin Selman’ın iktidarı elde etmesi adına önemli bir dönüm noktası olduğunu söyleyebilirim. Ve bence kendisini Suudi Arabistan’ın yöneticisi ilan etse bile iktidara gelmek için kullandığı araçlar nedeniyle köklü bir şekilde güç kaybetti. Bu araçlardan biri de kendisine ‘hayır’ diyen çok şerefli bir gazeteciyi öldürmekti.
Washington Post’ta köşe yazarı olan Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı 2 Ekim 2018’de evliliği için gerekli belgeleri almak için vatandaşı olduğu Suudi Arabistan’ın İstanbul başkonsolosluğuna girdi ancak bir daha çıkamadı. Yabancı bir ülkede, diplomatik bağışıklığı olan bir binada insanın kanını donduran bir şekilde öldürüldüğüne uzun süre kimse inanamadı. Türk istihbaratının kayıtları ile cinayetin tüm detayları netleşince olay Türkiye ile Suudi Arabistan’ın ilişkilerini bozmanın ötesinde küresel bir krize dönüştü. Cinayet sadece bir kişinin hayatını kaybetmesini aşarak bölgesel ve küresel dengeleri etkileyen kırılma noktası haline geldi.
Middle East Eye Genel Yayın Yönetmeni İngiliz gazeteci David Hearst, Kaşıkçı’nın en yakın arkadaşlarından biri olmanın ötesine geçerek iki yıldır konuyu gündemde tutan en önemli isimlerden oldu. Türkiye’yi yakından tanıyan, Kaşıkçı cinayetini ve sonrasını tüm detayları ile takip eden Hearst ile cinayetin ikinci yılında gelinen noktayı konuştuk.
Cemal Kaşıkçı’nın öldürüldüğü o günü hala büyük bir üzüntüyle hatırlıyoruz, hepimiz için sarsıcı bir gündü. Suudi Arabistan’ın İstanbul Konsolosluğu’nun içinde neler olduğunu parça parça öğreniyorduk. Üzerinden iki yıl geçti. Genel bir değerlendirme anlamında, benzer siyasi suç ve cinayetlerle karşılaştırdığınızda bu olay siyaseti ve gazeteciliği nasıl etkiledi? Birçok gazeteci, siyasetçi ve kanaat önderinin öldürüldüğünü, devletler ve istihbarat birimlerinin işlediği başka suikastları biliyoruz. Rusya’nın da böyle işler yaptığından haberimiz var. Bazen Birleşik Krallık’ta, Londra’da da yaşandı bunlar ama bu olay biraz farklıydı. Siyaseti ve genel anlamda hayatı nasıl etkiledi? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Kısmen şans eseri çok büyük bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Bu şans bu konsolosluğun cinayet gerçekleşmeden önce Suudiler tarafından süpürülmüş olmasıydı. Aslında Cemal’in geleceğini hafta sonundan önce biliyorlardı ve çok ama çok titiz bir şekilde harekete geçtiler. Konsolosluğu iyice temizlemek ve yerli Türk personelin tamamını çıkarmak için büyük çaba harcadılar. Fakat iki Türk personel veya iki şahit aslında binada kalmıştı ama suçlarını gizlice işlemek için azami çaba gösterdiler. Neyse ki bu girişimleri başarısız oldu. Bildiğiniz gibi cinayet timinin bir parçası da Kaşıkçı’ya benzeyen biriydi. Onunla benzer vücut yapısına sahipti ve amacı Kaşıkçı’nın kıyafetlerini giyip konsolosluktan ayrılmaktı çünkü Kaşıkçı’nın binaya girdikten kısa bir süre sonra konsolosluktan ayrıldığını kanıtlamak için kameralarca kaydedileceklerini biliyorlardı. Başlangıçta ilk savunma hattı buydu: Kaşıkçı’nın nerede olduğunu bilmiyoruz çünkü Hatice ile evlenebilmesi için Türk yetkililerin istediği belgelerle beraber konsolosluktan ayrıldı, diyeceklerdi. Dolayısıyla çok hazırlıklıydılar. Neyse ki işledikleri suç tarihte en çok kayda geçenlerden biriydi. Saatlerce uzunlukta ses kayıtları vardı ve bunların 45 dakikası Türk yetkililerce açıklandı. Düpedüz saatlerce kayıt almışlardı ve Türk istihbaratına göre cinayet ekibi Riyad’ı defalarca aramıştı. Kimi aramışlardı? Türk yetkililer o aramalardan bazılarının içeriğinden haberdar. Çok şey biliniyor. Katillerin kimliğini biliyorlar: bu suç hakkında çok fazla ayrıntı biliniyor.
Elbette Ben, sen ve Cemal’in diğer arkadaşları için yaşanacak korkunç 24 saat, hatta aylardı onlar. Ama asıl mesele işlenen cinayetin büyük önemi olan uluslararası bir suç olması. Bunu daha sonra tartışabiliriz ama bence cinayet emrini veren Veliaht Prens Muhammed bin Selman (MbS) Washington’da da uluslararası arenada da bunun etkisinden hiç kurtulamadı. Bu da bir adamın, bir gazetecinin öldürülmesinin ne kadar etkili olduğunu gösteriyor. Cemal’in kendisi de yarattığı ilgiden dolayı şaşırıp gururlanırdı diye düşünüyorum. Cinayet, Muhammed bin Selman’ın Suudi Arabistan kralı olma ihtimaline çok ağır bir gölge düşürdü ki bu da gerçekten büyük bir etki. Mesela Kaşıkçı cinayetini Vladimir Putin döneminde sık sık yaşanan siyasi cinayetlerle karşılaştıracak olursam aklıma alışverişten dönerken dairesinin önünde bir suikastçı tarafından öldürülen arkadaşım Politkovskaya gelir. Ya da burada [Londra’da] yaşanan cinayetler, Solsbury’deki cinayet girişimleri ve eski bir KGB ajanının Londra’da, şu an oturduğum yerden birkaç yüz metre ötede öldürülmesi var. Birleşik Krallık-Rusya ilişkileri için devasa sonuçlar doğuran bu olayların hiçbirinin Kaşıkçı cinayeti kadar bir etkiye sahip olmadığını düşünüyorum. Muhaliflerin öldürülmesiyle veya yurt dışında yaşayan muhaliflere yönelik cinayet girişimleriyle Putin’in ülke içindeki imajı sarsılmadı. Ve bunlar yaşanmaya devam etti. Düzenli bir şekilde yurt dışındaki muhalifleri hedef alıyorlar ve yaptırımları veya Rusya’nın imajını nasıl etkileneceğini pek umursamıyorlar. Bunların ‘nerede olursan ol, hain olarak görülüyorsan güvende değilsin’ mesajı verdiğini biliyorlar. Suudi muhalifler için durum böyle değil. Ve Saad Cebri ve Toronto’daki davası hakkında konuşabilirsiniz. Demek istediğim Suudi muhaliflerin kaçırılması, kaçırılmaya çalışılması veya iade edilmesi yeni olgular değil. Hiç kuşkusuz bunlar Muhammed bin Selman’la başlamadı ama onunla yeni bir seviyeye taşındı. Ve Cemal’in gölgesi iki yıl sonra bile gerçek anlamda bin Selman’ın üzerinde dolaşıyor.
CEMAL, ASLA KENDİNİ ÖLDÜRÜLECEK KADAR ÖNEMLİ GÖRMEDİ
Çokça tartışılan bir diğer konu da şu: Washington Post’ta köşe yazarı değil de sıradan bir gazetede sıradan bir gazeteci olsaydı siyasete ve Amerikan-Suudi ilişkileri ve Muhammed Bin Selman’ın kaderine bu kadar büyük bir etkisi olmayacaktı.
Evet, kesinlikle! Bunu sık sık düşündüm. Demek istediğim Cemal Suudi Arabistan’ı terk edip bir daha oraya dönemeyeceğine karar verdiği hikayesinin bazı kısımlarından haberim vardı. Yaptığı birçok girişimden, başka medya organlarına katılmak için yaptığı araştırmalardan, Suudi okuyucular için New York Times’ın Arapça tercümesini başlatma gibi planlarından haberim vardı. Benimle ve Middle East Eye ile de köşe yazarı olarak çalışmıştı. Washington Post’ta köşe yazarı olmadan önce Middle East Eye’da köşe yazıları yayınlanıyordu ama hem ailesine yönelik çekinceleri hem de Cemal bir muhalif olarak bilinmek istemediği için yazıları müstear isimle yayınlanıyordu. Biz Suudi Arabistan’da olanlara o kadar açıktan eleştirel yaklaşıyorduk ki Middle East’te yazı yazması bile tek başına onun mesajını vermesine yetiyordu.
Kısacası Cemal’in başka bir hayat kurmak için gösterdiği birçok çabayı şahsen biliyorum. Çeviri faaliyeti fikrinden önce hem Doha’da hem de Türkiye’de kendi televizyon kanalını açma planları da vardı. Dolayısıyla en son Washington Post’ta karar kıldığında şaşırmıştım. Zaten orada bir dairesi ve Amerikalı gazetecilerle çok sayıda sözleşmesi vardı. Yapmak istediği şey Suudi Arabistan’dan bağımsız olacak ama Suudi Arabistan’da demokrasiyi veya hiç değilse kendi tabiriyle “minimum” olan basın özgürlüğünü yaymaya odaklanacak bir düşünce kuruluşu kurmaktı. Ve bu konuda Muhammed bin Selman ile yine müzakereler yapıyordu.
Kendisine Amerika’da bir düzen kurmak istediğini hissedebiliyordunuz ve bu da Muhammed bin Selman için çok çok ciddi bir tehditti. Ben bunun Cemal açısından büyük bir hesap hatası olduğunu düşünüyorum. Cemal başka birçok konuda çok haklıydı ama bu projenin Suudi Arabistan’daki yeni rejim için oluşturduğu tehditin büyüklüğü konusunda yanılıyordu. Londra, Doha veya hatta İstanbul veya Ankara’ya yerleşmeyi kabul etseydi bugün hayatta olacağını düşünüyorum. Trump ile Muhammed bin Selman arasında kurulan göbek bağını gerçekten tehdit eden şey özellikle Washington’a yerleşme projesiydi.
Elbette meselenin üçüncü tarafı kimsenin tanımadığı, 31 yaşındaki bu çok genç bir prens ile ABD başkanı veya müstakbel başkanı arasındaki bağlantıları kuran Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid’dir. Bunu kuran kişi oydu. Dolayısıyla da Trump’a ayrıcalıklı bir şekilde erişebildiklerinden emin olmada mutlak gibi bir çıkarları vardı. Başka bir ses istemiyorlardı, özellikle de Cemal Kaşıkçı gibi dış politika konularında tecrübeli ve güçlü birini hiç istemiyorlardı. Tam da bu kararı bence onu satın almaya yönelik ilk girişimlere sonrasında uçakla kaçırmak için ikinci girişime ve üçüncü olarak öldürme girişimine neden oldu. Ama bu kadar ciddiye alınacağını hiç düşünmedi.
Esasında arkadaşları konsolosluğa adım atmaması için onu sadece günler önce uyarsa da öldürülecek kadar önemli olduğunu düşünmüyordu. Ve kendi güvenliği noktasında kesinlikle temel bir hata yaptı. Çok tecrübeli bir gazeteciden bahsediyoruz. Batılı gazeteciler için en hafif tabirle inanılmaz derecede riskli olan koşullar altında mülakatlar yapmıştı. Bir noktada bin Ladin ile ilişkisi vardı. Bin Ladin’i Afganistan’dayken görmüştü ama Sudan’da olduğu dönemde güvenlik gerekçesiyle onu görmeye gitmedi. Dolayısıyla bu tür bir riski değerlendirme konusunda tecrübesiz bir gazeteci değildi ama kendi insanları tarafından tehdit altında olduğu riskini görmek açısından temel bir hata yaptı. Bu Cemal’e yönelik bir eleştiri değil, aksine Suudi hanedanının oyunun kurallarını nasıl değiştirdiğini, bu yeni rejim altında ne kadar köklü bir değişimden geçtiğini gösteriyor.
KAŞIKÇI’NIN ÖLDÜRÜLMESİ SELMAN’IN KRALLIK HAYALLERİNİ LEKELEDİ
Tabii ki kendisine yönelik riski hafife almış olabilir ama tanınan bir gazetecinin bir konsoloslukta öldürülüp parçalara ayrılması bugün bile inanılmaz geliyor. Elbette belki sadece kaçırılacağını düşünmüştü. Cinayetin siyasete çok büyük etkisi oldu. Ama konuya, söz gelimi bundan dört beş yıl sonrasından baktığınızda unutulacağını veya unutulmak üzere olduğunu düşünüyor musunuz? Mesela ilk başlarda bazı firmalar Suudi şirketlerle aralarına mesafe koyuyor ya da bildiğiniz üzere liderler Muhammed Bin Selman ile aynı resimde yer almamaya özen gösteriyordu. Ancak Covid-19 Selman için bir dereceye kadar Allah’ın nimeti oldu. Şimdi dünyanın daha büyük sorunları var. Suudi Arabistan, Washington Post, Middle East Eye’daki yakınları, bazı gazeteci ve insan hakları aktivistlerini saymazsak Kaşıkçı cinayetinin hala önemli olduğunu düşünüyor musunuz? Bugüne kadar benzer bir çok dosya kapatıldı gitti. Artık sadece tarihçiler veya onu hatırlamak isteyen bazı insanların gündeminde yer bulabiliyor. Cemal Kaşıkçı cinayeti yakın gelecekte de önemini koruyacak mı?
Kesinlikle önemini koruyacak. Kaşıkçı cinayetinin önemli olduğunun bir işareti için MbS’nin bu yılki eylemlerine bakmak yeterli olur. Mesela bu yıl Yemen savaşında yaşananlara yönelik sadece hafif eleştirilerde bulunan amcası Prens Ahmed bin Abdulaziz Londra’daki evinden geri döndüğünde ailesi tarafından önce sıcak karşılandı ama ardından tutuklandı.
Yerine geçtiği büyük kuzeni Muhammed bin Nayif’i de suni suçlamalarla tutuklattı. Bu ikisi yeni kralın kim olacağına karar veren, kralın veliaht seçimini onaylayan Biat Konseyi’nde köklü bir yerleri olduğu için tutuklandı.
Birleşik Arap Emirlikleri ile İsrail arasında İsrail’in tanınması konusunda gerçekleşecek olan törene katılmak için yapacağı Washington ziyaretini iptal etmek zorunda kaldı. 2020, Muhammed bin Selman’ın bahsettiğimiz, Cemal’in ölümünün gölgesinden çıkıp kendisini gerçekten bir dünya lideri olarak göreceği yıl olacaktı ama bunları yapamadı.
Peki iş dünyası Riyad’ı affetti mi? Elbette aşırı zengin olanlar çok parası olan ve 45 dakika içerisinde karar alma alışkanlığı edinmiş birinin arkasından gidecektir. Bu fevriliğini seviyorlar. Çeşitli projeler için şahsen pirinç gibi saçabileceği devasa miktarlardaki parası onlara çok cazip geliyor. Peki bin Selman Washington’daki uluslararası sahnede bir parya değil mi? Demokrat Parti için bir parya değil mi? Kongre nezdinde parya değil mi? Haber basını için bir parya değil mi? Tüm bunların cevabı evet. Kaşıkçı cinayeti nedeniyle ortaya çıkan daha fazla dava var mı? Evet. Yine bu yıl, içişleri bakanlığı yapmış Muhammed bin Nayif’in sağ kolu olan ve Muhammed Bin Selman’ın muhaliflerinden biri olan Saad Cebri Washington mahkemesinde Muhammed bin Selman’a karşı bir hukuk davası açtı. Kaşıkçı’nın öldürülmesinden iki hafta sonra 50 kişilik bir suikast timinin kendisini öldürmek için gönderildiğini ama Toronto havaalanında tespit edilip geri gönderildiklerini iddia etti. Şimdi silahlı korumalarca korunuyor ve kendisinin hayatına birkaç kez daha kast edildiğini söylüyor. Cemal’in aksine bu adam rejimin çok içindeydi ve baba, oğul ve hanedanın diğer üyelerini işaret eden çok fazla kanıta sahip. Bu kanıtları kaydedip “başıma bir şey gelirse bu bilgiler yayınlanacak” ifadelerinde bulundu. Yani sadece şu an hala hayatta olan başka bir Cemal Kaşıkçı yok, aynı zamanda içeriden çok daha fazla bilgiye sahip ve Suudi Arabistan’ın gelecek kralının suçlarını ima eden bir Cemal Kaşıkçı var.
Ayrıca Cebri’nin CIA’in Muhammed bin Selman’ın Kaşıkçı cinayetini bizzat emrettiğini tespit etmesinin kaynaklarından biri olduğu da ortaya çıktı. Yani elimizde Brennan gibi insanlara ve CIA’ye eski rejimde, Nayif’in içişleri bakanı ve veliaht prens olduğu dönemde çok yakın olan bir bir adam var. Ve bu adam hala ortalıkta dolaşıyor ve tüm bu bilgileri elinde tutuyor. Dolayısıyla bu Muhammed bin Selman için süregelen ciddi bir kriz.
Muhammed bin Selman’ın iki krizi var: Biri benim göstermeye çalıştığım Kaşıkçı cinayetinin hemen ardından başlayıp hala devam eden kriz. Ama bir de tahta çıkma krizi var. Tahta çıkışı konusundaki endişeleri bir tür saray darbesiyle veliaht prenslik makamını ele geçirdiği ve çok dramatik bir gecede daha sonra uyuşturucu kullanmakla suçlanan çok daha tecrübeli kuzeni Muhammed bin Nayif’ten kurtulduğunda başladı. Meşruiyet krizi ve tahta çıkma konusundaki endişeleri hiç bitmedi.
Ritz Carlton otele kapatılan ailelerin kim olduğuna ve bazıları işkenceye uğrayan 300’den fazla iş adamının varlıklarının müsaderesinde bunların kimler olduğuna dikkatlice baktığınızda orada bir mantık olduğunu görebilirsiniz. Mesele sadece parası olan herkesin hapsedilip suni yolsuzluk suçlamalarıyla basitçe ödeme yapmaya zorlanıp mallarına el kolunması eyleminden ibaret değildi. Evet, çok fazla yolsuzluk olduğuna eminim. Bu olay gerçekten bir yolsuzlukla mücadele kampanyası olsaydı Muhammed bin Selman ve babasının yolsuzluğun ilk saflarında olacağına da eminim. Bu sadece yolsuzlukla değil hanedanın biri Abdullah’ın oğullarından ve torunlarından oluşan iki rakip kesiminin hapsedilmesiyle ilgiliydi. Ve Muhammed Bin Selman’ın kendisini aynı nesilde ayakta kalan tek adam olarak bırakmayı da hedefliyordu. Dolayısıyla tahta çıkma krizi sürüyor.
Cemal Kaşıkçı’nın ölümünün özellikle onun iktidarı elde etme yolunda bir dönüm noktası olduğunu söyleyebilirim. Ve bence kendisini Suudi Arabistan’ın yöneticisi ilan etse bile iktidara gelmek için kullandığı araçlar nedeniyle köklü bir şekilde güç kaybetti. Bu araçlardan biri kendisine ‘hayır’ diyen çok şerefli bir gazeteciyi öldürmekti. Bu eylem Muhammed bin Selman’ı aklayıp onu bir dünya lideri olarak kabul etmeye yönelik tüm girişimleri lekeledi.
Bültenimize Üye Olabilirsiniz
SUUDİ MUHALİFLER HALA ÖLDÜRÜLEBİLİR
Aslında “MbS veya Suudi Arabistan Krallığı yurt dışındaki bazı muhalifleri hala öldürebilir mi?” gibi diğer sorularımdan bazılarına atıf yaptınız. “Evet, hala gidip herhangi bir kişiyi öldürmeye veya kaçırmaya teşebbüs etmeleri riski var” dediniz. Bu risk hala duruyor mu?
Evet, yurt dışında yaşayan muhaliflerin öldürülmesi riski hala oldukça yüksek. Bunların izlendiğini biliyoruz. Saad Cebri’nin ifadelerinden çıkan bir gerçek de şu: Muhammed bin Selman’ın kurduğu MiSK adlı bir hayır kurumunu muhalifleri izlemek için kullanıyorlardı. İzleme ayrıca elektronik olarak da İsrail yazılımı Pegasus ile de yapılıyor. Ve evet, yurt dışında yaşayıp eleştiri yapan her Suudinin hayatının risk altında olduğunu söyleyebilirim.
Ve zaten reformcu yeni Ortadoğu liderleri neslinin parlak bir ismi olma şansını kaybettiğini de söylediniz. Bu şansı kaybetti ve bu karizma inşa etme kampanyası boşa gitti; artık bir anlam ifade etmiyor. Peki cinayetin ve sonrasında yaşanan gelişmelerin Suudi Arabistan’da hanedan içinde gerçek bir değişimi tetikleyebileceğini düşünüyor musunuz yoksa durumu her zamanki gibi idare edebilecekler mi?
Aslında bunun iki faktöre bağlı olduğunu düşünüyorum. Birincisi, Muhammed Bin Selman’dan nefret ediyorlar. Onurlarını kırdı. Hanedanın malları kendi aralarında bölüşme ilkesini çiğnedi. Tüm gücü kendi eline aldı. Ayrıca tüm paraya da el koydu. Kuralları çiğnedi çünkü daha önce hanedan içerisinde bir tür istikrar vardı. Şu anda ise çok istikrarsız durumda. Gittiği her yerde üç halka korumaya ihtiyaç duyuyor. Bu yüzden de Serene adlı yatından çalışmayı çok seviyor çünkü karada bir suikast girişimine uğramaktan gerçekten korktuğu ve Suudi korumalarına güvenemediği için yatta kendisini karada olacağından daha güvende hissediyor. Nereye giderse gitsin çevresinde üç halka koruma var.
Hanedan iki şeye ihtiyaç duyuyor: biri CIA veya Amerikalıların kendilerine desteğe devem etmesi. Bir tür gerçek askeri güce de ihtiyaçları var. Ve yine Muhammed bin Selman ordu içinde düzenli olarak tasfiyeler yapıyor; en sonuncusunda kara kuvvetleri komutanını görevden aldı. Dolayısıyla mevcut şartlar sürdüğü müddetçe başka bir prensin, prense karşı ciddi bir askeri güçle harekete geçebilmesine ihtiyaç var. Trump görevde olduğu sürece bu gerçekleşemez. Ayrıca kişisel olarak da oldukça cesur olmaları lazım ki şu anda bunu gerçekten yapmaya hazır kimse yok. Oldukça bölünmüş durumdalar ve Amerikan desteğinden yoksunlar. Pentagon, CIA ve Beyaz Saray arasında bir birlik yok. Bu durum Joe Biden’ın başkan olmasıyla değişebilir ve derin devlet içindeki CIA’in Suudi Arabistan konusunda daha önemli hale gelmesi ve çok daha temkinli bir yola girmesi beklenebilir. Düzenli tasfiyeler de her zaman yaşanıyor. Bunun giderek kötüleştiğini söyleyen biri için başını siperden çıkarıp kendini feda etmesi için hiçbir inisiyatif yok. Bunu durduran bir diğer şey de halktan bir tepki gelmiyor ve gelemeyecek olması. Kalabalıklar yok. Kalabalıklar İstanbul’da köprü üzerinde askerlerin üzerine yürümeye hazırlandığı ve vurulduğu zamanki o sivil fedakarlığı düşündüğünüzde darbe gecesi yaşananların Suudi Arabistan’da bir dengi yok. Dolayısıyla bahsettiğimiz senaryo Amerikan desteği, Amerikan bilgisi ve bir derece silahlı güç gerektiriyor. Bu da hiç tekin olmayan bir önerme. Her yerde gezen casusları unutuyoruz; bir tweet nedeniyle gerçek anlamda ortadan kaybolabilirsiniz. Bu yüzden de böyle bir girişimde bulunmak çok ama çok zor.
BİDEN HER ŞEYİ DEĞİŞTİRMEZ AMA SELMAN’IN BEYAZ SARAY’LA KİŞİSEL İLİŞKİSİ BİTER
MbS’nin Amerikan desteğiyle ilgili hayal kırıklığından bahsettiniz ve İran petrol tesislerine saldırdığında her zaman ABD’ye güvenemeyeceklerini de görmüş oldular. Ama Trump MbS’nin bir numaralı destekçisi iken, en azından şimdilik tahtını koruyorken Biden seçilirse ne olacak? Biden iktidara gelirse ne değişecek? MbS’ye hesap sorabilir mi? Çünkü günün sonunnda tüm bu iyi retoriğe rağmen askeri anlaşmalar, stratejik değerlendirmeler evreye giriyor. Biden bu resmi değiştirebilir mi?
Biden’ın kendisinin bu resmi değiştirebileceğini sanmıyorum. Yeterince bilgi sahibi olduğunu düşünmüyorum. Biden’ın yapabileceği tek şey İran’la ilişkileri düzeltmek. İran ile diplomatik bir görüşme yapılır elbette ama Biden KOEP (JCPOA)nin parçalarını tekrar müzakere etmeye çalışmadan anlaşmaya gerçekten dönüp dönmeyeceği tartışmalı bir konu.
Biden bir ABD başkanı olarak çok temkinli olacak ve eminim ki Ortadoğu söz konusu olduğunda kendisini çok fazla öne çıkarmayacaktır. Radikal bir Filistin destekçisi de olmayacağına eminim. Radikal bir Siyonist olmasa da İsrail’i sıkı bir şekilde destekleyecektir. Mesela büyükelçiliği Kudüs’ten Tel Aviv’e geri taşımayacaktır. İsrail konusunda Trump’ın yaptıklarının birçoğunu iptal edeceğini düşünmüyorum. Dolayısıyla merkezci bir siyasetçiden başka bir şey olan, belki bir Obama veya Obama’nın eski bir versiyonundan bahsetmiyoruz.
Ama şu var ki Trump’ın Muhammed bin Selman ile olan aile bağlantıları aksayacaktır. Kişisel bağlantılardan söz ediyorum. Telefon numaralarından bahsediyorum. Politikanın Riyad ile Beyaz Saray arasında doğrudan belirlendiği gerçek ticaretten söz ediyorum. Bunun kurumlarla bir ilgisi yok. Daha çok Muhammed bin Selman ile Jared Kushner arasındaki WhatsApp konuşmalarıyla ilgili. Bu kişiler arası bir mesele ve kurumlarla hiçbir bağı olmaması onu Muhammed bin Selman’ın yaptığı her şeyden daha tehlikeli kılıyor.
Aslında her konuda ilk önce Jared Kushner’a danıştı. Kaşıkçı cinayetinden değil Yemen’deki savaştan, Muhammed bin Nayif’i deviren darbeden söz ediyorum. Ya da Katar’a yönelik abluka… Tüm bu büyük kararlarda, ilk önce Katar ablukası sırasında önce Trump veya Kushner’a danışıldı. Trump “Evet, kötü bir adım değil. Sonuçta orası radikalizmin merkezi. Evet, neden olmasın?” dedi. Daha sonra Tillerson-Mattis, “Sayın Başkan, CENTCOM olarak orada olduğumuzdan haberiniz var mı?” dediğinde hızla geri adım attılar. Bu ablukaya yeşil ışık yakmadan önce Katar’da bir Amerikan üssü olduğunu bile bilmiyordu. İşte bu kadar bilgisiz. CENTCOM’un orada olduğunu bilmiyordu.
İşte bu göbek bağı, çok pervasız, genç ve kana susamış bir prens ile aşırı bilgisiz günübirlikçi bir başkan arasındaki bağlantı kopmuş olacak ve sadece bu iletişimin bozulmasının bile Muhammed bin Selman üzerinde çok büyük bir etkisi olacak. Suudi Arabistan üzerinde büyük bir etkisi olacağını söylemiyorum çünkü Suudi Arabistan konusunda istediğimiz kişiden kişiye ilişkinin azaltıp kurumlar arası bağları arttırmaktır. Biden’a tavsiyede bulunacak olsaydım Suudi Arabistan’ı desteklemesini söylerdim ama tüm yumurtaları Muhammed bin Selman’ın sepetine koymadan. Yani olacak olan şu: kişiler arası özel iletişim aksayacak, o iletişimle sağlanan her şey de bu aksamayla bozulacak ve eminim ki o iletişim hattının kurulması parayla sağlandı. İnsanların kişisel banka hesaplarına aktarılan paraları kastediyorum.
Ve o zaman bu bağlantı kopacak.
Evet, kopacak. Biden konusunda büyük umutlarım yok. Ama şu var, Biden, Trump değil ve bu da dinamikleri değiştirecek.
ERDOĞAN DOSYAYI KAPATMASI İÇİN GELEN TEKLİFLERİ REDDETTİ
Kaşıkçı ile ilgili son birkaç soru sormak istiyorum. Birincisi, konuya Türkiye’nin gözünden bakarsanız bir yandan güvenlik, diplomatik teamüller, Türkiye’de yaşayan yabancı muhalif isimlerin güvenliği açılarından Türkiye’ye büyük bir darbeydi. Türkiye için çok büyük bir tehditti. Topraklarınıza gelip istediklerini yapabiliyorlar. Bu çok önemliydi. Öte yandan bildiğiniz gibi Türkiye gerçekleri, cinayet timini ve diğer ayrıntıları ortaya çıkarmada büyük bir iş çıkardı. Türkiye MbS’nin Kaşıkçı cinayetini örtbas etmesine izin vermedi. Türkiye’nin rolünü nasıl görüyorsunuz? Türkiye süreci gerçekten kullandı mı yoksa başarılı olmasını mı sağladı? Ankara’nın perspektifinden ne düşünüyorsunuz?
Öncelikle Erdoğan’ın bağımsız gazetecilerle arası veya onları koruma konusundaki itibarı iyi değil. Bu durum sert bir New York Times makalesinde eleştirildi. Kaşıkçı’nın vahşice öldürüldüğü şeklindeki ilk raporlarda Türk karşıtı, kesin olarak Erdoğan karşıtı çok güçlü bir Batılı akım vardı. Bunu ben de aynı haberleri daha başkaları yayınlamadan verdiğimizde de hissettim. “Bunu nereden biliyorsunuz?” yönünde birçok soru vardı.
Haberi cumhurbaşkanlığı kaynaklarından aldım ve kaynaklarım daha en başta öldürme konusunda oldukça netti. Ama bir inanamama hissi vardı: bazı insanlar yazdıklarıma ve basından duyduklarımıza gerçekten inanamıyordu. Bu durum Türkiye CIA başkanını olayı dinlemeye davet ettiğinde değişti. O da Türkçe biliyor ve işkence konusuna çok da yabancı olmadığını biliyoruz. Demek istediğim Gina Haspel’in geçmişine bakarsanız bu konularda birçok şey görürsünüz. Ama onun veya CIA’in Türk savcının olayları anlatma biçimini temelde destekleyen tespitleri sadece New York Times ve Washington Post’ta değil Kongre’de ve Washington’da da atmosferi köklü olarak değiştirdi. O CIA raporu hiçbir zaman yayınlanmadı. Ondan sonra da BM raportörü Callamard da aynı şeyi yaptı. Dolayısıyla iki yabancı taraf vardı. Gina Haspel’i Erdoğan’ın arkadaşı olmakla suçlayamazsınız. Callamard’ı Türk olmakla suçlayabilir misiniz? İkisi de bağımsızdı ve Erdoğan’dan bile daha ileri gittiler.
Elimizde bağımsız gazeteciliği koruma konusunda pek de iyi bir itibarı olmayan bir hükümetin öne sürdüğü ve tamamen dışarıdan iki kurumun, CIA ve BM’nin de doğruladığı iddialar var. Birinci gerçek bu.
İkincisi ise nasıl yönettikleri. Cinayetin başında yaşananlardan sonra Suudi Arabistan’ın Türkiye’ye en tecrübeli prenslerini göndererek “Bakın, bir anlaşma yapalım” dedi. Erdoğan’a türlü türlü vaatlerde bulundular. Yine Türkiye’nin ekonomisi o dönemde doğru bir istikamete gitmiyordu. Şimdi de pek iyiye gitmiyor. Ama Suudi Arabistan çok fazla para teklif etti. Hakkını verelim, Erdoğan bunları reddetti. Hakkını yemeyelim. Parayı kabul etmedi. Bunu kabul etmedi ki kolaylıkla başka tarafa dönüp “Bu bizi hiç ilgilendirmez” diyebilirdi. Ama bunu yapmadı. Ve doğru kararı verdi. Bence Türk siyasetinde bu kadar hakim bir isim olarak Erdoğan hakkındaki tüm şüphe ve çekincelerin yanında bu kararı takdir edilmeli. Bu kararda doğru olanı yapmıştı.
Erdoğan’ın niyetleri hakkında alternatif bir açıklama sunabilirsiniz: diyebilirsiniz ki bunun Sünni dünyanın liderliği için ölümüne bir savaş olduğunu fark etti ve Türkiye tüm Sünni dünyanın liderliği için Suudi Arabistan’a meydan okuyor olacaktı. Daha sonra Kaşıkçı soruşturmasını devam etmek zorunda kaldığını fark ettiğini söyleyerek ona karanlık bir niyet de inşa edebilirsiniz. Ama Türkiye Cumhurbaşkanına hangi niyeti atfederseniz edin, doğru kararı vermişti.
David Hearst ile mülakatın ikinci bölümünde Amerikan seçimlerini, Orta Doğu’da Arap Baharı sonrası dönemi, demokrasi ihtimalini ve geleceği konuştuk.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.