Kati Olan Her Şey Buharlaşıyor
Modern insanın moderniteyle ve/ya modernizmle temel sorunu, güvenli bir limana demirlemiş değil de fırtınalı bir denizde var olma çabasını süreklileştirmesinin verdiği ebedi kriz halidir. Kısacası, bu minvalde, katı olan her şey buharlaşırken kati bir istikamet de berhava olmuştur.
Bertrand Russell’ın “Devrimler omuzları değiştirir, omuzlardaki yükü değil” dediği gibi, seçimler de hükümetleri değiştirişse de gündemlerini değiştirmiyor. Türkiye’deki son genel seçimler sonrasında 20 yılı aşkın süredir iktidarda bulunan AK Parti, parçası olduğu Cumhur İttifakı’nın amiral gemisi sıfatıyla önce parlamentoda ön plana çıkarken, partinin Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki başarısıyla hükümeti şekillendirdi. Yeni kabinede Cumhurbaşkanı haricinde Sağlık ile Kültür ve Turizm Bakanları -ki her ikisi de milletvekili adayı yapılmamışlardı- haricinde silme değişim geldi. Dahası, Cumhur İttifakı’nın TBMM’de elde ettiği çoğunluk geçen dönem olduğu gibi bazı milletvekillerinin istifa ederek bakanlık yapmasını mümkün kılıyordu. Önceki kabinede kendilerine atfedilen kilit taşı konumları gereği en azından Süleyman Soylu ve Hulusi Akar’ın yeni kabinede de görev alacakları beklense de, ancak bazı gönüllerin kabinesinde kendilerine yer bulabildiler. Halbuki çok değil, birkaç sene önce, tüm kabine değişse koltuğuna garanti gözüyle bakılan Berat Albayrak da bir sosyal medya mesajıyla sadece kabineden ayrılmakla kalmamış adeta sonrasında buharlaşmıştı. Zaten Karl Marx ve Friedrich Engels’in birlikte kaleme aldıkları 21 Şubat 1848’de yayımlanan Komünist Manifesto’da dedikleri gibi; “Katı olan her şey buharlaşarak havaya karışır, kutsal olan her şey profanlaşır ve insan en nihayetinde yaşamda kendinin gerçek koşullarına ve türünden diğerleriyle ilişkileriyle yalın hislerle bir yüzleşmeye icbar edilir.” Amerikalı sosyolog Marshall Berman da modernizmi incelerken kendisine ilham veren bu metaforu, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor: Modernite Deneyimi kitabına serlevha yapar.
Her üç üstat da alınmasın ama en azından su örneğinden hareketle katı olanın ısınarak önce sıvı sonra gaz haline dönüşmesi ve soğumayla da bu sefer de tersinden sıvılaşıp sonra da buza dönüşmesi vaka-i adiyedendir. Asıl şaşılacak ise kati olanın sıvılaşarak sulanması, buharlaşarak havaya karışması hatta maddenin plazma halinden hareketle Hikmet Karagöz’ün oynadığı Bizimkiler dizisindeki Çaycı Abbas karakterinin meşhur ettiği “Cıvık müdürüm affedersin” repliğindeki gibi kati olanın cıvıklaşmasıdır.
“Endişeli Modern” Ruh Hali
Berman, modernizmi, “Modern insanların modernleşmenin nesneleri oldukları kadar özneleri de olmak, modern dünyada sıkıca tutunabilecekleri bir yer bulmak ve kendilerini bu dünyada evde hissetmek için giriştikleri çabalar olarak” (s. 11) tanımlarken, kavramsallaştırmasını “Modernizmi, sürekli değişen bir dünyada kendimizi evimizde hissetmek için yapılan bir mücadele olarak düşündüğümüzde, modernizmin hiçbir tarzının asla tanımlayıcı olamayacağını görürüz” (s. 12) diyerek sürdürür. Berman’ın “Ben, modern hayatın, modern sanat ve düşünün, kendini biteviye eleştirme ve biteviye yenileme kapasitesinin olduğunu ileri sürüyorum. Post-modernistlerse, modernitenin ufkunun kapandığını, enerjisinin tükendiğini söylüyorlar (onlara göre modernite geçip gitti)” (ss.17-18) ifadesiyle post-modernistlerden ayrıldığı noktayı belirginleştirirken, Habermas gibi modernitenin “tamamlanmamış bir proje” olduğunu ifade eder. İşin özü, modern insanın moderniteyle ve/ya modernizmle temel sorunu, güvenli bir limana demirlemiş değil de fırtınalı bir denizde var olma çabasını süreklileştirmesinin verdiği ebedi kriz halidir. Kısacası, bu minvalde, katı olan her şey buharlaşırken kati bir istikamet de berhava olmuştur. Moderniteyle başlayıp post-modernite ile zirve yapan bu “endişeli modern” ruh hali, post-truth çağında hakikatin yitirilmesiyle daha da depresifleşmiştir. Psikologluğun modern toplumlarda popüler bir mesleğe dönüşmesinin ardındaki sırlardan birisi de bu olsa gerek.
Anlamını Yitiren İstikamet
Tam da bu noktada sorulacak soru, zaten kati olan bir şey var mı? Ya da hiç oldu mu? Nihayetinde gerçeklik dediğimiz, gerek laboratuvar ortamında gerekse de sosyal mühendislik imkânlarıyla üretilebilen bir olgu değil mi? Rıza bile benzer şekilde üretildiğine göre rıza gösterdiklerimiz de razı olmak durumunda kaldıklarımızdan daha fazlası değil. Yaptığımız seçimler de sınırlı seçenekler arasından seçebildiklerimiz işte. Elbette seçenekler arasından bir tercihte bulunabilmek günün sonunda seçeneksizlikten daha iyidir. Bundan hareketle Winston Churchill’in dediği gibi “Kahretsin demokrasi çok kötü bir rejim lakin elimizdekilerin en iyisi bu” ya da bir otomobil markası reklamına göndermeyle biz (insanlık) daha iyisini yapıncaya kadar en iyisi bu. Kati olanın değişimi hatta yok oluşu bizi huzursuz kılarken, asıl endişemiz değişimin yetişemediğimiz hızından kaynaklanıyor. Elbette Heraklitos’un dediği gibi “Değişmeyen tek şey değişimin kendisi” olsa da insan göreceli kısa ömründe çok fazla değişime şahit olunca artık sadece istikametini yitirmekle kalmıyor, asıl istikamet anlamını yitiriyor.
Böyle bir değişim, tam da yeni hükümetin devir teslim törenleri esnasında yaşandı. Erdoğan’ın daha önce Halk Bankası’nı dolandırmakla suçladığı Mehmet Şimşek ile seçimler öncesinde iki kez ve seçimlerden sonra bir kez daha görüşmesi sonrasında Şimşek, kabinede görev alacağına dair haberleri doğrularcasına yeni Hazine ve Maliye Bakanı oldu. Kendi adıma bir kez daha yanıldığımı ifade etmem gerekir ki bu kadar görüşmeden sonra en azından Maliye Bakanlığı’nın yanında Cumhurbaşkanı Yardımcılığını da alacağını düşünüyordum. Sabık bakan Nebati’nin halefi Şimşek’e sadece bakanlık koltuğunu değil komple tüm bakanlığı devrederken derin bir oh çektiğine hepimiz şahit olduk.
Siyasetçilerin eylemlerini kinik bir zaviyeden değerlendirdiğimden oyunculuk performanslarını hep takdir ederek izlerim ve nadiren rol yaptıklarına değil de içten davrandıklarına kani olurum. Nebati’nin iç çekişi bende öyle samimi bir izlenim uyandırdı, hatta “Gözlerimdeki ışığı görüyor musunuz?” veya da “Şimdi uyuyun, 6 ay sonra uyanın. Çok farklı noktalara gideceğiz” ifadelerinden daha samimi geldi bana. Tabii ki elimde samimiyet-ölçer yok ve belki de yine yanılıyorumdur ve Nebati Oscarlık performans gösteriyordur. Öte yandan Nebati’nin oh diye iç çekişi beni o kadar etkilemedi, zira bu nidayı daha köpürterek en azından sosyal medyada geniş kitlelere mal eden başka bir eski bakanın oratoryoları yanında Nebati’ninki tek notalık bir performanstı. Beni asıl etkileyen ise devir teslim töreni esnasından Şimşek’in “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır. Kurala dayalı, öngörülebilir bir Türkiye ekonomisi, özlenen refaha ulaşmamızda anahtar olacaktır” ifadesiydi. Her ne kadar Şimşek’in ifadesi ve tarzı Nebati’nin sosyal medyada viral olan “Neo klasik ekonomi düşüncesinden epistemolojik bir kopuşu temsil eden heterodoks yaklaşım, günümüzde giderek ön plana çıkan davranışsal ekonomi ve nöro ekonomi ile daha fazla önem kazanmaktadır” ifadesi kadar cafcaflı olmasa da, Ortodoks ekonomi politikalarına geri dönme konusundaki kararlılığı yukarıda kaybettiğimiz zemini anlatmak için yeterliydi. Zira sloganı tümüyle, kabinesi büyük ölçüde değişse de takımın kaptanı veya teknik direktörü hatta en önemlisi ruhu aynı kalmıştı.
Şimşek’in sözlerinden hareketle rasyonel politikalara geçiyorsak, söylenecek en makul söz “Daha karpuz kesecektik” olabilir. Çünkü rasyonalitenin temel gereksinimi şeffaflıktan ne kadar uzak olduğumuzu, TÜİK’in Haziran başında, 2023 Mayıs’ındaki bir önceki aya göre TÜFE’deki değişiminin dalga geçer gibi yüzde değil binde 4 olarak açıklamasından anlayabiliriz. Aynı enflasyonu ENAGrup yüzde 7,35 ve İTO ise Toptan Eşya Fiyatları İndeksi çerçevesinde yüzde 5,60 oranında artış olarak belirlemiştir. Aradaki farkın yüzde 100 bile olmaması, en azından benim aklıma Nasreddin Hoca’nın kedi ve ciğerli fıkrasını getirdi.
Sonuç olarak genelde ekonomi özelde Homo economicus, eşyanın tabiatı gereği rasyonel olmak zorundadır ve bu rasyonalite de keyfe keder değil varlığının mütemmim cüzüdür. Kaldı ki bu rasyonalite moderniteyle kaybettiğimiz bütün somut zeminleri mümkün kılabilecek yegâne ihtimaldir ve biteviye kriz halinde sığınabileceğimiz tek liman da rasyonalitedir. Katı ve/ya kati olan her şey buharlaşırken, Newton’un ifadesiyle evrenin dili matematik olduğuna göre, sırf bunun için bile rasyonalite elzemdir, çünkü rasyonel olan matematikledir ve ölçemediğinizi yönetemezsiniz.