Kemal Tahir Eleştirileri “Turpun Büyüğü Heybede” Mantığıyla Yapılıyor
Kemal Tahir eleştirilerinin temel mantığı AK Parti’nin son 10 senelik sürecine gömülmüş vaziyette. Böylesi bir mantaliteye kilitlenmiş eleştiriyi gerçeklikle eşleştirmenin ise mümkünatı yok. Bir de liberal solcular dışındaki solcularda daha fazla potansiyel var. Onların eleştirileri çok daha sahici ve samimi olur gibi geliyor.
Türkiye’de geçmişe dönüp entelektüel ve aydın keşfetmek bazı mahfillerde yaygındır. Örneğin zaman içinde bunun en yaygın örnekleri Şerif Mardin, Cemil Meriç, Oğuz Atay, Nahit Sırrı, Ahmet Hamdi Tanpınar oldu. Buna mukabil geçmiş dönemde önemsenip de üstü çizilenler de söz konusu. Kısmi eleştiriler de gündeme geliyor. Mesela Nazım Hikmet’in milliyetçi olarak nitelenmesi gibi. Ancak böylesi durumların bir tarz üstü örtülüyor. En azından bunlardan örneğin Oğuz Atay ve Tanpınar üzerinde durulurken isimleri ve metinleri gündeme getirilmiyor. Genelde diğerleri de benzeri bir şekilde olumsuz nitelemelere maruz kalsa da bu düşünceler seslendirilmiyor. Belki de bu durumun tek istisnası Kemal Tahir. Bir kısmı ise yeni dönemin genel bakış açılarına uyum sağladıkları için gene sınırlı da olsa övgüye mazhar oluyorlar. Bu durumlara dikkat kesilmek gerekiyor.
Dönemler değiştikçe insanların yaklaşım tarzları değişiyor. Türkiye’nin genel gelişim trendine bakınca son sıralarda bunun en kritik tarihleri 1960 ve 1980 yılları sonrası oluyor. Türkiye’de bir anlamda düşünce değişikliği de katı bir süratle, geçmişten toptan uzaklaşma ve kısmen eleştirerek bütünüyle kopma şeklinde tezahür ediyor. Her bir şeyin toptan karartılma emaresi söz konusu olduğundan 1960 öncesi metinler bariz bir biçimde gölgeleniyor. Ancak örneğin geçmişten sürekliliği de belirginleştirilebilecek tarzda İnce Memed ve Bereketli Topraklar Üzerinde kalıyor. Yeni döneme uyum nedeniyle Bereketli Topraklar Üzerinde yeniden yazılırken, diğerinin süreği de birbiri peşi sıra çıkıyor. Tabii yeni eserlerle birlikte.
Tabii 1980 sonrasında Orhan Kemal de, Yaşar Kemal de kısmen gölgelenerek unutulmaya terk ediliyor. Kemal Tahir’e yönelik ilginin de, eleştirinin de kısmen boy verdiği dönem 1970’ler ve yoğunlaştığı dönemler ise 1980’ler. Kemal Tahir’in tevatür halinde eleştirenlerle birlikte sonradan dönüştürülen/değiştirilen komünist kimliği yanında Yaşar Kemal’in ve Orhan Kemal’in daha light sosyalist kimlikleri var. Belki de bu, kimliklerin biraz da döneme uyma denemesinin işaretleri. Kemal Tahir’in 1960’lı yıllarda sola bakışının eleştirelliği de bariz düşünsel farklılıktan kaynaklanıyor. Kemal Tahir’in solu eleştirisi, solun Kemal Tahir eleştirisinden daha şiddetli.
Bir de 1950’li yıllardan başlayarak 1960’lı yıllarda doruğa ulaşan enstitü kökenli köy edebiyatı beğenisi ve güzellemesi başka edebi metinleri hepten gölgelemişti. Özellikle 1980’li yıllardan itibaren böylesi bir edebiyatın yüzüne bakılmaz oluyor. Bu duruma öyle bakılınca Türkiye’de edebiyat beğenisinin, edebiyat ölçütünün belki de farkına varılmadan Beş Romancı Tartışıyor metnindeki Kemal Tahir’in eleştirisiyle paralellik arz ettiği görülür. Zaten Türk edebiyatında tarih ve köy eksenli metinler o dönemden itibaren gündemden kalkıyor.
Yukarıda yapılan tespitler, Türkiye’de sadece edebiyat metinlerine değil entelektüel metinlere de bir ölçüde yaklaşım tarzından kaynaklanıyor. Bir romancı ya da entelektüel üzerine odaklanırken genellikle herkes ‘var mı benden daha derinlikli düşünen’ mantığıyla sadece incelediği entelektüelin metinlerini önüne koyup çıkarımlar yaparak şaheserler yarattığını zannediyor. Onunla çağdaşlarını ve başka entelektüelleri ve yazarları karşılaştırmak gibi bir dertleri olmuyor. Haliyle dönemin şartlarından düşüncelerinin etkilendiğini düşünmek gibi bir dertleri olmuyor. Sanki inceledikleri konular gibi bizatihi kendileri de yaşadıkları coğrafya ve sosyal ortamın şartlarının etkisinden münezzeh. Biraz da kendilerini düşünseler, kendilerinin düşüncelerinin fazlasıyla yaşadıkları zamanın ve yaşadıkları coğrafyanın başat yaklaşımlarının izdüşümü olduğunu görürler. Ondan öte belli bir konunun peşine takıldıkları o kadar belirgin ki. Belki de en problemli oldukları entelektüel/aydın/romancılar zamanın şartlarını aşan aydınlar olarak düşünülebilir. Sözü edilen metinler de zaman içinde fark edilen ya da unutulup giden metinler olarak görülür. Aslında yazarlar kendi çağdaşları ve başka dönemin duyarlılıkları olan yazarlarıyla karşılaştırıldığı zaman daha iyi anlaşılır. Tabii yanlış olan husus, yaşanılan dönemlerin şablonlarını bariz bir biçimde yazarların metinleri üzerinde test etmek şeklinde tezahür eder.
Etnik, Dinsel Alan ve Kadın
Bu noktada yaşadığımız tarih kesitinin şablonlarına girersek, bunu bariz bir biçimde üç alanla somutlaştırmak doğru gibi görünmektedir. Bunlar etnik ile dinsel alan ve kadın üzerinde çalışmalarda somutlaştırılabilir. Fakat bu konulara bakarken de meselelerin hangi çerçevede ele alındığını da önemseyerek değerlendirmek lazımdır. Bu tarz konular net bir tarzda daha güncel meselelere teslim olarak güncel siyaset ekseninde değerlendirilebileceği gibi, sosyolojik ve tarihsel boyutu çerçevesinde de değerlendirilir. Bugünün baskın değerleri çerçevesinde Kemal Tahir’e bakıldığı zaman, özellikle de kültürel iktidarın ölçütleriyle bakıldığı zaman, Kemal Tahir’in metinleri milliyetçi, İslami anlayışa yatkın olmasa da yakın; kadın konusunda da kadın düşmanı olmasa da böylesi bir temayülü olduğu şeklinde düşünülür. Ya da böyle nitelenmese de temayülünün bu yönde olduğu üstü örtük olarak belirtilir. Belki de Arif Ay’ı Kemal Tahir’in yorumlarının dinsel meselelere yaklaşımı dolayısıyla zıplattığı, hiç mi hiç hesaba katılmaz. Bu noktalara da zaman içinde değişik ölçütlerle girilir.
Bir de bir hususa bariz bir biçimde dikkat edilmesi gerekir. O da Kemal Tahir romanları konusunda uzun süre sessiz kalınmasıdır. Son dönemde bu üç konuda yazmadan önce Kemal Tahir eleştirisi Asya Tipi Üretim Tarzı konusuna hapsediliyordu. Bu tarz eleştiriler daha çok son dönemde yoğunlaştı. Bu yoğunlaşma da daha çok meselenin siyasal boyutu üzerinde odaklandı. Halbuki bunun tarihsel ve sosyolojik boyutu çerçevesinde yorumlanması daha gerçekçi bir tahlil olarak görünmektedir. Bu hususun anlaşılması açısından sorunun öncelikle din ekseninde incelenmesi anlamlı olabilir.
Şöyle bir bakıldığında din meselesinin tarihsel ve sosyolojik anlamda/çerçevede incelenme gereğinin en belirgin örneklerini en mütekamil biçimde Niyazi Berkes, Şerif Mardin ve kısmen de Kemal Tahir’in metinlerinde görmek mümkündür. Bu noktada Şerif Mardin’in metinlerinin kısmi olarak daha bir dikkat çekmesinin yanında Berkes ve Kemal Tahir’in metinlerinin önemsenmemesi, üzerinde durulmaması anlaşılabilir bir husustur. Bu çerçevede daha çok gündelik siyaset eksenli, daha yaygın etkisi olan metinler gündeme gelmektedir. Bu anlamda özellikle liberal solcuların Kemal Tahir eleştirisi yapmaları bir ölçüde problemlidir. Çünkü onların AK Parti ile bir dönemler kurdukları sıcaktan öte ilişki bu tarz bir eleştiriye manidir. Hakeza uzun süre Sabah’ın bir köşesine tüneyen, liberal sol AK Parti’ye küstükten sonra da tünemeye berdevam Hasan Bülent için de durum böyledir. Türkiye’nin solu, hemen her meşrepten solu, 1970’li yıllardan itibaren siyasal anlamda dinsel motifler taşıyan partilere karşı belirgin olarak daha olumlu, daha sempatik bakmışlardır. Bu nedenle zaten siyaset eksenli düşündükleri için Kemal Tahir’in düşünsel anlamda sağa yaklaştığını söylemek konusunda ilk zamanlar bir ölçüde mahcup davranmışlardır. Ancak kendi içinde düşünsel çelişkileri konusunda hassas olmadıkları, belki de daha önemlisi bu tarz çelişkilerinin üstünü örttükleri için Kemal Tahir’e eleştiri yöneltmeyi mübah saymışlardır. Zaten din meselesine tarihsel ve sosyolojik boyutuyla yaklaşmama konusuna bazı dinsel çevreler de solcularla ortak bir mantalite çerçevesinde yaklaşmaktadır.
Etnik meseleye yönelik olarak öncelikle bir körlük söz konusudur. Bu noktada Hikmet Kıvılcımlı’nın 1930’lu yıllarda İhtiyat Kuvvet: Şark metnini yazmış olması bana göre kuşkuludur. En azından 1970’li yılların sonlarında yayımladığı gibi yazdığı daha bir kuşkuludur. Ankara Hukuk Fakültesi’ndeki bir konferansında bu konuda konuşmanın zor olduğunu avami terimlerle ifade etmiştir. Zaten edebiyat alanında bu konuya temas özellikle 1960’lı yıllardan itibaren edebi metinlerde, sol nitelikte olduğu düşünülen edebi metinlerde yok denecek kadar azdır. Daha doğrusu, ilave olarak o metinlerde Osmanlı da yoktur. Ve onlar zaten Osmanlı ile ilgilenseler, Osmanlı eksenli roman yazsalar yanından yamacından etnik sorun, şimdi sadece Kürtler üzerinde odaklanan etnik sorun diğer etnik unsurları da kapsayacak bir çerçevede, bir genişlikte sadece edebi metinlere değil, düşünsel metinlere de intikal ederdi. Fakat bu sorun ancak 1990’lı yılardan itibaren çok daha köşeli ve tam anlamıyla abartılı bir şekilde edebiyat ve düşünce alanında gündeme giriyor. Mesela erken dönemdeki durumu anlamak açısından ilginç bir örnek ODTÜ Sosyoloji Bölümü’ndeki bir yüksek lisans öğrencisinin bir toplumsal yapı kitabında İsmail Beşikçi’nin etnik sorun üzerine kaleme aldığı bir bölümde milliyetçi refleks bularak şaşırmasıdır. Genel olarak gene mahcup bir tarzda Kemal Tahir’e yönelik eleştirellik, onda bu tarz bir yönelimin olduğu şeklinde bir kanaatin olduğunu beraberinde getirdi. Kendilerinin olduğu gibi Kemal Tahir’in milliyetçiliğini, ona izafe ettikleri milliyetçiliği de Benedict Anderson’un kitabıyla tartıyorlar. Hani birileri diyor ya ‘Kemal Tahir 1975 yılında çıkan kitabı okusa fikri değişirdi’ diye. Farkında olmadıkları husus, kendilerinin okudukları kitaplardaki düşüncelere hepten ve toptan katılmaları ile Kemal Tahir’in okuduğu metinlerdeki düşünceleri tartarak değerlendirmesi arasındaki farktır. Hakeza herhalde 1990’larda çıkan Hayali Cemaatler’i okumuş olsa da fikri değişmezdi demeye getiriyorum. Herhalde ancak bizim memlekette meseleler böyle tartışılır. 1973 yılında ölen Kemal Tahir’in 2023 yılındaki kendi düşünceleriyle buluşmasını beklemek olsa olsa bizim safiyane solculara yakışır. Hakikaten safiyane beklentileri bu. Fakat herkesten böylesi bir beklentileri galiba yok. Bu konuların ciddi olarak araştırılması gerekmektedir.
Belki de aynı ölçüde hassas olan konu feminizm meselesi. Eski dönemin tabiriyle kadın meselesi. Şöyle bir edebiyat alanına bakınca uzun yıllar köy edebiyatında, toplumcu-gerçekçi olarak nitelenen edebiyatta ve örneğin Yılmaz Güney sinemasında kadın konusunun muhafazakâr bir çerçevede ele alındığı görülür. Belki de bu noktada en gerçekçi örnek Atıf Yılmaz sinemasından verilebilir. Bu açıdan 1950’li yıllar filmleri ve Aah Güzel İstanbul (1966) filmi ile Mine (1982) ve onu takip eden filmleri karşılaştırıldığında ilk dönem filmlerinde rahat bir şekilde muhafazakâr özellikler görülür. Mine sonrası filmlere bakıldığı zaman kadın sorunu konusunda Atıf Yılmaz’ın harikalar yarattığı söylenir. Aslında feministler bugün o Atıf Yılmaz’ın harikalar yarattığını söyledikleri filmlere baktıkları zaman erkek egemen ideolojinin baskın izlerini görecek gibi görünmektedir. İlginç olan noktalardan biri de Murat Belge’nin 1970’li yılların sonlarına doğru Sevgi Soysal’ın Şafak’ına baktığı zaman kadın meselesine yaklaşımını ıskalayarak onun metinlerindeki toplumcu gerçekçiliğin altını çizmiş olmasıdır. Aslında belki de üstünde en fazla durulacak konu bir magazin figürünün Yılmaz Güney eleştirisine verdiği tepkiyle paralel olarak Güney hakkında “en güzel yürüyen erkek” nitelemesini yapan sanatçının 45 yıl önceki fakülte bitirme tezinde neredeyse biraz kibar bir biçimde de olsa magazin figürüyle benzer bir düşünceyi telaffuz ettiğidir.
Kadın sorununa yaklaşım tarzı bakımından meselenin aslı Yılmaz Güney’le Kemal Tahir karşılaştırıldığı zaman ortaya çıkacak durumda saklıdır. Bu noktada, bu hususta Murat Belge’nin 1975 yılında, galiba 1975 yılının Mart’ında Birikim’deki Arkadaş’a Dair başlıklı yazısında ıkınıp sıkınıp ne söyleyeceğini bilemez hale düşmesi hakikaten meseleleri anlamanın yollarını açmakta yararlıdır. Arkadaş siz “Türkiye’nin en mutaassıp cemaatinin” kutsallarına karşı bu sınırlayıcı halinize rağmen Kemal Tahir konusunda ne kadar rahat davranıyorsunuz. Durumu, bir de Mete Tunçay’ın Kemal Tahir romanlarını pornografik bulmasıyla birlikte düşünmek lâzım. İnsanın ister istemez ‘senin pornografi konusundaki yaklaşımını yeni dönem modernistlerinin ne kadar tuhaf bulacaklarının farkında değil misin’ diyesi geliyor.
Bu metinde anlatılmak istenen meramın ana noktaları tam tekmil buraya kadar ifade edildi diye düşünüyordum. Aslında bu düşünceyi altı ay önce yazdığım, bu ay yayımlanan Kemal Tahir üzerine bir yazıda gündeme getirdim. Ve sonuç olarak “Kemal Tahir incelemelerindeki özgün yaklaşım alanları arasında özellikle bu üç konu ciddi araştırmacılarını beklemektedir”¹ dedim. Aslında eksik demişim. Bu noktalar sadece Kemal Tahir değil başka sanatçılar ve aydınlar açısından da araştırılmalı. Hakikaten bu noktada derinlikli karşılaştırmalar ilginç olabilir. Aslında Bekir Yıldız’ın 1960’lı 1970’li yıllarda Kürt eksenli öyküleri ve romanlarının bir zamanlar uzun süre ortada olmadığı ve birkaç yıl önce yayımlandığında da hiçbir biçimde önemsenmediği o kadar aşikâr bir durum ki. Ha keza onun şu Halkalı Köle’sine şöyle bir kadın sorunu açısından baksak durumun tahlili daha bir şenlikli olur.
Belki bunların yanında iki konu hepten fuzuli gibi görünür. Bunlardan biri Kemalizm, diğeri de homofobi. Kemal Tahir’in bu noktalarda da bir dönem gelip eleştirileceği aşikâr. Ancak Haremde Dört Kadın’daki lezbiyenlik değinisi nasıl, ne biçimde değerlendirilecek meçhul. Hele bir de bu doğrultudaki köy romanları. Yeni metinlerle karşılaştırılarak mı acaba? Aynı şekilde Kemalizm konusundaki yaklaşımının karartılması herhalde en erken dönemde Mete Tunçay’a musallat olan ve sonraki liberal solculara sirayet eden Kemal Tahir kompleksinden kaynaklanıyor bir ölçüde. Bir ölçüde de Kemalizm konusunda son dönemde beliren kısmi olumlu yaklaşımdan. Bunun izdüşümlerini uzun vadede kaleme alınacak yazılarda tam tekmil görmek mümkün olacak gibi görünüyor. Kemal Tahir eleştirilerinin temel mantığı AK Parti’nin son 10 senelik sürecine gömülmüş vaziyette. Böylesi bir mantaliteye kilitlenmiş eleştiriyi gerçeklikle eşleştirmenin ise mümkünatı yok. Bir de liberal solcular dışındaki solcularda daha fazla potansiyel var. Onların eleştirileri çok daha sahici ve samimi olur gibi geliyor. Onların içinde de Seyyit Nezir’in yazdıkları çok daha sahici, çok daha samimi ve çok daha gerçekçi.
Yukarıdaki satırları yazıp metni kabaca hal yoluna koyduğum gün Ankara’ya yeni intikal eden derginin Kemal Tahir sayısının 40 yıllık yazıcılık hayatında bir şeyin tespitiyle savunusunun arasındaki farkı anlayamayan şefiyle tesadüfen Dost Kitabevi’nde karşılaştım (9 Aralık 2023). Olağanüstü kibar hal hatır sorma teatisinden sonra konuya girerek “Turpun büyüğü heybede” dedi. Ben de tam o dakikada bu yazının başlığına “Turpun büyüğü heybede” lafzını eklemenin konuyu anlamanın yolunu daha bir açacağını düşündüm.
__
¹Kurtuluş Kayalı, “Kemal Tahir’in Cumhuriyet Dönemini Okuma Eylemi Üzerine Bazı Düşünceler”, Vakıfbank Kültür Yay., İstanbul, 2023, s.100.