Kemalizm ve CHP’nin İç Yapısı
CHP’nin politik doğrultu belirsizliğinde temayüz eden ortak bağ eksikliği ise sonuçta herkese kapı açan, her renge bürünen bir kimliksizliğe işaret ediyor. Partide lidere itaat esas olmadığı gibi, somut bir ideolojik bütünlük de kalmıyor.
- CAN BEYSANOGLU
- 28 Ağustos 2020

Gerek yaptığı son kurultay gerekse kurultayın ardından Muharrem İnce’nin sert bir çıkış yaparak yeni bir siyasî hareket başlatacağını açıklaması, CHP’yi yeniden kamuoyunun gündemine oturttu. Millet İttifakı’nın geleceği, İyi Parti ile HDP arasında Kılıçdaroğlu’nun oluşturduğu esnek ittifak diplomasisi, parti içindeki hizipleşme ve hesaplaşmalar yeniden aydınlar tarafından analiz edilmeye başlandı. Kılıçdaroğlu bütün hesabını 2023’e yönelik kurarken, parti dışındaki “dostları” kadar içerideki kişi ve hizipleri ihmal ettiği ya da bilinçli şekilde bastırdığı eleştirisi yapılmakta.
AKP ile şu veya bu sebeple karşı safa düşen herkesi tek cephede toplama politikası birkaç seçimdir Kılıçdaroğlu yönetimi tarafından uygulanıyor; 51-49 oy dengesinin de verdiği cesaretle, basit bir nicelik hesabı yapıyor ve “49’a 2 puan daha katarsak bu iş tamamdır!” diyor parti yönetimi. Nitel bir yeniden yapılanmaya gidip AKP’nin 51’lik kitlesinin ortalamasına hitap etmek yerine, nicel bir aritmetik hesabına girerek “sağcı adaylarla o bloktan 1-2 puancık koparırsak çoğunluk bizdedir” kanaatine varıyorlar. Siyasal çoğunluk olamadan sayısal çoğunluk olma formülü bu.
Şüphesiz her parti zaman zaman farklı görüşten kişileri aday gösterir. Fakat partideki her kişiyi ve grubu ortak bir şemsiyenin altında toplayan bir bağ vardır: Asgarî müştereklerde fikrî birlik olur bu, karizmatik lidere itaatte birlik olur, zümrevî menfaatlerin temininin sağladığı karşılıklı anlaşmaya dayalı esnek bir birlik olur…
CHP’nin politik doğrultu belirsizliğinde temayüz eden ortak bağ eksikliği ise sonuçta herkese kapı açan, her renge bürünen bir kimliksizliğe işaret ediyor. Partide lidere itaat esas olmadığı gibi, somut bir ideolojik bütünlük de kalmıyor.
Bugünkü CHP’nin Toplumsal Tabanı
Alper Taş ile Mansur Yavaş’ı, İlhan Cihaner ile Gürsel Tekin’i aynı potada eriten nasıl bir parti yapısıdır? CHP’nin tabanında bugün üç farklı damarın yan yana hizalandığı söylenebilir:
Birincisi, milliyetçi-modernleşmeci aydın-bürokratların sürüklediği damar; bunlar eski toplumsal güçlerini mumla arasalar bile hâlâ toplumu kendi tanımladıkları “kamusal iyi” çizgisine getirmek, aydınlanmış çıkarlarını onlara öğretmek için kendilerine öncülük misyonu atfeden kamusal aydınlar. Partiyi ideolojikleştirme hamleleri hep bunlardan gelmiştir (30’ların parti-devlet Kemalizmi, 60’ların ortanın solu, 70’lerin demokratik solu) ve öteki damarları da yukarıdan aşağıya doğru bir dizaynla arkasına teğelleyenler bunlardır.
Sayıca az ama etki bakımından kuvvetlidirler. Lidere itaat şiarları yoktur, daha doğrusu bu itaatsizliklerini, artık hayatta olmayan, yegâne itaat nesnesi saydıkları aslî liderin (Atatürk’ün) manevî mertebesine bugünün liderlerini yaklaştırmayarak dışavururlar; Atatürk’ü paravan yapmakla, zümrevî özerkliklerini karizmatik lider(ler)in güç temerküzü eğilimlerinden korurlar.
İkincisi, partinin sayıca en geniş kesimi olan yeni orta sınıf: Bunlar aslında apolitik ve içe kapanmacı eğilimdedir; kendi özel alanlarını korumanın ötesine geçip kamusal misyonlar üstlenmeye meraklı değildir; fakat gerek kendilerini alt sınıflardan kültürel yönden ayrıştırmak, gerekse kimi anlarda özel alanlarını tehlikelerden korumak adına bu apolitik portreyi “politik” çerçeveye sokarlar.
İdeoloji bir kabuktan ibarettir; modaya göre kâh sosyalist olurlar, kâh ulusalcı, kâh liberal, kâh sol-demokrat. Lâkin bunlardan da lidere râm olucu, kült oluşturup önünde tapınıcı bir eğilim çıkmaz; sadece Atatürk kültüne, o da bir kültürel ayrışma/sınır çizme göstergesi ve özel alanını koruma kaygısının “politik” çerçevesi olarak râm olurlar.
Üçüncüsü, Aleviler ve Balkan muhacirleri: Bunlar Türk sağının “millî kimlik” tanımında yer bulamadıkları, sınırını sağın çizdiği ana-akım millî kültüre yabancılaştıkları, kendi kimlikleriyle kamusal alanda tanınmadıklarından, ve kendilerine sağın layık gördüğü dışlayıcı tutumdan dolayı, CHP’li aydın-bürokratlar tarafından milliyetçi-modernleşmeci projeye kolayca kazandırılırlar. Bu sayede hem ekonomik rant paylaşımından karınca kararınca nasiplerine düşeni alır hem aidiyet hissettikleri bir modern Türk kimliğine intisap ederler.
Böyle bir üçlü yapıda bugün gelinen noktada birinci damarın, yani aydın-bürokratların parti yönetiminde ağırlığının pek kalmadığı ortada: Yönsüzlük ve “her kalıba girer”lik bunun kanıtı. Halbuki geçmişteki bütün ideolojikleşme hamleleri bu zümrenin öncülüğünde yapılmış, bu zümre parti-içi ağırlığını artırdıkça CHP belirli bir doktriner renge bürünmüştü.
Bugünkü boşlukta ise ikinci ve üçüncü damarlar kendi aralarında rekabet ediyor. Yerel yönetim adaylarının belirleniş süreci, etnik ve mezhebî kümelerin orta-üst sınıfa mensup kişilerle köşe kapmaca oynar gibi, belirli belediyeleri parselleme yarışına sahne oldu. Kılıçdaroğlu’nun “geniş cephe” politikası, sosyal medyayı iyi kullanan yeni orta sınıfa İyi Parti’nin, Saadet’in, HDP’nin ideolojilerine göz kırpma imkânını hazırlıyor; buna mukabil, üçüncü damarın egemen olduğu gençlik kollarında 70’ler nostaljisi sahneleniyor ve tuhaf bir sollaşma baş gösteriyor. Bu radikalleşme, onları belirli bir Türk millî kimliğine ikna eden aydın-bürokratların çökmesi yüzünden, yeni sistemde yeni milliyetçi-mukaddesatçı elit tarafından iyiden iyiye dışlandıklarını hissetmelerinin yansıması.
Tek Parti CHP’sinin Kompozisyonu
Biraz da tarihsel süreçte partinin nasıl evrildiği ve bugüne nasıl bir miras bıraktığıyla ilgili bir mesele aslında bu. Şu sözü hep söylerler: “CHP içinde (ideolojik) kanatlar yoktur, hizipler vardır.” Doğru görünüyor ama neden böyle? Hep mi lidere itaat yoktu? İdeolojik birlik, üyeleri birbirine yapıştıracak tutkal görevi görmedi mi hiç?
Burada bir Kemalizm parantezi açalım: Kemalizm ve tek-parti CHP’si, muarızlarınca, “Batıcı hümanizme dayalı aydın-bürokrat aktivizmi” diye kodlanagelir. Halbuki dönemin CHP’si üç fikrî damarın yan yana gelmesinden müteşekkil:
1. Ziya Gökalp’in kültür(hars)-medeniyet ayrımını kabul etmeyen; millî kültürün inşasını “Batı medeniyetinin sunduğu araç ve metotlarla, yerli malzemedeki evrensel insanî cevheri işleyerek yine evrensel platforma arz etme” faaliyeti olarak tarif eden; Batıcı hümanist, evrenselci, pozitivist damar.
2. Kültür-medeniyet ayrımını benimseyen, fakat medeniyet sahasında Batı’nın araç ve metotlarını alarak yerli malzemeyi evrenselci değil tikelci mantıkla işleyerek millî kültürü inşa hedefinde olan Türkçü, anti-hümanist, anti-evrenselci, pozitivist damar.
3. Azınlıkta da olsa bilhassa parti ve siyasî-kültürel elit içindeki Anadolucular nezdinde temsil edilen; millî kültürü inşaya girişmek gerekmediğini, hâlihazırda 1000 yıllık Türk-İslam mirasının bize bıraktığı bir millî kültürün mevcut olduğunu savunan; Batı medeniyetinin araç ve metotlarının alınıp doğrudan kullanılmasını değil, alınmadan önce İslamın manâ ve değerler sisteminin filtresinden geçirilmesini, ve ancak ondan sonra bu araçlardan, verili millî kültür unsurlarının ılımlı ve tedricî değişiminde yararlanılmasını isteyen; tikelci, ruhçu-maneviyatçı, anti-pozitivist damar.
Atatürk döneminde mutlak bir lidere itaat olduğu kesin. Bu dönemde CHP’nin yapısı bugünkü “üç damar”a benzer şekilde yine “üç damar”a dayanıyor: Aydın-bürokrat damar yine var; ideolojik renk ve devrimci dinamizmi bunlar üstlenmeye çalışıyor; büyük şehirlerdeki teşkilâtlarda da bayağı etkinler.
Taşra teşkilâtlarında ise aydınların birer misyoner şuuruyla inkılabın prensiplerini halka benimsetici azim ve dinamizminden pek eser yok. Taşra teşkilâtına hâkim damarlar, şehrin/yörenin ekonomik rant dağıtım ağını kontrol etmek için partiye giren, devlet eliyle semirtilen tüccarlar ve onların güdümündeki serbest meslek erbabı, zanaatçı, az sayıda profesyonel vs. Bunların etkin olduğu yerler daha ziyade sosyo-ekonomik yönden gelişmiş ya da gelişmeye açık şehir ve kasabalar…
Diğer damar ise içe kapalı kasaba ve köylerde sözü geçen yerel eşraf. Bunlar kimi yerde o muhite dışarıdan yollanmış memur-bürokratlarla da makamları paylaşıyorlar ama buradaki memur takımı, birinci damardaki şuurlu aydın-bürokrat tipinden ziyade, eşrafa herhangi bir ideolojik dayatma ya da öncülük/dönüştürücülük zorlamasında bulunmayan, onunla el ele gününü gün eden bir tip. Ve gerek ikinci gerek üçüncü damardaki üye ve yöneticiler için parti ilkeleri, inkılabın ana fikriyatı filan sadece bir “kabuk”tan ibaret.
Böyle bir yapı ancak partinin tek parti olmasının sağladığı “rant bölüşümünün kaptan dümeni” hüviyetine, bir de Atatürk’ün şahsî ağırlığına borçlu olabilirdi yekvücut kalmasını. 1946’dan sonra ikinci damar partiyi yavaş yavaş terketti, üçüncü damar ise ilginçtir, sosyo-ekonomik yönden geri kalmış bölgelerde uzunca süre CHP’de kalabildi. İnönü’nün parti işlerindeki belirleyiciliği, “mutlak otorite” tahtından, “son sözü söyleyen lider” mevkiine indi. Kurultaylarda İnönü’nün isteği hilâfına kararlar alınabildi; 1950’de Kasım Gülek’in genel sekreter seçilmesi, 1972’de Ecevit’i liderliğe taşıyan süreç buna örnektir.
Çok Partili Süreçte CHP
50’lerin ikinci yarısından 70’lere uzanan süreçte, (1) Aleviler partiye kopmaz bir bağla intisap etti ve yeni “üçüncü damar” hâline geldi, (2) ekonomik modernleşmenin can verdiği şehirli yeni orta sınıf uç vermeye başladı ve bunlar 70’lerde ideolojikleşen merkez sağa değil, Kemalist aydın-bürokratların teorize ettiği “aydınlanmış-modern” bireyler olarak, Ecevit’in “demokratik sol”una meylettiler. Bu da bugünkü “ikinci damar”ın nüvesini teşkil etti, (3) aydın-bürokrat damar yeni bir ideolojikleşme dalgasıyla önce “ortanın solu”nun, ardından “demokratik sol”un dinamik zümresi oldular. Fakat bu ideolojikleşme, partide o ideolojiyi şöyle ya da böyle yorumlama iddiasındaki “kanat”ların oluşmasına yol açmadı. Daha doğrusu;kanatlardan birini teşkil edebilecek, partinin birinci damarının içinde şekillenen sola karşı aydınlar ve eski ikinci damardan geriye kalan ticaret burjuvazisi “göbekçi takımı” sıfatıyla küçümsendi, 1972’ye kadar tasfiye edildi. Sonrasında parti-içi saflaşmalar kişisel-zümrevî çıkar kavgasına dayalı klik ve hizip mücadelesi zeminine oturdu. Bu hizipler konjonktüre göre tabanın şu veya bu kesiminin desteğini aldı; fikre değil delege avcılığına dayandı saflaşmalar. Hizipler önce kuruldu, ardından kendilerine teorik kılıf uydurdu genellikle.
Bu dönüşüm sanırım uzun vadede CHP’nin bugünkü kronik probleminin temelini attı. Hiziplerin sallantılı zemininde liderin karizmatik meşruluğunu kabul ettirmesi zorlaştı. Solun kitlesel tabanı sayılan işçi ve küçük üretici kesimiyle örgütlü ilişki kurulamadı; bu kesimleri kazanmak için son çare olarak ağır bir sol-popülizme kayıldı. Bu, Ecevit’in kafasındaki güçlü liderlik, hedefe odaklanmış teşkilât, istikrarlı biçimde kitle tabanına dayanan üye yapısı formatına hep aykırılık teşkil etti. ’80 sonrasında bu yüzden CHP’nin bakiyesiyle olan bütün bağlarını kopartıp, doğru bildiği örgütlenme modelini itirazsız, kayıtsız, şartsız uygulayabilmek maksadıyla DSP’yi kurdu.
SODEP-SHP ise tam manâsıyla bugünkü CHP’yi andıran “üçlü damar” keşmekeşinin içinde, bölgesel ve mezhebî kavgalarla, hizip çatışmalarıyla, yinelenen kurultaylarla anılan bir kuruluş hâline geldi. Baykal 90’larda ve 2000’lerde hizipleri bir ölçüde temizlese de, partiye ulusalcılık merkezli ideolojik birlik empoze etse de, temel yapıyı değiştiremedi. Ve nihayet Kılıçdaroğlu döneminde parti yeniden SHP’leşti.
Tekrar Bugüne Bakarsak…
Gelinen noktada şu üç sonucu çıkartmak mümkün:
1. Kemalizmi tek-boyutlu bir doktrin olarak tanımlamak, tek-parti dönemi CHP’sinin heterojen toplumsal bileşimini görmeyi zorlaştıracaktır. Devrin CHP’si, Müdafaa-i Hukuk’tan devraldığı sınıfsal ve toplumsal çeşitliliği uzun müddet sürdürmüş, daha sonra sınıfsal kompozisyonunda değişiklikler meydana gelse de hiçbir zaman monolitik “aydın-bürokrat partisi” olmamış; genel merkezden yerel teşkilâtlara, farklı zümrelerin ağırlığı parti içinde kâh artmış kâh azalmış, buna paralel olarak partinin ideolojik çizgisinde Batıcı, Türkçü, Anadolucu eğilimler kâh belirginleşmiş kâh flulaşmıştır.
2. Partinin toplumsal tabanındaki değişim bilhassa 60’larda ve 70’lerde, yeni orta sınıfın ve Alevilerin katılmasıyla birlikte bugünkü CHP’yi oluşturmaya başlamıştır. Bugünün “metropollerde ve sahil kentlerinde güçlü, iç bölgelerde ve kırlarda zayıf” oy profili de on yıllar içinde aşama aşama kemikleşmeye yüz tutmuştur.
3. Yukarıda değinilen bugünkü CHP kompozisyonu ise partinin “ideolojisiz hizipler” arenası olmasından, seçimlerde %25’lik oy oranına sabitlenmesine kadar pek çok noktada CHP’yle özdeşleşen hususlarla sebep-sonuç ilişkisi içindedir. Tabanın tercihlerini, apolitik eğilimlerini ve yan yana barınan üç damarı anlamak, parti yönetiminin pragmatik yönelişlerini ve ittifak pratiklerini anlamada olmazsa olmaz konulardır.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

CAN BEYSANOGLU
