Kılıçdaroğlu’nun ABD Ziyaretinin Bilgi Ekonomisi Yönü
Bu çağda bilgiyi üreteneler yönetirken, onu sadece alıp kullananlar yönetilmeye mahkûmdur. Bilgiyi üretmenin yolu ise özgürlükten geçer. Özgürlüğün olmadığı yerde ne yatırım ne refah ne de adil paylaşım söz konusu olur.
Kılıçdaroğlu 9-13 Ekim tarihlerinde bazı görüşmeler yapmak, incelemelerde bulunmak üzere ABD’ye gitti. Ancak şimdiye kadar alışık olmadığımız ve beklenmeyen ilginç bir açıklamada bulunarak; ziyaretinin siyasi hiçbir yönün bulunmadığını, temel amacının bilgi ve teknoloji alanındaki gelişmeleri yerinde incelemek ve Cumhuriyet’in ikinci yüzyılını da ıskalamamak için bu çalışmaları Türkiye’de hayata geçirmek üzere bilgi alışverişinde bulunmak olduğunu anlattı. Her ne kadar böyle dese de bu ziyaret çeşitli kesimlerce olumlu-olumsuz yanları ile ele alınıp irdeleneceği gibi siyasi boyutları ve etkileriyle de irdelenecektir.
İki nedenle; birincisi, seçime sekiz ay kala bu ziyaretin gerçekleştirilmesini geçmiş deneyimlerden mülhem “icazet alam” şeklinde değerlendirenler olacak ki iktidar kanadı ve Bahçeli ziyareti bu şekliyle değerlendi. İkincisi de Kılıçdaroğlu gibi bir siyasi liderin ABD gibi Türkiye’nin stratejik ortağı olan bir ülkeyi ziyaretinin amacı kendince siyasi olmasa bile, siyasi boyutları ve yansımaları ister istemez olacaktır. ABD, Türkiye için hep önemli bir aktör olmuştur. Çünkü hem Türkiye’nin NATO çerçevesindeki askeri alandaki iş birliği hem Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar denklemindeki jeopolitik ve ticari ilişkileri buna mecbur bırakıyor. Ayrıca küreselleşme denen olgu da buna zorluyor.
ABD’nin Ağırlığı: Aktörler ve Süreçler
Olması gerekenle olanı birbirinden ayırdığımızda halihazırda Türkiye’de belirgin, hatta birçok konuda belirleyici üç aktör var. Bunlardan birincisi, cumhurbaşkanlığı (bu haliyle tek başına cumhurbaşkanı desek daha doğru olur). İkincisi, biraz geride durur gibi yapsa bile ordu hâlâ önemli aktörlerden biri. Dışarda ise ABD önemli bir aktör. Ne yazık ki asıl aktör olması gereken siyaset kurumu, sivil toplum ve sendikalar ile halk bu denklemde hâlâ ya yoklar ya da belirleyici değiller.
Öte taraftan yukarıdaki üç belirgin aktöre karşılık üç süreç yaşanıyor Türkiye’de. Bunlar göç ve kaç hareketleriyle harmanlanan kentleşeme, ortadan bölünmüş kutuplaşamaya rağmen geniş kitlelerce talep edilen demokratikleşme ve dışardan içeriye nüfuz eden küreselleşme süreçleridir.
Türkiye’nin bu noktada yapması gereken, etkin olması gereken ama bugün yeterince etkin olmayan aktörleri sürece katarak demokratikleşmeyi gerçekleştirmek, kentlerinde giderek büyüyen sorunları çözmek, o arada dış dünya ile ilişkilerinde bilgi ve teknoloji paylaşımında öne geçmektir.
Ancak burada işin püf noktası şudur, Türkiye hâlihazırda tam olarak bilgi üreten bir noktada değil. O yüzden ABD başta olmak üzere dışarda yaşanan birçok gelişmeden olumsuz etkilenmekte. Çünkü bu çağda bilgiyi üreteneler yönetirken, onu sadece alıp kullananlar yönetilmeye mahkûmdur. Bilgiyi üretmenin yolu ise özgürlükten geçer. Çünkü yaratıcılığın anası özgürlüktür. Özgürlüğün olmadığı yerde ne yatırım ne refah ne de adil paylaşım söz konusu olur. O yüzden Kılıçdaroğlu’nun ‘Dünya bilim ve teknolojide ilerlerken bizim üniversitelerimiz AKP yönetiminde kan kaybetmeye devam ediyor’ vurgusu önemlidir.
Iskalanan Yüzyıllar
Biz bu yazıda işin siyasi boyutunu sonraya bırakıp Kılıçdaroğlu’nun bilgi ekonomisi ve teknolojik gelişmeleri ıskalamama yaklaşımını irdeleyeceğiz. Osmanlı’nın sanayileşmeyi ıskaladığı için dağıldığını ileri süren Kılıçdaroğlu, bu noktada, yaşanan gelişmeleri ıskalarsak karşı karşıya kalınacak vahamete dikkat çekiyor. Aslında haksız da sayılmaz. Şöyle ki, Türkiye 18’inci yüzyılı ıskaladı, matbaa 200 yıl geç girdi Osmanlı İmparatorluğu’na. 19’uncu yüzyıl Sanayi Devrimi ıskalandı, fabrika 50 yıl geç girdi bu ülkeye. 20’nci yüzyıl bilişim çağı ıskalandı, bilgisayar 30 yıl geç girdi Türkiye’ye. Bari 21’inci yüzyılı ıskalamayalım. Peki, bu çağı ıskalamamak için ne yapmak lazım?
Kılıçdaroğlu bu noktada iki şey dile getirdi. Birincisi, ekonomiyi içine düştüğü girdaptan çıkarıp vatandaşı rahatlatmak. İkincisi ise yapısal reformlar yapmak. “Bu daha zor ve biraz zaman alabilir” dedi, ABD’den yaptığı konuşmalarda. Evet gerçekten yapısal reform şart.
Yapısal reformla ne kastediyoruz? Siyasi açıdan özgürlük, eşitlik, adalet, insan haklarına saygı, hukukun üstünlüğü ve tam demokrasiyi kastediyoruz. Ekonomik açıdan özgür teşebbüsün önünün açılması, adil rekabet ortamının yaratılması; eğitim bakımından da ezberci eğitim yerine beceriye dayalı eğitime geçilmesidir kastettiğimiz yapısal reform. Biraz daha yakından bakalım. Ama illaki özgürlük ve tabii ki barış. Toplum güven içinde, özgür olmalı.
Özgürlük Olmadan Kalkınma Olmaz
Çünkü özgürlük olmadan yaratıcılık olmaz, aynı şekilde özgürlük olmadan teşebbüs olmaz. Hangi alanda olursa olsun teşebbüs etmeden yaratıcılık olmaz. Nitekim, özgürlükle kalkınma, özgür basınla demokrasi, demokrasi ile kalkınma arasında güçlü bir ilişki olduğu yaşanan örneklerle tespit edilmiş durumda.
Yanı sıra adalet olmadan güven ve istikrar ortamı oluşmaz. Güven ve istikrarın sigortası ise tarafsız ve bağımsız yargı ve tam demokrasidir. Bunlar olmadan kimse yatırım yapmaz. Bunların olmadığı yerde yasaklar ve yolsuzluklarla beraber yoksulluk da artar. Bugün Türkiye bunları yaşıyor ne yazık ki! Kayırmacılık, yolsuzluk, soygunculuk birilerini haksızca zengin edebilir ama ülke fakirleşir. Aslolan Arap ülkelerindeki yapay petrol zenginliği gibi, birilerinin zenginliği değil. Aslolan halkın sosyoekonomik yaşam ve refah düzeyi ve demokratik satandalardır. Tabii bütün bunların üstünde yükseleceği sütün ise eğitimdir.
Temel Taş Eğitimdir
Eğitim bütün bunların temel taşıdır. O olmadan hiçbir şey olmaz. Sonuçta nitelikli eğitime bağlıdır her şey. Ama nasıl? Birilerine hizmet eden, tornadan çıkmış gibi tek tip yaratan ezberci ve bilimdışı eğitim değil elbette. Bahse konu ettiğimiz eğitim, beceriye dayanan eğitimdir. Beceriye dayanan eğitim ise bilime, hayal gücüne, tasarıma ve akla dayanan, bunları geliştiren eğitimdir.
O halde bilime, hayal gücüne, tasarıma ve akla dayanan ve bunları geliştiren eğitim şart. Örnek mi? Bakın, 53 kişinin kurduğu WhatsApp 19 milyar dolara satıldı. Bu ne demek? Kılıçdaroğlu’nun bilgi ekonomisi dediği şey bu işte. Bunu becerenler zenginleşiyor, yapamayanlar geride kalıp diğerlerinin egemenliğine giriyor. Bu süreç gelecekte daha da hızlanıp net ayrışmalara yola açacaktır.
Türkiye’den örnek verirsek ne demek olduğu daha iyi anlaşılır sanırım. 53 kişinin çalıştığı 19 milyar dolarlık şirketi bir tarafa koyun. Sonra Türkiye’de 500 bin kişinin çalıştığı Türkiye’nin en büyük firmaları olan Türk Telekom’u, TÜPRAŞ’ı, THY’yi ve yüzbinlerce çalışanı olan kimi tekel, kimi devlet desteğiyle kurulmuş en büyük kuruluşları alt alta koyun bir WhatsApp etmiyor. Dahası var; 40 tane THY, Amerika’da arabası olanla olmayanı bir araya getiren, bir çeşit çöpçatanlık yapan, bir UBER firması etmiyor.
Katma Değeri Yüksek Üretim
Çağımız bilgi, bilişim çağı. Bilginin üretilmesi hızlanmış; saklanması, iletilmesi ve ulaşılması kolay hale gelmiş durumda. Uzayda iletişim devriminin gerçekleştiği 1980’lerden sonra çok şey değişti. Tarım ve sanayi ile gelişmiş ülkelerle yarışmak artık olası değil. İşte bu yüzden bilgiye dayalı, katma değeri yüksek üretim yapmak zorundayız. Bunun için de teknoloji lazım. Teknoloji için de nitelikli bilgi. Nitelikli bilgi için de özgür eğitim, özgür bilim ve özerk üniversite. O zaman yapısal reformları besleyen nitelikli eğitimle işin arkası gelecektir.
Örneğin 1 kilo kumu ele alalım. Geleneksel toplumda kumla duvar harcı yapılır, kilosu 1 sent eder. Sanayi toplumunda silis, silisten de cam yaparsınız aynı kilo kumdan, fiyatı 1 dolar ya eder ya etmez. Ama aynı kilo kumdan bilgisayar çipi yaparsanız, 1.000 dolara satarsınız. Şimdi dijital teknoloji ve yapay zekâ ile bunu daha da katlayabilirsiniz. 1 sent, 1 dolar, 1.000 dolar… Oysa hepsinde hammadde aynı kum. Değişen girdilerdir. Her şeyden önce bilgi girdisi. O tek başına her şeyi değiştiriyor. O yüzden bilgiyi üretenler zenginleşirken onu sadece alıp kullananlar fakirleşiyor.
Endüstri 4.0’a Doğru
Çin dev adımlarla sanayileşiyor. Bu konuda birçok avantajı var. Başta ucuz emek, büyük pazar olmak üzere cazip bir alan var. Kendi olanaklarıyla hızla ve büyük oranlarda istikrarlı bir biçimde kalkınıyor. Bu yüzden sanayileşmiş birçok ülke girişimcisi fabrikalarını buraya taşıdı. 2015 yılında Çin, bütün Batı’nın ihraç ettiğinden daha fazla “sanayi ürünü” ihraç etti. Böyle giderse Çin ile rekabet edemeyeceğini anlayan Batı atağa geçti. Başta Almanya olmak üzere Batı, Endüstri 4.0’ı icat etti. Merkezinde dijitalleşme ve teknolojinin sunduğu otomasyon var. Yanı sıra yapay zekâ, nesnelerin interneti, büyük veri analitiği, bulut bilişim gibi temel yapıtaşları bulunuyor. Makineleri üreten makineler çağı. Yani katma değeri yüksek mal üretimi. Böylece şimdilik Almanya ön almış gözüküyor. Fakat Çin’in sahip olduğu potansiyeller bunun da üstesinden gelebileceğini gösteriyor.
Kılıçdaroğlu ABD’de bu alanlarda uzman birçok kişi ile görüştüğünü, dönüşte, Kasım ayında bunu gelecekte uygulayacakları bir program şeklinde topluma açıklayacağını belirtti. Fakat burada unutmamak gereken şey şu: Bu işlerin olması için önce gerekli ve yeterli bir altyapının kurulması lazım. Bu da biraz zaman alabilir. Unutmayın ki Nobel Bilim Ödülü’nü alan Aziz Sancar Mardinli ama ödülü alan ABD bilimi. Çünkü aynı kişi burada o çalışmaları gerçekleştiremezdi, ABD’nin ona sunduğu bilim(sel) altyapıyla yaptığı çalışmalarla bunu başardı.
Gelenekselden Modern Ötesine
Özet olarak, 1. Sanayi Devrimi, buhar gücünün bulunması ve kullanılmasıyla başlamıştı. Deniz Yolu, İpek Yolu’nun önüne geçince buna dayanan imparatorluklar (Osmanlı dahil) zayıfladı, çöktü gittiler. Çünkü buhar gücünü kol gücünün yerine kullananlar zenginleşti. 2. Sanayi Devrimi’nde, elektriğin bulunması ve fabrikaların kurulması ile “kitleler için” seri biçimde “kütle üretimi”ne geçildi. Sanayileşmenin öncüleri böylece dünyanın en zengin ülkeleri haline geldiler (Almanya, İngiltere, Japonya, ABD gibi). 3. Sanayi Devrimi ile dijital devrim gerçekleştirilerek elektronik kullanımı artırıldı; bir ucunda insan unsuru yer alan tam otomatik ve esnek üretime geçildi, geleneksel sanayi aşıldı. Ardından dördüncü döneme geçildi. Şimdi bu dönemde insanlık, bir başka yazıda irdelenmesi gereken, sonu belirsiz bir maratonda hızla koşuyor.
Sonuç
Sonuç itibarıyla, Kılıçdaroğlu’nun tespiti doğru. Ancak bunun için kendi programını uygulayacak şekilde iktidar olmak gerekir. Altılı Masa’yı bu konularda ne kadar ikna edebilir? Ya da toplumun acil sorunları bu kısa geçiş sürecinde buna cevaz verir mi? Bir ekibin bunu ele alıp tartışması yararlı olur.
Her ne olursa olsun Endüstri 4.0 denilen 4. Sanayi Devrimi, geleneksel sanayilerin bilgisayarlaşma yoluyla teşvik edilmesi, yeni teknolojilerin kullanılarak tam otomasyonlu üretim sürecine geçilmesi sürecinde Türkiye bir karar aşamasındadır. Bu kararı verdikten sonra gereğini yapmalı ve sonrası için gerekli önlemleri almalıdır.
Nitekim zamanla ulaşım sektöründe sürücüsüz arabalar, tıpta ameliyat yapan robot doktorlar, eğitimde akıllı araç-gereçler ve bilgisayarlar, şoförlerin, doktorların, öğretmenlerin işlerine son vererek onları işsiz bırakacak. Bu yeni teknolojik devrim, sadece işsizliğe yol açmayacak; siyasetten hukuka, sosyolojiden psikolojiye, hatta dine kadar birçok alanda büyük değişim ve dönüşümler getirecektir. Bugünden tedbir almak lazım, yarın geç olabilir.