Kısa Vadede Kentsel Dönüşüm, Uzun Vadede Afet Kültürü ve Eğitim
İlk iş hastaneler, barajlar, enerji santralleri, Kızılay ve AFAD gibi kurumların binaları, kamu binalarında tedbir almak gerekir. Sonrasında tabii ki yerleşim birimleri. Risk olan yerlerde en zayıf zeminlerden, en zayıf binalardan başlanarak kentsel dönüşümle buraların dayanıklı hale getirilmesi gerekiyor. Alınacak tedbir budur kısa vadede. Elbette ki toplum olarak bilinçsiziz, bilgisiziz. Afet kültürümüz yok. Uzun vadede tek çare bütün Türkiye için eğitim.
Mülakat: Naman Bakaç
Türkiye, Kahramanmaraş merkezli tarihinin en büyük, dünyanın da karadaki en yıkıcı depremlerinden birinin ardından yaralarını sarmaya çalışmakta. On binlerce insanımız öldü, yüz binden fazla yaralımız var ve on binlerce binamız yıkılırken adeta küçük bir kıyamet ya da modern edebiyatın deyimiyle bir distopya hali içinden geçtiğimizi fark ettik.
Bu denli devasa bir felaketin mekânları tuzla buz etmesinin ardından yaşadığımız, Sezen Aksu’nun şarkıda mırıldandığı Masum değiliz, hiçbirimiz gerçeğinin sadece suratımıza değil, canımıza da ruhumuza da eğer ders çıkardıysak zihni(yeti)mize de şayet nasır tutmamışsa vicdanımıza da gelip çattığıdır, vurduğudur, ezip geçtiğidir.
Ezip geçen bu yakıcı gerçekliğin ana ve en büyük sorumluluğu; yapılan tüm yardımlara, desteklere ve yaraları sarma çabalarına rağmen koordinasyonsuzluk, tedbirsizlik ve plansızlıktan dolayı yetki ve vergilerimizi devrettiğimiz modern aygıtın başındaki merkezi iktidardadır. Hiçbirimizin masum olmadığının diğer görünür aktörleri ise; toplumsal hastalıklarımızda, siyasi menfaat şebekemizde, inşaat firmalarının gayrimeşru servet temerküzünde, birey olarak tamahkârlığımızda, emlak sektörünün ahlaksızlığında, memurumuzun fırsat(çılığ)ı gole çevirme kurnazlığında, kontrolörlerimizin pişkinliğinde… diye sıralanabilecek uzunca bir günahlar galerisinde olanlardır.
Depreme ilişkin bilim otoritelerinin yıllarca dillendirdiği uyarıları, Kahramanmaraş merkezli depremin temel dinamiklerini, yol açtığı tahribatı, olası Bingöl, Hakkari, Ege ve İstanbul depremlerini, depremlerin milyonlarca yıllık geçmişini, gelecekte neye evrileceğini ve en önemlisi merkezi hükümet ile yerel yönetimlerin depreme karşı almaları gereken tedbir ve hazırlıkların neler olması gerektiğini uzun yıllar Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü Müdürlüğü yapmış, İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Jeolog Prof. Dr. Okan Tüysüz ile konuştuk.
20 Şubat’ta Hatay’da yaşanan 6,4 ve 5,8 büyüklüğündeki depremleri konuşarak başlayalım. Bu iki deprem bize neyi anlatıyor? 6 Şubat’taki depremler ile bağlantısı nedir?
Bu depremler Doğu Anadolu Fayı üzerinde olan depremler. Doğu Anadolu Fayı geçtiğimiz yüzyılda, 1971’de Bingöl depremini oluşturdu. Ondan sonra da Doğu Anadolu Fayı’nın varlığına dair bilimsel çalışmalar başladı. O zamana kadar böyle sistematik bir fayın varlığı bilinmiyordu. Maden Teknik ve Araştırma Genel Müdürlüğü’nden (MTA) Esen Arpat ve Fuat Şaroğlu’nun keşfettiği bir fay bu. Daha sonra yapılan çalışmalarda anlaşıldı ki bu fay Bingöl-Karlıova’dan başlıyor, Kahramanmaraş’a uzanıyor, Kahramanmaraş-Türkoğlu’nda da Ölü Deniz Fayı’yla birleşiyor ve Kızıldeniz’e kadar devam ediyor. Sonra bunun üzerinde yapılan çalışmalarla, tarihsel dönemlerde olmuş depremler ortaya kondu. Ardından nerelerin daha önce deprem ürettiği, nerelerin üretmediği anlaşıldı.
Bir de GPS dediğimiz konum ölçümleriyle bu fayın hızına dair veriler ortaya kondu. Yıllık 1- 1,5 cm gibi bir hızı var. Ondan sonra da bu sismik boşluklar belirlendi. Bunların içerisinde en önemlisi Pazarcık segmenti dediğimiz 1114’te ve 1513’te kırılmış bir fay. Sonra bu çalışmalarla bu fayın 1800’lü yıllarda -1872-74-75, 1893 gibi- 7,0’dan büyük depremler ürettiği ortaya çıktı. Ve iki fay üzerinde önemli boşluklar olduğu belirlendi.
Bunlardan bir tanesi Sivrice-Pütürge arasıydı. 24 Ocak 2020’deki depremde büyük ölçüde kırıldı. Ondan sonra da Pazarcık segmenti bekleniyordu. Pazarcık segmentinin bir sismik boşluk olduğu da aslında 1990’lı yıllardan itibaren yapılan çalışmalarla belirlendi ve orada bir deprem beklentisi vardı. O deprem beklentisi de 6 Şubat’ta geldi ve sadece Pazarcık segmentini değil, onun kuzeyindeki Erkenek segmentini de kırdı, güneyindeki Amanos segmentini de kırdı ve 7,7’lik büyük bir deprem meydana geldi.
Tabii bu tür büyük depremler çevredeki fayları çok ciddi oranda etkilerler. Çelikhan’dan başlayıp Sürgü ve Göksun ilçelerine, oradan Adana’nın Savrun ilçesine, Kozan’a doğru uzanan bir kolu var Doğu Anadolu Fayı’nın. Bu Sürgü-Çardak-Savrun fay sistemi olarak biliniyor. 1986’da Sürgü’de bir deprem yaşandı 6,0’ın üzerinde. Orada da uzun yıllardır deprem olmamış, deprem tarihi açısından iyi bilinmeyen bir segmentti. İkinci deprem de bunun üzerinde meydana geldi 7,6 olarak.
Tabii bu ikisi özellikle kuzeyde bulunan Adıyaman, Maraş gibi yerlerde üst üste iki deprem yarattı ve bu iki deprem iki bölgede de çok şiddetli oldu. Amanos’a doğru giden segmentte çok fazla etkili olmadı bu ikinci deprem. Elbette etkisi vardı ama kuzeydeki kadar değil. Sonra Antakya-Samandağ arasında bir fayda 6,4’lük bir kırılma meydana geldi. Bu da eşya çıkarmak için yıkık evlere giren altı kişinin hayatını kaybetmesine, yüzlerce kişinin de yaralanmasına neden oldu.
GÖKSUN-KOZAN ARASI, MALATYA VE BİNGÖL-PALU ARASI YENİ DEPREM OLABİLECEK YERLER
Doğu Anadolu Fay Hattı üzerinde stres transferlerinin devam ettiği söyleniyor bildiğiniz gibi. Bu stres transferleri azalıyor mu? Doğu Anadolu Fay Hattı üzerinde olası depremler bekliyor muyuz? Yoksa bu fay hatlarında büyük bir boşalma mı oldu? Geleceğe dair öngörünüz nedir?
Bu tür büyük depremlerde ve özellikle de doğrultu atımlı faylarda -Kuzey Anadolu Fayı sağ yönlü, Doğu Anadolu Fayı sol yönlüdür- deprem olduğu zaman bloklar birbirine göre sola doğru kayarak hareket ederler. Bu, sola gittiği yerin ucunda bir stres artışına neden olur o hareket eden blokların önlerinde. Dolayısıyla burada bir deprem olduğu takdirde başka depremleri yaratması beklenirdi ve oldu da. Bunu da ifade etmiştik, Amanos’tan sonra Samandağ’a doğru bir deprem olasılığı var diye. Ve bu olasılık gerçekleşti.
Bizim bu stres transferi dediğimiz hadiseyi modelleyen çalışmalar var. Bilgisayar yazılımlarıyla hareket miktarını, fay boyunu vs. koyduğunuzda nerelerde sıkıştığını, nerelerde stresin boşaldığını gösteren haritaları yapmanız mümkün. Bunu yurt dışında yapan arkadaşlarımız oldu. Türkiye’de de Ziyadin Çakır isimli eski bir öğrencimiz yaptı. Yurt dışında da Ross Stein diye bir meslektaşımız var, Volkan Sevilgen ile birlikte çalışıyor. Onların da yaptığı haritalar var.
Yaptıkları çalışmada Amanos segmentinin ucunda, Samandağ’a doğru bir sıkışma görülüyor. Göksun’un batısında Savrun Fayı üzerinde bir sıkışma görülüyor. Malatya-Ovacık Fayı dediğimiz fayda bir sıkışma görülüyor. Bir de Bingöl-Palu arasında da depremler olmaya başladı. O modeller orayı kapsamıyor ama orada da depremler oluyor. Orada da sismik bir boşluk olduğu için orası sıkışıyor diye yorumluyoruz. Dolayısıyla bu bölgeler, Antakya zaten oldu ama Göksun-Kozan arası, Malatya, Bingöl-Palu arası yeni deprem olabilecek yerler.
YAPILAN MODELLEMELERDE ADANA’DA ÇOK ÖNEMLİ BİR STRES BİRİKİMİ GÖRÜLMÜYOR
Adana ve Kıbrıs’a dikkat çekiyorsunuz. Buraları Doğu Anadolu Fay Hattı’nın son uçları mı? Neden buraya dair uyarılarda bulunuyorsunuz? Ne tür tedbirlerin bu bölgelerde şimdiden alınmasını öneriyorsunuz?
Adana’da yapılan modellemelerde Karataş ve Yumurtalık fayları üzerinde çok önemli bir stres birikimi görülmüyor. Ancak Savrun Fayı kırılırsa ki biraz uzak, onun yaratacağı deprem Adana’yı etkileyebilir diye düşünüyorum.
Kıbrıs’a doğru da bir hat, Samandağ’dan denize iniyor. Oradan Kıbrıs’ın güneyine uzanıyor. Latakia Fayı. Onun üzerine de bir miktar stres aktarılmış olması mümkün. Ama Kıbrıs’ın kara alanında öyle büyük bir deprem oluşturacak bir stres olduğunu düşünmüyorum.
Kıbrıs’ta zaten yıkıcı depremler tarih boyunca olmuş ama çok önemli bir kısmı, Rum Kesimi’nin batı ucundaki Paphos’ta meydana gelmiş. Yani Kıbrıs’ta çok uzun yıllardır deprem yok. 1940’tan bu yana olan depremlere bakarsanız en büyüğü 6,5. Daha büyük deprem yok. 1200’lü yıllarda 7,0-7,5’lik bir depremden bahsediliyor. O da yine güneyinde Kıbrıs’ın.
Tedbirlere gelince; ilk iş önemli binalar dediğimiz, yani hastaneler, barajlar, enerji santralleri, Kızılay ve AFAD gibi kurumların binaları, kamu binalarında tedbir almak gerekir. Bunlar niçin öncelikli? Bir an önce yardım yetişebilsin diye. Onlar zaten olağan koşullarda da normal binalardan çok daha sağlam yapılmalı, yönetmeliklerimiz öyle öneriyor.
Sonrasında tabii ki yerleşim birimleri. Risk olan yerlerde en zayıf zeminlerden, en zayıf binalardan başlanarak kentsel dönüşümle buraların dayanıklı hale getirilmesi gerekiyor. Alınacak tedbir budur kısa vadede. Elbette ki toplum olarak bilinçsiziz, bilgisiziz. Afet kültürümüz yok. Uzun vadede tek çare bütün Türkiye için eğitim.
AFRİKA KUZEYE KAYIYOR, ANADOLU’YU SIKIŞTIRIYOR
Yerbilimcilerin, Anadolu’nun deprem mekaniğinin 13,5 milyon önce başladığı ve bu depremlerin milyonlarca yıl devam edeceğine dair yaklaşımları söz konusu. Türkiye’nin bulunduğu levhalar ve fay hatlarının Ortadoğu-Afrika-Asya hattı üzerinde bir okumasını yapar mısınız? Yer oluşumları nasıl şekillendi ve bundan sonrasının makro bazda neye evrileceğini öngörüyorsunuz?
Çok eskilere gittiğimizde Arap Yarımadası’yla Anadolu’nun arasında, yani bizim bugün Bitlis-Van hattı olarak bildiğimiz o dağlık kuşağın güneyinde büyük bir okyanus var. Bu okyanusun güneyinde de Arap levhası var. Bu Arap levhası hareket ede ede geliyor Anadolu’ya çarpıyor. Okyanus bitiyor. Onun artığı bugünkü Akdeniz. Hatta o yaklaşma Girit’in güneyinde, Kıbrıs’ın güneyinde hâlâ devam ediyor. Kıbrıs’ta büyük ölçüde durmuş vaziyette ama Girit’te devam ediyor ve Girit’in altından neredeyse Selanik’in altına kadar yeraltından uzanıyor levha. Bu çarpmadan sonra Anadolu çok sıkışıyor.
Doğu Anadolu’da bu sıkışma, oranın çok yükselmesiyle, bugünkü yüksek plato halini almasıyla ve volkanların oluşmasıyla -Ağrı’da, Süphan’da, Nemrut’ta- sonuçlanıyor. Bu sıkışma belli bir aşamaya kadar devam ediyor. Sıkışma artık kaldırılamayacak seviyeye gelince kırılıyor Anadolu. Batıya doğru iki fay boyunca kaçmaya başlıyor. Kuzey Anadolu Fayı ve Doğu Anadolu Fayı ve onun devamı Ölüdeniz Fayı olarak.
Kuzey Anadolu Fayı ile Doğu Anadolu fayı Karlıova’da birleşiyor. Biri güneybatıya, biri tamamen batıya doğru uzanıyor. Ege Denizi’ne doğru senede 2-2,5 cm hızla hareket ediyor. İşte bu hareket Türkiye’deki bütün bu yaşanan büyük depremlerin sebebi. Bugün Afrika Yarımadası senede ortalama 18 mm kuzeye doğru hareket ediyor. Anadolu’yu sıkıştırıyor. Bu kuzeye hareket iki fayla karşılanıyor. O iki fay da işte Doğu ve Kuzey Anadolu fayları. Onlar da Türkiye’de 7,0’ın üzerindeki depremleri üretenler.
Afrika’nın yukarıya doğru kaymasını sağlayan dinamik nedir?
Yeraltındaki levhalar. Yeraltında bizim manto dediğimiz bir bölüm var. O manto kendi içerisinde hamur gibi akma yeteneğine sahip. Yerin çekirdeğinden aldığı sıcaklığı yukarı taşırken üstte bulunan levhalarını, yani Anadolu’yu, Arabistan’ı hareket ettiriyor. Depremlerin sebebi de bu hareketler.
Peki bu durumun, yani Afrika’nın kuzeye kaymasının sonraki yıllarda neye evrileceğini öngörüyorsunuz?
Sonuçta Akdeniz kapanacak. Afrika’yla Anadolu çarpışacak. Ege belki kuzey-güney yönünde biraz büyüyecek. Akdeniz diye bir deniz kalmayacak. Karadeniz’in kapanması zor görünüyor. Karadeniz zaten geçmişte çok daha büyük bir okyanusmuş, kapana kapana bu hale gelmiş. Her tarafı kıtalarla çevrili olduğu için çok fazla hareket etmiyor. O nedenle de Karadeniz’de deprem olmuyor.
MERKEZİ VE YEREL YÖNETİMLERİ UYARDIK AMA CEVAP BİLE ALAMADIK
İstanbul Teknik Üniversitesi’nde 30 yıl akademisyenlik, yine İTÜ bünyesinde yer alan Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü müdürlüğü ve yardımcılığını uzun yıllar yapmış bir jeolog olarak, deprem bölgelerinin bulunduğu yerleşim yerlerinde şehirleşmenin, binaların ve yapı stokunun nasıl olması gerektiğini düşünüyorsunuz? İnşaat mühendisi değilsiniz biliyorum ama zemin etüdü, fay hattı, tektonik alandaki bilimsel birikiminize binaen merkezi ve yerel yönetimlerin şehirleşme ve yapılaşma alanında nelere dikkat etmeleri gerektiğini düşünüyorsunuz?
Prof. Dr. İhsan Ketin hocanın bir anısını anlatayım. 17 Ağustos’ta yanan Tüpraş rafinerisinin oraya yapılmaması gerektiğini yönünde rapor verdiğini söylerdi rahmetli. Şimdi burada 7,7’lik deprem olacağını ben 2012’de Gaziantep’te valinin, belediye başkanının bulunduğu bir deprem konferansında anlattım, oranın yerel basını da ulusal basın da bunu konu etti. Hatta benim söylediklerime ‘öyle demek istemedi aslında’ diye yorumlar yaptılar. Yani şuraya gelmek istiyorum. Sadece ben değil, konuyla ilgili olan bütün meslektaşlarımın hepsi fırsat bulduklarında yerel ya da merkezi yönetime ister sözlü, ister raporlarla, isterse de yapmış oldukları bilimsel yayınlarla bunu duyurdular. Ama yönetimlerden cevap alamadık biz.
Jeoloji Mühendisleri Odası’nın iki senedir Deprem Danışma Kurulu başkanıyım. Biz aktif fay üzerinde, diri fay üzerinde yaşayan yerlerin yöneticilerine, yani vali ve belediye başkanlarımıza, milletvekillerine, ilgili bakanlara, cumhurbaşkanına, 18 il için rapor gönderdik. Bu fayların hangi binaların altından geçtiği bilinmiyor. Bunları tespit edip halka duyurun, fay üzerindeki yapıları da zaman içerisinde boşaltın dedik. Bunları bildirmemize rağmen bir tanesinden geri dönüş almadık.
FAY HATLARI ÜZERİNE YERLEŞİM KURULMAMALI
Evet, yapılması gerekenlere dair fikirlerimiz var. Problemin ne olduğuna dair fikirlerimiz var. Çözüm önerilerimiz var ama dinleyen olmayınca ne yapacaksınız ki bunları? Öncelikle fay hattı üzerine yerleşmemek gerekir. İkincisi yapının nasıl yapılacağına dair yönetmeliklerimiz var. Her depremden sonra büyük ölçüde yenilenir. Dolayısıyla yönetmeliğe göre yerleşilmelidir. Yapılarımızı buna göre yapmak gerekiyor. Kötü zeminden kaçınmak gerekiyor. Daha da önemlisi konu hakkında bilgi sahibi olmak gerekiyor. Yani size bina satanın ahlakı konusunda kuşku duymanız gerekiyor.
Normal koşullarda insanlar elbette ki inşaattan anlamaz. Eğer size biri bir bina satıyorsa o binanın sağlam olması gerekir. Ama ülkemizde böyle bir şey olmadığı için, karşınızdaki ahlaksız olduğu için bizim o binayı kontrol ettirmemiz gerekiyor bir uzmanını bularak. Yani kanmamak gerekiyor. Daha da önemlisi ahlaksızlığı yok etmek.
Siz ve diğer yerbilimci akademisyenler Bingöl, Kıbrıs, Hakkari, Ege Bölgesi (İzmir) ve İstanbul’da olası depremlere dikkat çekiyorsunuz uzun zamandır. Saydığım bu bölgelere ilişkin depremin büyüklüğünün, şiddetinin, derinliğinin ve etkisinin nasıl olacağını öngörüyorsunuz? Özellikle İstanbul için nasıl bir tehlike bekliyorsunuz? Zamanı bilemeyeceğimiz için en azından buraya ilişkin hükümete, belediyelere, halka ve yapı-inşaat-müteahhit firmalarına yönelik ne tür hazırlıklar yapmaları veya tedbir almaları gerektiğini söyleyebilirsiniz şimdiden?
17 Ağustos 1999 depremi olduğu zaman biz rahmetli Aykut Barka, İTÜ Rektörü Gülsün Sağlamer, rahmetli deprem mühendisi Hasan Boduroğlu ve bir grup öğretim üyesi dönemin başbakanı Ecevit’e gittik. Dedik ki iki deprem daha bekliyoruz biri doğuda biri batıda olmak üzere. Nitekim üç ay sonra 12 Kasım Düzce depremi oldu. 17 Ağustos depreminin batıdaki ucu ise o gün bugün olmayı bekliyor.
Dolayısıyla İstanbul, daha doğrusu Marmara’da yarın ya da biraz sonra biz sizinle konuşurken bir deprem olsa hiç şaşırtıcı olmaz. Ama doğa hiçbir zaman çok düzenli, bizim anladığımız anlamda zamana uygun davranmıyor. 5-10 sene sonra da olsa şaşırtıcı olmaz ama olmasa çok şaşırırız, olmasını garanti olarak görüyoruz biz.
Büyüklüğü konusuna gelince; mühendis ya da bilim insanı olarak söylememiz gereken, en büyük değerdir. Hazırlıklar buna göre yapılsın diye. Bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2002’den bu yana yaptığı hazırlıkların hepsi 7,5 senaryosuna göre yapılır. Daha küçük olmaz mı? Olur. Ama bizim hazır olmamız gereken değer 7,5’tir.
DEPREM OLACAK YERDE; NÜFUS AZALTILMALI, SANAYİ TAŞINMALI VE KENTSEL DÖNÜŞÜM GERÇEKLEŞTİRİLMELİ
Ne yapılması gerekir? Bugüne kadar ne yaptıksa onun tersinin yapılması lazım. Deprem olacak yerde nüfus artırılmaz. Deprem olduğu zaman daha az kişi maruz kalsın diye. Biz ne yaptık? Bütün sanayiyi İstanbul’a koyduk. 17 Ağustos depreminden bu yana İstanbul nüfusu yanılmıyorsam 6 milyon arttı. 99’daki nüfusu herhalde 10 milyon civarıydı şimdi 16 milyon. Özetle İstanbul’un nüfusu azalmalı. Sanayiyi başka yerde taşımamız lazım. Bunlar bittikten sonra da kentsel dönüşüm yapılacak. Bina dönüşümü değil, kent dönüşümü. Yani yapılacak çok iş var.
Dünya deprem tarihinde yaşanan en büyük ki literatürde mega depremler olarak zikrediliyor, 2010 yılında Şili ve Haiti’de yaşanan 8,5’ten büyük depremler, Meksika’da 2017 ve 2022’de yaşanan 8,1 ve 7,7 büyüklüğündeki depremlerde can kayıpları, Türkiye’de yaşanan 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremlere rağmen genellikle çok daha az oldu. Neyi başaramıyoruz ya da beceremiyoruz ki Türkiye olarak bu denli büyük bir yıkım ve acı ile karşılaştık sizce? İhmalimiz, sorumsuzluğumuz, beceremediğimiz nedir hocam?
Pasifik çevresi depremleri bundan büyük. Şili depremi 9,5. 1964 Alaska depremi yine 9,0’ın üzerinde. Japonya’da ve Endonezya’da olanlar 9,1. Bunlar hepsi dünyanın en büyük depremleri. Endonezya ve Japonya’da doğrudan depremler değil de tsunamiden en büyük hasar geldi. Alaska’da 9,2 büyüklüğünde deprem oldu ama nüfus yok. Yani 9,5’lik bir deprem nüfusun yoğun olduğu bir yere vursa kıyamet.
Meksika ve Şili’deki depremler iki nedenle Türkiye gibi olmadı. Birincisi derin depremler. Deprem derin olunca uzak oluyor. İkincisi depreme hazır olmak. Şili ve Meksika depreme son derece hazır. Türkiye’de niçin bu kadar yıkıcı oldu? Bir defa deprem büyük. Yani 7,7’lik deprem 500 Hiroşima bombası, arkasından gelen 7,6’lık deprem 200 Hiroşima bombası etkisinde. Zemin kötü bizde. Hazırlık yok. Binalar kötü. Depreme dirençli toplum oluşturamamış olmamızın sonuçları bunlar.
Jeologlarımız, jeofizik uzmanlarımız, inşaat mühendislerimiz, mimarlarımız, afet yönetimi uzmanlarımız, velhasıl tüm resmi ve sivil aktörler Türkiye’de bir deprem gerçeğine sıklıkla dikkat çekiyorlar. Bu gerçekliğe rağmen bunu dikkate almayışımız toplum olarak bizim hangi özelliklerimizden kaynaklanıyor? Bunları nasıl aşabiliriz?
Toplum hiçbir zaman bilim temelli bir toplum olmadı. Atatürk’ün bu konuda yapmış olduğu çok ciddi gayretler olmakla birlikte bunların tamamı topluma nüfuz etmedi. Osmanlı döneminde toplumda bilim yoktu. Buna karşılık mesela Türkiye’de jeolojinin başlaması Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü’nün 1935’te kurulmasıyla başlar. Ondan öncesi Atatürk’ün yurtdışına gönderdiği İhsan Ketin gibi, Fuat Baykal gibi hocalarımız vardı. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’dan kaçan bilim insanları Türkiye’ye geldi ve Türkiye’de jeoloji başladı. 1800’lü yıllarda, yani bizim daha haberdar olmadığımız dönemde İsviçre’nin, İngiltere’nin bütün jeoloji haritaları tamamlanmıştı. Biz daha yeni tamamlıyoruz. Bilimde geç kalmanın cezası bunlar.
Temel mesele bilimin topluma eksik ya da yetersiz olarak enjekte edilmesidir. İlkokuldan başlayarak üniversiteye kadar, oradan da bütün yaşam boyu eğitim verilirse, Türk toplumu da herhalde bir 50 ya da 100 sene içerisinde bilim esaslı düşünür ve afete dirençli hale gelir. Aksi takdirde 39’da, 99’da yaşadığımız bu olayları önümüzdeki süreçte bir kere daha, bir kere daha, bir kere daha yaşarız.