Kitle Bilgeliğinden Deprem Dayanışmasına: Yeni İktidarın Yol Haritası

Bilinen modern iktidar devlet, bürokrasi, piyasa üçgeninde tanımlanan odaklanmış bir etkiyken, artık bu üçlünün yapısal olarak dönüşmesine tanık oluyoruz ve bireyler bugüne kadar bilinenden çok öte yeni toplumsal ilişki biçimlerine girerek iktidarı yaygın ve dağıtık bir olguya dönüştürmeye başlıyor. Eski iktidarı temsil eden unsurlar, yeni iktidar örneklerinin gelişip serpilmesine izin verdiği takdirde kitle bilgeliği olarak adlandırabileceğimiz kollektif bilgi, deneyim ve eylem ortaya çıkabilir.

deprem dayanışması

Dünya ve Türkiye’nin zor günlerden geçtiği bir dönemde, toplumların ve devletlerin yaşanan göç, savaşlar, yoksulluk, iklim krizi gibi sorunlara nasıl bir siyasal ve yönetsel yaklaşımla çözüm bulacağı, yanıtı en fazla merak edilen soru gibi görünüyor. Siyasi tarih ve siyaset bilimi ekolleri, tarihsel deneyim içerisinde bu soruya merkezileşme-yerelleşme, demokratikleşme-totaliterleşme, kolektivizm-bireyselleşme gibi ikilemler üzerinden yanıt bulmaya çalışıyor. Küresel sistemden büyük devletlere, gelişmekte olan ülkelerden mega şehirlere, ulusal ölçekten mahalle ölçeğine kadar ağırlıklı olarak neredeyse her konu bu ikili bakış açısının ürettiği kavram ve algılar üzerinden tartışılıyor, çoğu zaman da bu ayrımlara dayalı güncel olay ve kavramlar üzerinden kutuplaşmış ideolojik ve siyasi pozisyonlar üretilerek yeni iletişim ve tahakküm araçları kullanılarak yaygınlaştırılıyor. Bunun sonucunda, dünya ve ulusların nüfusu, yaygın kanaatleri kabul etmek dışında bir seçenek bırakılmayan kitlelerle, her istedikleri zaman ve şekilde görüş ve pozisyon değiştirme olanağına sahip bazı elitler arasında ikiye bölünmüş gibi görünüyor. Ya da böyle olduğu bizlere kabul ettirilmeye çalışılıyor. Oysaki, iktidar kavramının ve olgusunun mevcut durumu, gerçekte tabanda gerçekleşmekte olan bambaşka bir dönüşümün sonuçları ile mevcut iktidar sahipleri arasındaki çatışmaya işaret ediyor. Bu çatışma, güncel olarak yaşadığımız pek çok meseleyi farklı bir açıdan değerlendirmemize olanak tanıyabilir.  

 

Türkiye’de son aylarda peş peşe yaşadığımız olaylar dizisi de iktidar kavramının dönüşümü açısından yeni bir ele alış fırsatı sağlıyor. Son birkaç yıla baktığımızda önce “Z kuşağı” olarak adlandırılan genç kuşakların, kadınların ve toplumda marjinal görülen bazı etnik, kültürel, siyasi grupların alışılageldik toplumsal süreçlere kayıtsızlığına eşlik eden heyecan verici üretkenliği ile mevcut iktidar arasındaki gerilimin arttığına tanık olduk. Diğer yandan, giderek yok olan orta sınıfı görerek sınıfsal hareketlilik olanağının neredeyse tamamen ortadan kalktığını fark eden alt gelir gruplarına mensup yoksulların, yeni iletişim teknolojileri ve üretim ilişkileriyle toplumsal hareketler ve toplumsal dejenerasyon arasındaki sıkışmışlığı çok farklı olaylar ve insani öykülerde karşımıza çıkmaya başladı. Bu dönüşümün yarattığı sonuçlarla iktisadi ve toplumsal bunalım karşısında merkezileşme ve yürütmenin gücünü sürekli artırma çözümünü sunanlarla, daha orta yolcu ve kurumsalcı devlet geleneklerine dönmeyi savunanlar arasındaki tartışmalar ise toplumda beklenen karşılığı bir türlü bulamadı. Tam da bu sebeple, bir yılı aşkın süredir devam eden Altılı Masa sürecinin “cumhurbaşkanı adayını belirleme” gibi sembolik hareketler dışında toplumda henüz yaygın bir heyecan ve tatmin duygusu yaratamadığı da söylenebilir. 

 

Ülke siyasetinin “Kırk katır mı, kırk satır mı” denklemine hapsolduğu günlerde yaşanan deprem felaketi ise belli belirsiz bir umut ile hayal kırıklığını ve çaresizlik duygusunu bir arada getirdi. Depremde yaşanan yıkım karşısında, devlet müdahalesinin ölçeği, örgütlenme anlayışı, iletişim ve eşgüdüm yaklaşımı ciddi şekilde sorgulanırken, sivil toplum alanındaki bazı aktörlerin ve girişimlerin inanılmaz bir dayanışmayı örgütlenmesi çelişkili duygular doğurdu. Peki nasıl oluyor da devlet aygıtı etrafında dönen tartışmalar bizi umutsuzluğa sürüklerken toplumsal tabanda hiç beklenmedik dayanışma, ortaklaşma ve kitlesel diğerkâmlık ve iyilik örneklerine tanık olabiliyoruz? 

 

İtiraz ve Sadakat

 

“İktidar” dediğimiz şey binlerce yıldır, somut olarak ifade edilemeyen ama toplumsal dönüşümü sağlayabilen mutlak bir etki olarak tanımlanageldi. Felsefi akımlar ve ideolojiler bu etkinin sürdürülmesi ve çoğaltılmasının ardındaki maddi ve manevi unsurları tanımlamaya çalıştılar. Alışılageldik anlamıyla iktidarın devlet aygıtı ve denetlediği kaynaklar ile toplumsal ilişkiler tarafından belirlendiği bilindiğinden, özellikle modern devletin kurumsalcı açıklamaları iktidar denilen unsurun bürokratikleşen, tekleşen ve yekpareleşme eğiliminde olan yönüne vurguda bulundu. Demokratik sistemlerde bu unsurların etkisi altında yaşayan modern dünyanın bireyleri için çok fazla bir seçenek yok gibi görünüyordu. Albert Hirschman, bu durumu Kaçış, İtiraz ve Sadakat başlıklı ünlü çalışmasında çarpıcı bir şekilde ortaya koyar. Habermas’ın 1970’lerde modern temsili demokrasilerin krizini tanımladığı toplumlarda, bireylere ve topluma vaat edilenler ve sunulanlar üzerinden yaratılan meşruiyetle iktidar birileri tarafından elde edildiğinde, beklentileri karşılanmayan ya da hoşnutsuz kitlelerin çok fazla alternatifi kalmaz. Ya mevcut iktidar sahiplerine sadakatle bağlanacaklar ya mümkünse demokratik itiraz haklarını kullanmak için seslerini yükseltecekler ya da umudu kesip başka demokratik sistemlerde arayışlarını sürdüreceklerdir. Kuşkusuz, geleneksel iktidar, sadakati ödüllendirip itirazı kısıtlamak için elinden geleni yapacaktır. İktidarın bu yönü Türkiye’nin son 10 yılında, yurt dışına gitmekten başka bir seçeneği bulunmadığına inanan gençler, sonu gelmek bilmeyen tutukluluk halleriyle cezalandırılanlar ve siyasete sadakatle bağlananların kollamacı ilişkilerle liyakat dışı ödüllendirilmesi mekanizmalarıyla görünür hale gelmiştir.  

 

Ancak, somut ya da soyut anlamıyla iktidarın hiçbir zaman tam olarak ölçülemeyeceği, bilinen anlamı dışında farklı bir alternatifinin olamayacağı inancı, dönüştürücü teknolojilerin ve toplumsal farklılaşmanın etkisiyle artık değişiyor. Yavaş yavaş hem üretim hem sivil toplum hem de siyasal alanda farklı tür etkiler yaratan yeni kollektif oluşumlar karşımıza çıkmaya başladı. Bunun sonucunda siyasal bilimler alanında karşı karşıya olduğumuz olgunun bizzat iktidar denilen etkinin değişime uğraması olduğu tartışılmaya başlandı. Bilinen anlamıyla modern iktidar devlet, bürokrasi, piyasa üçgeninde tanımlanan odaklanmış bir etkiyken, artık bu üçlünün yapısal olarak dönüşmesine tanık olduğumuz bir döneme girdiğimizden dolayı, bireylerin bugüne kadar bilinenden çok öte yeni toplumsal ilişki biçimlerine girerek iktidarı yaygın ve dağıtık bir olguya dönüştürmeye başladığı görülüyor. Önceleri bu durum “bilgi iktidardır” şeklinde açıklanmaya çalışılırken, artık, insanlar arasındaki yeni ve anlamlı ilişki örüntülerini kurgulayarak kadim sorunlara çözüm bulabilme inancının bu anlayışın yerini aldığını söyleyebiliriz. İster bir özel girişim olsun ister bir sivil inisiyatif, yenilikçi insani etkileşim biçimlerini düşünmek, konuşmak, paylaşmak ve tasarlamak eylemleri değer üreten faaliyetler haline geliyorlar. Dahası bu faaliyetlerin geçmişte olduğu gibi seri üretim ve standart yaklaşımlar yerine terzi dikimi ve özgün olması başarının ön koşulu gibi görünüyor.  

 

Eski İktidar – Yeni İktidar 

 

Önceleri, ulaşımda, barınmada, alışverişte, eğlencede ve pek çok başka alanda ortaya çıkan ve platform ekonomisi olarak adlandırılan mobil uygulamaların kullandıkları teknoloji örnekleriyle giderek sadece ticari ya da siyasi alana sıkışmayan yeni bir tür var olma biçimi harekete geçmeye başladı. Bilinen anlamıyla iktidarın muhatabı olan yurttaşlar sıradan bir tüketiciden bir nebze ötesi kadar sürece dahil olurken artık iktidarın yeni anlamında insanlar, diğer insanlarla giderek daha fazla yoğunlaşan bir ilişki biçimi kurmaya ve iktidarı dönüştürmeye başladılar. Artık, tanımadığınız insanlarla birlikte sadece tüketici olmak zorunda değilsiniz. Birlikte paylaşmanın, şekillendirmenin, finanse etmenin, üretmenin ve birlikte sahip olmanın yeni yolları önümüzde duruyor. Purpose ve Avaaz gibi çevrimiçi platformların eş-kurucusu Jeremy Heimans ve New York merkezli 92 Street Y yöneticisi Henry Timms’in deyimiyle artık yaşanan deneyime “yeni iktidar” adını verebiliriz. Heimans ve Timms’e göre eski iktidar para gibiydi. Para kimin cebindeyse iktidar ondaydı ve iktidarı kıskanç bir şekilde sadece kendisine saklama eğilimindeydi. Ama yeni iktidar anlayışı bir akıntı gibi. İnsanlar akıntıya bir şey katarak iktidara ortak olabiliyorlar ve yeni iktidarı kendinize saklayamazsınız. Ancak, onu uygun araçlarla belli bir tarafa yönlendirmeyi deneyebilirsiniz. 

 

Bu kavramsallaştırma eski ve yeni iktidar arasındaki farkları çok çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Eski iktidar insanların kapasitesini ve ilişkilerini geliştirme olanağını yok sayarak sadece oy vermekle yetinmek, aidatını ödemek, sadaka vermek gibi belli davranış kalıplarına dayanırken; yeni iktidar, insanların giderek büyüyen vasıflarına ve kendilerine sunulanın çok ötesine katılma ve söz sahibi olma arzularına hitap ederek, doğrudan bireyler ve akranlar arasında kurulan hayal edilemeyecek kadar büyüme potansiyeline sahip ağlara ve kitlesel sonuçlara işaret ediyor.  

 

Bu yeni dünyada, eski ve yeni iktidar değerleri arasında da ciddi bir çatışma söz konusu. Eski iktidar; kurumsallaşma ve temsiliyet, rekabet, otorite ve kaynakları tek elde toplama, takdir hakkı, gizlilik, özel ve kamusal alanların ayrımı, profesyonelleşme ve ihtisaslaşma ile uzun vadeli sadakate dayalı bir ilişkilenmeyi öngörmekte. Yeni iktidar değerlerinde ise bunun tam karşısında; gayrı resmilik, kendi kendini örgütleme ve ağ tipi örgütlenme, açık kaynak iş birlikleri, kitle bilgeliği ve paylaşımı, radikal bir şeffaflık, kendin yap ve maker kültürü, kısa vadeli koşullu ilişkiler ve genel olarak daha fazla ve yoğun bir katılım görülmekte. Eski dünyanın aritmetik mantıkla düşünen ve şartlanmış zihinleri için bu yeni iktidar biçiminin önümüze serdiği olasılıklar dizisini algılayabilmek ise oldukça zor ve korkutucu görünüyor. Yapay zekâ gibi teknolojik gelişmelerin ta kendisinin bu yeni iktidar alanının oluşturduğu bilgi tabanına oturduğu düşünüldüğünde, özellikle bireylerin toplamını aşan bir devinimin “kitle bilgeliği” olarak adlandırılabilecek yeni bir kolektif biliş biçiminin ortaya çıktığı görülebilir. Buna göre, yeni iktidar alanında bireylerin deneyim ve bilgilerinin toplamı, doğrusal bir toplamdan çok, öğrenme potansiyeli yüksek parabolik bir değişim eğrisidir. İçerisinde hem eski iktidar alanının bilgi kalıntılarını hem de yeni iktidar alanında üretilen bilgiyi içerir. Bunun farkında olan yeni nesil siyasal iletişim ve pazarlama stratejileri tek elden kitleleri hareket ettirme veya satış stratejisi belirleme yaklaşımlarını bir kenara bırakarak, kitlelerin kendi devinimlerine olanak tanıyacak ortamı tasarlamaya odaklanmaktadır. Uygun gerçek ya da sanal ortamın uygun değerlerle sunulması durumunda kitle bilgeliği ortaya çıkabilir ve bu ortamı kuranın yapması gereken tek şey, verileri izleyerek amaca yönelik kanalda ilerlemesini sağlamaktır.

 

Deprem ve Kurumlar 

 

Üzerinden bir ay geçen deprem sırasında devlet kurumlarının, sivil toplumun ve inisiyatiflerin, muhalefetin yaşadığı deneyimin analizi için bu genel çerçeveden hareket edebiliriz. Eski ve yeni iktidar modeli, eski ve yeni iktidar değerlerinin farklı kombinasyonları üzerinden şekillenmiş bu kurum ve girişimlerin depremdeki davranış biçimlerinin genel olarak eski ve yeni iktidar çatışması hattında birbirlerine göre konumlandığı söylenebilir. Mevcut durumda Heimans ve Timms’in çizdiği çerçeveye göre, bazı yapılar hem eski iktidar modeline göre şekillenmiş hem de eski iktidar değerlerini savunurken, bazı yeni yapılar ise tamamen yeni iktidar modeli ve değerlerini yansıtıyor görünüyorlar. Bazı yapılar ise doğaları gereği eski iktidar yapısına dayanırken işleyiş biçimleri yeni iktidar değerlerine daha yakın olabilir ya da tam tersi durumdaki yapılardan bahsedebiliriz. 

 

Depremden hemen sonra ve geçen tüm süre boyunca depremzedelere ilişkin arama-kurtarma, çeşitli ihtiyaçların karşılanması konularında yetkili ve ilgili temelde 14 tür yapıdan bahsedebiliriz. Devletin resmi afet kurumu olan AFAD ve diğer ilgili devlet kuruluşları, muhalefet yerel yönetimleri, Kızılay, siyasi partiler, meslek odaları, arama-kurtarma STK’ları, ulusal STK’lar, yerel ve mahalle düzeyi STK’lar, kent konseyleri, medya kuruluşları, Ahbap, Babala TV, dijital yardımlaşma platformları, sosyal medya fenomenleri ve şöhretler. Bu yapıların her biri deprem sonrası dönemde eski ve yeni iktidar değerlerine göre bir pozisyon aldılar. Bu pozisyonları şöyle yalın bir şemayla tanımlamak mümkün olabilir: 

 

 

Depremin hemen sonrasında, AFAD, medya kuruluşları, Kızılay ve siyasi partilerin birbirlerinden farklı düzeylerde eski iktidar davranışlarını gösterdiklerini izledik. Özellikle AFAD, tüm devlet kurumlarının deprem sonrası müdahaledeki odak noktası olarak merkeziyetçi, fazlasıyla ketum ve dolambaçlı karar alma ve uygulama pratikleriyle kriz anındaki etkinliği en fazla sorgulanan kurum olarak görüldü. Öte yandan, iktidar ve muhalefet siyasi partilerinin, medyanın ve Kızılay’ın benzer bir pozisyonda olmakla birlikte, daha görünür ve ağırlıklı olarak bireysel çabaların toplamı olarak görülen bir güdü içinde oldukları söylenebilir. Çeşitli partilerden siyasilerin ve medya mensuplarının mensup oldukları yapılardan bağımsız olarak öne çıkmaları bunun bir sonucu kabul edilebilir. Bu yapılar arasında başta AKUT, ANDA gibi arama kurtarma konusunda ihtisaslaşmış STK’lar her ne kadar eski iktidar modeli ve değerlerine göre hareket etseler de, işleyiş biçimleri ve şeffaflıklarıyla yeni iktidar alışkanlıklarına yakınlıklarıyla öne çıktılar. Diğer yandan, ulusal ölçekte kurulmuş pek çok STK’nın her ne kadar yeni iktidar modellerine yakın dursalar da sonuçta eski iktidar alışkanlıklarını yansıttıkları ya da eski iktidar yapılarının durumuna göre pozisyon alma eğiliminde oldukları izlendi. 

 

İlginç bir şekilde, çeşitli sektörlerden sosyal medya fenomenlerinin ve şöhretlerin, eski iktidar değerlerine dayalı söylemlerle hareket etseler de yeni iktidar modeline uygun bir kolektiviteye hitap edebildikleri görüldü. Bunun dışında, muhalif yerel yönetimlerin, meslek odalarının ve kent konseylerinin, her ne kadar belli ölçülerde eski iktidar modellerine dayansalar da yeni iktidar değerlerine uygun söylemlere uygun bir eylemlilik içinde olduklarını söyleyebiliriz. Özellikle burada kent konseylerinin belli sınırlar ve dengeler içinde çok etkin bir örgütlenmenin örneklerini verebildiğini gördük. Benim de bir parçası olduğum bunun önemli örneklerinden birini aşağıda anlatmaya çalışacağım. 

 

Gerçek anlamda hem yeni iktidar modelini hem de yeni iktidar değerlerini temsil eden yapıların Ahbap ve Babala TV gibi girişimlerle, dijital platformlardan geldiği fark edildi. Bunlar arasında dijital platformlar tam anlamıyla dağıtık bir yapı sunarken, aslında, yeni iktidara yatkın tüm unsurlar bu platformları birer araç olarak kullandılar. Bu kurumların dışında kalan ve eski iktidar alanına ait görünseler de bireysellik yerine ağırlıklı olarak kolektif bir farkındalıkla, kimi zaman da geleneksel bir aidiyet duygusuyla hareket eden, maden işçileri ve ordu mensupları gibi unsurların da özverili katkılarını atlamamak gerek. 

 

Kaleler, Bağlayıcılar, Kitleler ve Amigolar

 

Bu manzara bize, bundan sonrası için kitle bilgeliğini kullanmada yeni bir yol haritası sunma potansiyeli taşıyor. Heimanns ve Timms, AFAD gibi yapılara “kaleler”, ulusal STK’lar gibi yapılara “bağlayıcılar”, dijital yardım platformlarına “kitleler” ve kent konseyleri gibi yapılara da “amigolar” adını veriyor. Kitle bilgeliğinin anahtarı ve değişimin yolu, amigoların ve bağlayıcıların yönlendirebildiği kitlelerin kaleleri dönüştürecek bir devinim yaratmasından geçiyor. Zaten deprem sonrasında tüm bu aktörlerin ve kurumların hareket biçimlerine baktığımızda yer yer çatıştıklarını ama genel olarak bir arada hareket etmenin yollarını aradıklarını ve sonuçta orta yollar bulunduğunu gördük. Artık bundan sonra, toplumsal ve siyasal değişimin anahtarının hem dikey hem de yatayda bu tür farklı unsurları bir araya getiren ittifakları kuracak beklenmeyen, yenilikçi ve yaratıcı çıkışlar olduğunu söylemek mümkün. Bu tür çıkışların ön koşulunun da bir yanda bireylerin kapasitelerini harekete geçirecek bir özgürlük alanını ve adanmışlığı, öte yanda da bu adanmışlıkla sonuç alacak, dayanışmayı ve ortak faydayı görünür kılacak meşruiyet alanını kurmak olduğu anlaşılıyor.  

 

Bu tür bir girişime örnek teşkil ettiğini düşündüğüm ve bir parçası olduğum Ankara Kent Konseyi deneyimini de burada kısaca aktarmak yerinde olabilir. Bilmeyenler için kent konseyleri Belediye Kanunu’na göre kurulan, Türkiye’de yerel düzeydeki yegâne resmi demokratik katılımcı mekanizma durumunda. Temel amacı sürdürülebilir kalkınma, hemşerilik hukuku, kentli hakları ve hesap verilebilirlik konularında çalışmalar yapmak, farkındalık yaratmak ve politika önerileri geliştirmek olan bu yapılara, kentte bulunan tüm kamu, sivil toplum, meslek kuruluşu, üniversite ve muhtarlar ve temsilcileri üye olarak katılabiliyor, ayrıca, kentliler de çalışmalara gönüllü olarak dahil olabiliyor. Halen farklı yerel yönetimlerde 200 kadar kent konseyi bulunuyor ve geçmişte bu yapılar, çevre mücadelesinden katılımcı bütçelemeye, kent planlamadan iklim değişikliğine kadar pek çok önemli çalışma yaptılar. 2019 yılında Başkent Ankara’da kurulan Ankara Kent Konseyi ise, 1.800’e yaklaşan üye sayısı ve 5.000 gönüllüsüyle kısa sürede Türkiye’nin en yaygın katılımlı ve etkin kent konseyi haline geldi. Bütçesi ve tüzel kişiliği bulunmayan, gücünü bileşenlerinin toplamından alan, yatay örgütlenme ve farklılıkların zenginliği anlayışının yansıttığı ölçüde fark yaratabilen bir platform olarak kent konseyleri depremde de önemli işler başardılar.  

 

Kurumsal Diplomasi ve Katılımcı Kültür

 

Depremin hemen sabahında Ankara Kent Konseyi’nde bir araya gelen Konsey’e bağlı Başkent Gençlik Meclisi’nin 1.000 kadar üyesi hepimiz için beklenmedik ve çok ilginç bir dayanışma örneğini başlattı. Kent Konseyi Başkanı, depremin etkilerini yerinde görmek ve yardımları koordine etmek için deprem bölgesine hareket ederken, Konsey yönetimi deprem dayanışmasını örgütlemek için belirgin bir strateji belirledi. Ağırlıklı olarak gençlerden oluşan gönüllüler bir yandan sanal dünyadan gelen yardım çağrılarını açık veri kaynaklarından süzerek gerçek ihtiyaçları belirlerken, bir yandan da Konsey binasına gelmeye başlayan yardımları istasyonlar halinde ayırmaya ve paketlemeye başladılar. Yaklaşık 20 gün boyunca gelen yardımlar Kent Konseyi bileşenleri tarafından sağlanan onlarca araçla deprem bölgesine eriştirildi, enkaz altında kalanların kurtarılmasına yardımcı olundu, Konsey binasında binlerce depremzedenin yararlandığı bir ihtiyaç mağazası oluşturuldu, depremzedelerin Ankara’ya gelmesine destek olundu, Ankara’ya gelen yüzlerce depremzedeye geçici konaklama imkânı bulundu, yüzlerce çocuğa psiko-sosyal destek ve sanatsal faaliyetlerde bulunma olanağı sağlandı. Ankaralı firmalar ve duyarlı vatandaşların sağladıkları yardımlar büyük bir titizlikle değerlendirildi. Yaklaşık bir aylık bir sürede, binlerce insanın ördüğü bu dayanışma faaliyeti, yardım sağlayanlara gençlerin ve Konsey yöneticilerinin el yazılarıyla teşekkür mektubu yazmalarını içerecek kadar da incelikliydi. 

 

Tüm bu süreç boyunca, ciddi bir iletişim süreci işletildi, kurumsal diplomasi ve katılımcı kültür değerleri de dikkate alındı ve zor zamanlardaki bu güçlü deneyim, katılan herkesin hafızasına kazındı. Ömrüm boyunca unutamayacağım bu deneyim, açıktır ki eski iktidar alanının değil, yeni iktidar alanının başarısına bir örnekti.  

 

Kuşkusuz bu tür örnekler ya da deneyimler tamamıyla eski iktidar alanının yerine geçecek bir etkileşimler dünyası oluşturmuyor. Eski iktidar alanının temsil ettiği süreklilik de belli ölçüde gerekli. Ancak, yeni iktidar alanının belirdiği her noktada eski iktidarın bir tehdit algısıyla hareket ederek çatışma hatta yeni iktidar alanlarını aparma hamleleri yaptığı da bir gerçek. Uber-taksi geriliminden mikro mobilite girişimlerinin karşılaştığı zorluklara, karşılıklı yardım girişimlerini engelleyecek yasal düzenlemelere kadar pek çok örnekte bunu görebiliyoruz. Oysaki eski iktidar alanının yeni iktidarla buluştuğu alanlarda beklenmedik ölçüde etkin ve verimli yeni varoluş biçimleri ortaya çıkabilir. Aynı bizim Ankara Kent Konseyi örneğinde yaşadığımız gibi. Ancak, bunun olabilmesi için, eski iktidarı temsil eden unsurların yeni iktidar örneklerinin gelişip serpilmesine izin verecek alanları açmasına ihtiyacımız var. Bu başarıldığında, kitle bilgeliği olarak adlandırabileceğimiz, bireylerin kapasitelerinin ortak fayda için en üst düzeye çıkarılabileceği kollektif bilgi, deneyim ve eylem ortaya çıkabilir.  

 

Bu yazıyı sonlandırırken, hem deprem deneyimlerini hem de yakında başlayacak seçim süreçlerini dikkate alarak, bir süredir yakın çevremde dillendirdiğim yenilikçi bir kitle bilgeliği önerisini de paylaşmak istiyorum. 

 

Malum, seçim sandığı eski iktidarın en önemli meşruiyet aracıdır. Ancak, uzunca bir süredir toplum seçim sandığının öncesi ve sonrasında yönetime ve karar verme süreçlerine daha fazla müdahil olmak istiyor. Yani seçmenler, seçim meydanlarında kendilerine sunulacak gelecek tasavvurunu dinledikleri kadar bu tasavvurun şekillenmesine de katkıda bulunmak istiyor. Bunun yapılabilmesi için süre dar, kaynaklar sınırlı, siyasi partiler bunu sağlayabilecek anlayıştan yoksun ve yenilikçi bir yaklaşımla hareket etmek gerektiği aşikâr. Bir an, herhangi bir siyasi partinin ya da Türkiye’yi yönetmeye talip olan kadroların, tüm Türkiye’de aynı anda belli yönetim düzeylerinde, dijital içerik toplama ve analiz araçlarıyla ve etkin toplantı kolaylaştırıcılık yöntemleriyle, eşzamanlı katılımcı toplantılar düzenlediğini hayal edelim. Belki aynı anda 81 ilde, o ilin tüm bilinen paydaşlarının katılımıyla bir günlük bir toplantının gerçekleştirildiğini, aynı günün akşamında bu toplantıların çıktılarının açık kaynak herkesle paylaşıldığını ve anlamlı ortaklaşmaların tespit edildiğini düşünelim. Ortaya çıkan bu muazzam etkileşim, eski ve yeni iktidar alanlarının buluşma noktası olabilir ve siyasetin yeni şekli de buradan türeyebilir. Artık bu açık kaynak veri hem politika yapmanın hem vatandaşların yönetime katılmasının yolunu açacak ulusal ve yerel bilginin kaynağı olarak gelişmeye devam edecektir. Hatta bu kaynaktan yola çıkılarak belirlenen politikaların halkla ilişkisini kuracak yeni algoritmalar ve ilişkilenme yöntemleri de oluşturulabilir. İşte bu tür yenilikçi yöntemlerle geleceğimizin şekillenmesinde şikâyet ettiğimiz her şeyin rengini değiştirecek bir yola girebiliriz. Ama önce, yeni iktidardan korkmamayı öğrenmemiz lazım. Biliyorum, çünkü eski iktidarın dünyasında doğan ben denedim ve sonucundan oldukça memnunum.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.