Komplo Teorisi: Oksimoron İsim Tamlaması

Elbette insanın olduğu yerde komplo vardır ama her şeyi komploya bağlamanın bir karşılığı yoktur. Bunu yapmak, sınavda aldığı kötü not nedeniyle dersin öğretmeni kendisine taktığı için notunun eksik verildiğine inanan ya da durmadan sınav sistemini suçlayan zeki ama çalışmayan öğrenci psikozundan fazlası değil.  

Brian Helgeland’ın senaryosunu yazdığı ve Richard Donner’in yönettiği 1997 yapımı Komplo Teorisi (Conspiracy Theory, IMDB Puanı: 6,7/10) isimli siyasi aksiyon gerilim filminde, yaşanılanların çoğunun Amerikan hükümetinin komplosu olduğuna inanan New York’taki taksi şoförü Jerry Fletcher (Mel Gibson) isimli kahramanımızın Adalet Bakanlığı avukatlarından Alice Sutton (Julia Roberts) ile yolları kesişir. Sonrasında avukatın başlarda taksi şoförünün anlattığı ve deli saçması bulduğu komplo teorilerinin bazılarının açığa çıkmasıyla her ikisini komplolara karşı ortak bir mücadelenin içinde buluruz ve bu mücadeleden başarıyla çıkarlar. Senaristliğini David Marconi’nin ve yönetmenliğini Tony Scott’un üstlendiği 1998 yapımı Devlet Düşmanı (Enemy of the State, IMDB Puanı: 7,3/10) isimli aynı türdeki filmde ise avukat Robert Clayton Dean’in (Will Smith) hayatı, Amerikan hükümetine bağlı Ulusal Güvenlik Teşkilatı ajanlarından birinin bir senatörü öldürdüğü cinayet delillerine istemsizce ulaşmasıyla bir karabasana döner. Filmde, kendisine yardım eden eski ajan Edward ‘Brill’ Lyle (Gene Hackman) sayesinde hükümetin kullandığı yüksek teknolojiyi aşarak felaha ermesi anlatılmaktadır. Her iki filmi de 28 Şubat sürecinin boğucu atmosferinde, o zamanlar devam eden doktora çalışmam esnasında izlemiştim. O günkü ülke gündemiyle paralel bir izleme/okuma yapmaktan da kendimi alamadığımı itiraf etmek isterim. Her iki filmin üzerinden yaklaşık çeyrek asır geçtikten ve arada televizyonda denk geldiğimde de her ikisini birkaç izledikten sonra ne zaman bir komplo teorisi duysam aklıma muzipçe “Komplo teorisiyle de yaşanmaz, komplo teorisiz de” veya “Komplo teorisine inanma, komplo teorisiz de kalma!” gelir. Zira komplo teorilerini karmaşıklıklarıyla doğru orantılı olarak zihin açıcı bulduğum kadar, basit olanlarını da sadece ofansif mizah örnekleri olarak eğlenceli bulurum.

 

Genelde bilimle özelde de sosyal ve/ya beşerî bilimlerle uğraşanların başına gelen mesleki deformasyonların başında, paradoksal olarak, gayet insani olan şaşırma refleksini kaybetmeniz ya da en azından bu refleksin nasırlaşması gelmektedir. Mesela, çok rahatsız edici istisnai bir hali veya binde bir hatta milyonda bir görülecek vakıayı size Amerika’yı keşfetmiş gibi anlatan birine, tarihin bir döneminde dünyanın bir yerinde bunun nasıl da genel geçer bir uygulama olduğuyla cevap veriyor buluyorsunuz kendinizi. Hal böyle olunca da ister istemez kategorik olarak hiçbir olgu ve/ya olay karşısında yadsıyıcı olamıyor ancak determinizme de düşmeden sebep-sonuç dairesinde bu olgunun ve/ya olayın nasıl oluştuğunu kavramaya çalışıyorsunuz. Hadi itiraf edelim, bundan nasıl bir makale çıkar da saygın bir hakemli dergide yayınlatabilirim veya bilimsel kongrede tebliğ olarak sunabilirim fikri de oldukça ağır basıyor. Aynı şekilde, her kavramın illa ontik dünyamızın uzantısı olmadığını ve hayal aleminde karşılık bulan kavramların da zihni melekelerimize katkı sunduğunun elbette farkındayım. Çünkü insan olmak için duygularımız ve hayallerimizin en az etten ve kemikten biyolojimiz kadar elzem olduğuna şüphemiz yok.

 

Komplo teorisi, Yunanca ὀξύς (oksús, keskin) ve μωρός (mōros, aptalca) sözcüklerinin toplamından oluşan anlamıyla bir isim tamlaması olarak bir oksimorondur. Komplo teorisinin evsafı ve vazifesi gereği aslında ortada bir komplo olmalı ki; komplo teorisi de bunu bizlere efradını cami ağyarını mâni bir şekilde açıklayabilsin. Halbuki komplo teorisi, ortada bir komplo yokken bile bizi bir komploya inandırmak için vardır. Nasıl ki oksimoron veya paradoksal ifadeler edebi sanatlarda oldukça faydalı iken reel dünyada bir karşılıktan yoksunsa komplo teorileri de öyledir. Çünkü komplo teorisi nihai kertede bizden kendisine iman etmemizi beklemektedir.

 

Halbuki “teori” dediğimizde bilimsel anlamda yanlışlanıncaya kadar doğru olma ihtimali olan ve olabildiğince çok sınanmış bir veri setinin düzenli ilişkiler dizgesi sonucu itibarlı bir bilgiye dönüşmesini anlarız. Komplo teorisinde ise -Kuhncu perspektifle- boşluklar yamanarak teorinin güçlendirilmesine bile gerek yoktur zira Deus ex machina anlatının tümüne içkindir. Aynı antik Yunan tiyatrosundaki gibi artık hikâyenin gidişatıyla ilgili olarak işler iyice sarpa sarınca yazarın debelendiği çözümsüzlük ancak ilahi bir müdahale ile aşılabilir ki; komplo teorisi bunu bidayetinden nihayetine dek her aşamada inananına sunar. Bu yüzden komplo teorilerine fantastik edebiyat ve sinema örnekleri olarak bayılırım. Çünkü komplo teorileri sunduğu veriyi “verili” kabul etmemizi istediğinden sadece bizden sorular değil şeksiz şüphesiz bir iman beklemektedir. Komplo teorilerini edebi bağlamda değerli kılan bir diğer boyut ise özellikle metnin yüzeyselliği belirginleştikçe bizi doğrudan metaforik bir alt metin okumaya teşvik etmesi, hatta kışkırtarak adeta peşinen bir bulmaca çözmeye yöneltmesidir. Bunu sanatlar içinde en belirgin şekilde şiirde yaparız ve şairin anlam dünyasının tekeli de böylece daha baştan kırılır.

 

“Dış Güçler”

 

Komplo teorilerinin edebi olduğu kadar başka işlevleri de vardır, örneğin illüzyon gösterileri gibi özellikle muktedirlerin dara düştüklerinde “Cambaza bak!” diyerek dikkatimizi dağıtmaları için işlevseldirler. Gözümüzün önündeki somut olan fenomen komplo teorisiyle perdelenirken soyut olan vurgulanarak dikkatler o yöne çekilir. Bunu içinden geçmekte olduğumuz ekonomik darboğazda giderek popülerleşen “Dış Güçler” komplo teorisi ile anlatabiliriz. Her ne kadar komplo teorileri soru sevmese de akla şu soru gelmektedir: Madem dış güçler bu kadar mahirdirler o zaman işler göreceli yolunda iken onlar da kış uykusunda mıdırlar? Komplo teorisinin de olası hazır cevabı, dış güçlerin bu günler için hazırlık yaptıkları olabilir lakin ortada hiçbir sınanmış veri yoktur, zaten buna ihtiyaç da yoktur. Kısacası, komplo teorileri zihin açıcı mahiyette ve edebi anlamda vitamini kabuğunda elma gibi çok faidelidir, lakin hamaset gibi rasyonaliteye değil aptallığa hizmet eder.

 

Şimdi 1 milyonluk sorumuzu soralım: Peki neden komplo teorilerinin Türkiye’de bu kadar alıcısı vardır? Üç tarafı denizlerle dört tarafı düşmanlarla çevrili bir ülkenin vatandaşları olduğumuzu formel eğitimimizle çok erken yaşta öğrendik. Bu yüzden Sevr Sendromu İmparatorluk’un ellerinden kayışını yeisle izleyen sadece Osmanlı paşalarının derdi değildi ve hepimizin son kalan bu toprak parçasında her an tetikte olmamız gerekiyordu. Çünkü dış mihraklar ve onların işbirlikçilerinin yerli hempaları içimizdeki İrlandalılar hem nicelikçe hem de nitelikçe yabana atılmayacak bir güruh olarak uyumayıp bizi yok edecek hain planlar peşindeydiler. O yüzden komplo teorisi söz konusu ise edebiliğini veya bilimselliğini bir kenara bırakın, aslında bizim için bir inanç meselesinden ziyade adeta ata sporudur. Ama buna rağmen şımarıklığa varan bir rahatlık içindeyizdir, zira aynı komplo teorileri gururumuzu okşayarak kendisini galebe çalacağımız kâğıttan kaplanlar içerdiğinden nihai kertede bu kötücül güçler yenilmeye de mahkûmdurlar.

 

Komploları var eden saik, her fikriyatın kendini mutlak iyi kılabilmesi için savaştığı bir mutlak kötü ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Bu, aynı modern insanın kendisini her an ve alanda haklı çıkarmak üzere ilkel insana ihtiyacı gibidir. Ya da Edward Said’in meşhur Şarkiyatçılık eserinde eleştirdiği üzere erotik ve egzotik bir Doğu imgesi üzerinden bir Şark inşa edilerek Garbın nasıl da medeniyetin ta kendisi olduğu betimlenip mutlak kötü Şark ile biteviye bir mücadeleye girişilmesi gerektiği her yayınla desteklenmeliydi. Hoş, Şarkın Garp algısı da bundan hiç geri kalır olmadığından Şarkiyatçılık kadar Garbiyatçılık da bir o kadar izdüşümüne zalimdir. O yüzden her iki yaklaşım da birbirine karşı mesafeli olduğu kadar, düşmanlığını, ürettiği komplolarından beslenerek pekiştirir.

 

Tembelleştirici Damar

 

Komplo teorisinin asıl pespaye yanı ise tembelleştirici damarıdır. Madem BM Güvenlik Konseyi’ndeki beş daimî üyeden daha güçlü beş aile dünyayı yönetmektedir, o zaman onlara karşı benim gibi sıradan bir insanın elinden ne gelir ki? Ya da dünyayı ele geçirmeye namzet İlluminati denen kaç yüz senelik bir örgüt karşısında biz sıradan faniler ne yapabiliriz ki? Güldür Güldür Show’daki balkon bilgesi karakterinin “otur evinde” önerisine uymaktan daha akıllıca hangi eylem olabilir ki bu melanet yuvaları karşısında? Komplo teorileri, içerdiği pek kuvvetli kötücül güç ile mücadelede bireysel veya örgütlü insan gücü kifayet etmeyeceğinden, mesiyanik beklentileri de dolaylı olarak besler. Çünkü nasıl olsa bir mesih gelip hepimizi kurtaracak ve biz felaha ereceğiz, işte bu kadar basit (Ha iyiymiş o zaman, ben gidip yatayım bari.).

 

Komplo teorileri her bünyede tembelliği tetiklemiyordur ya da her zaman tetiklemiyordur. Madem Siyonistler tüm dünya insanlığını kendilerine köle yapmak istiyor, onlarla mücadele edebilmek için önce İbranice öğrenmem gerektiğinden hareketle bu dili öğrenmeye başladığım doktora yıllarımda İsrail’in toplam nüfusu yaklaşık 5 milyondu ve dünyadaki tüm Yahudilerin de bu ders sayesinde 18 milyon olduğunu öğrenmiştim. Kısacası hepsi Siyonist olsa bile -ki olmadığını da öğrenmiştim, hatta dini veya ideolojik sebeplerle Siyonizm’e karşı olanları vardı- 8 milyar insanı zaten ele geçirecekse zaten fazladan nefes alıyorduk ve Erzurumluların tabiriyle “ört ki ölem” demekten kendimi alamıyordum. Bir anda İbranice öğrenme hevesim kaçtı ve bir kurdan sonra dersi bıraktığımdan Yidiş ve Ladino’ya hiç başlamadım zaten.

 

Elbette Muhammed Musaddık’ın veya Salvador Allende’nin nasıl devrildiğini öğrendiğinizde dünyamızın da Teletubbies yurdu olmadığını anlayıp komplo yoktur gibi bir iddianız kalmaz. Diyalektiğin gereği olarak dünyamız iyi ve kötünün bir savaş arenası ve herkes bu iyi-kötü savaşında kendisini iyinin tarafında belirlemiş ve maşallah herkes hatıra defterlerindeki “bana ayırdığın kalbin kadar temiz sayfa” kıvamında, hatta sütten çıkmış ak kaşık. Elbette insanın olduğu yerde komplo vardır ama her şeyi komploya bağlamanın bir karşılığı yoktur. Bunu yapmak, sınavda aldığı kötü not nedeniyle dersin öğretmeni kendisine taktığı için notunun eksik verildiğine inanan ya da durmadan sınav sistemini suçlayan zeki ama çalışmayan öğrenci psikozundan fazlası değil. İşte komplo teorisini istihza etmem, insan aklıyla alay etmesine karşı küçük bir mukabeleden fazlası değil.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.