Korona Pandemisi Ve Küreselleşme: Nasıl Bir Dünyada Yaşayacağız?
2008’den çok daha güçlü bir kriz sürecini yaratmış olan koronavirüs pandemisinin neoliberal kapitalizme etkisi çok daha sistem değiştirici nitelikte olabilir. Küreselleşen dünyada neoliberal küresel ekonomiden sosyal devlet-temelli ve adil küreselleşmeye doğru bir geçişi de yaşayabiliriz.
Belirsizlik, Hız, Risk, Türbülans. Bu dört kavram, son yirmi yıldır, küreselleşme üzerine yapılan çalışmaları ve tartışmaları şekillendirdi. Bu kavramlar benim küreselleşme üzerine yaptığım çalışmaların da anahtar kavramları oldular.
Ünlü sosyolog Zygmunt Bauman, 2000’li yılların başında yayımladığı kitaplarında küreselleşmenin en genel düzeyde toplumsal yaşamın her alanında giderek görünür hale gelen “belirsizlik dönemi” olarak tanımlanabileceğini önerdi.
Ünlü siyasal kuramcı Paul Virillio, küreselleşen dünyanın en önemli özelliklerinden birinin, yaşamın her alanında hissedilen “hız” kavramı olduğunu vurguladı. Virillio’ya göre hız, sadece bireysel ve toplumsal yaşamın yerelden küresele kadar “ritmi”nin hızlanması değil, aynı zamanda bu hızlanmanın “etkisi”nin de çok hızlı ve sert olacağı anlamına geliyordu.
Yine çok önemli bir sosyolog olan Ulrick Beck, küreselleşmeyi tanımlayan anahtar kavramın “risk” kavramı olduğunu önerdi. Beck’e göre küreselleşme, yerel-ulusal-bölgesel-küresel etkileşim ağı içinde ve yaşamın her alanında “risk toplumu”nun ortaya çıkması ve dünyanın “dünya risk toplumu”na dönüşmesi olarak düşünülmeliydi.
Uluslararası İlişkiler alanında, dış politika ve strateji duayenlerinin başında gelenlerden kabul edilen Zbigniew Brzezinski’ye göreyse, küreselleşme, güvenlikten ekonomiye, fakirlikten işsizliğe, su, besin ve toprak gibi doğal kaynaklardan iklim değişikliği ve küresel ısınmaya kadar geniş bir yelpazede yaşadığımız dünyanın sadece bir değil çoklu krizlerle karşılaşması, böylece de, büyük bir “türbülans”ın içine girmesi anlamına gelmekteydi. “Küresel türbülans” bugünün dünyasını nitelemekte ve yaşamın her alanında etkilerini göstermekteydi.
Küreselleşen Dünyanın Riskleri ve Korona
Tüm bu tanımları birlikte ele alacak olursak küreselleşen dünyanın, yarın ne olacağını bilemediğimiz (belirsiz); yaşamın ritminin çok, hatta çok çok hızlandığı; yaşamın her alanında risklerin; böylece, birden fazla krizlerin aynı anda ve eş zamanlı yaşandığı bir dünya olduğu saptamasını yapabiliriz.
Bu saptamayı aynı anlam içinde şu şekilde de yapabiliriz: küreselleşen dünya, giderek artan bir derecede, belirsizlik ve hız faktörünün arttığı; riskin güvenin yerini aldığı; çoklu krizlerin ortaya çıktığı türbülansın etkisinin çok hızlı ve sert olduğu; bu nedenle de “yaşamsal güvensizlik” ortamının güçlendiği; korku ve endişe duygularının bireysel ve toplumsal yaşamda yaygınlaştığı bir dünyayı tanımlıyor.
Belirsizlik, hız, risk ve türbülans derecesi yükseldikçe, güvensizlik, endişe, korku duyguları artıyor ve yaygınlaşıyor.
Küreselleşen dünya, yerel-ulusal-bölgesel düzeylerde yönetimi çok zor olan bir dünya; kurumlara, ilişkilere, farklılıklara güvenin çok azaldığı; bireylerin yarından ve gelecekten korktuğu, “güvensiz ve endişeli vatandaşlar”a dönüştüğü bir dünya.
Böyle olduğu için, 11 Eylül terör saldırılarından başlayarak bugüne kadar ve giderek artan bir şekilde küreselleşmenin çoklu krizlerini toplumsal yaşamın her alanında, insani güvenlikten ulusal güvenliğe karar uzanan geniş bir yelpazede yaşamaya başladık.
Kutuplaşma; biz-ötekiler ayrımı temelinde hareket eden milliyetçilik, içe kapanma ve farklılıkları ötekileştirme, populist ve demogog liderlerin güçlenmesi, otoriterleşmenin demokrasinin içini boşaltması v.b sorunlar ve süreçler de bugünün küreselleşen dünyasını şekillendiren unsurlar oldular.
Küreselleşme üzerine bu uzun girişi yapmamın nedeni, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) “yeni tip Koronavirüsü (Covid-19)”ü “küresel salgın (pandemi)” olarak tanımlamasıyla başlayan ve tüm dünyayı büyük bir belirsizliğe, güvensizliğe, korkuya ve endişeye sürükleyen süreç oldu.
Koronavirüsü, bireysel yaşamdan toplumsal yaşama, yerelden küresele, günlük yaşamdan küreselleşen dünyaya, her birimizi ve hepimizi, bugün ve yarın için büyük bir güvensizliğe ve korkuya iterek, sanki zamanı ve mekanı durdurdu.
Çin’in Wuhan kentinden başlayıp hızla küresel salgın, diğer bir değişle pandemi niteliği kazanan koronavirüsü, bir anda, tüm dünyayı Naomi Klein’ın terimiyle “Şok”a soktu; ekonomiden siyasete, kültürden akademiye her şey bir anda ikincil oldu; koronavirüsü, küreselleşen dünyanın tek, ana gündem maddesi konumuna geldi.
Peki, koronavirüsü küreselleşen dünyamız üzerinde nasıl bir etki yaratacak, nasıl bir dünyayı bize bırakacak, koronavirüs sonrası nasıl bir küreselleşen dünyada yaşayacağız?
Birincisi, en genelde, koronavirüsü-küreselleşme ilişkisinde şu soru önem kazanıyor: Koronalı günler küreselleşmenin sonunu mu getirecek? Bu soruya evet yanıtı verme eğilimi yüksek. İçe kapanmanın, milliyetçiliğin, ulus devletin daha da güçleneceğini söyleyenler var. Haksız da değiller; zaten milliyetçilik ve farklılıklara karşı korku ve endişe duygusu taşımanın güçlendiği bir dönemde gelen ve küresel salgın niteliğine hızla ulaşan koronavirüsü küreselleşmenin sonunu getirebilir. Devletler içine kapanabilir, çatışmalar artabilir, var olan politik-ekonomik sistem tümüyle çökebilir, savaş olasılığı artabilir.
Bununla birlikte, DSÖ’nün koranavirüsün küresel salgın olduğu açıklamasından bugüne yerelden küresele yaşadıklarımız şu gerçeği de gösterdi: Belki de şu anda dünya bir bütün olarak küreselleşmenin ne olduğunu anlıyor ve yaşıyor. Belirsizlikten hıza, güvensizlikten korkuya, riskten endişeye, her alanda, küreselleşme tartışmasının kullandığı kavramlar yaşanan gerçeklikler olarak önümüze geliyor.
Küreselleşme Par Excellence
Belki de ilk defa, küreselleşen bir dünyada yaşadığımız ve bu dünyanın nasıl bir dünya olabileceği gerçeğiyle karşı karşıyayız. Koronavirüsü küresel bir salgın; hızla yayılan ve büyük bir yaşamsal risk içeren bir salgın; göremiyoruz, hissedemiyoruz, ama virüs şimdiden 1 milyona yakın kişiye bulaşmış durumda. Yarın bize bulaşmayacağını bilmiyoruz, yaşamsal güvensizlik, korku ve endişe içindeyiz.
Girişte anlattığım küreselleşme sürecinin tüm özelliklerini yaşıyor ve hissediyoruz. Bu çerçevede, yaşadığımız dünyanın korona pandemisiyle tam anlamıyla küreselleşen bir dünyaya dönüştüğünü düşünüyorum: Küreselleşme par excellence…
Bu anlamda, koronavirüs bizlere, hepimize, neoliberal liderlere bile, küresel salgına küresel yanıtlar vermek gerekliliğini öğretiyor. Küresel yönetişim; yerel-ulusal-bölgesel-küresel etkileşim ağı içinde, birey-sivil toplum-ulusal devlet-bölgesel-küresel kurumlar arasındaki işbirliği temelinde ortaya çıkan bir yönetim tarzı anlamına geliyor. Koronavirüsüne, bireysel yaşamdan ulusal, bölgesel ve küresel kurumlara uzanan geniş bir alanda, bilim temelinde, işbirliği ve birlikte çalışma yoluyla çözüm bulunmasını istiyoruz. İdeolojiye değil bilime inanıyoruz; bilim bize güvence veriyor.
Küresel sorunlara küresel-yerel (küyerel) çözümler bulma temelinde, küreselleşen dünyanın ne olduğunu, daha doğrusu ne olması gerektiğini ilk defa bu kadar yalın yaşıyoruz. Koronavirüsü küresel işbirliğinin ne kadar önemli ve yaşamsal olduğu gerçeğini çok sert bir biçimde hepimizin yüzüne vurdu.
Neoliberal Kapitalizm Hegemonyasını Sürdürebilecek mi?
İkinci soru, koronavirüsü pandemisi içinde küresel ekonomi bugünkü yapısıyla devam edecek mi, diğer bir deyişle neoliberal kapitalizm hegemonyasını sürdürebilecek mi? Bugün, sağlıkla birlikte en riskli alan ekonomi, en korkulan soru “korona pandemisinin ekonomiye verdiği zarar”. Ulusal ve küresel düzeyde, sağlık-ekonomi ilişkisinin neoliberal kapitalizmin kurguladığı biçimiyle sürdürülebilir olmadığını bugün koranvirüsün yarattığı pandemik ortamda görüyoruz. Küresel ekonomi büyük bir krize girmenin eşiğinde. Durgunluk, işsizlik gibi riskler giderek artıyor. Pandemi ne kadar devam ederse ekonominin ulusal ve küresel ölçekte krize girme olasılığı o kadar hızlı artıyor.
Trump’lı Amerika, korona pandemisi karşışında geç yanıt verenler arasında oldu ve bundan büyük zarar gördü. Yuval Noah Harari’nin vurguladığı gibi, Trump’ın hatalarıyla, hem Amerika bu alandaki küresel liderlik konumunu kaybetmiş oldu ve liderliğin gerekli olduğu bir dönemde büyük güven kaybetti; hem de Trump ülkesinde çok kötü bir liderlik sergileyerek Amerikan halkını büyük bir riske atmış oldu. Belki bu hataların sonucunda da, bu senenin Kasım ayında yapılacak Başkanlık Seçimini kazanma şansına da büyük bir darbe vurmuş oldu.
Benzer bir durum İngiltere’de Başbakan Johnson ile de yaşandı. Pandemiyi tam anlamıyla ciddiye almayan yönetim, halkını büyük bir riske attı. Korona pandemisinin bugün bu iki neoliberal yöneticiyi hızla radikal önlemler almaya zorladığını görüyoruz.
Amerika ve İngiltere örneklerinde gördüğümüz gibi, neoliberal kapitalizm hiç istemeyeceği ekonomik kararları alıyor: işsizlikten ev kiralarına kadar geniş bir yelpazede, Keynesyan sosyal devlet diyebileceğimiz bir yönetim anlayışı sergilenerek, radikal önlemler alınıyor.
2008 küresel ekonomik krizinde, bu krizin ortaya çıkış nedeni olan neoliberal kapitalizm bitebilir önerisi ortaya atılmıştı. Ancak geçen süre içinde, neoliberalizmin hegemonyasını sürdürme olanağını bulduğunu gördük. Neoliberalizm bunu “liderler dönemi” ve “demokrasiden rekabetçi otoritaryanizme geçiş” mantığı içinde yaptı.
2008’den çok daha güçlü bir kriz sürecini yaratmış olan koronavirüs pandemisinin neoliberal kapitalizme etkisi çok daha sistem değiştirici nitelikte olabilir. Küreselleşen dünyada neoliberal küresel ekonomiden sosyal devlet-temelli ve adil küreselleşmeye doğru bir geçişi de yaşayabiliriz.
Güçlü Liderler Dönemi: Tamam mı, Devam mı?
Üçüncü soru, koronalı küreselleşen dünyada güçlü liderler dönemi devam edecek mi? Son yıllarda küreselleşme çalışmasının önemli bir alanını, demokrasilerin zayıflaması ve “güçlü liderlerin yükselme dönemi” diye tanımlanan yeni ve “liderliğe dayalı siyasi yönetim anlayışı” oluşturuyordu. Korona pandemisi bu eğilimi güçlendirecek mi, yoksa zayıflatacak mı?
Bu soruya net bir yanıt veremiyoruz. Bununla birlikte, Trump ve Johnson gibi liderler koronavirüsden büyük yara aldılar. Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya’da Putin sessizliği ve kapalı kapılar arkasında yönetmeyi ve halkla birlikte olmamayı tercih ettiler. Buna karşın, koronovirisün çıkış yeri olan Çin, salgına karşı mücadesinde “sert/çekiç yöntemler” uygulayarak büyük başarı elde etti. Güney Kore, Singapur, Hongkong, Tayvan, “dayanışma modeli”yle başarılı oldu. Tüm bu başarı örneklerinde, bilim, bilim insanları, kurumlar, liderlerin önüne geçtiler.
Toplum, liderlerden daha çok bilime ve kurumlara güvendi. Türkiye’de de bugüne kadar, Sağlık Bakanlığı ve bilim insanlarına güven öne geçti. Koronavirüs pandemisi, liderlerden kurumlara, güçten bilime, güç yoğunlaşmasından dayanışma ve işbirliğine geçiş sürecini başlatmış da olabilir.
Dördüncü ve son soru olarak, küreselleşen dünyanın ritmi ve hızı korona pandemisiyle yavaşlayacak mı? Bu soruya evet yanıtı verebiliriz diye düşünüyorum. Koronavirisünün pandemiye hızla dönüşmesinin bir nedeni de “hız” faktörüydü. Bir yılda 4.3 milyar kişinin uçak kullandığı, 1.3 milyar kişinin farklı araçlarla turizm alanında hareket ettiği, teknolojik gelişmelerle hızlanmış küreselleşen dünyanın ritminin yavaşlatılması gerekliliği noktasında ikazlar yapılıyordu.
Örneğin Dani Rodrik, 2008 krizinden sonra, küreselleşmenin hızının azaltılmasını, diğer bir deyişle yavaşlatılmasını öneriyordu. Korona pandemisi bu yavaşlatmayı ortaya çıkardı. Uçaktan arabaya mobilite durma noktasına geldi. Hayatın ritmi çok yavaşladı. Ekonomi durgunluk noktasında. Bu süreç, ekonomik kriz riskini arttırırken, beklenmeyen olumlu sonuç olarak küresel ısınmayı da yavaşlattı. Isınan dünya uçaklardan, arabalardan, fabrikalardan rahat bir nefes aldı. Küreselleşen dünyanın ritminin yavaşlayacağını varsayabiliriz.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.