Korona Virüsü AB’yi Dağıtabilir

ABD küresel finans sistemine likidite sağlamayıp piyasalarını açık bırakmak yerine, Smoot-Hawley vergilerini getirdiğinde rekabetçi devalüasyonlar ve gümrük vergisi artışları baş gösterdi. AB liderleri ve özellikle de Avrupa Merkez Bankası Başkanı bugün benzer bir seçimle karşı karşıya. Ya çeper ülkelere yardım için cesur adımlar atarlar ya da Euro bölgesi ve AB’nin çözülmesi pahasına bile olsa çeper elinden geldiğince kendini kurtarmaya çalışacak.

Korona Virüsü AB’yi Dağıtabilir

Avrupa Birliği; Brexit, mülteci krizi ve 2008 finans krizinden sağ çıkmış olabilir ama COVID-19 tarafından yıkılamayacağını sanmayın!

 

Krizler, iyisiyle kötüsüyle olağan dışı siyaset için fırsatlar yaratır. Euro bölgesi Merkez Bankası Başkanı Christine Lagarde ve diğer Avrupalı liderlerin devam eden küresel salgının (pandemi) sırf siyasal veya mali değil halk sağlığı krizi olması nedeniyle farklı olduğunu düşünmeleri akılsızca olur.

 

Pandemi; can kaybı ve halk sağlığı maliyetlerinin yanında 2008 finansal krizini çok rahat geçebilecek ölçekte bir ekonomik şok etkisi yarattı.  “Büyük Ekonomik Durgunluk”, ABD ve Avrupa ekonomilerinde yankılanan finansal bir şoktan kaynaklanmıştı fakat bugün tüm dünya, ekonomik sektörlerin hepsinin dahil olduğu büyük bir çöküşle karşı karşıya.

 

Sosyal mesafelenme (teması azaltma)” her anlamda herkes için daha az ekonomik etkinlik demek. Önümüzdeki haftalar ve belki de aylar boyunca insanlar daha az çalışacak, daha az yatırım yapacak ve daha az harcayacak. Devlet yetkililerinden ekonomik istikrarı sağlamaya yönelik net adımlar atılmazsa mali bilançolar kaçınılmaz olarak zarar görecek ve normalde kârlı olan işletmeler düşüş yaşayacak.

 

Amerika Birleşik Devletleri’nde Fed (Merkez Bankası), Başkan Donald Trump’ın çok yavaş ilerlemekle suçladığı bir nicel rahatlatma programı uyguluyor. Birleşik Krallık’ta ise İngiltere Bankası faiz indirimine giderken, hükümet de 30 milyar pound’luk büyük bir mali gevşeme paketi açıkladı.

 

Bunlara kıyasla AB’nin tepkisi acınacak derecede zayıf oldu. Lagarde’ın geçen haftaki açıklamasına göre, “para piyasalarında hiçbir somut daralma işareti veya likidite sıkıntısı yok” ve gelişmelere verilecek tüm karşılıklar temelde mali ve dolayısıyla da ulusal düzeyde kalmalı.

 

Bu bir sorumsuzluk örneği. Pandeminin en kötü etkilediği ülkeler (İtalya, İspanya ve Fransa) aynı zamanda, Avrupa Komisyonu’nun cuma günü yayınladığı mali rahatlama ve devlet yardımı kurallarından bağımsız olarak, en az mali hareket alanına sahip ülkeler.

 

Mevcut krize girerken İtalya’nın borç/GSYH oranı yüzde 134’tü. İspanya ve Fransa’nın ise yüzde 100’e yakındı. Tahvillerindeki alım-satım marjının fırlamasıyla birlikte dişe dokunur bir mali uyarma artık söz konusu bile değil. Yunanistan görece daha az korona virüsü vakası yaşamış olabilir ama 10 yıllık tahvillerindeki alım-satım marjı geçen hafta 50 baz puandan fazla yükseldi. Alman Maliye Bakanı Olaf Scholz’un dediği gibi, “Almanya’ya bel bağlamak” yeterli olmayacak, çünkü piyasaların şimdi tekrar güven kazanması için gerçek ve makroekonomik anlamda kayda değer bir güce ihtiyacı var.

 

Lagarde’ın Avrupa Merkez Bankası’nın (AMB) Euro bölgesinin çeperinde artan tahvil alım-satım marjına karşı “ilk müdahale hattında” olmaması gerektiği yönündeki iddiası hakkında ne düşünürseniz düşünün; AMB tarafından piyasalara güçlü bir önleyici likidite akışı sağlanması finans sektöründe kademeli biriken paniği durdurup, salgının nominal harcama üzerindeki etkisini hafifletmenin tek yolu.

 

Daha da kötüsü, Lagarde zamanın siyasetini de oldukça yanlış okuyor. Brexit müzakerelerinin keşmekeşinden sonra Avrupalıların AB’den ayrılma isteğinin bir şekilde tedavi edildiği yaygın bir kanaat hâline geldi. Bu kanaat birkaç hafta öncesine kadar doğru olsa bile, bugünün olağan dışı şartlarında garanti değil.

 

Salgının gerçek insani maliyeti (sadece İtalya’da 1.000’den fazla insan öldü) halkın kaygıları ve Avrupa kurumlarının kendilerine yardım etmediği yönündeki (haklı veya haksız) hisleri ile birleşince güçlü bir merkezkaç kuvvetini kolayca artırabilir. Bu durum özellikle İtalyanların ekonomik rahatlamanın mümkün olan tek yolunun para birimlerinin devalüasyonu olduğu sonucuna varması durumunda daha da gerçeklik kazanacak.

 

İtalya’nın yakın zamana kadar AB’nin dayattığı kemer sıkma politikalarını reddetme etrafında kurulan popülist bir koalisyonca yönetildiğini hatırlayın. Fransa’daki kamuoyu anketlerinde Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 2022’de yeniden seçilmesi aşırı sağcı lider Merine Le Pen’e bağlı görünüyor. İspanya’da bile aşırı sağ, Kasım 2019 parlamento seçimlerinde ciddi kazanımlar elde etti. Varşova, Budapeşte ve Prag’daki hükümetler zaten AB’ye çok az sempati besliyor. Hangi anlamda olursa olsun dizginleri kendi ellerine almanın siyasi kazanımlar getireceği sonucuna varırlarsa bunu yaparlar.

 

1929’daki Büyük Buhran’dan çıkarılacak bir ders varsa, o da uluslararası liderlerin başarısızlığının ulusal hükümetlerin yıkıcı ve uzlaşmaz davranışlarının önünü açtığıdır. ABD küresel finans sistemine likidite sağlamayıp piyasalarını açık bırakmak yerine, Smoot-Hawley vergilerini getirdiğinde rekabetçi devalüasyonlar ve gümrük vergisi artışları baş gösterdi.

 

AB liderleri ve özellikle de Avrupa Merkez Bankası Başkanı bugün benzer bir seçimle karşı karşıya. Ya çeper ülkelere yardım için cesur adımlar atarlar ya da Euro bölgesi ve AB’nin çözülmesi pahasına bile olsa çeper elinden geldiğince kendini kurtarmaya çalışacak.

 

Bu yazı 16 Mart 2020 tarihinde politico.eu sitesinde yayınlanmış olup Mustafa Kaymaz tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orjinal linki için burayı tıklayınız.

 

En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.