Koronanın Söyledikleri
Korona dahil bütün virüsler sonuçtur. Veba da, ebola da, sars da, aids de doğa ile insan arasındaki gramerin bozulması, karşılıklı kurulan dilin iflası demektir. Bir denge yitimidir virüs, bir ölçü tahribatı, bir kötüye gidiş semptomu…
- İSMET EMRE
- 24 Mart 2020

Tuhaf zamanlardan geçiyoruz. Başlangıç ile bitişin iç içe geçtiği, başlangıcın kendini dev bir hamle ile sona attığı, sonun büyük bir çatırtıyla yere düştüğü çelişik, ironik, toz duman süreçlerden… Sanki büyük patlama öncesi mikroskobik kütle olan evren, binlerce yıllık genişlemesi ardından yeniden özüne dönmüş gibi. Sanki gelecek, geçmişin gerisine çekilerek şimdiyi sessizce patlatmış gibi.
Varoluş alanını küçüğün kapladığı, küçüğün yasalarının egemen olduğu, küçüğün büyüğe söz geçirdiği, küçüğün büyüğü kendi alanına dahil ettiği bir süreç bu. Film geriye sarıyormuşçasına tarih kendini geri çekiyor. Olgunlaşan meyve çiçeğe, çiçek tomurcuğa, tomurcuk sivilce büyüklüğündeki yumağa, yumak yaprağa, yaprak dala, dal gövdeye dönüşüyor, gövde kendiliğinden tohum olup etrafına kalın bir duvar örerek soluğunu kesiyor, pür dikkat beklemeye başlıyor.
Bütünden ayrılıp parçaya dönüşen, omurgasından kopup uzağa düşen ne varsa aslına rücu ediyor ve ortadan kalkan sınırlar yeniden belirginleşiyor. Bir virüs, tek başına devasa bir varoluş alanına hükmediyor; zaman, saniyenin emrine girerek kendini büzüştürüyor, küçültüyor. Başlangıçtan beri insanoğlunun özene bezene biriktirdiği, göğe yükselttiği ne varsa hepsi başlangıca ait bir küçüklük tarafından, makrolaştırılan her şey gözle görülmeyecek küçüklükteki bir mikro tarafından emiliyor, soğuruluyor, yutuluyor. “Mikroplar” “makroplara” haddini bildiriyor!
“Mikro”nun Geri Dönüşü
Devasa bir evrenin küçük bir kara delikten geçişi gibi şu sıralar hayat. Bütün büyükler küçüklere çarpıyor. Minörün merhametine sığınmış majörler, virüslerden medet uman şarjörler çağı. Silahlar sustu, ateşler söndü. Şimdi sessizliğin derin yankısı suretinde geliyor ölüm; şimdi namlunun ucundan alazlanıp uzamı talan ederek yürümüyor ateş; içeriden, ciğerlerden başlayarak boğazı talan ediyor, nefesi öylece kilitliyor ölüm.
Bütün büyükler eğilerek küçüklere yüz hizasından bakıyor. Büyükler kendi köşesine çekilirken, küçükler alanları doldurup ölüm tamtamları eşliğinde “mikro”nun geri dönüşünün şenlik ateşini yakıyor. Devasa üretimlerin küçük bir mikrop karşısındaki ani geri çekilişi ve korkuyla tir tir titreyerek kuyruğunu büzüşü, kendi sınırlarına çekilişi bütün bu olup bitenler. Görünür olanın görünmez karşısındaki acziyeti, büyük olanın küçük karşısındaki mağlubiyeti, mahcubiyeti… Küçük olanın büyüğe beslediği hıncın ansızın patlaması, küçük olanın metastaz yaparak büyük olanı alandan çekip alması, büzüştürmesi, kendi sınırlarına çekilmek zorunda bırakışı… Küçükler büyükleri kovalıyor, geçmiş geleceği köşesine sıkıştırıyor, göçmenler mukimleri şehirlerine hapsediyor sanki.
Ulusal tel örgüleri unutuldu, şehir etraflarına, mahalle başlarına bile değil hatta, evlerin odaları arasına yeni hatlar döşeniyor. Parçanın bütüne, fraktalin tamlığa meydan okuması, onun kurduğu hiçbir paradigmayı tanımayarak, onun belirlediği hiçbir mücadele alanını kabul etmeyerek, onu kendi sınırlarına çekmesi, ona kendi dilini öğretmesi, haddini bildirmesi bir bakıma da. Belki de kendinin bu kadar uzağına düşen; kendine, kendi sesine, bedenine, görüntüsüne, ruhuna yabancılaşmış bir dünyayı ancak böylesi bir güç kendine getirebilirdi. Belki de “her şerde bir hayır olduğu” gerçeğinin somut karşılığı bu virüs. Belki de dijital dünyanın kural tanımaz koşusunun ayağına takılan küçük bir çakıl taşı Korona. Ve ne kadar büyükseniz o kadar hızlı kapaklanırsınız ve ne kadar hızlı koşuyorsanız o kertede şiddetle çarparsınız yere.
Trajedi ve Koronanın Ontolojisi
Gövdesinin altında kalan ruhun çektiği azaptan, ayakları yerden kesilmişçesine kibre bulanan bir iç dünyanın mini minnacık bir taşla yere savrulmasından daha trajik ne olabilir? Yaşadığımız budur. Ve yere düşen gövde bulanık suda ansızın kana bulanmış yüzünü görür, ne zamandır başkalarına bakmaktan unuttuğu paramparça, kan kokan yüzünü ve yere düşen aşınan ayaklarını, artık gövdeyi taşıyamayacak kadar yorgun, hırpalanmış, sefil ayaklarını ve yere düşen geçmişini görür ne vakittir aklını yitirerek bir canavara dönüştürdüğü kanlı ellerini onun. Her kaza, her felâket bir tahatturu getirir beraberinde ve felâkete koşan için ayağı takılıp düşmek –velev ki tenezzül edilmeyecek mini minnacık bir tümsek olsun- ucuna fatura iliştirilmiş bir kurtuluş olarak düşünülemez mi?
Kuşkusuz, varılan noktada, koronanın ontolojisi, küçük görülenin, horlananın, aşağılananın, büyük görülene, büyük olana, kibirliye yönelik bir saldırısıdır. Bilinçli, stratejik ve vahşi kapitalist dünyanın çok uluslu şirketleri eliyle gerçekleştirdiği bir biyolojik saldırı biçiminden düşünülse de bilinçsiz, rastgele ve tamamen üretimin metastazı olarak ortaya çıktığı varsayılsa da korku salma gücü nükleer silahlardan çok daha yoğun olan koronanın insanlara da, insanlığa da verdiği bir mesaj var: Artık yeter! Dünya yoruldu, beden yoruldu, ruh yoruldu, inançlar, ahlaklar, estetikler, kültürler, medeniyetler yoruldu ve her şeyin ve hepsinin bağışıklık sistemi çöktü. Hastalık biraz da bağışıklık sisteminin çökmesi, ölüm biraz da bağışıklık sisteminin büsbütün iflas etmesi değil mi? İçeriğin rafa kaldırıldığı bütün biçimlerin bağışıklık sistemi çöker ki; dijitalizm, içeriğinden özenle ayıklanmış biçimler galerisinden, ruhu alınmış metalar müzesinden başka nedir?
Bütün Virüsler Sonuçtur
Korona dahil bütün virüsler sonuçtur. Veba da, ebola da, sars da, aids de doğa ile insan arasındaki gramerin bozulması, karşılıklı kurulan dilin iflası demektir. Bir denge yitimidir virüs, bir ölçü tahribatı, bir kötüye gidiş semptomu… 19. yüzyıl boyunca materyalizm, gözle görmediğim şeye inanmam diyordu. Melekler de yok, cinler de yok, Tanrı da yok diyordu. Atom parçalandı, atom altı parçacıklar küçük bir hatırlatmada bulundu insanlığa. O hatırlayış fakat çok ciddi faturalara dönüştü sonra. Albert Einstein’ın, Alfred Nobel’in ruhunu sızlatacak düzeyde bombalar imal edildi hidrojenden. Şimdiyse yine küçük şeyler dizayn ediyor büyük şeyleri. Virüsler ferman dinlemiyor. Üstelik son derece adil… Zengin de dinlemiyor yoksul da, Asya da dinlemiyor Amerika da, Türk de dinlemiyor Çin veya İngiliz de, okumuş da dinlemiyor ümmi de -yangın çıktı ya bir kez, evin içindeki herkese ulaştırıyor dumanını-, iyi de dinlemiyor kötü de… Dijitalite çünkü hepsinin bağışıklık sistemini çökertti. Virüs bulaşmayan kavramın, virüs almayan cümlenin, virüs girmeyen iç dünyanın kalmadığı bir dünyada zengin ne kadar zengin, yoksul ne kadar yoksul, iyi ne kadar iyi, kötü ne kadar kötüdür ki? Bir temizlik yapıyor virüs. Yapıştığı kavramlara, gramerlere, iç dünyalara, oluşlara yeniden sınır çizerek bir öze dönme hareketi ihsas ettiriyor. Bunu sessizce yapıyor üstelik. Ölüm gibi görünmeden, usulca yaklaşıyor, alıyor ve gidiyor.
Hatırlanan Unutulmuşlar
Canavarca, vahşice talan edilen coğrafyaların ahvahlarına takılmış bir kıvılcımdan da çıkmış olabilir bu virüs, böbürlenme kahkahasının tınısına yerleşmiş metalik paslanmanın yongasından düşmüş de olabilir. Küçüğün, küçük olanın, mikronun aşağılama ve tiksintiyle “mikrop” olarak adlandırılmasına yönelik bir isyan da olabilir bu virüs, dijital dünyanın ürettiği yazılımların kendiliğinden ortaya çıkardığı aykırı bir bozulma da… Artık ne vakittir unutulan “yukarı”nın aşağıya yönelik bir hatırlatması, tehdidi de olabilir bu virüs, “aşağı”nın, bütün aşağılanmışlar adına ayaklanması da olabilir. Bunlardan biri, birkaçı veya hepsi, fark etmez ama cümlelerinin arasına yerleştirdiği bir gölge mesaj var her durumda: Aynanızı düşürdünüz baylar, evlerinize, ne vakittir unuttuğunuz yüzlere bakma vakti. İç seslerinizi kaybettiniz baylar, köşenize, biraz da kendinize kurun cümlelerinizi. Terk ettiğiniz diyarları unuttunuz baylar, tahayyülen de olsa memleketlerinize. Geride bıraktığınız bir dünya vardı, tarihinizi unuttunuz baylar, haydi, geçmişinize. Biraz fazlaca canavarlaştınız baylar, insanlığınıza, lütfen.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

İSMET EMRE
