Küçük Dertler, Büyük Meseleler
Bu ülkede azıcık farklı bir alışkanlığınız, merâkınız varsa, bundan dolayı ya çâresiz bırakılırsınız yahut perişân edilirsiniz. Tıpkı mecburî ideolojik yüklemlerin siyasal hayatı yönlendirmesi gibi, gündelik hayatı da yoksun bırakma, olmadı sosyal ve ekonomik zorlama pratikleri belirliyor.
1987 ya da 88 yılı olmalı; tam hatırlamıyorum, günde 4 paket Uzun Samsun sigarası içiyordum. Bu aşağı yukarı uyanık kaldığım zamanlarda ağzımda sürekli sigara var demekti. Bir müddet sonra, zorlandığımı ve sağlığımın iyiye gitmediğini farkettim. Rasyonel bir kararla sigarayı bıraktım* ve pipoya başladım. O vakitler, mahalledeki bakkalda bile, Türk Pipo Tütünü ve Yayladağ bulmak mümkündü. Çok kaliteli sayılmazlardı ancak “içilebilir” özellikteydiler. 90’ların ortasından itibaren bu “lüks” elimizden alındı; artık kolayca bulunabilme ihtimâlleri azalmaya başladı. Tekel, düzenli olmamakla birlikte yabancı markalar getirdi. Bu iktidar “kendi” özelleştirmelerini yaptığından beri ne yerli ne yabancı tütün bulabilmek mümkün değil. Ya yurtdışına giden bir tanıdığa ricacı olunacak ya da sahiciliği kuşkulu olmakla birlikte sayıları giderek artan tütün dükkânlarından fahiş fiyata satın alınacak.
Tabiatıyla, bu durum sadece tütün ürünleri için geçerli değil. Tekel’in ürettiği ve tazakkuma yarıyacak sağlığa fevkâlâde zararlı diğer müskirâtta da büyük kayıplar yaşandı. Geçen de büyük bir markette, “yerli ve millî” bir sigara var mı diye sordum; kasiyer hanım kızımız, biri İngiliz diğeri Amerikan iki markayı zikretti. Tasarımı, kurucu unsurları hepsi yabancı, fakat kendisi “özyerli ve özmillî” araba TOGG da markette bu cihetle yer alacak. Erdoğan, Tarım Kredi Kooperatifleri mağazalarının kâr etme amaçlı olmadığını ve satılan ürünlerin fiyatlarının indirilmesi gerektiğini söylediğinde (ki her emekli gibi düzenli market ve fiyat kontrolü yaptığımdan biliyorum, bu mağazalarda bakliyat dışında satılan ürünlerin hemen hepsi orta ölçekli diğer mağazalardan her zaman daha pahalı, üstelik zam trafiğinde diğerlerinden daha hızlılar, nitekim o konuşmadan sonra bile zam yapmaya devam ettiler) acı acı gülümsedim. Korkarım, TOGG da Erdoğan şikâyet etmesine rağmen benzer vasıtalardan daha pahalı olacak.**
Korkmayın, hemen bir Sümerbank nostaljisine dümen kıracak değilim. Orta ölçekli bir KİT’in bile, bulunduğu mahalde, bir sinema salonu, kütüphane, yüzme havuzu ve spor sahalarıyla dar da olsa bir zümre için sosyal imkânlar yarattığından da söz edecek değilim. Sayıları ve çeşitleri artmasına ve yaldızları bol olmasına rağmen, okulların, otomobillerin, evlerin, hastahanelerin, mağazaların “normal” insanlar için giderek iktisâdi nedenlerle ulaşılamaz hâle gelişinden, verdikleri hizmetin, ürettikleri ürününün kalitesizliğinden de şikâyet ediyor değilim.
Bu toplumun bir yığın meselesi var; hepsi birbirinden daha büyük ve önemli. Siyasî ve sosyal enerjinin azamisi buraya aktarılıyor kaçınılmaz olarak. Gelgelelim, bu büyük meselelerden kendilerine bir türlü sıra gelemeyen “küçük dertler” de var -bu dertlerin toplumun büyük bir kısmının umrunda bile olmadığı da açık. Fakat bunlara dair bir fikrimizin olmaması, o büyük meselelerin nasıl anlaşılabileceği konusunda da engeller yaratıyor. Başkalarının “küçük dertlerine” kayıdsız kalmak, nerdeyse millî hasletimiz. “Büyük konuşma”, gerçek, gündelik, somut konuşmanın sesini bastırıyor.
Her yaz, her apartmanın bir dairesi, evinde bir tamirata ve tadilata gidiyor ve darbeli matkap senfonisine kurban ediliyoruz. “Kentsel dönüşüm”, inşaatın kendisini değil, süreci de kutsallaştırdı. Bizim mahallede yapılması 3 yıl süren apartmanlar var. Ne zaman sınırlaması ne gürültü ve çevre kontrolü var tabiatıyla. Köpek sahibi olanlar, köpeklerinin havlayarak başkalarını rahatsız ettiklerini düşünmek bile istemiyorlar. Yüksek volümlü müziğin yahut evde karate idmanlarının bazı insanlara iyi gelmediği açık. Bütün gün evde beklenen “usta” ve “kargo görevlisi” hayatımızın bence son dönemdeki en gözde elemanları. Bir banka ya da dijital bir platformda, telefonla başlattığınız servisi, telefonla sonlandırmanız mümkün değil. Her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının, kendisini devlete karşı küçük ve değersiz hissettiği binlerce tecrübe derinleşerek artıyor.
Zengin ya da yoksul, gelişmiş ya da gelişmemiş, doğulu ya da batılı, demokratik ya da otoriteryan her toplumun işlemesini sağlıyan “sivil kodlar” vardır; bunların bir kısmı işe yaramaz ve zaten, ihlâl edilmek üzere bulunurlar. Her türden farklılık, sözgelimi, önemsiz addedilir fakat herkes bilir ki her farklılık kendi sonucunu öyle ya da böyle yaratacaktır. Ancak büyük bir kısmı, işlevseldir -sosyal mesafeyi ayarlarlar, insan olmaklığı hatırlatırlar, değer vermeyi, dinlemeyi ve yakınlık kurmayı kolaylaştırırlar ama aynı zamanda ayrı kalmaya da izin verirler.
“Ötekini düşünmek”- bu türden bir sivil koddur, bunu eğer bir siyasal iktidar yapmıyorsa, yurttaşını düşünmüyor demektir; vergisini alarak sağlıyabileceği bir hizmeti, sahip olduğu ideolojik ve kültürel öncüller nedeniyle sunmuyorsa, sözgelimi, pipo tütünü, başka şeyleri de doğru dürüst yapmıyor demektir. Yapmıyor zaten. Market poşetine savaş açmayı anladım, ama bunu yapan insan dağa taşa beton dikiyorsa, bunu da ısrarla sürdürüyorsa, bence sağlıktan ve çevreden bahsetmeyi bırakmalı.
Bu sivil kod, yurttaşlık bilinci ve pratiklerini zengin kılar, ötekini düşünmeyi ve anlamayı gündemde tutar. Türkiye’deki siyasal çözülmenin büyük oranda devletle ve siyasal iktidarın tutumuyla ilgili olduğu açık. Bunu tartışmak bile gereksiz. Ancak toplum da, kendisini devlete karşı savunmayı mümkün kılacak sivil kodlara duyarsız davrandığında, “az ve farklı”nın buradalığını görmezlikten geldiğinde, kendisini giderek kuşatan baskıcı mekanizmanın parçası hâline geliyor olacaktır. Toplumun, kendisini yutan büyük bir kötülüğe karşı çıkmamasının, çıkamamasının nedeni, kendisinin zaten bir suç ortağı olduğunu bilmesinde yatar. Küçük dertler yerine büyük meseleleri konuşmaya yatkın oluşumuz bunun ifadesidir bir bakıma.
_______________
*Kamu spotu: Sigara ve tütün ürünleri sağlığa zararlıdır. Bir sürü istenmedik neticeye yol açabilir. Kanser, meselâ bunlardan bir tanesidir fakat etrafımızda kansorejen bir yığın başka nesne bulunmakla birlikte, ne hikmetse en büyük savaş tütüne karşı verilir. Silahlanma yarışı bir amok koşusuna dönüşür ve biz, bu kadar para başka bir yere harcansa (diyelim otoyollara ve havalimanlarına-ironi) diye düşünmekten men ediliriz. Taşıma araçları her yıl binlerce insanın ölümüne yol açar ama arabalara karşı bir seferberlik maalesef başlatamayız.
**Bu araba üretimi de başlı başına bir merak konusu. Sağcı ve popülist bir iktidarın, Yugo, Dacia, yahut Lada gibi kitlesel bir araba tahayyül etmemesi, kendisine oy veren insanların kısmî azamîsinin muhtemelen yanından bile geçemeyeceği bir standardı kovalaması, tek kelimeyle, “manidâr”. Evet, maalesef hâlâ KİT’i, yerli tütünü ve Yugo’yu savunuyorum.