Kültürel Çalışmalar Medresesi!
Bir Ortaçağ kurumu olan üniversitenin modern amaçlar için kullanılabilmiş olması gibi, medrese de çağdaş, güncel amaçlar için pekâlâ kullanılabilir. Deha merkezli modern yaratma, bir yoktan var etme olmaktan çok, daha önce bir araya gelmesi düşünülmemiş olanları bir araya getirme faaliyetidir de.
Bu yazıyı Perspektif’te son iki haftada yazdığım “Toplumun Poetikası” ve “Sözel Kalkınma” yazılarının bir devamı olarak yazıyorum. Bu nedenle bu yazıyı okumaya başlamadan önce bahsi geçen iki yazıya en azından bir göz atmak meramımı anlamak için kolaylık sağlayacaktır. Bu üçüncü yazı bir anlamda ilk iki yazıda ortaya koymaya çalıştığım teorik ve tarihsel sorunlar ağına karşı pratik, mütevazı bir kurumsal yapılanma önerisi olarak da okunabilir.
Ülkemizin okuryazar kamusunun içindeki pek çok insan bu yazının başlığını tuhaf karşılamıştır büyük ihtimalle. Hatta sırf bu nedenle yazıyı okumamayı tercih etmiş bile olabilirler. Ancak biraz sabrederlerse, bu başlığın aslında hiç de mantıksız olmadığı konusunda bana hak vereceklerine eminim. Başlıktaki ünlem sadece benim yazacaklarımla yaygın kanaatler arasındaki farkın bilinciyle kondu. Yazının sonunda okurlar bu ünlem işaretini zihinlerinde kaldırabilirler.
Bu başlığın muhtemel tuhaflığı, bir araya gelmesi pek uygun addedilmeyecek iki şeyin bir arada olmasından ileri geliyor. Çünkü kültürel çalışmalar en azından kurumsal olarak 1964’ten beri geçerli olan “çağdaş” bir disiplin, okul, gelenek. Medrese ise yaygın kanaate göre “skolastik” bir Ortaçağ eğitim kurumu. Dolayısıyla “çağdaş” bir disiplinle, “skolastik” bir kurumun bir arada olması hayal bile edilmez.
Ancak ben meseleye tarihsel bir perspektiften bakmaya ve işlerinde hiç de bizim genelde sandığımız gibi olmadığını göstermeye çalışacağım. Öncelikle bir soruyla başlamak istiyorum: Neden cultural studies de örneğin culturology ya da cultural sciences değil? Bu alandan haberdar olan, hatta bu alanda çalışanlar bunun nedenini hiç düşünmüş müdür acaba? Çünkü kültürel çalışmalar, örneğin sosyoloji, antropoloji, psikoloji gibi modern fiziğe öykünerek gelişmiş bilimsel bir disiplin değil. Bence daha çok en azından Rönesans hümanizminden beri gelişmekte olan human(istic) studies’in çağdaş bir versiyonu.
İnsan ve Toplum Üzerine Düşünme Geleneği
Bu noktada tarihsel olarak insan ve toplum üzerine gelişmiş üç temel alanı birbirinden ayırt etmek gerekir. Bunların ilki felsefedir. Antik Yunan’dan, mesela Socrates’ten beri insan ve toplum üzerine düşünme geleneği mevcuttur. Ama bu konulardaki her düşünüm sosyal bilim değildir. İkinci büyük gelenek biraz önce belirttiğim gibi human(istic) studies’dir. Bu da bir sosyal bilim değildir. İnsan ve toplum üzerine düşünmenin, hatta o malzemeyi modern anlamda inşa etmenin kurumsal, disipliner adıdır. Beşerî çalışmalar Avrupa’da Rönesans’tan beri gelişen poetik kamusal alan içinde insanın ve toplumun kalitesini artıran bütün üretim ve düşünüm alanlarını ve bunların kurumlarını kapsayan bir gelenektir. Matbaa, Kuzey İtalya’da tekrar kurulan Platonik Akademiler, bütün plastik/poetik/estetik üretim alanları, bunların akademileri, tiyatro ve müzik, edebiyat cumhuriyeti, yani edebi kamu vb. bunun içindedir. Üçüncü önemli çizgi olan sosyal bilimler ise malzemeye dair birikimini beşerî çalışmalardan edinmiş ama yöntemsel araç parkını modern fizikten devşirmiş en modern gelenektir. Bu anlamda modern sosyal bilimin birkaç yüzyıllık bir geçmişi söz konusudur sadece.
Okurları tarihsel ayrıntılarla fazla sıkmak istemiyorum ama bence beşerî çalışmalar ile sosyal bilim arasındaki en önemli fark şudur: Sosyal bilimler insanın ve toplumun olduğu halin analizini yaparlar. Beşerî çalışmalar ise insan ve toplumu inşa etmek ve sonra da olanın kalitesini yükseltmek için çalışırlar. Yani beşerî çalışmalar tıpkı hümanizm gibi öncelikle insan ve toplum üzerine çalışmaktır. Bu anlamda “hümanist”, insanları seven biri olmaktan çok insan üzerine çalışan biridir. Bu onun ayrıca insanları sevmesini engellemez elbette ama konunun insan sevmekle veya sevmemekle bir ilgisi yoktur. Bu tıpkı “oryantalist”e benzer. Çünkü “oryantalist” öncelikle doğu üzerine çalışan kişidir.
Gelelim medrese meselesine. Ülkemizin özellikle sol, seküler okuryazar kamusunda “medrese”nin neredeyse bir küfür, hakaret olarak kullanıldığı aşikârdır. Bunun temel nedeni medresenin skolastik/teolojik bir eğitim kurumu olması ve geçmişi, yani modern öncesini temsil etmesidir. Medrese elbette skolastik/teolojik bir eğitim kurumudur. Ancak örneğin 9’uncu, 10’uncu yüzyılda öyle olmayan hangi eğitim kurumu söz konusu idi? Ya da meseleye tam tersinden yaklaşayım. Bugün Türkiye’de medrese yok gibidir. Ancak mevcut “modern” eğitim/öğretim kurumlarının pek çoğu bir tür medrese işlevi görmektedir. Dolayısıyla meselenin tabelayla ilgisi yoktur. Asıl konu o tabelanın ardındaki kurumda tam olarak ne yapıldığıdır.
Pozitif Bilimlerin, Nakli İlimleri Nakavt Etmesi
Medresenin asıl ayırt edici yanı aslında kullandığı eğitim/öğretim yöntemlerinden kaynaklanır. Medrese ağırlıklı olarak “nakli ilimler”in eğitim/öğretim kurumudur. Belli bir geleneğin kendi kanonik yapısını oluşturup, bunu gelecek kuşaklara aktarması için belli kurumlara ihtiyaç duyması gayet doğaldır. Arap/İslam medresesi, biraz da Platonik Akademi’den etkilenerek ve o dönemin temel metinlerinin Arapçaya aktarılmış olmasından yararlanarak vücuda gelmiştir. Aslında Ortaçağ Avrupa üniversitesi de bir medresedir. Zaten bu üniversitenin temel kavram ve kurumları büyük ölçüde medresenin bir devamı şeklinde gelişmiştir. Ancak bizim okuryazarlık dünyamızda üniversite modern, medrese ise arkaik bir kurum olarak algılanmaktadır. Bugün modern üniversite olarak bildiğimiz kurum, modern bilimin, 18 ve 19’uncu yüzyıldan itibaren, Avrupa’da bir Ortaçağ kurumu olan skolastik/teolojik merkezli üniversiteyi bilfiil ele geçirmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu, bir bakıma pozitif bilimlerin, nakli ilimleri nakavt etmesidir. Burada o dönemde hızla yükselen modern ulus-devletlerin rolünü de göz ardı etmemek lazımdır.
Tekrar etme pahasına şunu ifade etmek zorundayım: Skolastik veya nakli ilimleri mutlaka teolojiyle bir saymamak gerekir tarihsel olarak. Skolastik olmayan bir teoloji olabileceği gibi skolastik bir modern meslek eğitimi de mümkündür. Örneğin bugün Türkiye’de imam-hatip mekteplerinde ve ilahiyat fakültelerinde yapılan eğitim/öğretim için “skolastik” demek skolastiğe hakarettir! Aynı şey bugün yine Türkiye’de pek çok solcunun Marx’ın yapıtlarıyla kurdukları ya da kuramadıkları ilişki için de tekrar edilebilir. Çünkü skolastik en azından kononun düzenli ve sürekli olarak okunması, tekrar edilmesi ve gelecek kuşaklara aktarılması demektir. Yani skolastik olmak bile bir seviyedir, çünkü alanın klasiklerini okumuş olmayı gerektirir. Bugün Türkiye’de Kur’an-ı Kerim’i en iyi bildiği dilden baştan sona en azından birkaç kere okumuş kaç İslamcı vardır? Aynı soru Marksistler ve Kapital için de tekrar edilebilir.
Yazının başlığına tekrar dönersem eğer şunu söylemek zorundayım: Temel kavramlarımızı, onların içinde geliştikleri disiplinleri, kavram ve disiplinlerimizin doğdukları kurumları yakından incelemezsek eğer hiçbir sorunumuzu çözemeyiz. Dolayısıyla modern bir medrese, kavramsal ve kurumsal olarak gayet mümkündür. Kültürel çalışmalar, beşerî çalışmalar alanının çağdaş bir versiyonu olarak Anglosaksonların liberal education, Almanların Bildung, Fransızların culture/formation générale dedikleri temel insan ve toplum kalitesi programının daha güncel bir sürümü olarak değerlendirilebilir. Hatta bu işlevi, medreseden, Platonik akademiden, nakli ilimler geleneğinden öğrenerek zenginleştirebilir. Bir Ortaçağ kurumu olan üniversitenin modern amaçlar için kullanılabilmiş olması gibi, medrese de çağdaş, güncel amaçlar için pekâlâ kullanılabilir.
Birden Mevlânâ’yı hatırladım. Üstat şöyle diyor biliyorsunuz:
Her gün bir yerden göçmek ne iyi.
Her gün bir yere konmak ne güzel.
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.
Dünle beraber gitti, cancağızım,
Ne kadar söz varsa düne ait.
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.
Deha merkezli modern yaratma, bir yoktan var etme olmaktan çok daha önce bir araya gelmesi düşünülmemiş olanları bir araya getirme faaliyetidir de. Yazı epeyce uzadı. Haftaya bu konuya devam edip, uygulamaya yönelik bazı somut öneriler getirmeye çalışacağım.