Kültürel İktidar Hamlesinde Yeni Perde: ‘Kanun Hükmü’

‘Kanun Hükmü’ belgeseli etrafında yaşananların son yıllardaki ‘kültürel iktidar’ tartışmasıyla ilişkili bir boyutu da var kuşkusuz… İktidar, istenen değişimin kendiliğinden veya sivil entelektüel faaliyetleriyle oluşmadığını görerek bizzat duruma el koydu son yıllarda. Yerli-milli tanımı, makbul vatandaşlık nosyonu burada da geçerli tabii.

Kanun Hükmü belgeselinin Antalya Film Festivali’nde “Ulusal Belgesel Yarışma” kategorisinde yer almasıyla birlikte yaşananlar, yeni bir film olmaya aday. Sadece festival kapsamındakiler değil, aslında filmin çekim aşamasından itibaren geçirdiği süreç, yakın tarihi anlatacak yakıcı bir konu niteliğinde… Sürecin kronolojisini hatırlatmakta fayda var.

 

Yönetmen Nejla Demirci, Kanun Hükmü belgeselinde KHK ile işten atılan kardeşi Yasemin Demirci ile arkadaşı Engin Karataş’ın hikâyesini anlatıyor. Süreç, filmin çekimleriyle ilgili Bodrum Kaymakamlığı’na izin için başvurulmasıyla başladı. İzin alınamadığı gibi çekimlerle ilgili gözaltılar yaşandı. Bunun üzerine Nejla Demirci, KHK ile kamu görevinden çıkarılan kişilerin sorunlarına dikkat çekmek amacıyla belgesel film yapmak istediğini ve bu süreçte sürekli engellendiğini belirterek Muğla 1. İdare Mahkemesi’ne dava açtı. Ancak mahkeme, izin talebinin reddini onayladı. Konu, Anayasa Mahkemesi’ne taşındı. 5 yıl sonra gelen kararda Anayasa Mahkemesi, belgeselin çekimlerinin engellenmesini ‘ihlal’ olarak değerlendirerek, Nejla Demirci’ye tazminat ödenmesine karar verdi. 

 

Belgeselin gündeme yeniden gelmesi ise, Antalya Film Festivali’ne dahil edilmesiyle yaşandı. Belgeselle ilgili iktidara yakın medyada yer alan haberlerin ardından festival yönetimi ‘yargı süreci devam ettiği” gerekçesiyle filmin festivalden çıkarıldığını duyurdu. Bunun üzerine 20 jüri üyesi tepki göstererek, film yeniden seçkiye alınana kadar festivalden çekildiklerini belirtti. Aynı şekilde Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması, Ulusal Belgesel Film Yarışması ve Ulusal Kısa Metraj Film Yarışması’nda yer alan filmlerin yönetmenleri ve yapımcıları da filmlerini programdan çekme kararı aldı. Bu gelişmeler karşısında festival yönetimi geri adım atarak Kanun Hükmü belgeselinin seçkiye yeniden dahil edildiğini şu açıklamayla duyurdu; “22.09.2023 tarihinde yapılan duyuru ile 60. Antalya Altın Portakal Film Festivali Ulusal Belgesel Film Yarışması seçkisinden çıkarılan ‘Kanun Hükmü’ adlı belgesel filmde yer alan kişi ile ilgili yargılama sürecinin devam etmediği tarafımızca belgelendiği için filmin yarışma seçkisine geri alınmasına karar verilmiştir.” 

 

Bu tartışmaların başından beri konuyla ilgili kamusal alanda sessizliğini sürdüren Kültür Bakanlığı ise ‘sanatın provokasyon unsuru olarak kullanılması’ saptamasını yaptığı açıklamayla festivalden çekildiğini duyurdu. Filmin festivale dahil edilmesiyle tabii yine hedef göstermeler, terör suçlamalarıyla sosyal medya nümayişleri başladı. Akşam saatlerinde ise bu kez festival direktörü Ahmet Boyacıoğlu yeni bir açıklamayla, hakkında soruşturma açıldığını, sektörün kendisini yalnız bıraktığını, terör destekçisi olarak anılmanın kabul edilmezliği gerekçesiyle filmi yeniden festival dışı bıraktıklarını duyurdu. Ardından da Antalya Büyükşehir Belediyesi festivali iptal ettiklerini açıkladı.

 

Anayasa Mahkemesi’nin Kararı

 

Anayasa Mahkemesi’nin, filmin çekimlerine izin verilmeyişini ifade özgürlüğü ihlali olarak değerlendirmesinin gerekçesi hem bakanlık hem de festival yönetiminin açıklamalarına gerekli cevabı veriyor aslında: “Nejla Demirci başvuruya konu eserini bir belgesel film olarak çekmek istenmiştir. İçinde şiddete başvurmayı cesaretlendirici ifadeler yer almayan, terör suçlarının işlenmesi tehlikesine yol açmayan, çeşitli grupların şiddete başvurmaksızın ulaşmayı düşündükleri toplumsal veya siyasal hedeflere, siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlara ilişkin görüşleri gibi düşünce açıklamaları, ideolojik ve katı olarak nitelendirilse bile terörizmin propagandası olarak kabul edilemez.

 

Dolayısıyla sağ veya sol ideolojilere, anarşist ve nihilist akımlara, toplumsal ve siyasal ortama veya sosyoekonomik dengesizliklere, etnik sorunlara, ülke nüfusundaki farklılıklara, daha fazla özgürlük talebine veya ülke yönetim biçiminin eleştirisine yönelik düşüncelerin -devlet yetkilileri veya toplumun önemli bir bölümü için rahatsız edici olsa bile- açıklanması, yayılması, aktif, sistemli ve inandırıcı bir şekilde başkalarına aşılanması, telkin ve tavsiye edilmesi ifade özgürlüğünün koruması altındadır.

 

Başvurucunun belgeselinde kullanmayı amaçladığı protesto eylemi ile açıklanmaya çalışılan ifadenin de tek başına terör örgütü propagandası olarak kabul edilmesi mümkün görünmemektedir. Devletin sanatsal ifade özgürlüğüne müdahalesinin çok sınırlı olması gerektiği kuşkusuzdur.”

 

Kültür Savaşında Yeni Perde

 

Kanun Hükmü etrafında yaşananların son yıllardaki ‘kültürel iktidar’ tartışmasıyla ilişkili bir boyutu da var kuşkusuz. Kesintisiz siyasi iktidar başarısını buruklaştıran bir alan oldu kültürel iktidar konusu… İktidar, istenen değişimin kendiliğinden veya sivil entelektüel faaliyetleriyle oluşmadığını görerek bizzat duruma el koydu son yıllarda. Akademiden medyaya, sivil toplumdan yerel yönetim etkinliklerine kadar her alanda inşa görünümlü bir dönüşüm süreci yürütülüyor. Yerli-milli tanımı, makbul vatandaşlık nosyonu burada da geçerli tabii. Alan temizlendikçe dönemin makbul girişimcilerine yeni imkânlar tanınıyor. Toplumsal yapıyı, sosyal ve kültürel olarak değiştirmek, başka bir deyişle siyasi iktidarı kültürel iktidarla taçlandırmak iktidarlar için gerekli bir durum olarak görülebilir. Ama asıl sorun bunun tam da eleştirildiği gibi tahakküm ve güçle yapılmaya çalışılması. Gazetecilerin, sanatçıların, akademisyenlerin hedef gösterilmesi, tutuklanması, konserlerin iptali, festival yasakları ve daha birçok konuyu bu kapsamda değerlendirmek mümkün. 

 

İktidar ve destekçileri, kamu kurumlarını ve gücünü kendi ideolojik düşüncelerinin ve yaşam tarzının güvencesi kılmakla yetinmek istemiyor; ötekilerin güvencesizliğinin aparatı haline getirmek istiyor. Katılmadıkları, onaylamadıkları görüşlerin, düşüncelerin kamusal alandan tamamen silinmesini, filmlere konu edilmemesini, edilse de kitlelere ulaşmamasını istiyor. Kurumlar da çoğu zaman iptal-yasak ve davalarla bu talepleri yerine getiriyor. Sosyal medyanın da elverişli bir alan sunduğu bu orantısız savaşın yeni perdesini Altın Portakal Festivali etrafında yaşadık. Tam da yapımcı Çiğdem Mater’in çekmediği bir film sebebiyle verilen 18 yıllık cezasının onandığı gün yaşandı bu durum. 12 Eylül’den 43 yıl sonra festivalin iptali ile sonuçlanan süreçte CHP’li Antalya Belediyesi’nin de özel bir yeri oldu kuşkusuz, haklarını yemeyelim! Yeniden Refah Partili Suat Kılıç’ın, “Bugünkü CHP, AK Parti iktidarı açısından olabilecek en iyi şanstır” cümlesi çok uygun düşüyor bu duruma. 

 

Sinan Çetin’in Mutlu Ol Bu Bir Emirdir kısa filmini bugünlerde yeniden izlemekte fayda var. Neyin geçici neyin kalıcı olduğunu hatırlamak için…

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.