Küresel Salgın ve Siyasal Düzen
Krizin en aciliyet gerektiren trajik aşamasını geçmişte bırakan dünya, uzun ve bunaltıcı bir angaryaya doğru ilerliyor. Nihayetinde dünya, bazı bölgelerinde diğerlerinden daha hızlı bir şekilde olmak üzere, bu durumdan çıkacaktır. Şiddetli küresel çırpınışlar ise ihtimal dahilinde değil.
Büyük krizlerin genellikle öngörülemeyen büyük sonuçları olur. Büyük Buhran, yalnızlık politikası, milliyetçilik, faşizm ve İkinci Dünya Savaşını tetikleyip hızlandırdı ancak diğer yandan Yeni Mutabakat’a (New Deal), Birleşik Devletler’in küresel bir süper güç olarak ortaya çıkmasına ve nihayetinde dekolonizasyon döneminin başlamasına yol açtı. 11 Eylül saldırıları başarısız iki Amerika müdahalesine, İran’ın ve yeni İslamcı radikalizm biçimlerinin yükselişine, neden oldu. 2008 ekonomik krizi ise küresel ölçekte düzen karşıtı popülizmde ani bir yükselişe yol açarak, mevcut liderleri yerinden etti. Gelecekte tarihçiler bugünkü coronavirüs salgınının kıyaslanabilir ölçüde kapsamlı etkilerinin izini sürecekler; zor olan bunları şimdiden anlamak.
Şu ana kadar neden bazı ülkelerin krizin üstesinden gelme konusunda diğerlerinden daha iyi olduğu zaten açık ve bu eğilimlerin devam edeceğini düşünmek için haklı sebepler var. Bu bir rejim türü meselesi değil. Bazı demokrasiler daha iyi performans göstermekteyken diğerleri bunu yapmadı ve bu otokrasiler için de geçerli. Salgına başarılı tepki vermeden sorumlu olan faktörler, devlet kapasitesi, sosyal güven ve liderlik oldu. Bu üçünü —salahiyetli bir devlet aygıtı, vatandaşların güvendiği ve dinlediği bir hükûmet ve etkili liderler — sağlayan ülkeler gördükleri zararı sınırda tutarak, etkileyici performans sergiledi. İşlevsiz devletleri, kutuplaşmış toplumu ya da zayıf liderleri olan ülkelerse kötüye giderek, vatandaşlarını ve ekonomilerini korumasız ve savunmasız bıraktı.
Yeni koronavirüsün neden olduğu COVID-19 hakkında daha fazla bilgi edindikçe, krizin çeyrek dönemlik sürelerden ziyade yıllarla ölçülecek kadar uzun süreceğe benzediği görülüyor. Bu virüs korkulandan daha az ölümcül görünse de oldukça çabuk yayılıyor ve sıklıkla asemptomatik olarak (belirti göstermeden) bulaştırılıyor. Ebola oldukça ölümcül bir hastalık ancak bu hastalığa yakalanmak zor; mağdurlar hastalığı başkasına geçiremeden hızlı bir şekilde ölüyor. COVID-19 ise tam tersi, yani insanlar bu hastalığı gerektiği kadar ciddiye almama eğiliminde ve bu nedenle hastalık dünyaya geniş ölçüde yayıldı, çok sayıda ölüme neden olarak yayılmaya devam ediyor. Ülkelerin bu hastalığa karşı zaferlerini ilan edebilecekleri bir an olmayacak; bundan ziyade ekonomiler yavaş bir şekilde ve tereddütle, müteakip enfeksiyon dalgalarının yavaşlattığı bir seyirle, açılacak. V şeklinde bir toparlanmaya dair umutlar çok iyimser görünüyor. Daha muhtemel olan yukarı doğru kavis yapan ve uzun bir kuyruğu olan bir L ya da bir seri W şeklinde bir seyir. Dünya ekonomisi, çok yakında COVID öncesi durumuna benzer herhangi bir şeye geri dönmeyecek.
Ekonomi bakımından, sürüncemeli bir kriz daha fazla batık işletme, alışveriş merkezleri, perakende zincirleri ve seyahat gibi sektörler için yıkım anlamına gelecektir. ABD ekonomisindeki pazar yoğunluğu seviyeleri onlarca yıldır istikrarlı bir biçimde artmaktadır ve salgın bu eğilimi daha da baskılayacaktır. Sadece çok parası olan büyük şirketler ile bilhassa dijital iletişimin her zaman olduğundan daha çok önem kazanması nedeniyle çok kazanan teknoloji devleri fırtınadan sağ çıkabilecektir.
Salgının siyasi sonuçları daha da önemli olabilecektir. Toplumlar sadece bir süreliğine kolektif fedakârlık kahramanlığında bulunmaya çağrılabilir, sonsuza kadar değil. Yoğun iş kayıpları, uzun süreli ekonomik durgunluk ve benzeri görülmemiş bir borç yükü ile birleşen bir salgın, kaçınılmaz olarak siyasi bir tepkiye dönüşen gerginlikler yaratacaktır—ancak bu tepkinin kime karşı olduğu henüz belli değil.
Küresel güç dağılımı, Doğu Asya durumu idare etmek hususunda Avrupa ya da Birleşik Devletler’den daha iyi performans gösterdiği için, doğuya doğru değişmeye devam edecektir. Salgının Çin kaynaklı olmasına ve Pekin’in başlangıçta bunu gizlemesine ve salgının yayılmasına izin vermesine rağmen, Çin en azından göreli anlamda bu krizden avantaj sağlayacaktır. Yaşandığı üzere, diğer hükûmetler krizde ilk başta kötü performans gösterdi ve daha aleni bir biçimde, hatta vatandaşları için daha öldürücü sonuçlara yol açacak şekilde, salgını örtbas etmeye çalıştılar. Pekin en azından kontrolü yeniden eline alabildi ve ekonomisini hızlı ve sürdürülebilir bir biçimde desteklemiş olarak sonraki safhalara geçti.
Birleşik Devletler’in ise aksine, salgına tepkisini kötü bir biçimde eline yüzüne bulaştırdığı ve prestijini önemli oranda kaybettiği görüldü. ABD’nin büyük bir devlet kapasitesi potansiyeli var ve önceki epidemiyolojik krizlerde etkileyici bir performans geçmişine sahip. Ancak hâlihazırda önemli ölçüde kutuplaşmış olan toplumu ve beceriksiz lideri devletin etkin bir biçimde işleyebilmesine engel oldu. Başkan, birlik ve beraberlikten ziyade bölünmeyi teşvik etti, yardım dağıtımını siyasallaştırdı, halk sağlığını korumaya yönelik temel kararlar alma sorumluluğunu eyalet valilerine bırakırken onlara yönelik protestoları teşvik etti ve uluslararası kurumları harekete geçirmek yerine bu kurumlara saldırdı. Tüm dünya televizyon izleyebiliyor, ve açık kılmak gerekirse, karşılaştırma yaparak, hayretler içinde, Çin’in çabuk hareket ettiğini kabul edebilir.
Gelecek yıllarda bu salgın Birleşik Devletler’in göreceli düşüşüne, liberal uluslararası düzenin süregelen erozyonuna ve tüm dünyada faşizmin yeniden güçlenmesine yol açabilir. Şüphecileri pek çok kez şaşırtmış bir sistem olan liberal demokrasinin göze çarpar bir biçimde toparlanıp yenilenerek yeniden doğmasına da yol açabilir. Her iki öngörünün unsurları da farklı yerlerde ortaya çıkabilir. Ne yazık ki, hâlihazırdaki bu yönelim dramatik bir biçimde değişmedikçe, genel tahminler iç karartıcı olacaktır.
Faşizmin Yükselişi mi?
Karamsar sonuçları tasavvur etmek kolay. Milliyetçilik, izolasyonizm, yabancı düşmanlığı ve liberal dünya düzenine yönelik saldırılar yıllardır artıyor ve bu saldırılar salgınla sadece hız kazanacak. Macaristan ve Filipinler’deki hükûmetler krizi kendilerine olağan üstü hal yetkileri vermek ve kendilerini demokrasiden daha da uzaklaştırmak için kullandılar. Çin, El Salvador ve Uganda’nın aralarında bulunduğu diğer pek çok ülke benzer tedbirler aldı. İnsanların hareketleri, Avrupa’nın kalbi de dahi olmak üzere, her yerde engellendi. Ülkeler ortak menfaatleri için yapıcı bir biçimde birlikte hareket etmekten ziyade içe döndüler, birbirleriyle tartıştılar ve kendi başarısızlıklarının suçunu siyasi olarak rakiplerine yüklediler.
Milliyetçiliğin yükselişi uluslararası çatışma olasılığını artıracaktır. Liderler yabancılarla çekişmeleri iç siyasette kullanışlı bir dikkat dağıtma aracı olarak görebilirler ya da muhaliflerin zayıflığı veya meşguliyeti onları cezbedebilir ve makbul hedeflerinin istikrarını bozmak ya da bu zeminde yeni gerçekler yaratmak için salgını avantaj olarak kullanabilirler. Yine de nükleer silahların istikrar sağlama gücü ve tüm ana aktörlerin karşı karşıya olduğu ortak zorluklar göz önünde bulundurulduğunda, uluslararası çalkantıların ortaya çıkma olasılığı iç karmaşanın ortaya çıkma olasılığından daha azdır.
Kalabalık kentleri ve zayıf halk sağlığı sistemleri ile yoksul ülkeler krizde ağır hasar alacaktır. Vatandaşların temiz suya düzenli erişimi olmadığı ülkelerde sadece sosyal mesafe değil, el yıkama gibi basit hijyen kurallarının dahi yerine getirilmesi son derece zordur. Hükûmetler ise, gerek tasarımlarıyla, gerek toplumsal gerginlikleri kışkırtarak ve sosyal uyuma zarar vererek gerekse basitçe beceriksizlikleriyle, sorunları çözmekten ziyade çok daha kötü hâle getirmektedir. Örneğin Hindistan, her bir büyük şehirde kalabalıkları oluşturan on milyonlarca göçmen işçi için ortaya çıkaracağı sonuçları düşünmeden, ülke çapında ani bir kapatma kararı vererek, kırılganlığını artırmıştır. İşçilerin pek çoğu hastalığı ülke boyunca yayarak kırsaldaki evlerine gitmiştir. Hükûmet tutumunu aksi yönde değiştirince ve seyahatleri sınırlamaya başlayınca, çok sayıda insan kendisini işsiz, barınaksız ya da bakımdan yoksun bir biçimde şehirlerde sıkışmış hâlde buldu.
İklim değişikliğinin neden olduğu yerinden edilme, Küresel Güney’de patlamak üzere olan ve ağır ilerleyen bir kriz. Salgın, gelişmekte olan ülkelerdeki büyük nüfusu asgari geçim sınırına her zaman olduğundan daha çok yaklaştıracak ve bu krizin etkisini şiddetlendirecektir. Ve bu kriz, sürdürülebilir ekonomik büyümeden yirmi yıldır faydalanmakta olan yoksul ülkelerdeki yüz milyonlarca insanın umutlarını kırmaktadır. Halkın öfkesi büyüyecektir ve cesur vatandaşların artmakta olan beklentileri için klasik reçete en nihayetinde devrimdir. Umutsuzlar göç etmeye çalışacak, demagojik liderler iktidarı ele geçirmek için durumdan faydalanacak, yozlaşmış politikacılar çalabilecekleri ne varsa çalma fırsatı yakalayacak ve pek çok hükûmet göz açtırmayacak ya da yıkılacaktır. Bu arada Küresel Güney’den Kuzey’e yeni bir göç teşebbüsü dalgası, bu süreç zarfında göçmenler artık hastalık ve kaos getirmekle daha geçerli bir şekilde suçlanabileceği için, daha az anlayışla karşılanacak ve daha fazla tepkiye yol açacaktır.
Nihayetinde, sözde siyah kuğuların görünüşleri tanım gereği önceden kestirilemez, nasıl göründüğünün ancak yaklaştıkça daha belirgin olması olasıdır. Geçmişteki salgınlar, uzun süren zorlukların, sıkıntıların neden olduğu aşırı endişeler etrafında kıyamet vizyonlarının, kültlerin ve yeni dinlerin gelişmesini teşvik etti. Faşizm, aslında, Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında yaşanan şiddet ve altüst oluştan kaynaklanan böyle bir kült olarak görülebilir. Komplo teorileri önceden, sıradan insanların güçsüz olduğu ve temsilden yoksun olduklarını hissettiği Orta Doğu gibi yerlerde gelişiyordu. Bugün, internet ve sosyal medyanın sağladığı parçalı medya ortamı sayesinde zengin ülkelerde de yaygınlaşmaktadır ve süregelen ızdırabın popülist demagoglara kendi çıkarlarına kullanacakları zengin materyaller sağlaması muhtemeldir.
Kendini Toparlayan Demokrasi mi?
Bununla birlikte, tıpkı Büyük Buhran’ın sadece faşizmi üretmekle kalmayıp aynı zamanda liberal demokrasiyi de harekete geçirdiği gibi, bu salgının da bazı olumlu siyasal sonuçları olabilir. Kemikleşmiş siyasal sistemleri bu durgun hallerinden kurtarmak ve vadesi çoktan geçmiş yapısal reformun koşullarını yaratmak için genellikle böylesine büyük bir dış şok gerekmiştir ve bu örüntünün en azından bazı yerlerde yeniden vuku bulması muhtemeldir.
Salgını yönetmenin pratik realiteleri profesyonalizm ve uzmanlıkla desteklenir; demagojik yöntemler ve beceriksizlikler kolayca deşifre edilir. Bu, en nihayetinde, başarılı olan politikacı ve hükûmetleri ödüllendiren ve bunları yapmakta başarısız olanları cezalandıran faydalı bir seçim etkisi yaratmalıdır. Son yıllarda istikrarlı bir biçimde ülkesinin demokratik kurumlarının altını kazan Brezilya Devlet Başkanı Jair Bolsonaro kriz süresince bir şeyler yapıyor gibi görünmeye çalıştı ve şimdi de bir sağlık felaketine başkanlık ederek bata çıka ilerliyor. Rusya’da Vladimir Putin ilk olarak salgını önemsiz bir mesele gibi göstermeye çalıştı, sonra Rusya’nın salgını kontrol altına aldığını iddia etti. COVID-19 ülkede yayıldıkça da ağız değiştirmek zorunda kalacak. Putin’in meşruiyeti krizden önce zayıflamıştı ve bu süreç bu duruma hız kazandırmış olabilir.
Salgın her yerde mevcut kurumların üzerine parlak bir ışık tuttu, yetersizliklerini ve zayıflıklarını gözler önüne serdi. Zengin ve yoksul arasındaki uçurum, hem insanlar hem de ülkeler anlamında, krizle daha da derinleşiyor ve bu durum uzun süreli bir ekonomik durgunlukta daha da derinleşecek. Ancak bu sorunlarla birlikte salgın krizi hükûmetlerin, süreç içerisinde kolektif kaynaklardan da faydalanarak, çözüm sağlama becerilerini açığa çıkardı. Geçmek bilmeyen bir “başbaşa kalma” duygusu sosyal dayanışmayı artırabilir ve daha eli açık sosyal kurumların gelişmesine yol açabilir, tıpkı Birinci Dünya Savaşı ve Buhran’ın bilinen mağduriyetlerinin 1920’ler ve 1930’larda refah devletinin büyümesini tetiklemesi gibi.
Bu, neoliberalizmin aşırı biçimlerinin, Gary Becker, Milton Friedman ve George Stigler gibi Chicago Üniversitesi ekonomistlerinin öncülük ettiği serbest piyasa ideolojisinin, unutulmasını sağlayabilir. 1980’lerde Chicago Okulu, büyük ve müdahaleci hükûmeti ekonomik büyüme ve beşeri ilerlemenin önünde bir engel olarak gören ABD Başkanı Ronald Reagan ve İngiliz Başbakanı Margaret Thatcher’in politikalarına entelektüel meşruiyet sağladı. O zamanlar, hükûmet mülkiyeti ve düzenlemelerinin birçok biçiminde kesinti yapmak için iyi nedenler vardı. Fakat bu argümanlar, muhafazakâr entelektüellerin bir kuşağında, özellikle ABD’de, devlet müdahalesini düşmanlık ile ilişkilendiren liberter bir dini güçlendirdi.
Salgını yavaşlatmak için güçlü devlet müdahalesinin önemi göz önüne alındığında, Reagan’ın ilk yemin töreni konuşmasında yapmış olduğu “hükûmet sorunlarımıza çözüm değildir, hükûmet sorunun kendisidir” gibi bir argüman öne sürmek zor olacaktır. Hiç kimse, bir ulusal acil durum süresince salahiyetli bir devletin yerine özel sektörün ve yardımseverliğin konulabileceğine dair makul bir gerekçe sunamayacaktır. Twitter CEO’su Jack Dorsey’in Nisan ayında, COVID-19 ile mücadeleye destek sağlamak için 1 milyar dolar katkı sunacağını açıklaması olağan üstü bir hayırseverlik davranışıydı. Aynı ay, ABD Kongresi salgından zarar gören işyerleri ve bireyleri ayakta tutmak için bütçeden 2,3 trilyon dolar ayrılmasına karar verdi. Devletçilik karşıtlığı, kısıtlamayı protesto edenler arasında sürüyor olabilir ancak anketler Amerikalıların büyük bir çoğunluğunun krizle baş etmede hükûmetin sağlık uzmanlarının önerilerine güvenmekte olduğunu göstermektedir. Bu durum, önemli diğer sosyal sorunlara hükûmet müdahalesi hususunda desteği artırabilir.
Ve kriz nihayetinde yenilenmiş uluslararası işbirliğini teşvik edebilir. Ulusal liderler suçlama oyunu oynarken, dünyadaki bilim insanları ve halk sağlığı yetkilileri birbirleriyle ağlarını ve bağlantılarını derinleştiriyorlar. Eğer uluslararası işbirliğinin çöküşü felakete yol açar ve bir başarısızlık olarak değerlendirilirse, takip eden dönem ortak çıkarları ilerletmek için çok taraflı çalışma konusunda yeni bir mutabakat oluşturulmasına tanık olabilir.
Fazla Umutlanmayın
Salgın küresel bir stres sınavı. Yetkin, meşru hükûmetleri olan ülkeler göreli olarak bu sınavın üstesinden daha iyi gelecekler ve bu, onları daha da güçlü ve dayanıklı hale getirecek reformları uygulamalarını sağlayarak, gelecekte daha iyi performans göstermelerini kolaylaştıracaktır. Devlet kapasitesi zayıf veya liderliği yetersiz olan ülkeler, eğer yoksullaşmaz ve istikrarsızlığa düşmezlerse, durgunluğa girerek sorun yaşayacaktır. Sorun şu ki; ikinci gruptaki ülkelerin sayısı birinci gruptakinden çok daha fazla.
Bu stres sınavı maalesef oldukça zor ve muhtemelen ülkelerin çok azı bu sınavı geçebilir. Krizin başlangıç aşamalarıyla başarılı bir biçimde baş etmek için ülkelerin sadece yetkin devlet kapasiteleri ve yeterli kaynakları olması yeterli değil, aynı zamanda yüksek oranda toplumsal uzlaşıya ve güven verecek kifayetli liderlere ihtiyacı var. Salgının idaresi için uzman bir sağlık bürokrasisine yetki veren Güney Kore ve Angela Merkel’in Almanyası bu gereksinimi karşılamaktadır. Bundan çok daha yaygın olan, şu ya da bu şekilde bekleneni karşılayamamış olan hükûmetlerdir. Krizin kalanını yönetmesi de zor olacağı için, bu ulusal eğilimlerin devam etmesi olasıdır ve bu da daha geniş çapta bir iyimserliği zorlaştırmaktadır.
Karamsarlığın bir başka nedeni, olumlu senaryoların bir tür rasyonel kamusal söylem ve sosyal öğrenmeyi varsaymasıdır. Ancak, günümüzde teknokratik uzmanlık ve kamu politikası arasındaki bağ, elitlerin daha fazla güce sahip olduğu geçmişte olduğundan daha zayıftır. Dijital devrimin desteklediği otoritenin demokratikleşmesi, diğer hiyerarşilerle birlikte bilişsel hiyerarşileri de yerle bir etmiştir ve siyasi karar alma, artık çoğunlukla bir silah hâlini alan laf kalabalığınca yönlendirilmektedir. Bu yapıcı, kolektif bir kendi kendini inceleme için ideal bir ortam değildir ve bazı yönetim biçimleri mali bakımdan güçlü kalabildiklerinden daha uzun süre irrasyonel kalabilirler.
En büyük değişken ABD’dir. Kriz vurduğunda, başında modern tarihinin en yetersiz ve ayrılıkçı liderinin bulunması ve liderinin bu baskı altında bile yönetim biçimini değiştirmemiş olması ABD’nin müstesna talihsizliğiydi. Görev süresini başkanı olduğu devletle savaş halinde geçirirken, durum gerektirdiğinde devlet kurumlarını etkin bir biçimde kullanamadı. Siyasi talihini ulusal birlikten daha ziyade, en iyi biçimde karşılıklı cepheleşme ve kin ile hizmete sokabileceği yargısına varmış olarak, bu krizi kavga çıkarmak ve sosyal bölünmeyi arttırmak için kullandı. Salgın sırasında Amerika’nın performans düşüklüğünün bir çok nedeni var. Ancak, bunlardan en kayda değer olanı krizi yönetemeyen bir ulusal lidere sahip olmasıdır.
Başkan’a Kasım ayında ikinci bir görev dönemi verilmesi halinde demokrasinin ya da liberal uluslararası düzenin daha kapsamlı olarak yeniden başlaması şansı azalacaktır. Ancak seçimin sonucu ne olursa olsun ABD’deki derin kutuplaşmanın kalması muhtemeldir. Bir salgın sırasında seçim yapmak zor olacaktır ve bu durum seçimin hayal kırıklığına uğrayan kaybedenlerini seçimin meşruluğunu sorgulamaya teşvik edecektir. Demokratlar Beyaz Saray’ı ve Kongre’nin her iki kanadını da alsalar, miras aldıkları diz çökmüş bir ülke olacaktır. Eylem talepleri borç dağları ve muhalefetten kalan inatçı bir direnişle karşılanacaktır. Ulusal ve uluslararası kurumlar zayıf ve yıllar süren suistimalden sersemlemiş olacak, ve hâlâ mümkün olursa, onları yeniden ayağa kaldırmak yıllar alacaktır.
Krizin en aciliyet gerektiren trajik aşamasını geçmişte bırakan dünya, uzun ve bunaltıcı bir angaryaya doğru ilerliyor. Nihayetinde dünya, bazı bölgelerinde diğerlerinden daha hızlı bir şekilde olmak üzere, bu durumdan çıkacaktır. Şiddetli küresel çırpınışlar ihtimal dahilinde değil. Demokrasi, kapitalizm ve ABD daha önce dönüşme ve uyum sağlama becerisi olduğunu kanıtladı. Ancak bir kez daha şapkadan tavşan çıkarmaları gerekecek.
____
Bu yazı Foreign Affairs sitesinde yayımlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.