Küresel Üretim Zincirleri ve Gelişmekte Olan Ülkeler

Gelişmekte olan ülkeler, artık 20’nci yüzyılın büyük oranda montaj faaliyetine dayanan, gelişmiş ülkelerin ek, “uzatılmış fabrika tezgâhı” olmaktan çıkıyor; inovasyon kaynakları olarak küresel üretim zincirlerinde, “karşılıklı bağımlılık” zemininde “global fabrikalar” olarak yerlerini alıyorlar. Bütün bunlar, her iki ülke grubunun teknolojik olarak birbirine yaklaşmasının zeminini oluşturuyor.

Bir önceki çalışmamızda sektörler bazında örneklemeye çalıştığımız “küresel üretim zincirlerinin” (GVC/Global Value Chain) kurulmasında inisiyatif alan aktörler, sürecin taşıyıcı güçleri genellikle Batı’nın transnasyonal küresel şirketleri! Bunun böyle olması da eşyanın tabiatına uygun, zira böylesi zincirleri vücuda getirmek, oldukça büyük finansal hamleleri gerekli kılıyor. Bu şirketlerin önemli bölümü de gelişmiş endüstri ülkelerinde bulunuyor; TOP 100’deki transnasyonal şirketlerin çoğu Britanya ve ABD kökenli. Gelişmekte olan ülkelerden neşet eden transnasyonal şirketlerin sayısı görece az, ama giderek yükselme trendi gösteriyor. Aşağıdaki tablo bu konuda fikir veriyor:

 

 

GVC’lerin 70’li yıllar itibarıyla ortaya çıkışından beri transnasyonal şirketler aktivitelerini artan bir şekilde, Ar-Ge, Dizayn ve Pazarlama gibi (katma değerin yüksek olduğu) temel yetkinlik alanlarında yoğunlaştırdılar. Önceleri kendi temel faaliyetleri içinde yer alan üretim ve giderek de lojistik gibi alanları zamanla, kendileri için uygun maliyet alanlarını ifade eden ülkelere, bölgelere aktardılar. Bu, başlangıçta ilgili bölgelerde doğrudan yatırımlar (FDI/Foreign Direct Investment) yolu ile olurken, daha sonraları Outsourcing yolu ile bağımsız üreticilere, piyasa aktörlerine vermek şeklinde oldu. Bununla transnasyonal şirketlerin dünya ekonomisindeki rolü de değişmiş oluyordu: Artık küresel üreticiler fonksiyonundan GVC’lerin küresel koordinatörleri, karar vericileri konumuna yükseldiler.1) Misal olarak ABD çıkışlı Apple şirketi böylesi bir kuruluştur. Apple gibi AMD ve Qualcomm gibi teknoloji şirketleri ‘fabrikasız firmalar’ olarak anılırlar.

 

Transnasyonal şirketler genelde piyasaya görece hakim güçlerdir ve bu durum, bu şirketler ile tedarikçileri arasındaki eşitsiz güçler “dengesi”nin kaynağıdır. Tedarikçiler, transnasyonal şirketlere bağımlı olmaları nedeniyle onlar karşısında oldukça zayıf konumdadırlar. Bu nedenle bu şirketler GVC’lerinde bu durumu kullanıp tedarikçiler arasındaki rekabeti keskinleştirerek buradan kendileri için belli maliyet avantajları elde etmeye çalışırlar. Ancak buna karşılık, göreceli büyük ve küresel çapta faaliyet gösteren tedarikçilerin giderek daha fazla piyasa gücüne kavuştukları trendi gözlemlenmektedir. Kimi transnasyonal şirketler ise buna karşılık kendi tedarik zincirlerini rasyonalize etmeye ve giderek daha az büyük tedarikçileri buralara dahil etmeye çalışmaktadır.2)

 

Geçen incelememizde “Tarihçe” başlığı altında GVC’lerin nasıl geliştiğinden, bunlarla birlikte gelişmekte olan ülkeler kategorisinin nasıl ortaya çıktığından, bu sürecin Güney Kore, Hong Kong gibi kimi ülkeleri nasıl gelişmiş ülkeler konumuna yükselttiğinden kısaca söz etmiştik. İlgili ülkeler açısından GVC’lerde yer almanın en belirgin göstergesi, söz konusu ülkelerde -normal şartlar altında- belli bir ekonomik büyümenin, gelişmede yeni bir ivmelenmenin olmasıdır. Örnek olarak;

 

iPhone 6’nın Tayvan elektronik endüstrisinin cirosunda 27 milyar dolarlık bir artış ile üretimini yüzde 8,6 civarında yükselttiğini, Japonya’da elektronik malzeme ihracının bu nedenle yüzde 5 arttığını, bu bağlamda yaklaşık 1,2 milyar dolar civarında makine ve alet jenere edildiğini belirtelim.3) Yani ekonomide yeni olguların, yeni sektörlerin -göreceli ekonomik doygunluğa rağmen- yine de ekstansif (genişleyici, yaygınlaşan) gelişmeler yarattığını bu örnek ile tespit etmiş olalım. Bu ekstansif sürecin gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülkeler bazında (yetersiz sermaye birikiminden dolayı) daha belirgin olarak ortaya çıkması da anlaşılır oluyor. Pratikte ortaya çıkan gerçek, GVC’lere eklemlenen ülkelerin daha fazla büyüme oranlarını yakaladığıdır.4)

 

Uluslararası İşbölümünün Yeniden İnşası

 

GVC’lerin başlangıcındaki ana motif olan, kapitalizmin eşitsiz gelişmesinin yarattığı ücret maliyetleri farkının endüstriyel üretimin belli, özellikle de emek-yoğun basamaklarının sınırlarötesi bölgelere aktarılması, özellikle makine, otomotiv ve elektronik sektörlerinde GVC’ler vasıtasıyla sermayenin gittiği bölgelerde teknolojiye ulaşımı kolaylaştırdı. Öyle ki bu bölgelerdeki az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler, kendileri bizatihi maliyeti yüksek GVC’ler kurmak zorunda kalmadan, yalnızca bunlara eklemlenerek ekonomik transformasyon, yükselme sürecine girdiler. Bu ülkeler söz konusu süreçte giderek, montaj ya da basit komponentler üretmeyi de aşıp teknik olarak daha kompleks ve iddialı metalar üreterek, belli konularda teknik olarak uzmanlaşarak böylesi zincirlerde yaratılan katma değerlerden daha fazla pay aldılar, ekonomik refahlarını artırdılar. Bu bakımdan uluslararası işbölümü bu temelde yeniden inşa edildi. Bölgelerarası, ülkelerarası teknolojik farkların bir yanı ile aşınmasının, gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelere ekonomik açıdan yakınlaşmasının, bunların içinden gelişmişler kategorisine olan sıçramaların dayandığı zemin budur; küresel üretimin “made in one country”den “made in the world”a, “trade in goods”dan “trade in tasks”a evrilmesinin altında yatan diyalektik de budur.

 

GVC’lerde (başlangıcında) Dizayn, Ar-Ge (Upstream faaliyetleri) ve Pazarlama, Satış, Dağıtım (Downstream faaliyetleri) genellikle en fazla katma değer yaratan departmanlardır ve bunlar -işbölümü gereği- genelde GVC’lerin kurucu firmalarının ülkelerinde olurlar. Mesela iPhone’un yaratıcısı Apple’ın merkezi Silikon Vadisi’nde, ABD’nin Kaliforniya’sındadır. Daha az katma değer yaratan maddi üretimin önemli (emek-yoğun ve fazla kalifikasyon gerektirmeyen montaj) bölümü ise özellikle gelişmekte olan ülkelerdedir. Ancak üretim zincirlerindeki bu klasik işbölümü de yerine göre değişmekte, ilgili şirketlerin, ülkelerin ya da bölgelerin teknoloji ve bilgiye ulaşım ile belli konularda uzmanlaşarak zincirlerde “yükselmesi” mümkün olabilmektedir. Böylesi yükseliş, daha fazla katma değerlerin yaratıldığı zincirlerdeki segmentlere giriş ile olanaklı olup, burada öncelikle söz konusu olan, ürün ya da üretim süreçlerinin iyileştirilmesi değil, üretim zincirlerindeki fonksiyonel pozisyonun değişmesidir. Bu ise, bilinen rasyonelleşme zorunluluğu ile üretim süreçlerinin daha da “ayrıştırılması”, daha da küçülen “nişler”e parçalanması ve buralarda uzmanlaşmanın gerekli olması suretiyle gerçekleşmektedir. Başlangıçta montaj faaliyetleri sınırlı olan zincirlere katılım, teknoloji ve bilgiye ulaşım ile, yerine göre Ar-Ge ve Dizayn departmanlarını da kapsayacak şekilde gelişmektedir.5)

 

Özetle üretim sürecinin giderek daha da ufak parçalara ayrıştırılması, Ar-Ge ve inovasyon departmanlarına kadar ulaşabiliyor; pratikte bunun görünümü ise üretim zincirlerinin sürükleyicisi olan transnasyonal şirketlerin giderek daha fazlasının, bu departmanlarını “yurt dışı”na aktarması şeklinde oluyor. Bu noktadaki uluslararasılaşma iki ana motiften ileri geliyor: Birincisi ürünleri ve üretim süreçlerini ilgili ülkelere ve dış pazarlara uyarlamak ve bununla hedef pazarlara yakın olmak; ikincisi ise buralarda, yani “dışarda” olan “uygun” Ar-Ge kaynaklarını kullanmak!6) Tüm bunlar, gelişmekte olan ülkelerin GVC’lerde yaratılan değerlerden daha fazla pay almasını, teknolojik olarak yetkinleşmesini, böylelikle küresel rekabet koşullarında konumlarını iyileştirmelerini beraberinde getiriyor. Alın size bir kapitalin survivor hikâyesi daha ve bunun -belki de “gelişmiş ulus-devletler” tarafından arzu edilmeyecek- doğurduğu sonuçlar!..

 

Bu sonuçlardan en önemlisi, sürecin gelişmekte olan ülkeler grubunu, gelişmiş endüstri ülkelerine kıyasla daha düşük derecede küreselleşme sürecinde yer almalarına rağmen (ki bu konuyu ilerde etraflıca ele alıyoruz) somut, elle tutulur bir şekilde ortaya çıkarmasıdır. Öyle ki bu beraberinde, bunların dünya ticaretinde neredeyse eşit pay alabilmesi, önceleri gelişmiş ülkeler arasında hareket ettirilen doğrudan yatırımların (FDI) yönünün ağırlıklı olarak gelişmekte olan ülkelere kayması ve hatta buralardan dünyanın başka bölgelerine bile doğrudan yatırım sermayesi ihracının dikkat edici boyutlara ulaşması, böylece belli sektörler itibarıyla (ki buna kimi kilit sektörler de dahildir) iki ülke grubu arasındaki teknolojik farkların genelde birbirine yaklaşması, bu bağlamda kapitalizmin eşitsiz gelişmesinin yerine göre adeta relatifleşmesi sonucunu getirdi. Çelişkili gibi görünen böylesi bir süreçte bu nasıl mı mümkün oldu?

 

Konuya ilişkin olarak UNCTAD’ın yaptığı ilginç gözlemler ve analizlere göre “göreceli yüksek yabancı yatırımlar”ın yapıldığı ülkeler (yani “gelişmekte olan ülkeler”) üç açıdan dikkati çekiyor:7)

 

Birincisi, bu ülkelerin ihraç mallarında göreceli yüksek oranlarda “yabancı değer katkısı” bulunuyor. İkincisi, söz konusu ülkeler GVC’lere daha fazla entegre olmuş durumda. Bugün dünya ticaretinin yarısını oluşturan parça-komponent ticaretinin dörtte biri Güney Ülkeleri (Çin, Tayvan, Güney Kore, Hindistan ve Filipinler) tarafından gerçekleştiriliyor.8) Üçüncüsü, bu ülkelerin dış ticareti (ülke içinde yaratılan değerle ölçüldüğünde) GSYİH’ya oldukça büyük katkı sağlıyor.

 

Sermaye; Teknoloji, Bilgi ve Bilim ile Birlikte Geliyor

 

Yukardaki üç tespit, ülkelerin uluslararası işbölümünde ne denli derin bir şekilde birbirlerine bağlandığını gösteriyor. Bunun, ekonomide “gelişme teorisine” göre ancak yükselen “kişi başına gelir” ile olanaklı olduğunu belirtelim. Otomotiv sektöründe de gördüğümüz gibi eski deyim ile “yabancı sermaye ihracı” ya da “küresel doğrudan yatırımlar” ile gelen artık sadece sermaye değil; sermaye ile birlikte, teknoloji ve buna ilişkin bilgi ve bilim de geliyor! Gelen sermaye maddi üretim alanlarında 21’inci yüzyılın yeni tip üretim şeklini, küresel zincirleri kuruyor, üretimi küreselleştiriyor. İşte, 19 ve özellikle 20’nci yüzyılın ilk yarısındaki “yabancı yatırımlar” ile aradaki fark da tam da bu noktada ortaya çıkıyor.

 

Gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş merkez ülkeler ile aralarındaki teknolojik farkları giderek azaltan diyalektik de bu noktada saklı. Hayatta kalabilmek için kârın giderek maksimize edilmesi zorunluluğunun kapitalizmi getirdiği aşama, her şeye rağmen üretici güçleri geliştirme oluyor.

 

Sektörde oluşan GVC’ler, ilgili bölgelere kaçınılmaz olarak teknoloji ihracını ve oralarda teknolojilerin geliştirilmesini de beraberinde getiriyor; üretici güçlerin gelişmesi, makroekonomik olarak bölgeler arası teknolojik farklılıkların aşınması sürecini hızlandırıyor. Bir kere gelen teknoloji, artık sır olmaktan çıkıyor, gittiği yerin “malı” oluyor. Çin’de ortaya çıkan Huawei markasını kalite ve teknoloji açısından iPhone ya da Samsung’dan pek de farklı yapmayan işte bu süreç oluyor. Otomotiv ve akıllı telefon (smartphone) sektöründeki GVC örneklerinde gördüğümüz üzere; gelişmekte olan ülkeler, artık 20’nci yüzyılın büyük oranda montaj faaliyetine dayanan, gelişmiş ülkelerin ek, “uzatılmış fabrika tezgâhı” olmaktan çıkıyor; inovasyon kaynakları olarak GVC’lerde, “karşılıklı bağımlılık” zemininde “global fabrikalar” olarak yerlerini alıyorlar. Bütün bunlar, her iki ülke grubunun teknolojik olarak birbirine yaklaşmasının zeminini oluşturuyor.

 

Farklılaşma ve Rekabet

 

Toparlayacak olursak; eski tipte sınırları aşan sermaye hareketlerinin yanı sıra günümüze özgü, bölgelerarası teknolojik farkların aşınması, eşitsiz gelişmenin göreceleşmesi ya da yerine göre hemen hemen ortadan kalkması olgusu sermaye hareketlerini sınırlamıyor, tam tersine onları daha da hareketlendiriyor. Zira gelişme, farkların ortadan kalkma trendine rağmen kısa momentlerle de olsa belli segmentlerde bir uzmanlaşma, teknolojik inovasyonlarla biraz ve belli süre itibarıyla bir adım ileride olma (kendine özgü farklılıklar yaratarak pazarda artı-pay kapma) şeklinde “göreceli eşitsizlikleri” de içinde barındırıyor. Böylece oluşan göreceli kısa süreli farklılıklar, farkı kapatmak için yeni bir yarışın nedeni oluyor. Rekabet sonunda farklar aşılıyor, eşitleniyor, kısa süreli farkları yaratmak üzere peşi sıra devreye giren yeni inovasyonlar ile tekrar rekabetin yolu açılıyor:

 

Mesela Samsung-iPhone ya da diğerlerinin yarışmasında olduğu gibi! Son tahlilde hepsi de teknolojik olarak birbirlerine çok yakın ürünler. Birdenbire ileri bir teknolojik inovasyonla öne fırlayan, kısa bir süre sonra tekrar yakalanıyor, farklar kapanıyor; sonra yeniden serbest rekabetle kozlar paylaşılıyor, yeniden “barış”, yani eşitlenme ve sonradan gelen yarış ile, önceden kurulan dengenin yeniden bozulması; bu böyle devam ediyor! Sermaye bu şartlar altında “ihraç” ediliyor, bölgeler arasında gidip geliyor. Global şartlarda kapitalizm, kendi koyduğu kuralları böyle relative ediyor.

 

Gelecek çalışmamızda olguyu ülkeler bazında, bu konuda en iyi ve en ilginç örneği oluşturan Çin’in pratiğinde ele alacağız.

_

1) UNCTAD, Trade and Development Report 2016

2) A. g. y.

3) J. Scherk B. Sc., M. G Pöchhacker-Tröscher, K. Wagnert B. Sc., Global Value Chains, s. 52

4) A. g. y., s. 8

5) A. g. y., s. 25-26

6) A. g. y., s. 27

7) UNCTAD (2013), Global Value Chains and Development, Investment and Value Added in the Global Economy

8) WTO 2014: Annual Report. Trade and Development: Recent Trends and Role of the WTO, Geneva

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.