Küreselleşme Sürecinin Geleceği
Son 10 yıldaki gelişmeler, yıllar önce başlamış bir sürecin tersine çevrilmesi, yani bir deglobalizasyon, ekonomik ilişkilerin renasyonalizasyonu olayı değil. Bu açıdan söz konusu olan, sürecin değişik şartlarda, belli “kaymalar” ve “bölgeselleşme” eğilimleri altında sürmesi, tedarik zincirlerinin oluşan yeni şartlara göre düzenlenmesi, küreselleşmenin girdiği yeni bir evredir.
Küresel üretim zincirlerinin (GVC) geleceğine ilişkin tahlil yapabilmenin en iyi yolu “statüko”dan başlamak. Bugün küreselleşmenin neresinde bulunuyoruz? Süreçte kontra bir gelişme, sürecin tersine çevrilmesi, “deglobalizasyon” gibi eğilimler var mı? Şu an içinde bulunulan aşamayı, ortaya çıkan eğilimleri iyi teşhis edebilirsek, sürecin (f)aktörlerini, itici güçlerini ve onların ilgilerini-çıkarlarını göz önüne alırsak, geleceğe ilişkin gelişmeler hakkında gerçeğe daha yakın tahminlerde bulunabiliriz.
Gelişmiş ülkeler kategorisindeki ülkeler, küreselleşme sürecine en fazla katılan ülkeler.1) Bilimsel-teknolojik devrimin başını bu ülkeler çekiyor, teknolojik inovasyonlar birincil olarak bu ülkelerde boy gösteriyor; bunların genelde taşıyıcıları, finansörleri de çoğu bu ülkelerden neşet eden transnasyonal firmalar. Pandemi ve savaşla ortaya çıkan krizle birlikte, bunlardan etkilenen küresel üretim ve tedarik zincirlerinin en çok bu ülkeleri ekonomik açıdan negatif etkilemesi de bu yüzden. Tedariklerdeki tıkanmalar yüzünden zincirlerin çeşitli tedbirlerle stabilize edilmesi, ilişkilerin çeşitlendirme temelinde yeniden ele alınması vs. önermeler de bu ülkelerden çıkıyor.
Ülkemizin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkelerin küreselleşme süreci içinde yer alma derecesi, gelişmiş ülkeler kadar kuvvetli değil.2) Bu gerçek bize, belki de bu ülkelerin gelişmiş ülkelere kıyasla -anlık ya da eğilimsel olarak- neden krizden daha az etkilendiğini, neden krize rağmen, yerine göre daha fazla büyüme oranları yakaladığını anlatıyor. Tabii ki bunlar madalyonun bir yüzü! Madalyonun diğer yüzünde, bu ülkelerin buna rağmen GVC’lerde, özellikle belli sektörler itibarıyla yer aldığı, gelişmelerini böylelikle sağladıkları, diğer ülkelerle teknolojik farklarını bu yolla kapattıkları gerçeği yer alıyor. Bu girişten sonra konumuza geçebiliriz.
70’lerden gelip 90’lı yılların başından itibaren 2008-2009 finans krizine kadar yükselen “turbo küreselleşme” süreci, krizden sonra bir “dinginleşme” dönemine girdi. Bu süreci en iyi, pandemiye kadar dünyadaki yıllık ihracat ekonomisinin küresel gayrisafi hasılaya oranından okumak mümkün.3) Buradaki düşen trend, kimi ülkeler ve sektörler bazında biraz değişiklik arz edebilir, ancak bu, küreselleşme sürecinde 2008-2009 krizinden sonra girilen genel “durağanlık” ya da “dinginleşme” görüntüsünü bozmaz, tersine onu tasdik eder. Pandemi krizi ile birlikte oluşan aşağı yönlü dünya konjonktür trendi, savaşla birlikte yükselen enerji krizi ve enflasyon ile şimdilik pekişmişe benziyor.
Almanya’nın tanınmış ekonomi enstitüsünün (ifw Kiel, Institut für Weltwirtschaft) yaptığı araştırmada dört değişik senaryo oluşturularak, bunların üretim ve refaha (büyümeye) olası ekonomik etkileri hesaplanıp ortaya konuluyor; burada hangi senaryonun hangi sonuçlara yol açabileceği tartışılıyor: 4)
Avrupa Birliği’nin (AB) aktüel gümrük ve ticari engeller ile içe kapanmasını, diğer bir deyimle ekonomik ilişkilerin AB bölgesinde renasyonalizasyonunu içeren 1. Senaryonun etkileri, genelde Almanya ve AB’de hemen hemen aynı. Bu etki Almanya’da küresel zincirlere kuvvetli bağlantısı olan (doğrudan yüzde 26, dolaylı yüzde 42,8 bağımlılık) makina endüstrisi açısından yüzde 14,3 oranında üretimde gerileme ile yıkıcı nitelikte. Refahta da yüzde 3,3’lük gerilemenin GSYH açısından rakamla ifadesi 2019 yılına göre yaklaşık 114 milyar euroluk gerilemedir. Bu senaryoda dünya çapında refahtaki gerileme yaklaşık yüzde 1 olarak tahmin ediliyor. 2. Senaryoda dünyadaki olası ticaret savaşları ile ekonomik ilişkilerde içe kapanmanın yol açacağı muhtemel makro ekonomik sonuçlar var ki bu, görüldüğü üzere çok daha olumsuz bir versiyon. Bu bağlamda benzeri sonuçlara OECD’nin yaptırdığı bir araştırma da varıyor.5) Almanya için en olumsuz versiyonu, AB ve dünya ekonomisi için de olumsuz sonuçları olan 4. Senaryo oluşturuyor. Analizde varılan sonuca göre; Almanya’nın ve AB’nin ticaret savaşları yolu ile kendini dünyadan soyutlamasının, sürecin muhatabı tüm taraflar için oldukça olumsuz sonuçları olacak ve bu nedenle mutlaka engellenmesi gereken bir gelişme.
Küreselleşme Sürecinin Frenleyici (F)Aktörleri
Pandemi ile birlikte, özellikle otomotiv sektöründe ortaya çıkan çip sorunu; tıbbi alanda, ilaçlar ve maske gibi kimi gereksinimlerde oluşan yetersizlikler, tedarik zincirlerinin sağlamlığı üzerine tartışmalara neden oldu. Tedarik zincirlerini pandemi vb. öngörülemeyen krizlere karşı stabilize etme düşüncesi, özellikle Avrupa’da, tedarik ve üretim zincirlerinin daha yakınlara taşınması eğilimini güçlendirdi. Çip konusunda Asya’nın oligopolistik konumu, bu noktada önemli bir endişe kaynağını oluşturdu. 6) Bu bağlamda sürecin frenleyici (f)aktörleri olarak şunları sayabiliriz:
Kimi ülkelerde, mesela Almanya’da 2023’ten sonra geçerli olacak Tedarik Zincirleri Görevi Yasası (LkSG) ve AB’de 2024’te yürürlüğe girecek olan Corporate Sustainability Reporting Directive (CSRD) ile bu konuda yeni gelişmeler beklenebilir. Zira AB’de yaklaşık 50 bin firmayı sorumluluk altına alacak olan bu tedbirlerle, konuya muhatap zincirlerdeki firmaların yakında olması halinde sürecin daha şeffaf ve kontrolünün daha kolay olacağı düşünülüyor. Bu konuda Almanya’nın bir yıl önceden uygulamaya alacağı yasa (LkSG) ile zincirin en sonunda yer alan bir firma, ilgisi olmasa bile zincirin en başında olan firmanın belirlenen standartlara uyup uymadığı konusunda sorumlu olacak.
1994’te kurulan Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) uluslararası ticaret ilişkilerini küresel-demokratik kurallar çerçevesinde tam olarak rayına oturtamamasının küreselleşme sürecini “olumsuz” etkileyen bir faktör olmasının yanı sıra bu süreci en olumsuz olarak etkileyen faktörün 2008-2009 krizinden sonra kimi ülkelerde ulus-devletçi eğilimlerle birlikte ortaya çıkan “ticaret savaşları” olduğunu belirtelim. Krizden sonra dünyanın çeşitli yerlerinde açıkça ortaya çıkan bu eğilim, zirvesini ABD-Çin arasında, Trump ile başlayan ve kimi konularda karşılıklı olan yükseltilen gümrük duvarlarında buldu.
Küreselleşme Sürecinin İtici (F)Aktörleri
Pandemilerin ve Ukrayna savaşının devam etmesi şartlarında- küreselleşme sürecinin şimdilik 21’inci yüzyılın başındaki dinamiğinde devam edemeyeceği ihtimali oldukça yüksek. Pandemi ve savaş, GVC’lerde ortaya çıkan tedarik zorluklarını ve bununla oluşan ek maliyetleri ve “düşük ücret” orijinli üretim zincirlerinin dezavantajlarını açık etti, bunların krize karşı dayanıklı, rekabetçi olup olmadığı sorusunu önümüze koydu. Özellikle, küreselleşme sürecinin başını çeken merkez kapitalist ülkelerde şimdilik güçlü bir büyüme dinamiği beklenmiyor, savaş-enerji ve gıda krizi, pandemiyle oluşan krizi daha da şiddetlendirdi; tüm dünyada enflasyon, küresel bir sorun oldu.
Tüm bunlara rağmen özellikle yeni segmentler, mesela çevre teknolojileri ya da ekonomilerin dijital dönüşümü ya da klasik ürünleri dijital çözümlerle bağdaştıran hibrit modeller, kriz ortamından çıkış konusunda yeni piyasa olanakları olarak dile getiriliyor.7) Bunun dışında, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin, genelde GVC’lerde yer almalarına rağmen, gelişmiş ülkeler kadar sürece entegre olmadıkları gerçeği, bu konudaki belli (pazar) potansiyellerine işaret ediyor. İşte bu nokta, şimdi krize karşı oluşturulacak cevaplar konusunda öne çıkıyor, çıkartılıyor.8) Gelişmekte olan ülkeler açısından sürecin bir de şu yanını dikkate almak gerekiyor:
Bu ülkelerin yakın geçmişteki gelişmesi, incelememizin önceki bölümlerinde* gördüğümüz gibi (ileri) teknolojilere ulaşmaları, GVC’ler vb. yapılanmalar ile mümkün oldu. Mesela Çin! Her ne kadar kendince neo-merkantalist eğilimleri içinde barındırsa da 1,4 milyarlık nüfusu ile bu ülke, gelişmiş ülkeler ve transnasyonal şirketler için vazgeçilmez konumda. Ama, “dünyanın fabrikası” sayılan bu ülke de, gelinen nokta itibarıyla bir ihracat ekonomisi ve tedarik zincirlerine entegrasyon olmadan yaşayamaz.
Küreselleşme sürecinin en çok kazananı olan gelişmiş ülkelerin bir şekilde sürecin devamından yana olmaları da anlaşılır bir şey. Alman Şansölyesi Scholz “Deglobalizasyon iş göremez ve iyi bir düşünce, iyi bir gelişme değil! İhtiyacımız olan akıllı, güçlü kuralları ve kurumları ile sürdürülebilir ve dayanışmacı bir küreselleşme. Bu açıdan küreselleşmenin sağlıksız gelişmeleri dikkate alınmalı” diyor.9) Almanya Merkez Bankası ise “… Neticede bir ülke ekonomisinde bir bütün olarak, yüksek gümrükler vasıtasıyla kısa vadede bir iyileşme yapılamaz. En geç orta ve uzun vadede, içe kapanmanın artması ile oluşacak olan serbest rekabet yoğunluğunun gerilemesinin iç üretkenliği zayıflatma eğilimi sonucunda negatif etkiler muhtemelen ağır basacaktır.”10) tespitini yapıyor. Ayrıca ekonomiler birbirleriyle öylesine kenetlenmişler ki, ABD’nin Çin’den ithal ettiği ürünlerde, içinde kendisinin de olduğu “yabancı katkısı” gerçeğini nasıl görmezden gelip tedbir alacaksınız? Ticari yaptırımların başlangıcında yapılan araştırmalar, ABD’de Çin’den gelen ürünlere alternatif bulmakta zorlanıldığını, bunun ise bir ikame olarak “yerli” üretimin canlanmasına vesile olmasından ziyade ilgili ürünlerde fiyat artışlarına neden olduğunu gösteriyor.11) Öte yandan İfo Institut, Çin ile Almanya’nın girişeceği olası ticaret savaşlarının ülkenin ana damarlarından birisi olan otomotiv sektöründe yüzde -8,47 oranında katma değer kaybına neden olacağını, bunun, ekonominin ikinci önemli damarı olan makine sanayiinde ise yüzde – 5,14 oranında katma değer kaybı anlamına geldiğini hesaplıyor.12)
Kısaca: Küreselleşme Nedir?
Ekonomik açıdan küreselleşme sürecini, sermayenin eski ulus-devlet kabuğunu kırarak küresel anlamda “serbest dolaşıma” girmesi, kapitalizmin, hayatta kalma (survivor) mücadelesi temelinde serbest rekabeti yeniden keşfetmesi koşullarında üretici güçlerin gelişmesinin önündeki engellerin neredeyse tamamen ortadan kalkması olarak tanımlayabiliriz. Bu sürecin en önemli itici güçlerinden birinin de, üretimin değişik aşamalarının (ve teknolojinin) transnasyonal şirketler tarafından sınırlar ötesine taşınması, süreç içinde ortaya çıkan GVC’ler ile birlikte sosyo-ekonomik ilişkilerin uluslararasılaşmasının bir üst aşaması olarak ifade edebiliriz.
“Dikkat edilsin, küresel-serbest rekabetçi kapitalist-işletme sisteminden bahsediyoruz. 17-18’inci yüzyılların ulusal düzeydeki serbest rekabetçi kapitalizminden değil! Evet, bu iki sistemin de rekabet, açık olma, girişim özgürlüğü vs. yanları birbirine benziyor, ama arada çok önemli bazı farklar da var. Ulusal düzeyde gelişen eski serbest rekabetçi kapitalizm, üretimin yoğunlaşıp merkezleşmesiyle birlikte kendi inkârını yaratarak tekelleşmeyi doğurup, ulus devletle bütünleşme sonucunu vermişti. Yeni-küresel-serbest rekabetçi kapitalizm ise, ulus devlet kabuğunu çatlatarak dünyaya açılmayı, üretici güçlerin dünya çapında gelişmesini temsil ediyor. Küresel sermayenin gelişmekte olan ülkelere girerken koyduğu ‘küresel-serbest-rekabetçi kapitalist işletme sistemini benimseme’ ilkesini bu çerçeve içinde değerlendirmek gerekir… ‘Kabuklarınızı kıracaksınız’ diyor küresel sermaye! Hangi ‘kabuklardır’ bunlar? Bu kabuklar, ulus-devlet kabuklarıdır- daha başka bir deyişle de milliyetçiliktir, korumacılıktır; kalın gümrük duvarlarının arkasında yerli despotlarla birlikte ot gibi yaşayıp gitmektir. ‘Ulus-devlet duvarlarını yıkın ve ülkenizi küresel dünya sistemiyle bütünleştirin’ diyor sermaye.” 13)
Küreselleşmeyi karakterize eden en önemli olgu, zaman ve mekâna bağlı engellerin ortadan kaldırılarak, tüm dünyanın hizmet ve üretim alanlarının, yani hammaddelerin kompleks tüketim ve yatırım mallarına transformasyonu, bununla ilgili olağanüstü meta ve bilgi hareketi ve ticaret ağları ile birbiriyle bağlanması, tüm bunların “just in time” ile üretilerek “daha hızlı, daha ucuz ve daha kaliteli” üretim anlayışı ile kotarılması; sürecin, lojistik giderlerinde oluşan ucuzlama ile daha da hızlanmasıdır.
“Üretim süreçlerinin uluslararasılaşmanın önceki her iki aşamasının tersine, son 20 yıldır vuku bulan şirketlerin transnasyonalleşmesi, başka ülkelerde (final) montaj tesisleri kurmakla sınırlı kalmıyor. Buradaki strateji daha ziyade, katma değer yaratma sürecinin tamamını ve tedarik sisteminin bütününü, eğilime göre yeniden global olarak yapılandırılan şirket organizasyonuna dahil ediyor. Hedef, endüstriyel piyasaya uyumluluk göstermek. Örneğin ABD’de ürünlerinin dörtte birini satmak isteyen bir şirket bunu ihracat yolu yerine, daha ziyade katma değerin uluslararasılaştırılması ile gerçekleştirmeye çalışacaktır. Eğilimsel olarak üretim yerinin dörtte birinin pazarın olduğu yere aktarılması gerekir. Bunun sonucunda tüm endüstri branşları -Amerikan, Alman, İngiliz olsun- ulusal karakterlerini kaybediyor. Ulusal piyasalar, içinde başka ülkelerin bilgi ve komponentleri olan “dünya ürünleri” ile besleniyor.”14) Süreci şöyle gösterebiliriz:
Buna göre; yarattığı süreçleri, dönüştürdüğü kurumları, itici güçleri ile küreselleşmede dünya sisteminin birliği, rekabet şartlarında, ama aynı zamanda da gruplandırma eğilimleri ile birlikte ortaya çıkıp etkinleşiyor. Ancak bu bağlamda standardlaş(tır)ma, aynı zamanda bütünün bölümlenmesinin etkileri, kurumların ve süreçlerin küresel sistemin değişik alanlarında benzer şekilde yeniden üretimi dikkate alındığında anlaşılır olabilir. Bu nedenle dünya kapitalist sisteminin birliği, standartlaş(tır)ma ve gruplandırma karşıtlığı ile değil, bölümlenme sonucunda yapılanan birliğin dikkate alınması durumunda kavranılabilir. Sürece katılım, dünya sisteminin birliği içindeki gruplan(dır)ma ve bölümlenme ile ortaya çıkıyor; parçalanma eğilimleri ise kendince dünya sisteminin birliğinin çözülmesine, yani ülke ve bölgelerin süreçten koparılmasına sebep oluyor.15) Küreselleşme süreci işte bu faktörlerin çelişkili birlikteliğinde işliyor. Süreçte son yıllarda ortaya çıkan dinginleşme eğilimleri, ticaret savaşları, artan ulus-devletçi eğilimler bu perspektiften bakılınca anlaşılabilir oluyor. Şöyle noktalayalım:
“Küresel-dünya sistemi … aynen internet gibi, futbol ya da satranç gibi dağınık bir sistemdir. Bu sistemin esasını oluşturan bilgiler-kurallar da bellidir. Serbest piyasa ekonomisinin kurallarıdır bunlar. Dünyanın dört bir yanına dağılmış, her biri kendi içinde bağımsız konumda olan sistemin unsurları, kendilerine gelen her türlü enformasyonu sistemin sahip olduğu ortak bilgilerle değerlendirerek karar verir ve işlerler. Bir ülkenin kurallara uyup uymadığına, yeteri kadar şeffaf olunup olunmadığına, o ülkede işlerin serbest piyasa mekanizması içinde rekabetle mi, yoksa rüşvetle mi yürüdüğüne karar veren bu otonom unsurlardır. Sistem, bütün bu unsurların kollektif iradeleriyle hareket ettiği için, onu yöneten ayrıca bir elin bulunmadığını söyleriz. Yönetici makam o kurallardır, sistemi bir arada tutan ilkelerdir.” 16)
Deglobalizasyon, Renasyonalizasyon, Bölgeselleşme, Küreselleşme
Şimdi son dört çalışmamızda tarihsel bağlantısı içinde örneklerle somutlamaya, tarif etmeye, teorik çerçevesini çizmeye çalıştığımız küreselleşme olgusunu, günümüzdeki trendler açısından ele alalım:
Tüm incelememiz boyunca gördüğümüz gibi, 80’li yılların sonu-90’lı yılların başından itibaren tetiklenen küreselleşme süreci, gelişmesini 2008-09 finans krizine kadar güçlü bir şekilde ivmelenerek sürdürdü. Sonradan krizin artçı etkileri ve ticaret savaşlarının da katkısı ile bir durağanlık süreci ortaya çıktı, ki bu, pandemi ve savaş ile birlikte pekişti. Tahminler, 2030’lu yıllara kadar durumun böyle kalacağı yönünde. Sürece ideolojik nedenlerle cepheden karşı olan, Trump ya da Le Pen tipi ulus-devletçi eğilimler dışında konuya bilimsel çerçevede yaklaşmaya çalışan çevrelerde farklı düşünceler oluştu. Kimilerine göre bu süreç bir deglobalizasyon süreci idi. Bunlar sürecin olumsuz yanlarını öne çıkararak bu konuda nostaljik bir renasyonalizasyon hayalini dile getiriyorlardı (“sağdan” ya da “soldan” olsun, bunun “militan” bir küreselleşme karşıtı eğilim olduğunu belirtelim). Kimileriyse, sürecin değişen şartlarda devam ettiğini söylüyordu. Örnekleyecek olursak;17)
2008-09 finans krizinden sonra ortaya çıkan korumacı eğilimlerle birlikte pandemi süreciyle başlayan tedarik zincirlerinin yeni düzenlemesinin üzerine Ukrayna krizinin de gelmesi sonucunda kimi hammaddelerin tedarik zincirlerinin dışına düşmesinden, örneğin Thieß Petersen (Bertelsmann Stiftung) “Belki de deglobalizasyon benzeri bir sürecin başlangıcındayız” sonucunu çıkarırken, Megan Greene (Harvard Kennedy School), küreselleşmenin ölçülebileceği bir birimin olmadığını, pandemi ile birlikte ucuz işgücü ülkelerinden sermayenin, dolayısıyla endüstriyel işyerlerinin ana ülkelerine ya da yakın bölgelere geri döndüğü ve tedarik zincirlerinin bölgeselleştiği iddialarını istatistiklerin doğrulamadığını, Shanghay Ticaret Odası’nın yaptığı bir anketten, Amerikalı firmaların üretimini Çin’den ABD’ye taşıyacağı sonucunun çıkmadığını ifade ediyor. Green, “küreselleşmenin en üst seviyesini arkamızda bıraktığımızı” söyleyerek şimdi sürecin daha yavaş işlediğini, ama bunun halen bir deglobalizasyon anlamına gelmediğini tespitle “Pandeminin, just-in-time üretim trendini, yani üretimin direkt olarak tüketime ulaştırılması sürecini depolama, stoklama yönüne kaydırması” ile sistemin öngörülemeyen gelişmelere karşı sağlamlaştığını söylüyor.18) Bu konuda sayılar ne diyor?
Çin Halk Cumhuriyeti 2001 yılında DTÖ’ye katıldıktan sonra, 2000-2010 arası dünyanın ekonomik olarak en fazla büyüyen ülkesi oldu, ülkenin açık stratejileri öncelemesi ile dünyada brüt ihracat ekonomisi yıllık ortalama yüzde 8,7, dolaylı ihracat yüzde 9,7 oranında arttı.19) 1995’ten 2008’e kadar ki dönemde GVC’lerdeki hızlı genişleme, ticarete dayalı oranların yüzde 35’lerden yüzde 46’lara çıkması, üretime dayalı oranların yükselmesi gözlemlendi. Ancak son 10 yılda ortaya çıkan korumacı eğilimler, savaş ve pandemi ile birlikte süreçte bir yavaşlama ortaya çıktı: Ortalama küresel brüt ihracat büyüme oranı yüzde 3,7’ye, dolaylı ihracat büyümesi ise yüzde 3,8’e düştü; ticarete ve üretime dayalı süreçlerde de düşmeler oldu. Ama, GVC’lerin dolaylı ihracatta katılım oranları düşmesine rağmen gene de nominal olarak rekor kırıldı.20) Yani toplamında “artıdan eksilme” durumu oluştu.
Toparlayacak olursak: Pandemi ve arkasından gelen Ukrayna krizi, bir yerde dünya ekonomisindeki aksaklıkları, zayıflıkları da ortaya çıkardı. Bu durum, dünyanın her köşesinin birbirleri ile ileri düzeyde kaynaşmasının belli olası aksamalar durumunda sistemde küresel üretim ya da tedarik zincirlerinde tıkanmalara neden olabileceği açık olarak gösterdi. Ancak, küresel tedarik ve üretim zincirlerinden kopmanın, bunların renasyonalize edilmesinin, hatta genelde aşırı bölgeselleştirilmesinin hemen tüm ülke grupları açısından faydadan çok zararı olacağını da gördük. Gelişmiş ülkeler açısından bu durumda ortaya çıkabilecek olumsuz ekonomik sonuçlar, bu ülkelerin süreçler içinde en fazla yer alan, buradan en çok kazananlar olmaları nedeniyle oldukça ağır! Gelişmekte olan ülkeler böylesi bir kopma sürecini görece daha az zararla kotarıyor görünseler bile, bunun orta ve uzun vadedeki sonuçları onlar için de ağır görünüyor. Çünkü bu ilişkiler, onların teknolojik gelişmelerinin, gelişmiş endüstri ülkeleri ile aralarındaki farkı kapatmanın, gelişmenin ana damarlarını temsil ediyor.
Küreselleşme ve pratikte onun somut yansıması olan küresel üretim ve tedarik zincirlerinin, sermayenin rekabet şartlarında hayatta kalma mücadelesinde, aslında kapitalizmin özünde neredeyse başından beri var olan üretimin aşamalara ayrılması (fragmentation), kimi kısımlarının “dışarıya verilmesi” (outsourcing) momentumlarının uluslararası, sınırlarötesi plana taşınması sonucunda ortaya çıkan yapılanmalar olduğunu gördük. Bunlar aynı zamanda, gelişmekte olan ülkeleri küresel ekonomik süreçlere bağlayan, onların bilgilenme-öğrenme araçları olarak teknolojik gelişmelerinin, oralardaki üretici güçlerin gelişmesinin somut, maddi dayanaklarıdır da.
Bu nedenle üretici güçlerin gelişmesinin küresel planda ulaştığı seviyeden geriye dönüş, maddi olarak geri dönüş imkânsızdır; bir metafor olarak söyleyecek olursak ‘insanlığın taş devrine geri dönmesi’ gibi bir şeydir. Tarihte politik düzeyde geçici “geri dönüşler” olmuştur, ama ekonomik alanda ulaşılmış bir seviyeden geri dönmek öyle kolay değildir, olması durumunda bunun çok ağır sonuçları vardır. Başka bir deyimle; makinalı üretimden manifaktür tipi üretim biçimine geri dönüş mümkün değildir, olmaz, olamaz.
İncelemelerimiz boyunca görüldüğü gibi son 10 yıldaki gelişmeler, yıllar önce başlamış bir sürecin tersine çevrilmesi, yani bir deglobalizasyon, ekonomik ilişkilerin renasyonalizasyonu olayı değil. Bu açıdan söz konusu olan, sürecin değişik şartlarda, belli “kaymalar” ve “bölgeselleşme” eğilimleri altında sürmesi, tedarik zincirlerinin oluşan yeni şartlara göre düzenlenmesi, küreselleşmenin girdiği yeni bir evredir. Zira süreci küresel yapan şey, uluslararasılaşma eğiliminin halen dünyayı kuşatıyor olması, sermayenin ulus-devlet kabuğunu çatlatarak adeta uçması, serbest rekabet ve üretici güçlerin devasa gelişmesidir .Ve bunlar her şeye rağmen olduğu gibi yerinde duruyor, GVC’ler işliyor, Apple değişen şartlar altında Çin’de üretmeye devam ediyor. Dünya konjonktürünün ve küreselleşmenin en önemli aktörlerinden biri olarak Çin’in “Made in China 2025” başlığındaki tasarımıyla çeşitli hedefler koyarak her bakımdan endüstri ülkesi olma planı bağlamındaki adımlarını da hesaba kattığımızda “küreselleşme” ve GVC’lere bir müddet daha kafa yoracağımızı söylemek kehanet olmaz.
* https://www.perspektif.online/deglobalizasyon-cercevesinde-kuresel-uretim-zincirleri/
https://www.perspektif.online/kuresel-uretim-zincirleri-ve-gelismekte-olan-ulkeler/
https://www.perspektif.online/kuresellesme-surecinde-cinin-ozgun-yolu/
__
1) Prognos, Studie Globalisierungsreport, Wer profitiert am stärksten von der Globalisierung? 2020
2) a. g. y.
3) IMK (Institut für Makroökonomie und Konjunkturforschung) Policy Brief, Nr. 100, Januar 2021
4) ifw Kiel, Institut für Weltwirtschaft, Lieferketten in der Zeit Nach Corona, Kurzgutachten, s. 27
5) a. g. y., s. 26
6) A. Blöcker, die Automobilindustrie: Es geht um mehr als den Antrieb,Eine Studie im Rahmen des Projekts “Sozial-ökologische Transformation der deutschen Industrie”, https://www.rosalux.de/fileadmin/rls_uploads/pdfs/Studien/Onl-Studie_12_Industriepolitik-Automobil.pdf, Juni 2022
7) Prognos, Studie “Die deutschen Unternehmen brauchen neue Wachstumsstrategien Globalisierung in der Krise” 2021, s. 5-6
8) a. g. y.
9) Handelsblatt, 06.05.2022
10) Deutsche Bundesbank, Monatsbericht Jan. 2020, s. 51
11) a. g. y., s. 58
12) https://www.ifo.de/pressemitteilung/2022-08-08/handelskrieg-mit-china-wuerde-deutschland-sechsmal-so-viel-kosten-wie
13) M. Aktolga, Küreselleşme Süreci-Küresel Demokratik Devrim-Türkiye, s. 13: http://www.aktolga.de/m27.pdf
14) E. Altvater, B. Mahnkopf “Grenzen der Globalisierung”, Ökonomie, Ökologie und Politik in der Weltgesellschaft, 1997 3. Auflage, Verlag Westfälisches Dampfboot, Münster, S. 250-251
15) a. g. y., s. 107
16) M. Aktolga, Bilişsel Tarih ve Toplum Bilimlerinin Esasları, s. 329: http://www.aktolga.de/t5.pdf
17) DW, 03.04.2022: (https://www.dw.com/de/globalisierung-ist-der-zenit-überschritten/a-61346209)
18) a. g. y.
19) https://de.statista.com/statistik/daten/studie/37143/umfrage/weltweites-exportvolumen-im-handel-seit-1950/
20) Global Value Chain Development Report 2021