Lahey’den Çıkan Karar İsrail’i Durdurur mu?
Bu aşamada Divan yaşananların bir soykırım olup olmadığına karar vermemektedir. Bu karar, esasa ilişkin nihai karar verilinceye kadar onarılamaz zararların ortaya çıkmasını engellemeye yöneliktir. Bu sebeple Divan kararında ihsası rey anlamına gelebilecek açıklamalar yapmaktan kaçınmıştır. Doğrusu da budur. Dolayısıyla basında ve sosyal medyada var olan bilgi kirliliğinin aksine bu karardan İsrail’in soykırım yaptığı sonucuna ya da aksine varmak doğru değildir.
Uluslararası Adalet Divanı (UAD) daha önce de duyurduğu gibi 26 Ocak 2024 tarihinde Güney Afrika tarafından İsrail aleyhine yapılan başvuruda önleyici tedbir talebine ilişkin kararını açıkladı. Kararlar oybirliğine yakın bir sayıyla alındı. Karar, Güney Afrika’nın esaslı taleplerini kabul eder mahiyette olsa da operasyonlara derhal son verilmesi, insani yardımın Gazze Şeridi’ne ulaştırılması gibi en can alıcı noktalara temas etmemesi nedeniyle tatmin edici olmadı.
Yaklaşık bir aydır dünya kamuoyunun yakından takip ettiği Güney Afrika-İsrail Soykırım Davası’nda Divan, 11-12 Ocak tarihlerinde önleyici tedbir taleplerine ilişkin duruşmaları görmüştü. 26 Ocak tarihinde de bu duruşmalarda müzakere edilen taleplere ilişkin kararını açıkladı. 23 Ocak’ta Perspektif’te yayımlanan yazımızda, Güney Afrika’nın talep ettiği önleyici tedbirlerin ne olduğuna ayrıntısıyla yer verilmişti. Burada hatırlamak gerekirse Güney Afrika kısaca şunları talep etmişti:
(1) İsrail’in operasyonlara derhal son vermesi.
(2) İsrail’in etkisindeki askeri ya da düzensiz bir birliğin operasyonları ilerletecek adım atmaması.
(3) Güney Afrika ve İsrail’in, soykırımı önlemek için yetkileri dahilindeki tüm makul önlemleri alması.
(4) İsrail’in, Soykırım Sözleşmesi kapsamındaki yükümlülükleri uyarınca, Sözleşme tarafından korunan bir grup olan Filistin halkıyla ilgili olarak, Sözleşme’nin 2’nci maddesi kapsamına giren her türlü fiilden, özellikle aşağıda belirtilen fiillerin işlenmesinden geri durması.
(a) Grup üyelerini öldürmek;
(b) Grup üyelerine ağır bedensel ve ruhsal zararlara yol açmak;
(c) Grubun yaşam koşullarını, grubun tamamen veya kısmen fiziksel olarak yok edilmesine yol açacağının bilincinde olarak bozmak; ve
(d) Grup içerisindeki doğumları engellemeyi amaçlayan önlemler almak.
(5) İsrail’in yukarıda 4-c talebiyle bağlantılı olarak Filistinlilerin yaşam koşullarını bozucu emir, yasak ve kısıtlamaları kaldırmak dahil gücü dahilindeki tüm tedbirleri alması.
(6) Doğrudan ve alenen soykırımın kışkırtılmamasını, soykırım için teşekkül oluşturulmamasını, soykırıma teşebbüs edilmemesini ya da soykırıma iştirak edilmemesinin sağlaması; bu fiillere katılanların ise Soykırım Sözleşmesi gereğince cezalandırılması için adım atılması.
(7) Delillerin imhasını önlemek ve muhafazasını sağlamak için önlemler alınması; bu amaçla, İsrail’in, vaka inceleme heyetlerinin, uluslararası yetkililerin ve diğer kuruluşların Gazze’ye erişimine engel olmaması.
(8) İsrail’in, karardan sonra bir ay içinde ve düzenli aralıklarla Divan’a rapor sunması.
(9) İsrail’in, Divan önündeki anlaşmazlığı ağırlaştıracak veya uzatacak ya da çözümünü zorlaştıracak hiçbir eylemde bulunmaması.
Divan’ın yukarıda kısaca yer verilen taleplere ilişkin karar vermeden önce çözmesi ya da cevap vermesi gereken birtakım meseleler vardır. Bu aşamada esasa ilişkin bir karar vermediğinden Divan ancak prima facie (ilk bakışta) makul görülecek nedenlere dayalı olarak bu meseleleri çözümlemektedir.
Bu meselelerden ilki, Divan’ın bu davaya bakmaya yetkili olup olmadığıdır. Keza İsrail de Divan’ın yetkisi bulunmadığı gerekçesiyle davanın düşürülmesini talep etmişti. 23 Ocak tarihli yazımızda da belirttiğimiz gibi UAD, BM üyesi ülkeler üzerinde (devlet aksini bildirmedikçe) zorunlu yargı yetkisine sahip değildir. Yani adeta bir tahkim usulüyle, taraflar anlaşarak konuyu Divan önüne taşımadıkları müddetçe Divan ilgili ülke üzerinde yargı yetkisi kullanamamaktadır. Ne var ki birtakım uluslararası sözleşmeler, bu sözleşmenin uygulanması, yorumlanması ya da bu sözleşmedeki yükümlülüklerin ihlali ile ilgili çıkacak uyuşmazlıkların çözüm yeri olarak UAD’yi göstermektedir. Böyle bir durumda ilgili sözleşmeye taraf olan ülkeler üzerinde Divan’ın yargı yetkisi bulunmaktadır. Davaya konu Soykırım Sözleşmesi’nin 9’uncu maddesi de böyle bir hüküm içermektedir. İsrail ve Güney Afrika bu sözleşmeye Türkiye gibi taraftır ve Sözleşme’nin bu maddesi dahil herhangi bir maddesine çekince koymamıştır. Dolayısıyla Divan önleyici tedbirlere karar vereceği bu aşamada prima facie yetkili olduğuna hükmederek İsrail’in bu yöndeki talebini reddetmiştir.
Çözmesi gereken ikinci mesele, Güney Afrika’nın bu uyuşmazlığın tarafı olup olmadığı meselesidir. Gerçekten de Filistin topraklarında yaşanan silahlı çatışmalar Güney Afrika’dan oldukça uzak bir coğrafyada gerçekleşmektedir ve Güney Afrika bu çatışmaların tarafı olmadığı gibi bunlardan doğrudan etkilenmemektedir. Söze konu Soykırım Sözleşmesi’nin 9’uncu maddesi de uyuşmazlığın taraflarının davayı Divan’a götürebileceğini ifade etmektedir. Divan, hükmünde Soykırım Sözleşmesi’ne taraf olan tüm ülkelerin soykırımı engellemek, bastırmak ve cezalandırmak ortak yükümlülüğü ve çıkarı altında olduklarını, böyle bir çıkarın taraf devletin bir başka taraf devlete karşı borçlu olduğu anlamına geldiğini ifade etmektedir. Devamında Sözleşme’deki yükümlülüklere uyma konusundaki ortak çıkarın, herhangi bir taraf devletin, ayrım gözetmeksizin, erga omnes partes (herkese karşı) yükümlülüklerinin ihlali iddiası nedeniyle başka bir taraf devletin sorumluluğuna başvurma hakkına sahip olmasını gerektirdiğini söylemektedir. Divan aynı değerlendirmeyi Gambiya- Myanmar Davası’nda da yapmıştı. Yani Soykırım Sözleşmesi’ne taraf olmak ihlal eden ülkeye karşı otomatik olarak uyuşmazlığın da tarafı olmak anlamına gelmektedir. Zaten soykırım suçunun önlenmesinde, bastırılmasında ve cezalandırılmasında insanlığın ortak menfaati bulunduğu üzerinde ittifak edilen bir anlayıştır. Divan bu bağlamda Güney Afrika’nın prima facie bu uyuşmazlığın tarafı olduğuna karar vermiştir. Zaten İsrail de Güney Afrika’nın pozisyonuna ilişkin bir itiraz dile getirmemiştir.
Çözülmesi gereken bir diğer mesele, korunması istenen haklar ile talep edilen tedbirler arasında bir bağlantının bulunup bulunmadığıdır. Divan, kararında öncelikle Gazze Şeridi’nde yaşayan halkın Soykırım Sözleşmesi çerçevesinde korunan bir grup olduğu değerlendirmesini yapmıştır. Soykırım suçu için belirli özelliklere sahip bir grubun ortadan kaldırılmasına matuf birtakım eylemlerin gerçekleştirilmesi zorunludur. Örneğin 500 üyesi olan bir suç örgütünün tüm üyelerini öldürmek soykırım değildir. Fakat 1.000 üyesi olan bir etnik grubun tüm erkeklerini öldürmek soykırım anlamına gelebilir. Divan, tereddütsüz bir şekilde Gazze Şeridi’nde yaşayan Filistin halkının Sözleşme kapsamında korunan bir grup olduğunu ifade etmektedir. Ardından 7 Ekim sonrası başlatılan operasyonlar akabinde Gazze’deki duruma dair çeşitli uluslararası misyona sahip kişi ve kurumların açıklamalarından alıntılar yapılmış ve devamında İsrail Cumhurbaşkanı, Savunma Bakanı ve Enerji Bakanı’nın açıklamalarına yer verilmiştir. Sonuç olarak talep edilen birtakım tedbirlerin, doğası gereği korunmak istenen haklar ile bağlantılı olduğuna ve yapılan alıntılardan anlaşılabileceği üzere soykırım şüphesinin makul olması sebebiyle tedbirin, soykırımın engellenmesiyle korunan haklar ile bağlantılı olduğuna karar vermiştir.
Çözülmesi gereken son mesele ise önleyici tedbir kararı vermek için gereken onarılamaz zarar riski ve aciliyet olup olmadığıdır. Divan bu noktada da özellikle BM Genel Sekreteri’nin ve UNRWA Genel Komiseri’nin Gazze’deki durum ile ilgili değerlendirmelerine de yer vererek Gazze’deki insani durumun “felaket” niteliğinde olduğunu belirtmiş ve acil bir tedbir alınmazsa felaketin daha da kötüleşeceğini açık bir dille ifade etmiştir. Örnek vermek gerekirse Dünya Sağlık Örgütü’nün doğum yapan kadınların yüzde 15’inin komplikasyon yaşadığını, tıbbi desteğe erişim yokluğu nedeniyle anne ve yenidoğan ölümlerinin artacağını tahmin ettiğini dile getirmiştir. Sonuç olarak esasa ilişkin karar verilinceye kadar onarılamaz zararların ortaya çıkma riskinin ve aciliyet koşulunun açık bir şekilde var olduğu neticesine varmıştır.
Geçici Tedbirler
Tüm bu çözümlenmesi gereken meselelere ilişkin değerlendirmelerini yaptıktan sonra Divan, Güney Afrika’nın talep ettiği geçici tedbirlerden birkaçına hükmetmiştir. Divan’ın hükmettiği geçici tedbirler şunlardır:
(1) İsrail Devleti, Gazze’deki Filistinlilerle ilgili olarak Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi kapsamındaki yükümlülükleri uyarınca bu Sözleşme’nin 2’nci maddesi kapsamındaki tüm eylemlerin özellikle aşağıdaki fiillerin işlenmesini önlemek için yetkisi dahilindeki tüm tedbirleri alacaktır.
(a) Grup üyelerini öldürmek;
(b) Grup üyelerine ağır bedensel ve ruhsal zararlara yol açmak;
(c) Grubun yaşam koşullarını, grubun tamamen veya kısmen fiziksel olarak yok edilmesine yol açacağının bilincinde olarak bozmak; ve
(d) Grup içerisindeki doğumları engellemeyi amaçlayan önlemler almak.
(2) İsrail Devleti, ordusunun yukarıda 1. maddede tanımlanan herhangi bir eylemi gerçekleştirmemesini derhal sağlayacaktır;
(3) İsrail Devleti, Gazze Şeridi’ndeki Filistinli grubun üyelerine yönelik soykırımı doğrudan ve alenen azmettirmeyi önlemek ve cezalandırmak için yetkisi dahilindeki tüm tedbirleri alacaktır;
(4) İsrail Devleti, Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilerin karşı karşıya olduğu olumsuz yaşam koşullarına çözüm bulmak amacıyla acil ihtiyaç duyulan temel hizmetlerin ve insani yardımın sağlanmasını sağlamak için acil ve etkili önlemler alacaktır;
(5) İsrail Devleti, Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilere karşı Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 2 ve 3’üncü maddeleri kapsamındaki eylem iddialarına ilişkin delillerin imhasını önlemek ve muhafazasını sağlamak için etkili önlemler alacaktır;
(6) İsrail Devleti, bu karara işlerlik kazandırmak için alınan tüm tedbirlere ilişkin olarak bu kararın tarihinden itibaren bir ay içinde Divan’a bir rapor sunacaktır.
Divan yukarıdaki kararları neredeyse oybirliği denecek (15’e karşı 2, 16’ya karşı 1) çoğunlukla almıştır. Kararların tamamına Ugandalı yargıç Julia Sebutinde karşı oy kullanmıştır. Hatta öyle ki uyuşmazlığın tarafı olduğu için İsrail tarafından atanan geçici (ad hoc) yargıç Aharon Barak’ın kabul oyu verdiği kararlara dahi karşı oy kullanmıştır. Yargıç Sebutinde karşı oy yazısında özetle İsrail-Filistin meselesinin tarihi politik bir mesele olduğunu ve müzakere ve diplomasiyle çözüme kavuşturulacağını, alınan tedbirlerin bir faydası olmadığından karşı oy kullandığını ifade etmiştir.
Öncelikle şu hususu belirtelim; bu aşamada Divan yaşananların bir soykırım olup olmadığına karar vermemektedir. Bu karar, esasa ilişkin nihai karar verilinceye kadar onarılamaz zararların ortaya çıkmasını engellemeye yöneliktir. Bu sebeple Divan kararında ihsası rey anlamına gelebilecek açıklamalar yapmaktan kaçınmıştır. Doğrusu da budur. Dolayısıyla basında ve sosyal medyada var olan bilgi kirliliğinin aksine bu karardan İsrail’in soykırım yaptığı sonucuna ya da aksine varmak doğru değildir. Divan bu aşamada önleyici tedbirlerin gerekliliklerine ancak prima facie (ilk bakışta) makul bulunması koşuluyla varabilir. Esasa ilişkin kararında kabul edilebilirlik (yetki, taraf sıfatı), soykırım iddiasına ilişkin vakaların ve delillerin makul olduğu konularında teorik olarak aksi yönde karara varabilir.
Karar Tatmin Edici mi?
Verilen önleyici tedbir kararlarının tatmin edici olup olmadığı noktasında ise şahsen tatmin edici bulmadığımı belirtmek isterim. İsrail’in Gazze’deki operasyonlarını derhal sonlandırması yönünde bir karar alınacağı beklentisindeydim ki Divan daha önce önüne gelen başvurularda bu yönde kararlar vermişti. Bir diğer beklentim, talep edildiği gibi uluslararası inceleme heyetlerinin Gazze Şeridi’nde raporlama ve delil toplama faaliyetlerine İsrail’in engel olmaması yönünde karar verilmesiydi. Divan’dan bu yönde karar çıkmadı. Önemsediğim bir diğer talep ise ihtiyaç duyulan tüm insani yardım malzemelerinin Gazze’ye ulaştırılmasına engel olunmamasıydı. (4) numaralı tedbir kararının bu amaca ne kadar hizmet edeceğinden şüpheliyim. Kararların, operasyonu durdurmak ve acil ihtiyaç duyulan insani yardımı Gazze Şeridi’ne sağlamak gibi somut neticeleri doğurmaktan çok İsrail’e nasihat niteliğinde olduğu görülüyor.
Divan’ın kararları taraflar için bağlayıcıdır. Yani İsrail verilen bu kararlara uymak zorundadır. İsrailli yetkililerden sıcağı sıcağına yapılan açıklamalar her ne kadar kararlara uyulmayacağı yönündeyse ve bu da tahmin edilmekteyse de İsrail’in bu kararlara uyup uymayacağını önümüzdeki günler gösterecek. Uluslararası güçlerin desteğini bir bir geri çekmesi ve bu kararlara uyması yönünde baskı uygulaması farklı sonuçlar doğurabilir. Divan, kararlarına uyulması yönünde bir baskı mekanizmasına sahip değildir. Divan’ın kararlarına uyulmaması halinde ne şekilde hareket edileceğini BM Şartı’nın 94/2’nci maddesi göstermektedir. Bu halde uyuşmazlığın taraflarından biri yükümlülüklerini yerine getirmezse, diğer taraf Güvenlik Konseyi’ne başvurabilir. Güvenlik Konseyi de gerekli görürse, hükmün yerine getirilmesi için tavsiyelerde bulunabilir ya da alınacak önlemleri kararlaştırabilir. Böyle bir kararın çıkması Güvenlik Konseyi’nin 9/15 çoğunluğuyla, daimî üyelerinin her birinin de olumlu yönde oy kullanmasıyla mümkün. Dolayısıyla Divan hükmünün işlerlik kazanması için sadece İsrail üzerinde değil Güvenlik Konseyi ve özellikle ABD, Birleşik Krallık ve Fransa gibi daimî üyeler üzerinde de baskı oluşturulması gerekebilir. Divan Statüsü’nün 63’üncü maddesi, Türkiye gibi Soykırım Sözleşmesi’ne taraf olan ülkelerin Güney Afrika’nın açtığı davaya katılmasına imkân sağlamaktadır. Türkiye dahil olmak üzere alabildiği kadar devletin bu davaya katılması, uluslararası baskıyı artırıcı sonuç doğuracaktır.
Divan’ın esasa dair nihai karara varması yılları alabilmektedir. O yüzden kısa bir zaman dilimi içinde Güney Afrika başvurusu ile ilgili kesin hükme varması beklenmemelidir. Fakat İsrail, Gazze Şeridi’ne yönelik operasyonlarını bu tutum içerisinde sürdürür, oradaki insani krizi daha da derinleştirir ve önleyici tedbir kararlarının gereğini de yerine getirmezse zaten kuvvetle muhtemel olan aleyhindeki kararı çağıra çağıra getirir. Bu da İsrail’in soykırım yaptığının BM’nin en önemli yargı merci tarafından tasdiklenmesi demektir ki bunun siyasi ve hukuki faturası çok ağır olur. Böyle bir durumda İsrail’in politikalarının arkasında fütursuzca duran ülkelerin yetkilileri kendi iç hukuklarında hesap verme durumunda kalacaktır. Pek çoğu yargı bağımsızlığına sahip bu ülkelerin yetkililerinin hiçbiri bu riski göze alamayacaktır. Önleyici tedbir kararlarının politik anlamda başta İsrail’in politikalarını gözden geçirmesine, karar alıcılarının kendilerine ödeteceği bedeli İsraillilerin muhasebe etmesine ve ülkelerin İsrail’in eylemlerine yönelik pozisyonlarını tekrar değerlendirmesine neden olacağı şüphesizdir. Hukuki olarak ne sonuçlar doğuracağının ise hukuka, insan haklarına, uluslararası hukuka saygılı hukukçuların göstereceği kararlılığa bağlı olduğunu ve önümüzdeki yılların bunu göstereceğini son olarak ifade edebilirim.