Laiklik Nedir?

Laikliğin dünyada, ilgili literatürdeki kullanımıyla genelde Türkçede anlaşıldığı hal ve uygulamalar arasında pek bir alaka yoktur. Üstelik bu alakasızlık, bu konuda kavga eden kesimlerin hepsi için de geçerlidir. Yani Türkiye’de laikliği savunanlarla, ondan rahatsız olanların önemli bir ortak noktası vardır: Laikliğin ne olduğundan pek haberdar olmamak!

Türkçede siyasette, üniversitede, okuryazar kamuda en çok karşımıza çıkan kavramlar içinde en yanlış bilinen, yanlış kullanılan kavram hangisidir? Birisi bana bu soruyu sorsaydı cevabım şu olurdu: Laiklik. İkincisi de sekülerleşme olurdu ama onu gelecek haftalardaki yazılarımda ele almayı planlıyorum. Yani bu yazıdaki konumuz laiklik. Bu kavramın dünyadaki etimolojisi, anlam tarihi; siyasi, hukuki, anayasal manası; ilgili literatürdeki kullanım biçimleriyle Türkçedekini karşılaştırırsak arada çok ciddi bir uçurum olduğunu görebiliriz. Aslında bana en ilginç gelen nokta, akademik/okuryazar kamuda da bu açıdan pek bir farklılık göremiyor olmamızdır. Gündelik siyasette, toplumsal vasatta bunun böyle olmasının her ne kadar kabul edilebilir olmasa da, anlaşılabilir yanları söz konusudur. Ancak, örneğin bir ilahiyatçının, bir sosyoloğun, bir siyaset bilimcinin, bir hukukçunun bu kavrama gündelik siyasetten ve toplumsal vasattan en azından görece bağımsız yaklaşabilmesini, yani alanının hakkını vermesini beklemek çok büyük bir talep midir? Bence değil. Sadece bu bile Türkiye’de özellikle sosyal bilimler ve beşerî çalışmalar alanlarının göreli özerkliklerinden bahsedilemeyeceğini kanıtlar.

 

Laicité ve Laicisme

 

Konuya önce net bir ayrım yaparak başlamak istiyorum. Bu kavram bize Fransızcadan geldiği için o dildeki anlamlarıyla ifade edeceğim: Laicité ve laicisme. Bu iki kavramın Fransızcadaki kullanımlarının benim bu konudaki seri yazılarımda önereceğim anlamlarıyla birebir aynı olduğunu iddia etmiyorum. Bu farkın altını Türkçede yaşadığımız karmaşayı çözebilme umuduyla çiziyorum. Türkçede her ikisine de laiklik diyoruz. Ama aslında bu ikisi aynı şey değildir. Laicité anlamıyla laiklik, özellikle Kıta Avrupası tecrübesinde devleti, kamu erkini tanımlayan bir kavramdır. Yani laik olma hali devletin, kamu erkinin bir sıfatıdır. Bireyi, yurttaşı, toplumsal kesimleri nitelemez. Dolayısıyla devletin, adliyenin, vergi dairesinin, mezarlıklar müdürlüğünün, su işleri idaresinin, diyanet işleri başkanlığının laikliğinden söz edilebilir. Ancak ben bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak ayrıca “laik” olmak zorunda değilimdir. Laicisme ise devletin, kamu erkinin bir sıfatı olan bir niteliğin özellikle bazı toplumlarda dönüşerek siyasi bir ideoloji haline gelmesini ifade eder. Laicisme anlamıyla laiklik üzerine ayrı bir yazı yazmayı düşündüğüm için bu yazıda ayrıntıya girmeyeceğim.

 

Etimolojiyi oldum olası severim. Türkiye’de etimoloji merakı fular kullanmayla eşdeğer görüldüğü için son zamanlarda biraz çekingen olduğum da doğrudur. Üstelik her ikisini de seven biri olarak. Etimoloji bize kavramların tarihsel derinliklerini gösterdiği için günümüz sorunlarına da ışık tutar. Her neyse, laikos’a, yani kavramını Ortaçağ Latincesindeki orijinal haline döneyim isterseniz. Bu kavram “ruhban olmayan” anlamına gelir. Yani konunun dinsizlikle, din karşıtlığıyla, din düşmanlığıyla, İslamofobiyle hiçbir ilgisi yoktur. Ortaçağ kavramlarıyla söylersek, örneğin aristokrasi ve köylülük bu anlamıyla “laik”tir. Laik olmayan tek sınıf, zümre ruhban sınıfıdır. Avrupa tarihi içinde özellikle Luther sonrasında Protestanlığın gelişmesiyle birlikte inanç, din alanında bir çoğullaşma ortaya çıkmıştır. Din ve mezhep savaşları, siyasal merkezi bir tavır almak zorunda bırakmıştır. Aslında laiklik Avrupa tecrübesinde modern ulus devlete gidecek olan ama erken dönemde monarşik merkezileşme olarak ortaya çıkan sürecin temel leitmotiv’lerinden biridir. Laiklik devletin, siyasi merkezin farklı inançlara sahip olan önce tebaasına, sonra yurttaşına eşit mesafede olmasını ifade eder. Bu bakımdan laiklik devletin yurttaşının inancına karşı nötrleşmesidir. Çünkü devletin bu konuda bir tercihinin olması, onun açısından çok ciddi meşruiyet sorunlarına neden olur. İlginç bir biçimde Avrupa tarihinde, Ortaçağ’da ruhban sınıfı dışındaki kesimleri tanımlayan bir kavramın giderek devletin bir sıfatına dönüşmesi süreci, erken dönemde her şeye rağmen Hıristiyanlık içi bir mesele olarak ortaya çıkmıştır. Örneğin Avrupa Yahudilerinin kapsama alanına alınmaları için epey bir zaman geçmesi gerekmiştir.

 

Laiklik Devletin Bir Sıfatıdır

 

Laiklik konusunu özellikle modern ulus devletin gelişim tarihi içinde ve toplumun inanç, din, mezhep tercihlerinin çoğullaşması çerçevesinde ele almanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Laiklik, bireyin ve toplumun değil devletin bir sıfatıdır. Dolayısıyla laiklik siyasi, hukuki bir kavramdır. Devletin tüm inançlara ve inançsızlıklara eşit mesafede olmasıdır. Bu anlamda devlet sadece dinlere, mezheplere değil, aynı zamanda örneğin, ateistlere, agnostiklere, deistlere de eşit mesafede olmak durumundadır. Devletin laikliğinden söz etmek istiyorsak elbette.

 

Ancak laiklik mutlaka makro siyasetin icrasıyla sınırlı olarak ele alınabilir bir kavram değildir. Dolayısıyla bir cumhurbaşkanının eşinin başının örtülü olup olmamasının aslında laiklikle pek bir ilgisi yoktur. Ya da bir bakanın cuma namazına gidip gitmemesinin. Ama aynı şekilde bir milletvekilinin ateist, agnostik ya da deist olması da laiklik kapsamında bir mesele değildir. Çünkü bütün bu tercihler sivil alanı işaret eder, yani bireyi ve toplumu tanımlar. Laik sıfatını taşıyan bir devlet tüm bu tercihleri meşru görmek ve onlara eşit mesafede olmak zorundadır. Ancak laiklik meselesi aynı zamanda, hatta çoğu zaman okulda, mezarlıkta, evlenmede, vergide; elektrik, su, doğal gaz faturasında da ortaya çıkar. Bunlar, örneğin cumhurbaşkanın eşinin başının açıklığı ya da kapalılığından çok önemlidir laikliğin uygulamaları açısından.

 

Örneğin inanç çoğulluğu olan bir toplumda devletin “Din ve Ahlak Kültürü” adıyla da olsa tek bir dinin, mezhebin, hatta belli bir mezhebin belli bir yorumuyla zorunlu din dersi ihdas etmesi laikliğe aykırıdır. Bu durumda ya söz konusu ders tüm inanç ve inançsızlıkları kapsayacak şekilde gerçekten bir tarih, kültür dersine dönüştürülmeli ya da devlet çocuklara din dersi hizmeti sağlamayı çok istiyorsa, dediğim gibi tüm tercihlere uygun modüler bir sistem geliştirmelidir. Bunu yapmıyorsa da en azından farklı tercihleri olanların bu dersten muaf olabilme özgürlüklerini tanımalıdır.

 

Bazı toplumlarda mezarlık hizmetleri yerel siyaset içinde, yani belediyeler eliyle gerçekleştirilir. Belediyeye düzenli olarak emlak vergisi, çöp vergisi ödeyen; birçok satın almada harç ödeyen ama o belediye sınırları içinde küçük bir azınlığı teşkil eden bir inanca sahip biri vefat ettiğinde mezarlıklar müdürlüğü ona ve ailesine bedelsiz ölü gömme hizmeti vermeli midir? Dolayısıyla o inanca sahip vergi ödeyenleri için bir mezarlık tahsis etmeli midir? Ya da vasiyetinde gömülmek yerine yakılmak isteyen birine ilgili makamlar gereken hizmeti sağlamalı mıdır? Bu soruların hepsinin cevabı evettir. Tabii eğer “laik” bir belediyeden ya da mezarlıklar müdürlüğünden söz etmek istiyorsak.

 

Adliyenin laik olmasında hâkim, savcı ya da avukatın kıyafet tercihleri değildir belirleyici olan. Mühim olan anayasanın, yasaların tüm yurttaşlara eşit biçimde uygulanabilmesidir. Asıl olan özellikle hâkim ve savcının inanca yönelik kişisel tercihlerinin uygulamada bir fark yaratmamasıdır. Aynı şekilde sanığın aynı yöndeki tercihlerinin ona bir avantaj ya da dezavantaj getirmemesidir. Aynı suçu işleyen bir Katolik ile bir Protestan’ın aynı cezayı almasıdır laiklik. Ayrıca hâkimin Katolik ya da Protestan olmasının karar sürecinde bir etkisinin olmamasıdır da. Konunun anlaşıldığını umarak örnekleri çok fazla artırmak istemiyorum. Bu konuyu, aynı hassasiyetin örneğin vergi tahakkukunda da geçerli olduğunu vurgulayarak bitireyim.

 

Yazının akışından da anlaşılabileceği üzere, laikliğin dünyada, ilgili literatürdeki kullanımıyla genelde Türkçede anlaşıldığı hal ve uygulamalar arasında pek bir alaka yoktur. Üstelik bu alakasızlık, bu konuda kavga eden kesimlerin hepsi için de geçerlidir. Yani Türkiye’de laikliği savunanlarla, ondan rahatsız olanların önemli bir ortak noktası vardır: Laikliğin ne olduğundan pek haberdar olmamak!

 

Yazıyı bitirirken en azından şimdilik şunu ifade etmeme izin verin: Bu konuda biraz dirsek çürütmüş biri olarak laikliğin modern demokrasinin kesinlikle gerekli ama yeterli olmayan bir koşulu olduğunu düşünüyorum. Bu anlamıyla laiklik iyi bir şeydir ve her devlete lazımdır.

 

Bu konuda bir süre yazmaya devam edeceğim.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.