Levant Bölgesinin Yeni Yahudi Devleti
İsrail’de geçen hafta yapılan seçimlerin kazananı olan fanatikler, faşistler ve aşırı sağcı fantezilere sahip gruplar, ülke tarihinde görülen en aşırılıkçı hükümeti kurmak üzere. Fakat bu hükümetin yapabileceklerinin sınırı var.
İsrail’in kolonyal demokrasisi, “İslam devleti”nin daha sofistike ve modern versiyonunun bir benzerini, daha aşırılıkçı bir “Yahudi devleti” olma potansiyeline sahip bir devlet formunu ortaya çıkardı. Fakat İsrail, savaşta ortaya çıkan ve savaşla devrilen IŞİD’den farklı olarak, bugün Ortadoğu’da nükleer güce sahip tek ülke.
İsrail’de geçen hafta yapılan seçimlerin kazananı olan fanatikler, faşistler ve aşırı sağcı fantezilere sahip gruplar, ülke tarihinde görülen en aşırılıkçı hükümeti kurmak üzere. Kurulacak yeni hükümette Yahudi devletinin yeni parlayan yıldızı Itamar Ben-Gvir’in de yer alacağına şüphe yok: Hatta hükümet şiddet saçan, Filistin’den nefret eden bir radikal olan Ben Gvir’in desteğine yaslanacak.
İsrail tarihinde dini milliyetçi ve ultra-ortodoks partilerin çoğunlukta olduğu bu ilk hükümet, Filistin’in koloniye dönüştürülmesi sürecini her ne pahasına olursa olsun tamamlayarak, Yahudi devletini Halaha ile (Yahudi hukukuyla) yaşayan bir teokrasi olmaya doğru dönüştürmek isteyecektir.
Peki bunu yapabilirler mi? Kendilerinden önce gelenlerin henüz yapmadığı, ama onların yapabileceği ne var? Yani ölüm ve yıkım dayatmak, Filistin’deki illegal Yahudi yerleşimin sınırlarını daha da genişletmek açısından.
Yeni koalisyon hükümetini kurması ve bu hükümete başkanlık etmesi muhtemel olan Benjamin Netanyahu, İsrail’de en uzun süre başbakanlık görevinde bulunma deneyimi nedeniyle, İsrail’in sert bir Filistin ve Arap direnişi ile karşı karşıya gelmeden yapabileceklerinin bir sınırı olduğunu biliyor. Daha da ileri gitmesi, İsrail’in Avrupa ve ABD’deki desteğini kaybetmesine de neden olabilir ki bu destek İsrail’in güvenliği ve bölgesel konumu bakımından elzem.
Netanyahu daha önce İsrail’in önemli destekçilerini ve yeni bölge partnerlerini uzaklaştırabilecek radikal önlemlere aşama aşama geçmeyi tercih etmişti. Bu nedenle partnerlerinin işgal altındaki Batı Şeria’yı ilhak etme ve bu bölgeyi etnik olarak Filistinlilerden arındırma isteklerini frenlemeye çalışabilir.
Başbakanlık görevini sürdürmede geçmişteki hatalarının kendine karşı bir koz olarak kullanılabileceğini çok iyi bildiği halde, bu dinci fanatikleri dizginleyip dizginleyemeyeceğiyse şüpheli. Ciddi yolsuzluk iddialarıyla suçlanıyorken hapse girmemesinin tek garantisi de bu.
Ok Yaydan Çıktı
Seçimler, Pandora’nın İsraillileri karanlık tarafa çekebilecek kutusunu açtı. Kolonyal bir devlet olarak İsrail’e özgü liberalliğin kırılganlığını gözler önüne serdi ve kontrolsüz bir askeri işgalle geçen onlarca yıldan sonra seçmen çoğunluğuna nüfuz eden fanatizminin ardına gizlendiği maskeyi düşürdü.
Netanyahu’nun skandala sebep olan yeni partnerlerinin kural tanımaz açıklamaları, son birkaç 10 yılda ülkeyi yöneten kendi Likud Partisi de dahil, İsrail’deki sağ partilerin çoğunluğuna hâkim olan inançları yansıtıyordu. Fakat artık Yahudi üstünlüğüyle açık açık övündükleri için, Netanyahu’nun hasbara’sıyla (İsrail yanlısı politikası) bu partilerin ya da kendisinin ırkçılığını dünyadan gizlemesi zorlaştı.
Sonuçta, geçtiğimiz Ağustos ayında iki-üç küçük fanatik partinin sandalye sayısını varabileceği en üst seviyeye çıkarmasına ve kuracağı koalisyon hükümetine katılmalarını sağlayacak birliğinin ortaya çıkmasına vesile olan Bibi, yani Netanyahu, oldu. Bunu sağlamada oldukça başarılı da oldular: Dinci Siyonist Parti 14 sandalye aldı, Parlamento’ya giren vekiller arasında Ben-Gvir de bulunuyor.
Netanyahu’nun koalisyon ortaklarından diğer ikisi, yani toplumsal baskıcı ve siyasi olarak fanatik ultra-ortodoks Yahudi partiler Shas ve UJT 18 sandalye aldı. Likud’dan aşırı sağcı 32 üye ile birlikte, 120 üyeden oluşan Knesset’te 64 koltuk aynı kafada bir çoğunluğu temsil ediyor.
Yeni göreviyle cesaretlenen ve hiç olmadığı kadar kendinden emin olan Netanyahu şimdiye kadar benimsediği kademeli stratejiyi atlayıp, derhal ve doğrudan eyleme geçmenin gerekliliğini savunabilir. Bu planda da ülkede yargıyı ve diğer devlet aygıtlarını denetimi altına alma çalışmalarına ve İsrail’in Filistinli azınlığını daha da marjinalleştirmeye yer verebilir. Bölgesel olarak ise, bu planda uluslararası müdahale ve savaş riski alarak, işgal altındaki toprakların ilhakı ve İran’ın nükleer tesislerinin bombalanması yer alabilir.
Peki Yapar mı?
Bunun yanıtı belki de yeniden seçilebileceğini düşünerek yazdığı ve kısa bir süre önce yayınlanan otobiyografisinde yatıyor. Bibi: Benim Hikâyem olarak adlandırdığı 733 sayfalık bu garabette Netanyahu, İran’ın İsrail’in güvenliğine yönelik nükleer tehdidini ve bu tehdidin tümden ortadan kaldırması gereğini defalarca vurguluyor ve Arap dünyasıyla ilişkilerin normalleştirilmesi için Filistin’in marjinalliğinde ısrar ediyor.
Arap-İsrail çatışmasını çözmede “Filistin’in merkeziliğini” durmadan bozuk plak gibi reddediyor ve her türlü nükleer diplomasiyi kınayarak, İran’la olan ilişkilerde olabilecek her türden normalleşmenin saflık ve sorumsuzluk olacağına hükmediyor.
Yüzsüz bir Makyavelci olduğunu; güce (sert güce) taptığını, barış veya güvenliği sağlamanın tek yolunun üstün askeri güç olduğuna inandığını açık açık anlatıyor. Netanyahu, zalim bir narsist olarak, görevde kalmak için en yakın dostlarına ve partnerlerine ihanet de dahil, tam anlamıyla her şeyi yapmaya hazır.
Tüm popülistler gibi Netanyahu da oldukça hezeyanlı ve komplocu. İsrail tarihinin en uzun süre görevde kalan başbakanı olmasına rağmen, kitabında kariyeri süresince itibarının seçkinler, basın, yargı ve derin devlet (ve hatta Amerika başkanları) tarafından zedelenmeye çalışıldığını iddia ediyor.
Bibi’nin, yani kitabın, her yanına büyüklük hezeyanı sinmiş: Sayısız komplonun kurbanı Netanyahu kitapta yaşayan gerçek ve hayali tüm düşmanlarını mağlup ederek galip gelen Bibi’ye dair kışkırtıcı hikâyeler anlatıyor. Tabii kitap yalanlar, abartılar ve yalan yanlış bir yığın anlatıyla dolu olduğundan, metnin satır aralarını ve ötesini yorumlamayı okuyucuya bırakarak kendisi ve ailesi hakkında yalanlar söylemiş olma ihtimali de çok yüksek.
Kitabı okuyan biri, bu sayede, siyasette aşırı hırslı bu insanın ne yapmak istediğini kavrayabilir ama kim olduğunu anlamakta; gerçeği kurgudan, hoşu boştan ayırmakta zorlanabilir. Kitabın içinde aslında hiçbir şey yokmuş gibi; özenle paketlenerek sunulmuş karakterler ve klişelerden fazlası değil.
Empatiden tümüyle yoksun Netanyahu, hiç kimsenin ya da hiçbir şeyin yoluna çıkmasına izin vermeyecek. Deneyimleri Netanyahu’nun kibrini kırmadı, hatta aksine her bölümden daha da kibirli, kendinden daha da emin çıkıyor. Kendinden yenilmez bir kahramanmış, İsrail’in peygamberiymiş, bir süper güce başkanlık ediyormuş gibi bahsediyor, büyükler arasından geçtiğini, Washington’la Moskova arasında mekik dokuduğunu anlatıyor.
Bu ruh hali yeni zaferiyle birleşince, Netanyahu’yu İsrail’in Ortadoğu’da hüküm sürmesini sağlamak üzere Filistin’de ve İran’la bölgeye karşı şimdiye kadar olduğundan çok daha saldırgan davranmaya teşvik edebilir. Netanyahu’ya göre ABD aptal, Başkan Joe Biden uzlaşmacı ve zayıf; Araplar bölünmüş durumda, liderlerinin de hepsi kendi çıkarının peşinde; Avrupa Birliği savaşmakta olan Ukrayna ve Rusya’nın derdinde ve Çin ise Çin’le meşgul.
Ancak Bibi’ye ve muhalefetin Bibi destekçilerinden bahsederken dediği gibi “babunları”na haberlerim var. Olası bir kendini aşma; askeri, siyasi ve diğer cephelerde büyük bir misillemeyle karşılaşma riski taşıyan, sonucu önceden belli bir hata olur. Washington’ın gerginliğini azaltmak için birkaç lider Filistinlilere sırt çevirmiş olsa da Filistin daima Araplara yönelik adaletsizliğin kutsal sembolü olarak kalacak ve İsrail ile aralarındaki ihtilafları çözmenin merkezinde Filistin olacak. Son ve fakat bir o kadar önemli olan da şu: Güç zehirlenmesi felaket getirir, İran’ın nükleer tesislerine yönelik herhangi bir bombalama sadece İran rejimini güçlendirir, bölgesel bir savaşa yol açar ve bu savaşın İsrail, ABD ve Ortadoğu’ya nasıl yansıyacağını hesap etmek güç.
Şunu daima hatırda tutmak gerek: Ne kadar yükseğe çıkarsan düşüşün de o kadar sert olur.
Bu yazı Al Jazeera sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için buraya tıklayınız.