Macaristan Seçimleri ve Türkiye Muhalefeti
Türkiye muhalefetinin sadece Macaristan değil, Fransa ve diğer ülkelerdeki seçim süreçlerini izlemesi, sonuçlar çıkarması zorunlu ve gereklidir. Ayrıca, dünya ve Türkiye dinamiklerini anlayan bir perspektifle toplumla kucaklaşmaya ve buluşmaya da fazlasıyla ihtiyaç vardır.
Macaristan’da 4 Nisan’da yapılan seçimi halihazırda hükümette yer alan Fidesz (Macar Yurttaş Birliği) ve Hristiyan Demokratik Halk Partisi’nden (KDNP) oluşan aşırı sağ-sağ koalisyonu büyük farkla kazandı.
Çeşitli sağ ve sol partilerin oluşturduğu ve altı partinin bir araya geldiği muhalefetin çatı oluşumu “Macaristan için Birlik”, seçimlerde büyük bir hayal kırıklığı yaşayarak ağır bir yenilgi aldı. Macaristan muhalefetinin oluşturduğu altılı ittifak ile ülkemizde oluşan altılı birliktelik arasında benzerlik kurularak, özellikle iktidara yakın medya ve kamu kuruluşlarında önümüzdeki yıl olağan olarak yapılacak seçimlerde aynı sonuçlarla karşılaşacağı yönünde bir algı operasyonu oluşturulmaya çalışıldı.
Macaristan seçimleri ve bunun sonuçları üzerinden gerek iktidar gerekse muhalefet kanadında yürütülen tartışmalara ışık tutması açısından benzerlikleri ve farklılıklara dair bir değerlendirme yapma ihtiyacı olduğu söylenebilir.
Öncelikle; Macaristan 10 milyon dolayındaki nüfusuyla İstanbul’dan küçük, etnik nüfusun dağılımı itibarıyla yüzde 95’i Macar, ihracat odaklı ekonomi anlayışı ile makine, elektronik eşya, nakliye araçları üretimi ve değişimi ile dış ticaretini yürüten küçük bir Avrupa Birliği üye ülkesi.
2010 yılından başlayarak üst üste dördüncü kez seçilen Orban ve partisi Fidesz ile 2022 yılına kadar olan ekonomik göstergelere bakıldığında; işsizliğin yüzde 11’den yüzde 4,3’e, enflasyonun yüzde 4,3’ten yüzde 3,3’e düşürüldüğünü, kişi başına düşen gelirin ise 13.100 dolardan 15.900 dolara yükseldiğini, dünyayı etkileyen pandemi ve ekonomik sıkıntı süreçlerinden ülke ekonomisinin fazlaca etkilenmediğini, asgari ücretin yaklaşık 500 Euro dolayında bulunduğunu ve bu ücretle satın alma gücünün yüksek olduğu tespitlerini yapabiliriz. Ayrıca AB üyesi olan ülkenin, Birlik’in ekonomik katkısı, koruma ve kollanması altında elde ettiği fırsatlarla halkın refah düzeyinin yukarılara taşındığını da söyleyebiliriz.
Türkiye Macaristan’a Benziyor mu?
Genel hatlarıyla anlatmaya çalıştığımız Macaristan tablosundan ülkemize dönecek olursak; geçici sığınmacı ve diğer göçmenlerle birlikte yaklaşık 90 milyonun üzerinde nüfusu, Aleviler-Sünniler, Kürtler-Türkler, sığınmacı-göçmenler ile homojen olmayan etnik yapısı, bu yapının ortaya çıkardığı sorunları çözememiş ve uzlaşma ile ortak- eşit vatandaşlık kültürünü oluşturamamış toplumsal görünümü, ihracatını ve dış ticaretini yıllar içinde artırmış olsa bile dışa bağımlılık kıskacından çıkamamış ekonomisi, Avrupa Birliği üyeliği askıda bir ülke olarak, ‘coğrafya kaderdir’ sözünün en çok yakıştırılacağı, küresel ekonomik ve siyasal bölüşüm kavga ve çatışmalarının merkezinde bir ülkeden bahsetmemiz gerekiyor.
2002 yılından başlayarak ülkeyi yöneten AK Parti iktidarının ilk 10 yılda gösterdiği ekonomik ve demokratik reform ve ilerlemelerin sonucu olarak toplumdan aldığı destek, bugün yerini genç işsizliğinde yüzde 30’lara, genelde yüzde 13’lere bırakırken, enflasyon rakamları devletin kurumları nezdinde yüzde 65’lere, bağımsız kuruluşlar nezdinde yüzde 150’lere yükselirken, 2013’lerde 13.500 dolara yükselen kişi başına düşen gelir, bugünlerde 7.000 dolara düşmüş, Euro olarak verildiğinde bir anlam ifade etmeyecek olan asgari ücret ise alım gücü olarak değerlendirildiğinde açlık sınırının altındadır.
Yoksulluk ve yoksunluktan açlığa sürüklenen toplumsal kesimleri, hayat pahalılığı altında bitirilen orta sınıfı, ekonomik krizin vurduğu küçük esnafı, her gün gelen elektrik, doğalgaz ve akaryakıt zamları, nüfusun neredeyse üçte birinin takibe düştüğü icra dosyaları, meyve ve sebzelerin sıradan yurttaş için alınamaz hale geldiği yüksek fiyatları ile diğer tarafta daha da zenginleşen kesimleri, yolsuzluk ve rüşvet olayları ile anılan yönetim sistemi, eğitim ve liyakata dayanmayan atama ve kadrolaşma ile bitirilen devlet kurumları, adam kayırma, suistimal ve ayrışma-kutuplaşmaya dayanan siyasal yaklaşımları ile Türkiye, Macaristan ile hiç benzerlik göstermiyor.
Evet, bugün ülkeyi yöneten ve ittifak halinde devam eden AK Parti, MHP, BBP birlikteliği, siyasal yelpazede konumlanışı itibarıyla Orban ve ittifakına benzerlik gösteriyor. Tek adam yönetimi ve otoriterlik konusunda aynılık bir kenara, muhafazakâr tabanın güvenlik, beka ve istikrar önceliğine seslenme, inanç, örf ve adetlere vurgu ile siyaset yapma tarzı da benzer gözüküyor.
Seçimler öncesi yapılan anketlerde de öne çıkan Orban’ın Ukranya Savaşı konusunda tarafsız ve uzlaşmacı tavrıyla barış yanlısı olarak çizdiği tablo; muhalefetin Orban’ı Putin dostu olmak ve Batı değerlerinden uzaklaşmakla suçlayarak, savaş yanlısı olduğu düşünülecek şekilde izlediği politikaların kararsız seçmeni Orban’a yönelttiği tespiti yapılıyor. Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve bugünkü iktidarın Rusya ve Ukrayna arasında yürüttüğü uzlaşmacı ve arabulucu tavra benzeyen, Rusya’ya ekonomik yaptırımlara katılmayan duruş, Macar seçimleri için belirleyici olsa bile, ülkemizin içinde bulunduğu siyasal, ekonomik ve sosyolojik atmosferde halkın gündelik sorunları ve konuştuğu konular içinde Ukrayna meselesi geniş bir yer tutmuyor.
Bekir Ağırdır’ın Oksijen gazetesinde yayımlanan bu konudaki yazısında her ne kadar ‘Türkiye Macaristan’a benzemiyor’ tespiti yapılarak muhalefetin ekonomik krizin üreteceği seçmen kitlesine yaslanması, Ukrayna meselesi ve dünyanın gidişatında Türkiye’nin yeri konularında fikrinin olmaması, seçmen nezdinde umut, heyecan, tutku oluşturmadığı yönündeki eleştirilerin haklılık payı olabilir. Ancak, dünyanın içinden geçtiği süreç, çok kutuplu ve merkezli dünya oluşumu, göreceli de olsa her ülkenin ortaya çıkan ekonomik sorun ve sıkıntıları, göç ve göçmen meselesi, iklim değişikliği, açlık ve yoksulluk, gıdaya erişim, küreselliğin açmazları gibi başlıklar altında ifade edilebilecek tartışmaların, demokratik, eşit ve özgür bir dünyayı yeniden kurmak üzere yürütülecek ideolojik- teorik- pratik zeminin eksikliği nedeniyle sonuç vermediğini kabul etmek gerekiyor.
Bugünlerde çokça gündemde olan seçim güvenliği ve medya yoluyla algı yönetimi ile seçimleri lehe çevirme politikaları da Macaristan’la benzerlik gösteriyor. Ancak, bizdeki bütün göstergeler, Selahattin Demirtaş’ın deyimiyle; “Macaristan’da HDP yok” gerçekliği bir yana, muhalefetin sayısal ve siyasal üstünlüğü elinde bulundurduğu, son yerel seçimlerde bu gücü birleştirerek iktidarı yenilgiye uğrattığı somut duruma ilaveten; kararsız, ortada veya tarafsız hale gelen seçmenin iktidardan kopmuş olması nedeniyle psikolojik üstünlüğü de kendi lehine çevirdiği gerçekliğiyle birlikte değerlendirildiğinde Macaristan ile benzerlik göstermiyor.
Aşırı sağcı, göçmen ve yabancı karşıtı Orban iktidarı, bizde sayıları 4-5 milyonu bulan sığınmacıları ülkelerine göndermeyeceğini söyleyen AK Parti ve Erdoğan ile de benzerlik göstermiyor.
Görüntüdeki benzerlikleri öne çıkararak yapılan değerlendirmelerin, gerçeklikle ilgisinin kurulamadığını anlatmaya çalıştığımız bu tespitlere rağmen iktidar yanlısı medya ve yandaş yazarlar vasıtasıyla oluşturulan seçilebilecek aday tartışması ve buna bağlı olarak çıkarılan Kemal Kılıçdaroğlu karşıtlığı ve İmamoğlu-Yavaş yönelimi türü belirlemelerin de, altılı ittifakın ve bir yanıyla toplumsal muhalefetin oluşturduğu uzlaşma, birlikte yönetme arzusunu karıştırmaya dönük hamleler olduğunu düşünüyorum.
Elbette ki Türkiye muhalefetinin sadece Macaristan değil, Fransa ve diğer ülkelerdeki seçim süreçlerini izlemesi, sonuçlar çıkarması zorunlu ve gereklidir. Ayrıca, dünya ve Türkiye dinamiklerini anlayan bir perspektifle toplumla kucaklaşmaya ve buluşmaya da fazlasıyla ihtiyaç vardır.
Altılı muhalefetin; gerçek bir sanayileşme ve kalkınma projesi, bağımsız ekonomi modeli, işsizlik ve yoksullukla mücadele programı, gelir dağılımında adaletsizliğin giderilmesi, sosyal devletin öne çıkarılması, kendine yeter bir tarım ve hayvancılık politikası, eğitimde fırsat eşitliği, sağlığa ulaşım kolaylığı gibi başlıklarla ifade edilebilecek, toplumun geniş kesimlerinin “iş-ekmek-özgürlük” kaygılarına derman olabilecek demokratik toplum-özgür birey tanımına uygun bir ülkeyi birlikte ve beraber ortaya çıkarma arzusunu göstermesi gerekiyor.