Mânâ İkliminde Rûmî
Zamanında Pers İmparatorluğu’nda, yani Afganistan sınırları içinde olan Horasan şehrinde doğmuş ve yetişmiş olan Rûmî’nin Mesnevî’sinde yer verdiği düşüncüler, bugün milyonlara hitap ediyor.
Mevlânâ’nın yaşam kronolojisini sınırlı sayfalarda tekrar tekrar ortaya koymak çok fayda sağlamayacağı gibi bizim ona bakış açımızdaki farklılığı da ortaya koymamıza karşı zaviyemizi daraltacaktır. Mevlânâ artık sadece bir poetika ya da kimilerine göre mit değil aynı zamanda yaşama entegre edilmiş din algısıdır. Bu din algısı tüm dünya coğrafyasını, kültürleri ve dinleri kapsayan, yalnızca İslam literatüründen değil Asya’nın sufizminden de beslenmiş yaşam biçimidir.
Rûmî’yi tanıyabilmek için ondaki zaman ve mekân mefhumunu iyi anlamak gerekmektedir. Çünkü Rûmî öğretisi bizlere sübjektif ve sınırsız bir zaman sunar.
Sufi söylem ve eğitimlerinde hâl ve vakit terimleri sıklıkla geçmektedir. Hâl durumu ‘bast-ı ve kabt-ı zaman’ aynı terimleri mekâna dair biçimde de olmak üzere tanımlarlar. Hâl durumu Sufi için bir derecedir. Sufinin manevi yükselişinde hâl adeta sırat köprüsünden geçme formülünü barındırmaktadır. Sufinin mahareti ise bu köprüyü başarılı geçip geçememe durumunda yapacakların listesi olarak günlük yaşamı içinde yerini alır. Bir dizi ritüel ile bunu gerçekleştirecektir.
Mevlânâ’yı anlamak onun Mesnevî’sini kavramak ile ilişkilidir. Mesnevî’si bir edebiyat şaheseri olduğu kadar din algısıdır. Mevlânâ’nın düşüncesine sahip olmak için sufi olmanız ve onun öğreti terbiyesinden geçmeniz gerekmektedir. Mevlânâ sufizmini doğru şerh edebilmek için ise doğduğu toprakları etnografik, etimolojik ve din tarihi açısından incelememiz gerekir.
Mesnevî Tanımı
Bildiğiniz üzere; Divan Edebiyatı’nda bugünkü anlamda öykü ve roman yoktu. Mesnevîler bir bakıma bugünkü öykü ve romanın, İslamiyet’ten önce Türk Edebiyatı’ndaki destanın Divan Edebiyatı’ndaki karşılığıdır. Mesnevîlerde olaylar bir masal anlatımı ile sürer. Anlatış ve tasvirler akıl ve mantık sınırından taşarlar. Yer ve zaman belirsizdir. Tasvirlerde aşırı abartmalar göze çarpar.
Mesnevîlerde Zurvanizm’in izlerini görürüz. Zurvanizm; M.S. 3-7’nci yüzyıllar arası Sasaniler döneminde varlığını ortaya koymuş olan bir inançtır. Zerdüşt, Avesta’yı yazarken bu kavramın üstüne inşa eder; Zerdüşt hiçbir zaman ‘Zurvan’ kelimesini yaratıcıyı tanımlarken kullanmamıştır. ‘Zurvan’ Zerdüşt’ün Avesta’sında şu şekilde yer almaktadır: ‘Sınırsız zaman’. Çünkü bu anlayışta zaman ilahın kendisidir.
Zaman Metaforunda Mânâ İklimi
Zaman; İslam anlayışında sufiler için subuti olarak tanımlanır. Zaman Allah’ın subuti sıfatlarından ayrı tutulamaz. Çünkü yaratan sonsuz zaman ve mülk sahibidir. Bu bağlamda etkili açıklamalardan biri de İbnü’l Arabi’ye aittir. Zamanı psikolojik ve metafiziksel olarak geniş bir kapsamda incelemiştir. Zamanın kelime tanımları için Kuran’a paralel şekilde hareket eder. Bu bağlamda sufilerle zaman ilişkisini de Kuran perspektifinden inceler. Kuran’da sıklıkla örneklendirilen, gezegenler ve yörüngelerine ait olan döngüler, iklimler ve tabiat hakkında verilen bilgiler direkt olmasa da sistemli bir zaman metaforu ortaya koymaktadır. İbnü’l Arabi de bu konuları eserlerinde detaylı bir şekilde ele almıştır.
Felek ve yıldızlar somut varlıklar olmasına rağmen zamanın takdir edilen izafi bir nispet olduğunu belirtir.
İslam literatüründe kabul görmüş İbnü’l Arabi örneğinde verdiğimiz Kuran merkezinde gelişen zaman açılımı ile Zuvanizm’in içinde olduğu Zerdüşt’ün Avesta’sındaki zıtlık gözle görülür şekilde büyük olacaktır. Burada Hristiyanlık ya da İslam’dan örnekler vermeyişimizin sebebi Mesnevî’nin edebi kriteri açısından önem taşır. Mevlânâ, çağdaşı olduğu Yunus Emre’nin beyitlerindeki etimolojik çemberden farklı olarak mitolojik hikâyelerin karmaşıklığını zikrederken mânâ iklimine dalmıştır. İslamiyet öncesine dayanan bu hikâyeler ile süslediği Mesnevî, nebevi öğretiyi yansıtmamaktadır.
Bir derviş, bir dervişe;” Tanrı’yı nasıl gördün, söyle” dedi.
Derviş dedi:” Neliksiz, niteliksiz gördüm.”
İran kültürünün İslamiyet öncesi olan kültür ve dinlerin izlerinden oluşan kozmopolit bir yapısı vardır. Mevlânâ bu toprakların çocuğudur. Evlilik neticesinde Anadolu topraklarında soyunu sürdürmüştür. Rûmî kendi etnik kültürünün etkisinde olsa da İslam inancının gölgesinde bir düşünce geliştirmiştir. Daha açık bir ifade ile; Yunus Emre’nin beyitleri Divan Edebiyatı’nda Türk tarihinin etnografik ve etimolojik yanlarını sıklıkla zikrederken, Mevlânâ’nın Mesnevî’si bir o kadar Arap ve Uzak Doğu’nun kültür motiflerini taşımaktadır.
Mesnevî’den Günümüze Taşan Mevlânâ
Mesnevî; Mevlânâ’nın sırdaşı Hüsameddin Çelebi’nin ısrarları üzerine yazılmıştır. Hüsameddin Çelebi’nin bir eser yazma isteği üzerine Mevlânâ eserin ilk 18 beytini kendisi yazmış, daha sonra o söylemiş ve Hüsameddin Çelebi yazmıştır. Mesnevî’sinde yer alan zaman kavramına ait onlarca söz, günümüz Türkçesi ile de vazgeçilmez nasihatlerimiz arasında yer alır.
Birkaçını sizlerle paylaşmak isterim:
Mesnevî’nin ilk beyitleri:
- Şu ney’in nasıl şikâyet etmekte olduğunu dinle. Onun inleyişi ayrılık hikâyesidir.
- Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımdan erkek, kadın herkes etkilenmekte ve inlemektedir.
- Kavuşma derdini açıklayabilmek için ayrılık acılarıyla parça parça olmuş bir kalp isterim.
Mevlânâ’da zaman ne kadar soyut ise mekân bir o kadar gerçeklik içinde ağırlık kazanır. Ütopik tasvirler içindeki mekân algısı da keza akla ve mantığa yatkındır. Mesnevî’sinde yer alan mekân çeşitliliği, sunduğu muazzam edebi incelikleri kadar zengindir; gök dünyası, ahiret tasvirleri, bahçeler-orman, duvarlar, zindanlar, evler, sosyal mekânlar, hayali mekânlar, inanç mekânları vb.
Rûmî’ye ait olan beş kitaptan oluşan Mesnevî’nin henüz çok az bir kısmından haberdarız. Gönül ister ki her bir kitabını okuyup anlamlandıran okurlarımız olsun! Böylece objektif bir yaklaşım ile mânâ iklimi külliyatını İslam literatürü ile karşılaştırabilelim. Bilmemiz gerekir ki; her poetika Kuran ile çelişmiyorsa kabulümüz ve kıymetlimizdir.
Avrupa ve dünyada Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî etkinlikleri düzenleniyor. Bu etkinlikler genelde hoşgörü ve anma etkinlikleri adı altında yapılıyor. Sene-i devriyesinde Konya’da yapılan etkinlikler dünya kamuoyunda da büyük yankı oluşturuyor. Zamanında Pers İmparatorluğu’nda, yani Afganistan sınırları içinde olan Horasan şehrinde doğmuş ve yetişmiş olan Rûmî’nin Mesnevî’sinde yer verdiği düşüncüler, bugün milyonlara hitap ediyor.
Rûmî’nin kendi söylemleri ile, çağdaşları tarafından anlaşılamamış olmasının sebeplerine bir başka makalede girmemiz muhtemel. Mevlânâ dünya insanı için; Müslümanların entegrasyon sürecinde çok kıymetli bir eşiktir. Şu da bir gerçek ki biz Müslümanlarda mânâ; hakikat (Kuran) bilgisi ile zuhur eder.
Şeb-i Arus, Mevlânâ’nın vefat yıldönümünün tanımıdır. Kendisi bugünü düğün gibi tanımlar ve Şeb-i Arus der. Böylece âdem oğlunun öleceği güne dair bu şekilde hazırlık yapmasını ve düşünmesini salık verir.
Anadolu toprakları ve insanı, Rûmî’yi çoğunluğun kabul ettiği üzere mânâ dünyasının mütercimi olarak görüyor ve buna inanmış insanlarla her yıl onun öğretilerini yâd ediyor.
“Ey ruh aleminden bu dünyaya doğup gelenler!
Ölüm gelince ürkmeyin, korkmayın!
Bu, ölüm değil, bu ikinci bir doğumdur; doğun, doğun!”