Maradona’nın Düşündürdükleri
Maradona nasıl ki futbolu futbol olmaktan çıkardıysa, şahsı da futbolcu olmaktan çıkmıştır. “El Diego”nun emperyalizme karşı olan, ezilen, bu hayattan payına düşeni alamayan herkes için bir anlamı var.
Türkiye’de futbolun çok ilgi gördüğü şeklinde bir ezber var ama gerçekler öyle değil. Kulüp başkanları transferlerden komisyon alabilmek için alt yapıdaki çocukların önünü kesiyor, bu nedenle milli takım için oyuncu bulamıyoruz. Siyasetçiler kulüp başkanları ile kötü olmamak için bu duruma son verecek yasayı çıkartmıyor.
Ülkede bir tane futbol yazarı yok. Eski magazin muhabirleri maç yorumları yapıyor, onlar da konuyu bilmedikleri için “Şenol Güneş’in kravatının rengi, ceketinin modeli” diyerek televizyonlarda zaman dolduruyorlar. Hamit Altıntop bir söyleşisinde futbolun çok hızlı ilerlediğini ama hiçbir Türk antrenörün kendisini geliştirmek için futbol kurslarına katılmadığını söylemişti. Yani futbolun içinden gelen isimler de günümüz futbolundan habersiz.
Kapıcı çocukları, bu ülkenin boğazından haram lokma geçmemiş evlatlarıdır. Buna karşılık Rıza Çalımbay’ın babasının kapıcı olmasıyla alay etmek için bir futbol stadında açılan “Rıza efendi…” pankartları, Şenol Güneş’e karşı yine bir statta yapılan şiddet eylemi, John Obi Mikel’e ya da Pascal Nouma’ya ırkçı hakaretler edenler ya da Emmanuel Eboue’ye muz sallayanlar ise bu ülkenin utanç vesileleridir.
Türkiye’de son yıllarda birbirinden güzel, modern statlar inşa edildiği halde kimse maçlara gitmiyor çünkü yukarıda saydığım rezillikler, siyasetçilerden ucuz televizyon sunucularına kadar herkesten destek görüyor. Taraftar şikeden dolayı sonuçların sahada kazanıldığına inanmıyor.
2014 yılındaki Dünya Kupası, Brezilya’da oynandı. Eski futbolcu ve bir yönetmen olan Eric Cantona, bir belgesel çekimi için kupadan yaklaşık bir yıl önce Brezilya’ya gitti ve buranın önde gelen spor yazarlarıyla görüştü. Cantona’nın söz konusu belgeselinde yer verilen Brezilyalı spor yazarlarının Dünya Kupası hakkındaki öngörüleri, turnuva sırasında satır satır gerçek oldu. Yani Latin Amerika’da futbol, köylerde ya da plajlarda top koşturan yetenekli ve yoksul çocuklardan ibaret değil, son derece entelektüel bir yönü de var.
Türkiye’de futbolcular hücumcu ve savunmacı olarak ikiye ayrılıyorlar, kendilerinden yalnızca bunlardan birini yapmaları bekleniyor. Bu nedenle bizde futbol oynamak koşmayı gerektirmiyor. Avrupa takımlarında raf ömrünü dolduran oyuncular İstanbul’un renkli gece hayatının da çekiciliği ile bir tür emeklilik ikramiyesi olarak ülkemizde, elleri bellerinde top oynamayı tercih ediyorlar.
Oysa Chelsea’nin Şampiyonlar Ligi’ni kazandığı yıl takımın forveti olan Drogba benim hatırladığım, en az iki defa penaltıya neden oldu yani top rakibe geçtiğinde Chelsea’nin forveti savunma yapmak için kendi ceza sahasına geri koşuyordu. Inter bu kupayı aldığında, takımın forveti Eto’o arkadaşları topu kaptırınca savunma yapmak için geriye, sağ bek mevkiine koşuyordu.
Bültenimize Üye Olabilirsiniz
Çağdaş futbolda stoperler asist yapar, gol atar; kaleciler hücum başlatır. Türkiye’de bunlardan haberi olan tek yerli teknik direktör, Şenol Güneş. Şenol Güneş 2002 yılındaki Dünya Kupasında milli takımın başında Brezilya’ya karşı iki maça çıktı. Magazin basını onu takım elbisesi ve Hakan Şükür’ü oynatmasıyla eleştirdi. Hiçbir magazin yazarı, Hakan Şükür’ün sahadaki varlığının nedeninin Brezilya’nın stoperlerinin hücuma çıkmasını engellemek olduğunu bilmiyordu.
Aslen bir Cezayir Yahudisi olan Jacques Derrida’nın gerçek adı Jackie’dir. Fransa’sız okullarında ırkçılığa maruz kalmaması için ailesi çocuklarının adını değiştirmiştir. Cezayir asıllı Fransız futbolcu Zinadine Zidane’ın da gerçek adı Zeyneddin Zeydan’dır. Zidane, Fransa milli takımına tarihinin en büyük başarılarını kazandırdığında, Fransız hükümeti anne babasına oy kullanma hakkını vermemişti. Futbolun taktiklerinin yanında siyaseti, ekonomisi, sosyolojisi, felsefesi, edebiyatı yani tinsel bir tarafı da var. Irkçılık, cinsiyetçilik, holiganizm, teknoloji, ekonomik şeffaflık, postmodernizm, endüstrileşme gibi konular çağdaş futbolun büyük meseleleri.
Peki kısa bir süre önce, henüz altmışındayken yani erken denebilecek bir yaşta aramızdan ayrılan büyük efsane, Arjantinli futbolcu Diego Armando Maradona bu meselelerin neresinde duruyordu? Maradona, Brezilyalı Pele ile birlikte 20. yüzyılın en iyi iki futbolcusundan biridir. Buenos Aires’in kenar mahallelerinin birinde doğdu ve hiçbir zaman yoksul geçmişini unutmadı, hayatı boyunca Latin Amerika’nın solcu ve antiemperyalist siyasetçilerine destek verdi.
Özellikle sömürgeciliğe maruz kalmış ülkelerde “El Diego” adıyla anıldı ve çok sevildi. Küba’nın önderi Fidel Castro’yu ikinci babası olarak görüyordu. Venezuela’da ABD’nin hedefindeki Chavez ve Lula’ya destek verdi, Nicolas Maduro’yu sürekli ziyaret etti. Brezilya’nın eski solcu cumhurbaşkanı Dilma Roussef ve Brezilyalı eski dışişleri bakanı Celso Amorim, ölümünün ardından, zor zamanlarında kendilerine destek verdiği için Maradona’ya şükran borçlu olduklarını açıkladılar.
Yeşil sahalara gelecek olursak, bir deha olarak Maradona futbolu sanata dönüştüren biriydi. Ortada hiçbir şey olmadığında, aniden bir şeyler yaratmasıyla ünlüydü. Topu kontrol etmekte, adam geçmekte, bir orta saha oyuncusu olarak gol atmakta ve arkadaşlarını pozisyona sokmakta ustaydı. 10 numaralı forması, oynadığı mevkinin adı haline geldi.
Bu yetenekleriyle takımını tek başına sırtlayabiliyordu. Ülkesi Arjantin’e Dünya Kupası’nı, İtalya’nın Napoli takımına iki kez lig şampiyonluğunu kazandırdı. 1986 yılında İngiltere’ye attığı iki gol, yalnızca Latin Amerika’da değil tüm dünyada sömürgeciler tarafından ezilen halkların gönlünü okşadı.
Maradona nasıl ki futbolu futbol olmaktan çıkardıysa, şahsı da futbolcu olmaktan çıkmıştır. “El Diego”nun emperyalizme karşı olan, ezilen, bu hayattan payına düşeni alamayan herkes için bir anlamı var. Kendisine en alttakilerin diliyle veda etmek istiyorum: 10 numara adamdın Maradona.