Meritokrasiye Dayalı Sistem Hayal Değil
Yeni idari kadrolar, yeni bir zihniyet ve yeni yasal düzenlemeler ile meritokrasiye dayalı bir sistem hayal olmaktan çıkabilir. Ancak bunun için uzunca bir zamana ve fazlaca emeğe ihtiyacımız var…
Bir kavram olarak meritokrasinin, “Amerikan Rüyası” (American Dream) ile ilişkilendirildiğini geçenlerde bir makale ile öğrendim. ABD’ye göçmen olarak gelen birine, gelme nedenlerini sorarsanız, en olası cevap “Amerikan Rüyası’nı yaşamak” olacaktır. ABD’nin, meritokrasi kavramını somutlaştırmayı başarmış bir toplumun iyi bir örneği olarak nitelendirilmesi, Amerikan Rüyası ile bağlantılı demek yanlış olmaz.
Sosyolog Michael Young, 1958 yılında yayımladığı Meritokrasinin Yükselişi adlı eseri ile meritokrasi kavramını ilk kez kullanan kişi olarak bilinmektedir. Young, liyakate dayalı bir yönetim tarafından idare edilen Birleşik Krallık’ı tasvir etmek için bu terimi kullanmıştı. Birleşik Krallık’ta “Her çocuk için eşit fırsat” sloganı ile kurulan Meritokrasi Partisi (Meritocracy Party) tarafından yayımlanan manifestoda, ‘kayırmacılık ve ayrımcılık yoktur, eşit imkânlar vardır’ (UK. Meritocracy Party, 2020) ifadeleriyle meritokrasinin önemine vurgu yapılmıştır.
Meritokrasi kavramını genel olarak tanımlamak gerekirse, kişilerin bireysel başarılarına ve liyakate dayanan bir yönetim biçimine karşılık geldiği söylenebilir. Bu kavram günümüzde sadece yönetimleri ifade etmiyor. Meritokrasi, bir diğer anlamda, gücün; etnik köken, siyasi kimlik veya cinsiyet gibi faktörler üzerinden değil, bireysel liyakat üzerinden tahsis edileceği bir sistemi de ifade eder.
Meritokrasiye dayanan sistemlerin temel iki özelliği vardır, bunlar: “Tarafsız rekabet” ve “fırsat eşitliği” ilkeleridir. Meritokrasinin olduğu toplumlarda, yolsuzluk olaylarının oluşumuna engel olan “şeffaflık”, “eşitlik” ve “adalet” değerleri ön plandadır ve genellikle birçok Anglo-Sakson ülkesinin istihdam politikalarında bu değerler yer almaktadır. Bu toplumlarda isteyen herkes için kabiliyetlerini sergileyebileceği imkânlar sunulur.
Fırsat Eşitliğinin Önünü Kesen Nepotizm ve Patronaj Blokajı
Fırsat eşitliğini esas alan meritokrasiye dayalı bir sistemin önündeki engellerden olan nepotizm ve siyasi patronaj, bir toplumun refahı ve huzuru için çözülmesi gereken temel sorunlardandır demek abartı olmaz. Nepotizm, Türk Dil Kurumu’na göre, “akraba veya arkadaş kayırma” anlamına gelmektedir.
ABD’de Anti-Nepotizm Yasası ile, federal hükümetin üst kademelerindeki bazı üyelerin yakınlarını işe almalarını veya onların terfilerinde rol oynamalarını kısıtlayan düzenlemeler yapılmıştır. Türkiye’de ise nepotizm ile mücadele sadece siyasi söylem düzeyinde kalıyor. Nepotizm, de jure (yasal) olarak bir zemine sahip olmamakla birlikte, de facto (pratikte) olarak hayli yoğun olarak uygulanıyor. Nepotizmin en yaygın yaşandığı kurumların başında üniversiteler geliyor. Özelikle taşra üniversitelerinde, rektörlerin ve dekanların eşlerine veya çocuklarına özel ilanlar ile kadro tahsis ettiği, gündemde sıklıkla yer alıyor.
Ülkemizde, fırsat eşitliğinin korunduğu ve liyakat-odaklı işe alma ve terfi süreçlerinin var olduğu bir sistemden söz etmek kamu sektörü için neredeyse imkânsız. Özelikle son yıllarda artan nepotizm uygulamaları ile günümüz Türkiye’sinde fırsat eşitliği ve liyakat ilkelerinin yerle bir olduğu söylenebilir. Mülakatlar, maalesef liyakat odaklı olmaktan ziyade biat odaklı bir yapıya sahip. Uygun aday seçiminde ve istihdamında, adayın göreve gelecek makama ehil olması şartı aramak yerine ideolojik kimliği veya hısım-akraba bağları gibi etmenler belirleyici oluyor.
2018 yılında yapılan KPSS’de fizik öğretmenliği alanında birinci olan Deniz Eren Demir, mülakatta 54 puan alarak elenmişti. Şimdilerde AKP’nin seçim vaatlerinden biri de mülakat sistemini kaldırmak, ancak kaldırmayı vaat ettiği sistem üzerinden liyakat-odaklı işe alma süreçlerini neredeyse tamamen yok eden de bizatihi AKP yönetimi değil mi?
Fırsat eşitliği ilkesine ket vuran bir diğer unsur da siyasi patronaj uygulamalarıdır. Patronaj “kamuya ait kadrolara politik destek karşılığında atama yapmak” olarak tanımlanmaktadır. Üst düzey kadrolara yapılan atamalarda liyakatin göz ardı edilmesi, niteliksiz bir bürokrasi yapılanmasına neden olmaktadır. Böylesi bir bürokrasinin varlığı ise kamu kaynaklarının israfına, yolsuzluğa ve fakirleşen bir halka sebep olur.
2015’te yaptığı bir konuşmada, dönemin Dışişleri Bakanı olan ve şu an Millet İttifakı’nda yer alan Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu, Osmanlı İmparatorluğu’nun meritokrasi ile yönetildiği dönemde en parlak devrini yaşadığını dile getirmiş ve kayırmacılığın bir yönetimin sonunu getireceğini eklemişti. Yaklaşan seçimlerde, siyasi iktidarın olası mağlubiyetinin temel nedenlerinden birinin hakkaniyetten uzak, ayrımcılık ve kayırma eksenli politikaları olduğu aşikâr. Ülkemizde nüfuz sahibi olanların makamlarını kullanarak, kendilerini ve yakınlarını, kamuda istihdamda veya diğer hususlarda ayrıcalıklı olarak faydalandırmaları, devlete olan güven duygusunu zedeledi. Kimi vatandaşlar için, devlete ilişkin işlemlerde kamusal usuller tamamen uygulanırken, kimilerinin ise bunlardan muaf tutulması kamu vicdanını rahatsız etmeye devam ediyor.
Meritokrasi: Zor Ama İmkânsız Değil
Nepotizm ve patronaj ülkemizde yoğunlukla görülmekte. Meritokrasiye dayanan bir sisteme sahip olmaktan fersah fersah uzaktayız; eşitlik yerine ayrım ve kayırma baskın. Bu tespiti mümkün kılan durumlardan biri şüphesiz fırsat eşitliği ilkesinin giderek zayıflaması. Toplumsal alanda ve yönetim yapısının içinde, kayırmacılığın bir türü olan nepotizmin baskın olduğu söylenebilir. George Orwell’in ünlü eseri Hayvan Çiftliği’ndeki “Herkes eşittir, bazıları daha eşittir” ifadesi, ülkemizde maalesef birçok vatandaşın genellikle hissettiği bir durumu resmediyor.
Toplumdaki adalet duygusunu tekrar canlandırmak, herkes için eşit fırsatların olduğu bir sistemi inşa etmek için yasal, anayasal ve kurumsal düzenlemelere ihtiyaç var. Tıpkı ABD’de olduğu gibi toplumsal bir mutabakatla hazırlanacak yasalar ile kayırmacılık engellenmeli. Etnik köken, din, politik görüş gibi faktörlerin başarıyı gölgelemediği bir sistem için gerekli olan kurumlar oluşturulmalı. Elbette meritokrasinin tam olarak hayata geçmesi için uygun sosyo-kültürel bir zemine ve buna elverişli bir siyasi kültüre ihtiyaç var. Tüm bunlar için ise seçim sadece bir başlangıç. Yeni idari kadrolar, yeni bir zihniyet ve yeni yasal düzenlemeler ile meritokrasiye dayalı bir sistem hayal olmaktan çıkabilir. Ancak bunun için uzunca bir zamana ve fazlaca emeğe ihtiyacımız var…